Kökler

17 dk

Leeds United, 1960'lardan itibaren dönem dönem İngiltere'nin en çok konuşulan takımlarından oldu, bugünlere miras bıraktı. 1992'de yaşadıkları şampiyonluk ise bu mirasa dahil değil gibi…

Jock Stein, Celtic ile 13 yıla 10 lig şampiyonluğu sığdırmış, Şampiyon Kulüpler Kupası'nı Ada'ya getiren ilk antrenör olmayı başarmıştı. 1978'de ayrılma kararı aldığında yeni adresi Leeds United oldu. 21 Ağustos 1978'de yeni görevine başladı fakat… 1978 Dünya Kupası'nda çok şey beklenen ama grupta elenen İskoçya'da hedef tahtasına konan antrenör Ally MacLeod görevinden ayrıldı. İskoç Federasyonu Stein'e teklif sundu. Leeds United yönetimiyle görüşen ve anlayışla karşılanan Stein, 44 günlük mesaisinin sonunda görevinden ayrıldı ve İskoçya'nın başına geçti.

Don Revie ve Leeds'in yolları kesiştiğinde takım Division 2'ya (bugünkü Championship) yeni düşmüştü. Tıpkı Bill Shankly'nin hemen hemen aynı dönemde Liverpool'la yaptığı gibi Revie de önce Division 1'a (bugünkü Premier Lig) çıkardı takımını sonra da ülkede sözü geçen takımlardan biri yaptı. İki lig, iki Fuar Şehirleri Kupası ve bir de FA Cup kazanan Revie, daha da önemlisi takıma bir stil kazandırmıştı: 'Dirty Leeds' (Pislik Leeds) en çok özdeşleştirildikleri sıfattı belki de ama Revie'nin oyuncularına ve ülke futboluna katkısı yadsınamazdı. 1961'de başlayan mesaisi, 1973-1974'teki şampiyonlukla bitecekti. Dünya Kupası'na katılamayan İngiltere'de Alf Ramsey'in istifası sonrası Revie, milli takım için uygun görüldü.

Derby County ile sürpriz bir şampiyonluk yaşayan, Revie'nin azılı muhalifi Brian Clough, Leeds'in yeni menajeri olarak işe başladığında takımın 'papazlarıyla' arası ilk günden itibaren iyi olmadı. En nihayetinde 44 gün sonunda ayrılıp dünya futbolunda bugünlere kadar gelecek bir nefret hikâyesi bıraktı. Eski milli bek Jimmy Armfield, Clough'ın yerine getirildi ve Revie'nin 'paşalarını' pek de zorlamadan ilk sezonu idare etmeye çalıştı. Bu bile yeterli oldu. Nitekim 1975 baharında Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Bayern Münih karşısına çıkmayı başarmışlardı. Ama İngiltere'deki kötü çocuk imajı Avrupa'da, Beckenbauer ve arkadaşlarına çok da sökmedi. Leeds United, hak ettiği finali yediği tekmelerle ve hakemin yanlış kararlarıyla kaybetmişti. Johnny Giles, o finalden sonra takımdan ayrıldı. Bir sene sonra da Billy Bremner… Armfield'ın sınavı da burada başlıyordu. Takımın değişime ihtiyacı vardı ama 1978'de ayrılana kadar bu değişimi çok da gerçekleştiremedi. O yaz imza atan Jock Stein bu açından toparlayıcı bir futbol beyni, bir hanedanlığın kurucusu olarak çok önemli bir rol oynayabilirdi. Leeds United'ın bu akıl dolu hamlesi, 'İkinci 44 gün vakası' ile yarım kalınca takım yavaş yavaş erimeye başladı ve 1981-1982 sezonunda Division 2'ya düştüler.

“Geçmişi Unutun!”

Leeds United ve Revie, 1970'lerin sonuna doğru çöküş yaşarken, usta-çırak sistemini kusursuz işleten Liverpool, Shankly sonrasında Paisley ve Fagan'la saltanatına devam etmiş, Brian Clough ise Nottingham Forest ile masalsı iki sezon geçirmişti. İngiliz futbolu, 1985'te Heysel Faciası ile karanlık bir döneme girerken Leeds hâlâ Division 2'da çırpınıyordu. Altın günlerin yıldızları Allan Clarke, Eddie Gray ve Billy Bremner'a menajerlik koltuğunu emanet etseler de sonuç değişmemişti. İmajları sadece sahada kötüye gitmiyordu. 1986'da Bradford deplasmanında olay çıkaran Leeds taraftarları, holiganizm ve ırkçılıkla anılan bir gruptu. 1988 sonbaharında başkan Leslie Silver yönetim kurulunu topladığında, artık eski futbolculara sarılmamaları gerektiğinin farkındaydılar. Birkaç sene önce Sheffield Wednesday'i 1. Lig'e çıkaran Howard Wilkinson'ı göreve getirme kararı aldılar. 10 Ekim 1988'de işe koyulan Wilkinson'ın on yıla yayılacak dört maddelik bir planı vardı: Division 1'a çıkmak, orada şampiyon olmak, Avrupa'ya gitmek, A takımı destekleyecek altyapı sistemini kurmak.

Wilkinson'ın ilk hamlelerinden biri, genç takımda sol bek oynayan Gary Speed'i A takıma almak oldu. 'Terbiye edilmiş Billy Bremner' David Batty de genç takımdan yetişip de Wilkinson'ın forma verdiği gençlerden biriydi. Yine de disiplinsiz, birbirinden kopuk ve Wilkinson'ın hedeflerinden çok uzakta olan oyuncu yapısı ile geçirdiği ilk sezon iç açıcı olmamıştı. Kendi takımını kurmak, zihniyeti değiştirmek zorunda olduğunun farkındaydı. Wilkinson'ın kulübü alıştırmaya çalıştığı ilk düşünce "Geçmişte yaşamayı bırakın" oldu. Devamlı Revie'li günlere duyulan özlem, ona göre yeni bir hikâyenin yazılmasına mani oluyordu. Bu arada takımı etrafına kuracağı yıldızını da gözüne kestirmişti…

Gordon Strachan, Aberdeen'le önemli işler yapmış ve Manchester United'ın yolunu tutmuştu. Birkaç yıl sonra Alex Ferguson'la yolları bir kez daha kesişti. Fakat Aberdeen'den ona haber vermeden ayrılması nedeniyle Ferguson ile arası pek de iyi değildi. Yine de birkaç yıl daha çalıştılar. 1989 yazında Strachan'ın telefonu 07.00 gibi çaldı. Uykulu İskoç, telefonu açtı ve Ferguson'ın kendisini yeni sezonda takımda düşünmediğini dinledi. Telefonu kapadı, yatağına gitti ve uykusuna devam etti. Rüyada olduğunu sanan Strachan'ı gerçek dünyaya döndüren ikinci telefon oldu. Arayan Wilkinson'dı: "Leeds United'a gelir misin?"

Genel direktör Bill Fotherby ile çalışmaları yürüten Wilkinson, sol bek Jim Beglin ve Sheffield'dan öğrencisi, bir İngiliz sağ beke göre gayet hücumcu özellikleri olan Mel Sterland'ı da kadrosuna katmıştı. Fotherby ve Wilkinson'ın mutabık olmadıkları anlar da yaşanıyordu.

—Bill, Vinnie Jones'u almak istiyorum.

—Şaka yapıyor olmalısın, elinde yeterince bela var zaten!

Gaddarlığı ve deliliğe varan hareketleri ile Fotherby dahil birçok yöneticinin uzak durduğu orta saha oyuncusu, Wilkinson için başka anlamlar ifade ediyordu. Kazanma arzusu, liderlik özellikleri takımının ihtiyaç duyduğu şeylerin başında geliyordu. Jones'un transferiyle orta sahanın iskeleti çıkmıştı. Lige Newcastle mağlubiyeti ile başlayan Leeds, sonra 15 maç yenilmezlik serisine girdi. Sezon ortasında Lee Chapman transferi ile santrfor eksiğini de kapatan Wilkinson'ın takımı, bitime iki hafta kala Leicester City'yi yenerek Division'a çıkmayı başarıyordu.

Disiplinli yapısı nedeniyle Wilkinson'a The Phil Silvers Show karakteri Sergeant Bilko'dan esinlenerek Sergeant Wilko denmeye başlanmıştı. Oyuncuları, bugün dahi ağır idmanlarını anlatırken yüzlerini ekşitiyorlar. Zaten o dönemde de "Hafta içi uzun koşular, hafta sonu uzun toplar" düsturuna sahip tam bir İngiliz olarak anlatılıyorlardı. Oynadıkları oyun ise özellikle Londra basını tarafından 'sıkıcı' olarak özetleniyordu. Wilko da yaratıcı oyuncu ihtiyacını görmüş olacak ki yeni sezondaki ilk hamlesi İskoç Gary McAllister'dı. Klasik 4-4-2 dizilişine sıkıca bağlı Wilko'nun bu hamlesi, Batty ya da Jones'un yedek kalması anlamını taşıyordu. Batty çok gençti ve milli takım potansiyeline sahipti. Bileti kesilen Vinnie Jones oldu.

Karardan birkaç gün sonra bir hazırlık maçının ardından otobüse binen Wilkinson, ensesinde soğuk bir demir hissetti. Pompalı tüfeğini menajerine dayayan Jones şöyle diyordu: "Beni göndermek istiyormuşsun. Bana günümü güzelleştirecek bir şey söyle serseri!" Wilkinson, oyuncusunu tanıyordu ve soğukkanlı bir şekilde durumu anlattı. Yıllar sonra Jones'un ikinci planda kalmayı kabul etmeyeceğini düşündüğünü ve bu kararı o nedenle aldığını söyleyecek, hatalı olduğunu itiraf edecekti ama o gün Jones'u göndermeye kararlıydı. Diğer önemli hamleler ise kaleci John Lukic ve stoper Chris Whyte'tı. Leeds, Divison 1'daki ilk sezonunu dördüncü tamamladı, Strachan ise Yazarlar Birliği tarafından yılın oyuncusu seçildi. Sırada, on yıllık planın ikinci maddesi vardı.

Hem Klasik Hem Farklı

Son şampiyon Arsenal ve güç kaybetse de Liverpool ligin abileri arasında en iyi durumda olan takımlardı. Manchester United, Ferguson yönetiminde aradığını bulamasa da İskoç antrenöre inanıyordu. Wilkinson ise gayet iyi bir sezondan sonra dahi gedikleri kapamaya uğraşıyordu. Neredeyse bir hücumcu gibi oynayabilen milli sol bek Tony Dorigo'yu aldılar, eski milli Steve Hodge ile orta sahayı güçlendirdiler… 26 oyuncuya toplamda 10 milyon sterlin sayan Wilko, kasadan en yüksek meblağı ise Rod Wallace için çıkarmış ve "Topu aldığında sadece kaleyi düşünüyor, bu aradığımız bir özellik" dediği forvete 1,6 milyon ödemişti.

Leeds 1991-1992 sezonuna iyi başladı. 26 Ekim'de Oldham Athletic'i yenip ilk kez liderliğin tadını aldılar. Takımın İngiltere'de esas saygıyı görmeye başladığı an ise 24 Kasım 1991'de oynanan, 4-1 kazandıkları Aston Villa maçıydı. Strachan o sezonki en iyi performansları olduğunu söylüyordu. Daha da önemlisi, o dönem İngiltere Ligi'nin yayıncısı olan ITV maçı canlı yayımlamış ve tüm İngiltere, Leeds United'ı izlemişti.

O maçı bugün izlediğinizde çok da büyük bir futbol şöleni olmadığını söyleyebilirsiniz. Ama dönemin İngiltere şartlarında bakıldığında eski ile -döneme göre- yeninin iyi bir karışımı olduğunu söylemek lazım. Klasik 4-4-2'yi bozmayan, bu doğrultuda kanat oyuncularından yaratıcılık bekleyen düşünceyle de sınırlı kalmayan Wilkinson, iki bekini de sık sık hücuma hatta gol bölgesine sokuyordu. Oyun, uzun toplara ve kenar ortalarına dayalıydı ama orta sahada savunmayla ortaklığı kusursuz olan defansif isim David Batty'nin yanında, McAllister da hücum temposunu ayarlamakla yükümlüydü. Strachan ve McAllister'a teslim edilen 'yaratıcılık anahtarları' da 1970'lerde ve 1980'lerde zirveye çıkan Liverpool, Leeds ya da Forest gibi takımlardaki İskoçların rollerini anımsatıyordu. Sol kanatta Galli Speed'in temposu ve ileri ikilide kısa-uzun forvet ikilisi hızlı Wallace ve ceza sahası içinde bitiricilik işini gören Chapman'la sistem tamamlanıyordu. Fairclough ve Whyte'ın uyumu ile zor anlarda sahneye çıkan Lukic de savunmanın sigortasıydı. Üstelik Villa maçında Wilkinson, İngiliz izleyicilerin çok çok yabancı olduğu bir hamle daha yapmıştı. Villa'nın o sene milli takıma kadar yükselen kanat oyuncusu Tony Daley'nin başına Fairclough'ı diken Wilkinson, John McClelland'ı da defans hattına yerleştirip 3-5-2 görünümüyle sahaya çıkmıştı. Daley kanat değiştirdikçe Fairclough'ın da yeri değişiyor ve Leeds bekleri ile kanatları bu duruma göre pozisyon alıyordu. Bu farklılık dört gol, maçın yorumcusu Gary Lineker'in övgüleri ve basının da etkisiyle birleşince Leeds ciddiye alınmaya başlamıştı.

Aralık ayına gelindiğinde zirveden kopmayacakları anlaşılıyordu. Yeni yılda bir kez daha 'televizyona çıkan' Wilkinson'ın takımı, ligin üstlerini zorlayan Sheffield Wednesday'i deplasmanda 6-1 yenerek yine sükse yapmıştı. Fakat işler tamamen de iyi gitmiyordu. Sheffield maçından önce Lig Kupası'nda sonra da FA Cup'ta Manchester United'la karşılaşan Leeds, iki kupada da saf dışı edilmiş, daha da kötüsü FA Cup'taki mücadelede bileğinden sakatlanan Lee Chapman'ın bir süre sahalardan uzak kalacağı açıklanmıştı. Çözüm, bir gazete haberi sayesinde bulundu…

Fransa'da sorunlar yaşayan milli forvet Eric Cantona, Sheffield Wednesday'den davet almıştı. Hava şartları nedeniyle salonda idmanlarını sürdüren Trevor Francis'in takımıyla deneme maçlarına çıkan Cantona, golleri sıraladı ama Sheffield yönetiminden ilginç bir fikir ortaya atıldı: "Bir de çim sahada görmek lazım." Bunun üzerine anlaşma askıya alındı. Wilkinson, olan biteni gazeteden okuduğunda ufak bir tebessüm etti ve Fransızın menajerini aradı. Cantona'yı birkaç yıl evvel Fransa-İngiltere U21 maçında izlemiş ve etkilenmişti. Cuma çay saatinde bir araya geldiler ve Cantona'nın Leeds United'daki kiralık günleri başladı…

Mart ayına girildiğinde Manchester ve Leeds United zirvede çekişmeye devam etti. Fakat ayın sonuna doğru Arsenal ile West Ham maçlarında alınan beraberlikler ve 4 Nisan'da Manchester City'ye 4-0 kaybedilen maç birçoklarına göre yolun sonuna gelindiğini gösteriyordu… Öbür hafta Chelsea'yi geçtiler. Daha da önemlisi 18-26 Nisan arasında fikstüründe dört maç olan Manchester United zorlanmaya başlamıştı. İlk önce Forest'a 2-1 yenildiler, sonra da ligin diplerindeki West Ham'a. Leeds United, 26 Nisan 1992'de Sheffield United karşısına çıktığında lider durumdaydı. Dorigo, Strachan, Sterland dahil birçok oyuncunun 'kariyerlerinin en saçma maçı' olarak gördükleri mücadele, komik goller ile 3-2 Leeds lehine sonuçlandı. Şehirlerin yakınlığı nedeniyle 12.00'deki maçtan sonra Leeds'e gidildi ve öğlen oynanacak Manchester United maçı beklenmeye başlandı.

Beklentiler, United'ın Liverpool'u geçeceği ve bir puanlık farkın son haftaya taşınacağı yönündeydi. Antrenör Howard Wilkinson, öğle yemeği için dostlarını davet etmiş ve ev ahalisine United maçını izlemeyi yasaklamıştı. Kurala uymayanlardan biri ilerleyen yıllarda futbolcu olacak küçük oğlu Ben Wilkinson'dı. İlk haberi vermeye geldi, "Baba, Liverpool 1-0 önde!" Bir süre sonra tazelendi haber: "Baba, Liverpool 2-0 önde, sanırım şampiyon olduk!"

Leeds United, 1974'ten sonra şampiyonluğa ulaşmış, geçmişi unutmaları için çok uğraşan Wilkinson yeni bir tarih yazmıştı. Yıllardır devam eden Division 1'ın son sezonu oynanmış ve Leeds son şampiyon olarak kitaplara geçmişti. Yeni sahnenin adı, Premier Lig'di.

Yeni Dünya

Leeds United, ilk Premier Lig sezonunda da neredeyse tarihe geçecekti… Deplasmanda hiç galibiyet alamadılar ve küme düşen Crystal Palace'ın sadece iki puan önünde 17. sırada sezonu tamamladılar. Sterland'ın sene başındaki sakatlığı ve Cantona'nın Manchester United'a transferi belki bahaneler olarak sayılabilirdi ama işler sadece ligde sarpa sarmamıştı.

Şampiyonlar Ligi adını alan ve yine ilk sezonu o yıl oynanan organizasyonun ilk turunda Stuttgart ile eşleşen Leeds, ilk maçta deplasmanda 3-0 yenilgiyle sahadan ayrılmış, rövanşı 4-1 kazansa da elenmekten kurtulamamıştı. Ama imdatlarına Stuttgart antrenörü Christoph Daum yetişti. Maçtan sonra sahaya kontenjandan fazla yabancı futbolcu sürdüğü anlaşıldı ve maç, 3-0 Leeds lehine tescil edildi. Taraflar, üçüncü maçta Camp Nou'da kozlarını paylaştı ve Leeds uzun eşleşmenin kazananı oldu. Gruplara kalmaları için son rakipleri Glasgow Rangers'tı. Deplasmanda McAllister'ın harika golüyle maça önde başlasalar da serinin kalan 179 dakikası onlar için iyi geçmedi ve elendiler. Yine de Wilkinson'ın planları neredeyse tamamlanmıştı. 1992-1993 sezonunda FA Youth Cup'ta finale çıkan Leeds United'ın genç takımı, Beckham, Neville, Scholes gibi geleceğin yıldızlarının yer aldığı Manchester United'ı yenerek kupaya ulaştı. 1996-1997 sezonunda bu başarıyı tekrarladıklarındaysa Wilkinson, artık görevde değildi. 1996'da Lig Kupası finalinde Aston Villa'ya 3-0 kaybettiklerinde suyu ısınmıştı. Yeni sezonda United'a 4-0 yenilince de 9 Eylül 1996'da görevine son verildi.

Premier Lig, 1990'larda Alex Ferguson ve Manchester United ile özdeşleşti. Bugün o Leeds United, 1990'ların sürprizleri arasında Blackburn Rovers'tan bile daha az anılıyor. Aslına bakıldığında Leeds'in ne Rovers gibi çok para harcayan bir başkanı ne de Alan Shearer gibi süper bir yeteneği vardı ama Premier Lig, dünyaya yayılmayı başarmıştı ve dünyadaki futbolseverler Blackburn'ü daha çok izleme şansına erişmişti. Do You Want to Win adlı belgeselinde Wilkinson'ın takımını anlatan yönetmen Lee Hicken, o şampiyonluk için şunları söylüyordu: "O unvan tarihte kayboldu. İnsanlar Premier Lig'den önceki son sezon hakkında konuşmayı sevmiyor çünkü medyaya göre futbol 1992'de icat edildi. En dipten geldik, önce dördüncü sonra da şampiyon olduk. Bu Leicester'ın başardığından bile daha büyük bir mucizeydi."

Hicken, isyanında haklı aslında. Fakat bu 'görünmezliğin' en büyük sebebini Philippe Auclair'in bakış açısı anlatıyor gibi: "Heysel sonrası dönem, İngiliz futbolunu en kötü haline döndürmüştü. Sahada olanlar tribünlerde yaşanılanları yansıtıyordu. 1980'lerin sonu, 1990'ların başındaki futbol sıkıcı, bazen de kısır olabiliyordu. Heysel gaddarlığından United'ın ilk şampiyonluğuna kadarki o sekiz yılda İngiliz futbolu kışın ortasında rüzgârlı, yağmurdan çamura dönmüş tarlalarda oynanıyor gibiydi."

Aslında İngiltere'de uzun yıllar futbol bu şartlarda oynanmıştı ama Heysel sonrası imajlarının dünyadaki futbolseverlerin nazarında toparlanması zaman almıştı belki de…

Yeni futbol düzeninde imajın ve gelişen iletişim şartlarının da önemi vardı. 1998'de göreve gelen David O'Leary'nin önderliğinde birkaç sene ses getiren Leeds United, ligde ikinci dahi olamasa da bugün Wilkinson'ın takımından daha çok hatırlanıyor. İngiltere'de futbol anlayışının değişmesinde ise Premier Lig şartlarından çok Arsene Wenger ile başlayan ve son on yılda daha da hızlanan yabancı antrenör göçünün sebebi var aslında. Nitekim Çavuş Wilko, hâlâ İngiltere'de lig şampiyonluğu yaşayan son İngiliz menajer unvanını koruyor ve apoletlerini sökecek bir aday da görünürde yok gibi.

Başarının Tadı

Leeds United, 2000'lerin başından itibaren hızla düştü. League One'a kadar çakılmış bir halde kurtarıcısını beklerken, 2017'de İtalyan işadamı Andrea Radrizzani'nin ipleri almasıyla yeni bir maceraya koyuldu. 2018'de takımın başına Marcelo Bielsa getirildi ve Leeds kısa sürede sadece İngiltere'de değil dünyada konuşulan bir takım oldu. Bu sefer ne 'pis çocuklar' ne de 'sıkıcı' manşetleri vardı. Bielsa'nın deli-dâhi yapısı ve futbol fikirleri, takımın takipçilerinin sayısını artırdı. Bu sezon tekrar Premier Lig'e yükseldiklerinde Leeds şehrinin sakinleri kadar dünyadan da sevince ortak olan taraftarlar vardı. Wilkinson, Bielsa'nın kendine özgü olmasını takdir ettiğini sık sık dile getiriyor ve Andrea Radrizzani'yle birlikte başarının tadını aldıklarına inanıyor. Ufak da bir tavsiyesi var yeni sezon için:

"Şampiyonluk sonrası otobüsle yaptığımız şehir turunu, o insan selini unutamıyorum. Orada kaç insan olduğunu bugün bile merak ediyorum. Birileri Bielsa'ya o fotoğrafı gösterip şöyle demeli: "Bak, tek takıma sahip bir şehirde bunu yapabilirsin!"

Socrates Dergi