Koca Dünya

15 dk

Kristaps Porzingis, 2015 NBA Draft'ında New York Knicks tarafından dördüncü sıradan seçildiğinde taraftarların tepkisiyle karşılaşmıştı. Fakat geride kalan üç sezon, onu şehrin ikonu yaptı. O ikon, Socrates'e konuştu.

Getty Images

Letonyalı yıldız, 2017-2018 sezonunun ortalarında yaşadığı çapraz bağ sakatlığından henüz dönemedi. Sadece New York taraftarları değil, basketbolu seven taraflı tarafsız herkes en yakın zamanda, yeniden Porzingis'i sahada görmeyi istiyor. Socrates Almanya ekibinden Robert Jerzy, dönüşü hasretle beklenen yıldız ismi yaz aylarında Avrupa semalarında yakalamış ve ona geçmişe, ailesine, değişimine dair farklı sorular yöneltmişti. Amacı biraz da karşısındaki yeteneğin farklı şehirlerdeki serpilişini anlamaktı. Porzingis nasıl bildiğimiz Porzingis oldu? Letonya'dan İspanya'ya, oradan ABD'ye, farklı yönleriyle bu sorunun izini sürelim.

Sevilla uçağına binmeden önce evinizdeki son günden kalan en net hatıra nedir?

Tam olarak hangi gün olduğunu veya o gün ne yaşandığını hatırlamıyorum ama hangi ruh halinde olduğum ve o esnada neler yaşandığı aklımda. Eylül'ün başlarıydı ve Letonya'da liseye başlayacaktım. Sevilla'yla olan kontratım devam ettiğinden beklemedeydim. O döneme kadar tüm arkadaşlarım okuldaydı, bense evde İspanya'ya gitmeyi bekliyordum.

Heyecanlıydım ve evimden ayrılıp, kariyerimin yeni bölümüne başlamak için sabırsızlanıyordum. Fakat bir yandan da ne bekleyeceğimi bilemiyordum. Kendimi İspanya'da yaşamaya hazırlayacak zamanım olmuştu. Nasıl olacağını, neler hissettireceğini hayal ettim. Yazın sonunda evde oturuyor, bir sonraki adımı atmayı bekliyordum.

Genç yaştaki biri için evinden ayrılmak zor olmadı mı?

Hem evet hem hayır. Bahsettiğim dönemde birkaç kampa ve antrenmana gitmem lazımdı. Ben de basketbol açısından bir sonraki adımı atmak adına çoktan o mantaliteye kavuşmuştum. İspanya'ya gitmiştim, aynı zamanda antrenman yapmak ve mevcut opsiyonlara göz atmak için İtalya'ya gitme planım da vardı.

Yani evden ayrılmak istiyordunuz?

Tam olarak değil. Büyüdüğünüz yerden ayrılmak zordur. Ama ben aynı zamanda dışarıda olan biteni görmek istiyordum. Fakat gittiğim her yerden en başta nefret ediyordum. Sevilla'ya gittiğimde bana kalacağım yurdu ve spor salonunu gösteriyorlardı. Ben ise o sırada "Bir daha buraya gelmeyeceğim" diye düşünüyordum.

Eski bir demecinizde Sevilla'nın çok sıcak olduğundan bahsetmiştiniz…

Oldukça! Spor salonu çok sıcaktı, o sıcaklıkta duramıyordum çünkü alışkın değildim. Bunlar ilk izlenimlerimdi. Ne zaman yaz sona erdi, Sevilla ilgimi çekmeyi başardı. Doğruyu söylemek gerekirse deneme antrenmanım o kadar da iyi değildi. 15 dakika çalışan sıska bir adam… Yine de sanıyorum ki bendeki yeteneği gördüler.

Tüm bunlar aynı yaz döneminde mi gerçekleşti?

Aynen öyle. Hâlen Riga'ya ve İtalya'ya gitmem gerekiyordu. Riga'da antrenman olarak boks yapıyordum ve bir çalışma esnasında elimi kırdım. İtalya'ya gitme imkânım kalmamıştı, dolayısıyla İspanya, elimde kalan tek seçenekti. Geri dönmeyeceğime dair yemin ettiğim yer… Yaz boyunca kardeşim Janis'le konuşmaya devam ettiler, o da benimle konuştu. Janis'in üzerimde büyük etkisi vardı ve tüm bunları konuşurken Sevilla'nın benim için mükemmel bir fırsat olduğunu fark ettim. Yurda, havaya ve Letonya'dan gelen uzun, sıska bir genç olarak uğraşmanız gereken düşünce tarzına rağmen…(Gülüyor.)

"Sevilla'ya gittiğimde bana kalacağım yurdu ve spor salonunu gösteriyorlardı. Ben ise o sırada 'Bir daha buraya gelmeyeceğim' diye düşünüyordum."

"Sevilla'ya gittiğimde bana kalacağım yurdu ve spor salonunu gösteriyorlardı. Ben ise o sırada 'Bir daha buraya gelmeyeceğim' diye düşünüyordum."

Sevilla'ya gittikten sonra neler hissettiniz peki?

İlk başta zordu çünkü İspanyolca bilmiyordum ve İngilizce de beni bir noktaya kadar götürüyordu. Fakat bu durum İspanyolca öğrenip insanlarla iletişime geçmek adına beni kamçıladı. Kardeşim Martins ilk birkaç hafta benimle kaldı. Sonrasında o gitti ve kendi başıma kaldım. 15 yaşından 18 yaşına kadar, üç yıl… İlk altı ay en zoruydu. En başta yakaladığım fırsat hakkında iyi hislere sahip olarak gittim. Pozitif düşüncelerim vardı. Fakat takvimim yoğundu. Her gün İspanyolca kursundaydım, aynı zamanda takımla ve bireysel olmak üzere günde iki kez antrenman yapıyordum. Vücudum tüm bunlara hazır değildi. 15 yaşındaydım, anemim vardı ve bu beni öldürüyordu. Çalışmıyorken, terlemiyorken dahi yorgundum. Anemim çok şiddetliydi. 15 saat aralıksız uyuyor, buna rağmen hâlâ yorgun hissediyordum. Düzenli olarak akşam 10'da yatağıma giriyor, öğlen 1'de uyanıyordum.

Planlarınıza pek de uyamıyordunuz o zaman?

Birçok İspanyolca dersini kaçırdım. (Gülüyor) Bununla alakalı birçok bahane uydurmam gerekti, inanamazsın. "Telefonum çalındı" ve daha uydurduğum bir sürü şey… Sadece sorunu savuşturmak içindi. Tüm bu hikâyeler işe yaramıştı bu arada, bu iyi mi yoksa kötü mü bilmiyorum. (Gülüyor)

O zamanlar aneminin farkında değildiniz...

Bir fikrim yoktu. Bir çocuk olarak nasıl hissetmeniz gerektiğini bilmiyorsunuz. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hakkında bir fikriniz yok. Bildiğim tek şey diğer herkesten çelimsiz olduğumdu. Genç yaşta oldukça uzun ve zayıf bir hâle bürünmüştüm. Sonrasında tüm bunların normal olduğunu, bazı şeylerin daha geç yaşanacağını düşündüm.

Herhangi bir noktada evinizi özleyip geri dönmeyi istediğiniz oldu mu?

Sevilla'da olmayı istemediğim sadece tek bir önemli an vardı: Noel'de ailemin yanına geldim. Tüm çamaşırlarımı getirdim, annem onları yıkadı. O zamanlar bilmediğim şeyse aneminin sizin duyularınızı kuvvetlendirdiğiydi. Örneğin ben 7/24 sakız çiğnerdim, o tadı seviyordum. Ayrıca sürekli buz çiğnerdim. Benzin kokusu benim için uyuşturucu gibiydi. İşte o ziyaretimde de annem çamaşırlarımı yıkamıştı. Onları Sevilla'ya geri götürüp çantamdan çıkardığımda annemin kullandığı deterjandan dolayı evimin kokusu her yere sindi. Benim için oldukça zor bir andı. Sadece evimi özlediğimden ve oradan uzak olduğum için rahatsız olduğumdan değildi. Anemi ben farkında olmadan etkisini artırdı ve ben sadece evime dönmeyi umuyordum.

Anemi teşhisi ne zaman konuldu?

Noel gecesi sonrasında kendimi rutinime dönmeye ve planlı biçimde çalışmaya zorladım. Takım doktoru bir kan testi yaptı ve anemim olduğunu fark etti. Vitamin aldım ve zaman geçtikçe tedavi işe yaradı. Günden güne daha iyi hissettim.

"O ziyaretimde annem çamaşırlarımı yıkamıştı. Onları Sevilla'ya geri götürüp çantamdan çıkardığımda annemin kullandığı deterjandan dolayı evimin kokusu her yere sindi. Benim için oldukça zor bir andı."

"O ziyaretimde annem çamaşırlarımı yıkamıştı. Onları Sevilla'ya geri götürüp çantamdan çıkardığımda annemin kullandığı deterjandan dolayı evimin kokusu her yere sindi. Benim için oldukça zor bir andı."

Bu hastalıkla nasıl başa çıktınız?

Tamamıyla farklı bir insandım. İlk olarak çevremdeki oyuncular ve koçlar bunu fark etti. Üzerimde devasa bir etkisi oldu. Daha mutluydum ve daha çok enerjim vardı. Kilo aldım, yaptığım her şeyde kendimi geliştirdim, özellikle de basketbolda.

Her şeyin daha kolay olduğu hissini hatırlıyorum. İspanyolca öğrendim ve bu daha fazla arkadaşlık kurmamı sağladı. Kızlarla bile… (Gülüyor)

Geçmişteki röportajlarınızın ortak noktalarından biri, harika bir performans sergilediğiniz maçların ardından dahi yaptığınız özeleştiriler. Sanki asla bir memnuniyet seviyeniz yokmuş gibi...

Her zaman kendimi en çok eleştiren insan olmaya çalışıyorum. Asla çok rahat veya çok memnun olmuş hissedemem. Harika bir maç çıkarsanız bile yanlış yaptığınız bazı şeyler oluyor. Bu durum beni tahrik ediyor, kendi oyunumu geliştirmem adına bana motivasyon sağlıyor. Bu, kişiliğimin bir parçası. Aynı zamanda kardeşim Janis de bana bunu öğretenler arasında. Kendisi profesyonel basketbolcuydu ve her zaman çok çalışırdı.

Kendinizi hiçbir zaman yeterince iyi hissetmemeniz hem sizin için hem de aileniz için sıkıntı teşkil etmiyor mu?

Pek değil. Ben asla kendime olan güvenimi kaybetmedim; 16 yaşındayken antrenmanda veya maçlarda her şeyi mahvettiğimde bile... Her zaman kendime inandım ve söylenenlere, yaşananlara pek takılmadım. Bu iyi bir özelliğim. Ailem beni tamamen destekler. İyi oynadığım bir gençler turnuvası hatırlıyorum. Sonraki maç İtalya'ya karşıydı ve ben felaket derecede kötü oynadım. Maçı kaybettik. Ailem dışarıda beni bekliyordu ve ben onları dahi görmek istemiyordum. O kadar kötü hissediyordum. O an Janis beni kenara çekti. Kendisi beni en çok eleştirenlerdendir fakat orada daha ziyade cesaretlendirdi, rahatlamam gerektiğini söyledi. Onlar ne zaman moral verici bir konuşmaya ihtiyacım olduğunu biliyorlar. Bu konuda harikalar. Bana gelince, kendime pek yüksek hedefler seçmem. Büyümeme, tecrübe edinmeme yardımcı olan küçük hedeflerde memnun olurum. Ve sırada sürekli yeni bir hedef vardır. Merdivendeki yeni bir adım gibi.

Enerjiniz nereden geliyor?

Küçükken Janis'i antrenman yaparken izlerdim. Her zaman sınırlarını zorlardı. Onun çalışma ahlakından çok şey öğrendim. Başlarda onu taklit ettim fakat daha sonrasında her şey kendiliğinden, doğal bir biçimde ortaya çıktı. Ayrıca bir keresinde bana, yorgun hissettiğimiz anların, bizim için en önemlisi olduğunu söyledi. Bunlar kendinizi daha da zorlamanız gereken anlardır. Bir set daha, bir şınav daha... Anemi olduğumu bilmememe rağmen etkileriyle böyle başa çıktım.

Ailenizin önceliğinin basketbol olduğundan bahsettiniz. Akşam yemeklerinde bu konuya ilişkin konuşmalar nasıldı?

Babam tam bir spor delisidir. Canlı yayını olan her maçı izlemek ister ve hâlâ New York Knicks'in maçlarını banttan takip eder. Bir 'minivan'ı vardı. O minivan'daki televizyonda benim ve Janis'in maç kayıtları, hatta İtalya 2. Ligi'nin maç kayıtları vardı. (Gülüyor) Oraya oturur ve o maçları izlerdi. Takıntılıydı.

Ve bununla gurur duyuyor...

Tabii ki, gurur duyuyor.

O yaz Letonya'ya döndüğünüzde neler yaptınız? Babanızın minivan'ında maç izleyerek mi zaman geçirdiniz?

(Gülüyor) Onu da yaptım. Ailem ve arkadaşlarımla zamanın keyfini çıkardık. Abim Martins'in küçük bir köpeği vardı, Tobi. Aslında o benim rehabilitasyonumun önemli bir parçasıydı çünkü herkesi mutlu ediyordu.

Sonrasında New York'ta bir köpek veya kedi almayı istemişsinizdir o zaman…

Martins kendine bir köpek edinene kadar her zaman bir evcil hayvan edinmek istemişimdir, şimdiyse bunun ne kadar işe yaradığını görüyorum. Fakat edineceğim evcil hayvanı sürekli evde yalnız bırakmam gerekiyor. Dolayısıyla her yere götürebildiğim bir evcil hayvan bulamadan bunun gerçekleşmesi pek mümkün değil.

Ağabeyleriniz Martins ve Janis belli ki en iyi arkadaşlarınız. NBA kariyerinize başladığınızda onlara sahip olmak sizin için ne kadar önemliydi?

Hem arkadaşlarım olması hem de güvenebileceğim insanlar olması açısından önemliydi. Ben de onlar da biliyor ki burada tek başıma hayatta kalabilirim. Fakat etrafınızda işleri organize edecek ve yönetecek insanlara ihtiyaç duyuyorsunuz. Hele ki New York gibi çok şeyin yaşandığı bir şehirde. Kendi kardeşlerinizden başka kime tam anlamıyla güvenebilirsiniz ki? Janis zaten lisansını çoktan almış, menajerim olmuştu; Martins ise işin yaratıcılık kısmında. Her şeyi yönetiyor.

"Ben de onlar da biliyor ki burada tek başıma hayatta kalabilirim. Fakat etrafınızda işleri organize edecek ve yönetecek insanlara ihtiyaç duyuyorsunuz."

"Ben de onlar da biliyor ki burada tek başıma hayatta kalabilirim. Fakat etrafınızda işleri organize edecek ve yönetecek insanlara ihtiyaç duyuyorsunuz."

Üçünüz hâlen birlikte mi yaşıyorsunuz?

Aynı binada fakat farklı dairelerde yaşıyoruz. Çaylak sezonumda hepimiz New York City'nin dışında, 'White Plains' denilen yerde küçük bir evdeydik. Kardeşlerim, annem, babam ve ben; hepimiz tek bir dairede. Bu biraz fazlaydı. (Gülüyor) Bir noktada harekete geçmemiz gerekti. Şu an annem ve babam Letonya'da kendilerini daha rahat hissediyor. Neticede kardeşlerimle bir aradayız fakat hepimizin kendi şahsi alanı var.

Anneniz ve babanız yıl içerisinde ne sıklıkla sizi görüyor?

Yılda iki kez New York'a geliyorlar. Annem uçağa binmekten pek hoşlanmaz, dolayısıyla onu stres altında bırakmak istemiyorum. İlk yılımda daha sık geldiler çünkü her şeyin yolunda olduğundan emin olmak istiyorlardı. Şimdilerde ise her şeyin yoluna girmiş olması oldukça iyi, özellikle de ailem için. Böylelikle onlar da kendi hayatlarını yaşayabiliyorlar.

Şehrin dışında yaşamaktan New York City'nin merkezine taşınma süreci nasıldı?

Her zaman şehrin merkezinde yaşamayı hayal ettim. Fakat çaylak sezonumda White Plains denilen yerde sıkışıp kalmıştım. Özellikle bana her şey çok dar ve küçük gibi geliyordu. Genç bir Letonyalı olarak New York'u televizyonda görünce, o şehri deneyimlemek istiyorsunuz. İlk yılımın ardından Manhattan'daki evlere baktık. Neredeyse hepsi oldukça küçüktü. Tavanlar alçak, kapılar dardı. En nihayetinde yüksek tavanlı bir ev bulduk. Oraya taşınmak güzeldi. Ek olarak, yaşadığımız binaya ait bir basketbol sahası da vardı. Dolayısıyla, yaşamak istediğim yerin burası olduğunu hemen anladım.

Diğer takım arkadaşlarınız da orada yaşıyor mu?

Eski takım arkadaşım Sasha Vujacic ikinci sezonumda, hemen yan tarafımda yaşıyordu. Sürekli yüksek sesle müzik dinlediğini hatırlıyorum.

New York'u televizyonda görmüş olmaktan bahsettiniz. Şehirdeki ilk izlenimleriniz nasıldı?

Beklediğimden daha değişikti, anında büyük şehir hayatında buldum kendimi. Ama dediğim gibi, ben biraz daha şehrin dışında yaşadım. Küçük bir daire, antrenman yerine gidip gelmek ve maç günlerinde New York'u keşfetmek... O zamanlar günlerim bu şekildeydi. İkinci yılımda şehrin tadını biraz daha çıkarabildim. Fakat sezon içerisinde basketbol dışı bir şey yapmak da fazla enerji sarf etmemi gerektiriyor. Maçlara çıkıyorsunuz, antrenman yapıyorsunuz, yemek yiyor veya uyuyorsunuz… Ve bu sürekli tekrar ediyor. Yaz döneminde genellikle ailemin yanına gitmek için şehirden ayrılıyorum. Yani New York'u hayal ettiğim şekilde yaşamak için pek vaktim olmuyor. Bu yüzden şehre döndüğüm ve şehrin daha çok tadını çıkarabildiğim yaz dönemi sonunu merakla bekliyorum.

Buradaki insanların zihniyetleri hakkında neler söylersiniz?

Avrupa'dan geldiğinizi ve uyum sağlamanız gerektiğini unutmamanız gerek. Buradaki insanlar oldukça kibarlar ve New York orijinal karakterlere sahip. Ortada uyum sağlamak zorunda olduğum farklı bir yaşam tarzı ve zihniyet var. Diğer yandan New York'luların takıma ve oyunculara karşı olan tutkusu iyi ilişkiler kurmak için ideal ortamı yaratıyor. Farklı bir kültürü deneyimleyen genç biri için bu bir öğrenim süreci. Ayrıca daha önce üç yıl boyunca İspanya'da yaşadığımı unutmamak gerek. En başta o da bir alışma dönemiydi. Oraya gayet iyi alıştım ve ABD'ye ayak bastığımda orada edindiğim mantaliteyi de beraberimde getirdim.

ABD kültürünün sizi değiştirdiğini düşünüyor musunuz?

Şahsen hayır. En büyük zorluk medyada herkesin tanıdığı bir figür olmaya alışmaktı. Ama onun dışında, ben pozitif bir insanım ve herkese de pozitif yaklaşıyorum. İnsanların beni tanımasına açığım ve buna izin veriyorum. Onlar da özgün olmamı takdir ediyorlar ve bu yönümü hiç değiştirmedim.

Kardeşiniz Martins bir keresinde her iki dünyada da yaşamanın ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğundan bahsetmişti. Bir tarafta New York, diğer tarafta da aileniz… Aynı fikirde misiniz?

Kesinlikle. Ve bir önceki sorunuza dönecek olursak, bu benim zihniyetimdeki 'değişim'den kastettiğim şey. New York'tayken şehrin enerjisini ve zihniyetini kucaklıyorum. Sürekli bir şeyler yaşanıyor ve ben de o modda olmayı seviyorum. Sezon bitince de eve döndüğüm ve her şeyi kafamdan attığım için heyecanlı oluyorum. Orada birkaç hafta geçirdiğimdeyse New York'a dönmeyi ve rutinimi başlatmayı dört gözle bekliyorum. Yani her iki dünyada yaşamayı da seviyorum.

New York'taki rutininiz nedir?

Antrenmanlar, önceden planlanmış günler… Hatta erken saatteki uçuşlar ve sonrasında maçlar… Takımdakilerle birlikte olmak, oteller, sağlık ekibi ve hepsi. Şu anda bunun hakkında konuşmak bile beni heyecanlandırıyor. Sizi daha iyiye taşıyan, sevdiğiniz bir şeyi yaptığınız sıradaki ruh haliniz gerçekten çok eğlenceli.

Avrupa'nın ve ABD'nin pozitif yanları sizce neler?

Avrupa benim bölgem. Burada büyüdüm ve burayı biliyorum. Yaptığım seyahatler de buna katkı sağladı. Tarih ve kültürün karışımını seviyorum. Ve Avrupa beni her türlü ortamda rahat olmam için hazırladı. Gençlik yıllarımdan bu yana hayatımda sürekli bir şeyler değişti. Letonya'da bir çocuktum ve daha yeni ergenliğe adım atmışken İspanya'ya taşındım. O kültürü öğrendim ve 18 yaşında ABD'ye geldim. Şimdiyse buraya yerleştim. Ve geriye dönüp baktığımda hayatımda tüm bu yaşananların beni bir şeylere hazırladığını görüyorum. Şimdi, buradayım. New York'ta oynayarak hayalimi gerçekleştiriyorum.

Geleceğe yönelik bir planınız var mı?

20-30 yıl içerisinde hayatımda neler olacağına dair bir fikrim var elbette. Fakat hiçbir şey önceden kestirilemez. Ve yaşınız ilerledikçe düşünce tarzınız da değişiyor. Açık fikirli bir insanım. Şu anda, New York'ta uzun bir kariyere sahip olmak istiyorum.

"Madison Square Garden'da, attığım her basketi neşeyle karşılayan bir taraftar kitlesinin önünde oynamak… Bunu düşünmek çok çılgınca."

"Madison Square Garden'da, attığım her basketi neşeyle karşılayan bir taraftar kitlesinin önünde oynamak… Bunu düşünmek çok çılgınca."

Düşünce yapınızda İspanya'nın ne denli etkisi oldu?

İlk başlarda oradan nefret ettim fakat en nihayetinde sevdim. Bu bana her şeyin değişebileceğini, benim de değişebileceğimi gösterdi. Sevilla'daki günlerim sona erdiğinde Sevilla'yı ne kadar özleyeceğimi fark ettim.

Oraya sarışın, uzun, zayıf, farklı görünen ve devamlı "Boyun kaç?" diye sorulan biri olarak gittim. Sevilla'nın her zaman benim evim olacağını bilerek ayrıldım. Tüm güzel anılar için minnettarım.

O zamandan beri hayat sizin için değişti. Şu anda daha uzunsunuz ve New York'un kalabalık caddelerinde bile göze çarpıyorsunuz.

Bu oldukça zor. Ve aynı zamanda New York'taki deneyimimin başlangıçta niçin beklediğimden farklı olduğunun da bir başka sebebi... Normal şeyler yapamıyor, düşündüğümün aksine şehrin keyfini çıkaramıyordum. İnsanlar haklı olarak bana yaklaşıyor, fotoğraf çektirmek veya imza almak istiyor. Tüm bunlar bir Knick olduğunda, New York'ta oynadığında geliyor. Onlardan gelen sevgiden zevk alıyorum. Ağabeylerim özgürce dolaşamadığım için üzülüyor. O anlarda beni oldukça koruyorlar.

Bazen görünmemeyi ve kendime zaman ayırmayı çok istiyorum. Fakat bu boyda olup saklanmak imkânsız. Eğer daha kısa olsaydım bir şapka ve güneş gözlüğü yardımıyla kılık değiştirirdim.

Yani bazen görünmez olmayı diliyorsunuz?

Demek istediğim, hâlâ hızlı bir şekilde alışveriş yapmaya çalışan, merdivenlerden inen bir kapüşonluyum. Fakat fark edilmemek mümkün değil. Dolayısıyla görünmez olmak yardımcı olabilirdi.

Kariyerinizdeki hızlı ilerleyiş sizi endişelendiriyor mu?

Bu konu üzerine düşünmek için biraz zaman ayırdığımda, ne kadar çılgınca olduğunu görüyorum. Madison Square Garden'da, attığım her basketi neşeyle karşılayan bir taraftar kitlesinin önünde oynamak… Bunu düşünmek çok çılgınca. İlginç olansa 17 yaşıma kadar NBA'de oynamak bana hiç gerçekçi gelmiyordu. Sonrasında ise New York? Madison Square Garden? Bu delilik. Şu anda ise bunu gerçekleştiriyor ve ânı yaşamaya çalışıyorum. Ne çok yüksek ne çok alçak. Odaklanmış olmayı istiyorum.

Kariyerim sona erdiğimde, her şeyimi verdiğimi bilerek geriye bakmak istiyorum. Pişmanlığa yer olmamalı. Her şeyimi vererek edindiğim yer beni mutlu eder. Şampiyonluk veya kişisel ödüller kazanmış olayım ya da olmayayım. Olabileceğim en iyi oyuncu olmak adına yüzde yüzümü verdiğimi hissediyorsam, o zaman tatmin olacağım.

Socrates Dergi