
Köksüzlük
9 dk
Kovulan antrenörler, kavgalı soyunma odaları, bitmeyen gerginlik... Chelsea'de teknik direktörler, kadrolar, karakterler değişiyor ama kriz hiç bitmiyor. Peki ama neden?
Teknik direktörü yönetime şikâyet eden oyuncu grubu, takıma gelen yabancı futbolcuyu dışlayan santrfor, kendisinden daha fazla maaş alan olursa takımı örgütleyen kaptan ve daha fazlası… Türk futbolu da dünya futbolu da takım içindeki gücü herkesten fazla olan oyunculara aşinaydı. Türk futbol jargonunda bu grup 'papazlar' olarak adlandırıldı. 'Papazlar' her zaman saha dışında ilginç işlere imza attılar. Fakat son dönemde Chelsea'de yaşananlar konuyu çok farklı bir noktaya taşıdı. Maviler sadece bugün değil; son 10 yıldır karakter çatışmalarıyla gündeme geliyor. Ama önce filmi başa sarmak gerek.
Premier Lig'in 1992'de kurulmasının hemen öncesinde Chelsea, Londra'daki birçok ezeli rakibinin gölgesindeydi. West Ham United kadar popüler değildi. Arsenal kadar başarısı yoktu. Tottenham gibi karizmatik değildi. Millwall bile sert taraftarları ile gündeme gelirken, Chelsea hep bir adım gerideydi. Hatta bir ara İkinci Lig'e dahi düşmüş, 1980'lerde sadece 1 sterlin karşılığında el değiştirmişti. 1990'ların ortasından sonra tablo değişmeye başladı. Dünyaca ünlü yıldızlar kapıdan içeri girer oldu ama birkaç ışıltılı ayın ardından kulübün kasası boşaldı. Chelsea, İngiltere futbolunun derin bataklığına gömülmek üzereydi. Fakat bu sefer de Roman Abramovich geldi ve kulübün borçlarını ödeyerek takımı yeniden yarışmaya soktu.
110 yılı aşan tarihini düşününce Chelsea'yi küçümsememek gerekir ama yine de köklü bir gelenekten bahsetmek doğru olmaz. O döneme kadar Chelsea, İngiltere futbolunun zirvesine sadece 1955'te çıkabilmişti. Fakat kulüp önce Liverpool, Arsenal, Manchester United sonrasında da Barcelona, Real Madrid gibi takımlarla kapışmaya, onların yanında yer almaya başladı. Hatta kupalar kazandı.
Chelsea şimdilerde Paris Saint-Germain gibi 'yapay' kulüplerle kıyaslanınca daha 'köklü' gözüküyor ama 2000'lerin hemen başında onlar da aynı konumdaydı. Kulüp, diğer 'büyük' takımlar gibi kazanarak büyümedi; büyüdükten sonra kazanmaya başladı. Üstelik her şey çok kısa sürede oldu.

Bazen tarihte gezintiye çıktığımızda her kulübün, birbirinden bağımsız kadrolarını görürüz. Mesela Manchester United'ın 1990'lardaki kadrosu ile 2010'lardaki kadrosu birbirinden farklıdır, ortak isimleri yoktur. Oyun da farklıdır, sonuçlar da… Fakat geçen zaman, boşa geçmemiştir. Görünmez bir bağ, nesilden nesile taşınmıştır. Cantona'dan Scholes'a, ondan Rooney'e, Rooney'den belki de şimdi De Gea'ya taşınan bir miras... Üstelik futbolcular bu mirası kendi kafalarına göre oluşturmazlar. Taraftarlar, antrenörler, camia, şehir, hatta basın (tarihçiler) kültür oluşumuna katkıda bulunurlar.
Chelsea'nin eksik kaldığı nokta da burası oldu. Futbol takımı yani kadro, kulüpten daha hızlı bir şekilde büyüdü. 2000'lerin başında Jose Mourinho önderliğindeki takımın en önemli özelliği güçlü karakterleriydi. Onlar, Chelsea öncesinde dünyanın en başarılı oyuncuları değildi ama Chelsea ile beraber dünyanın en iyilerine dönüştüler. John Terry, Didier Drogba, Frank Lampard, Peter Cech, Ashley Cole ve diğerleri kazanan, kazanırken de takımı sahiplenen oyunculardı uzun süre. İstenilen başarılara ulaşamamalarına rağmen, takımı terk etmeden hırsla devam ettiler. Arada lig şampiyonlukları yaşadılar ama kulüp, daha doğrusu Abramovich, Avrupa'nın zirvesine çıkmak istiyordu. Chelsea'nin ise kazanma kültürü yoktu. Para ile bu kültürü edinemezsiniz ama güçlü karakterler bu konuda size yardımcı olabilir. O yardım ise bir yerden sonra futbolcuların kendilerini 'dokunulmaz' olarak görmesine neden olabilir.
Abramovich hayallerine 2012'de ulaştı ama o senenin şubat ayı çok parlak değildi. Drogba'nın, Anelka'nın, Lampard'ın, Cole'un sık sık yedek kaldığı bir dönemde fatura Portekizli teknik direktör Andre Villas-Boas'a kesilmişti. Genç teknik adam şubat ayında Londra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Yerine gelen, teknik direktörlük konusunda uzun bir geçmişi olmayan ama yeni dönem Chelsea'nin ilk nesil oyuncularından İtalyan Roberto di Matteo'ydu. Chelsea, mayıs ayında Münih'teki finalde Bayern Münih'i alt ettiğinde cezalı Terry dışında tüm 'papazlar' ilk 11'deydi.
O sezon David Luiz 24 yaşındaydı. Brezilyalı stoper, birkaç hafta sonra kendine yeni takım arkadaşları edindi. 21 yaşındaki Eden Hazard ve 23 yaşındaki Cesar Azpilicueta bunlardan ikisiydi. Ertesi sezon Willian da kadroya dâhil edildi. Takım değişiyordu ama muhakkak yeni gelenlere "Burada işler böyle yürür" diyen biri olmalıydı. En azından yeni transferin herkesin önünde şarkı söylemek zorunda kaldığı bir soyunma odasında ilişkiler ve konuşmalar çok daha sıkı olmalıydı. Her ne kadar David Luiz'in, Hazard ve diğerlerine Şampiyonlar Ligi sezonunda yaşananları anlatıp anlatmadığını bilmesek de kulübün kendine has bir havası olduğunu içeri giren herkes hissediyor olmalıydı.
İşte o üçüncü kuşak oyuncu grubu, şimdilerde çok ilginç işlere imza atıyor. 2015'te Jose Mourinho ile şampiyonluk kazandılar ama ertesi sezon dibe vurdular. Oysa şampiyonluğun üzerinden sadece yedi ay geçmişti. Oyundan alınan 'trip' atıyor, bazı kavgalar basına yansıyordu. Fatura Mourinho'ya kesilirken, sportif direktör Michael Emanalo "Menajer ile oyuncular arasında bir görüş ayrılığı olduğu ortadaydı. Bu nedenle bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük" diyordu. Yeni gelen menajerle beyaz sayfa açmak mümkün olabilirdi. Fakat Mourinho'nun ayrılığından sonra Stamford Bridge'de oynanacak ilk maçın öncesinde daha kadrolar okunurken bazı oyuncuların isimleri yuhalandı. O isimlerin hepsi, teknik direktörü göndermekle suçlanıyordu.

Kulüp ertesi sezona Antonio Conte ile girdi ve hemen hemen aynı oyuncu grubuyla yeniden şampiyon oldu. Fakat işler yine bir anda değişti. Ertesi sezon takım bir kez daha başarısız oldu. Yine de en azından bir kupa kazanıldı. Belki de kazanılmasa daha iyiydi! FA Cup'ı kucaklayan Chelsea, kupa törenine çıkıp mutluluk pozları veriyordu. Sosyal medyaya düşen fotoğraflardan biri ise Willian'ın hesabından yayılmıştı. Brezilyalı oyuncu, Conte'yi sansürleyerek savaşı kamuoyuna apaçık duyuruyordu. Fatura yine bir menajere kesilmişti.
Chelsea, bu sezona Maurizio Sarri ile başladı. İlk günlerde de işler fena gitmiyordu. Fakat sonrasında sonuçlar tersleşmeye başladı. Sonuçlar tersleşince, ilişkiler sertleşti. Futbolcuların yeni teknik direktörden hoşnut olmadığı gazete sayfalarında ve sosyal medyada yer buldu. Benzer haberler Mourinho ve Conte için de çıkmıştı ama ayrıntıları hiçbir zaman bilemedik. Belki de her şey sadece 90 dakikaları ve basın toplantılarını izleyen bizlerin senaryolaştırdığı hikâyelerden ibarettir. Fakat Sarri'nin ocak ayındaki açıklamaları, bir sorun olduğunun en net göstergelerinden sayılabilirdi.
Her şey 2-0'lık Arsenal yenilgisiyle başladı. Maçtan sonra basın toplantısında kendisine sorulan bir soruya "Oyuncuların neden motive olmadıklarını bilmiyorum. Bu soruya cevap bulamıyorum. Değişmesi zor. Fakat bu seviyedeki oyuncular sorumluluk almaktan korkmamalı" cevabını vermesi, bir menajerin takımı hakkındaki dürüstçe bir analizinden ibaret olabilirdi. Fakat üç gün sonrasında "Hazard bireysel yetenekleri olan bir oyuncu ama lider değil" demesi olayı bambaşka bir noktaya taşıdı. Lig Kupası Finali'nde dünyanın en pahalı kalecisi Kepa ile yaşananlar ise son nokta oldu. Yine de o ânı son on yıldan ayırabiliriz. Herkesin gözü önünde yaşansa da sonuçta doğaçlama gelişen, anlık bir olaydı.

Aslında Chelsea çatısı altında yaşanan her bir olay, her bir futbol takımında yaşanabilir. Farklı kılan ise bu olayların hepsinin Chelsea'de yaşanması... Londra kulübünün artık bir geleneği var. Transferler yapılsa da, gidenler olsa da, kadro yenilense de oyuncular arkada kalanlara bir miras bırakıyor. Bu miras; soyunma odasının gücünü temsil ediyor. Kulüpte oyuncuların sözü geçiyor, onların istekleri gerçekleşiyor.
Bazen oyuncular, kendilerinin çok daha güçlü olduklarını düşünebilir, bu hisse güvenerek tavır alabilir. Fakat bir yandan da futbol oynamaya devam ederler. Chelsea ise krizleri artık daha derinden yaşıyor ve kriz anlarında sezonları kaybediyor. Yani futbolu unutuyor.
Bu noktada yeni dönem 'papazların' biraz daha bireysel olmasından dem vurabiliriz. Artık sosyal medya çağındayız. Bu çağ bize hem daha bireysel futbolcuları armağan etti hem de başka türlü bir bireysellik kavramını gösterdi.
Saha içinde çalım atmaktan, gol sayısını düşünmekten ziyade saha dışındaki gücünü, gelirini, imajını, takipçisini, sponsorunu düşünen futbolcuların dönemindeyiz. Lampard böyle biri değildi. Terry sahada bir ruhu taşırdı. Drogba kazanmak için çırpınırdı. Onlar da takım içinde güçlüydü. Onlar da kendilerini yedek bırakan teknik adamları sevmezdi. Fakat her çıktıkları maçta kazanmak için mücadele ederlerdi. Hatta çok etik gözükmese de sevmedikleri teknik adam görevden ayrılınca Şampiyonlar Ligi'ni kazanacak dirayeti gösterirlerdi. Oysa yeni çağ yıldızları, mücadeleye kendilerine konforlu alanlar yaratılırsa giriyorlar. Rahat olmadıklarında onlardan verim almak imkânsızlaşıyor. Esasında bu futbolcularla sınırlı bir problem de değil; genel bir kuşak farkından bile bahsedebiliriz.
Büyük kulüpler böylesine krizlerde bazı mekanizmaları devreye sokar. Hatta bu mekanizmalar devreye kendiliğinden girer. Bu mekanizmalar; gelenek, miras, kültürdür. Yani bir dönemden daha uzun yıllara yayılmış, kökleşmiş, çatının altındaki insanların DNA'sına giren, yenilerin isteklerini yok eden, eskilerin ruhunu hissettiren, grubun ve kulübün çıkarlarını gözeten bir anlayıştan.
Kimliğinde 114 yazsa da; esasında 20 yıllık bir kulüp olan Chelsea'de de eksik kalan bu anlayış ve gelenekler bütünü! Âdeta futbolcuların kendi başlarına kurduğu, maddi gücünü bir Rus oligarktan alan, hızlıca büyüyen ve bu yüzden büyüme sancıları yaşayan bir kulüp Chelsea. Belki de artık yeni bir eşiği atlarken, kupalardan ziyade geleneğe önem vermeli ve bu uğurda futbolcuların gözünün yaşına bakmamalı.
Hatta belki de Cavani-Neymar çatışmaları ile bir kıvılcım çakan, teknik direktörlerle yıldızı barışmayan, taraftarından uzaklaşan PSG, Londra'yı iyi analiz etmeli. Ne de olsa Chelsea, 1990'ların Paris'iydi. 20 yıl sonra geldiği noktada ise bazı futbolcuların Chelsea'si oldu…