Komşunun Oğlu

10 dk

Stephen Curry basketbolu değiştirdi. Peki tarihin en büyük şutörüne gerçekten hak ettiği değeri veriyor muyuz?

Getty Images

Stephen Curry, NBA’in en sevilen isimlerinden biri, belki de birincisi. Nasıl sevilmesin ki? En önemli kriter olan ‘iyi top oynama’ alanında zaten kendini yeterince ispat etti. İki defa En Değerli Oyuncu seçildi, Golden State Warriors ile üç şampiyonluk kazandı. Özellikle üç sayı rekorları ile alay ediyor. Malumunuz, NBA tarihinde bir sezonda en fazla üçlük atma rekoru onda. Esas acayip olan ise bir sezonda en fazla üçlük atma rekoru listesinde ilk beşin dördünün Curry’ye ait olması. Sadece dördüncü sırada takım arkadaşı Klay Thompson var. Fazla anlatmaya gerek yok. Tarihin en büyük şutörü işte. Şampiyonluklar da bireysel başarılarına eklenince resim tamamlanıyor. Sevilmek için bu kombinasyon gani gani yeterli.

Ancak ona duyulan sevginin tek nedeni başarıları değil. Curry’nin kendine has bir çekim gücü de var. Fiziksel olarak bir anomali değil. Hatta atletizm açısından Allah’ın sevgili kullarından biri gibi de görünmüyor. Daha çok yan komşunun oğlu gibi. Renkli gözlü, sempatik, melez olduğu için kendine has bir teni, sürekli gülümseyen bir yüzü var. “Şu çocuğa bak ya, her biri özel seçilmiş, insan ırkının üst noktasını temsil eden devasa adamların arasında çatır çatır oynuyor’’ dedirtiyor.

Özel hayatı çok düzgün. Örnek bir aile yaşamı, kendisi gibi bir yıldıza dönüşen dünya tatlısı bir kızı var. Babası zaten örnek bir sporcu olan eski NBA oyuncusu Dell Curry. Annesi beyaz, babası siyah olduğu için etnik açıdan da bir köprü oluşturan, hoşgörü timsali bir figür. Yetmedi. Saha ve takım içinde de inanılmaz uyumlu. Hatta abartılı uyumlu. Ne bir şikâyetini duyarsınız ne de bencillik yaptığını. O kadar ki Kevin Durant takıma ilk geldiğinde topu fazla ona verdiği için takımın verimliliğinin düştüğünden yakınıyordu koç Steve Kerr.

Özetle rol modeli olarak rakipsiz bir figür. Mahallenin medar-ı iftiharı. Curry sevilmesin de kim sevilsin? Golden State’in başarısının doğal tepkimesi ve karşı cephenin güçlenmesine rağmen düzenli olarak All-Star oylamalarında üstlerde olması, en çok satılan formalarda ilk üç dışına hiç düşmemesi, Under Armour markasına Michael Jordan’ın Nike’a yaptığı ölçekte bir etki oluşturması ne kadar sevildiğini gösteriyor zaten. Evet çok sevilen, belki en sevilen oyuncu Curry. Zaten sevmemek neredeyse imkânsız. Sevmeseniz bile negatif duygu beslemeniz net imkânsız. Ancak yeterince takdir ediliyor, saygı gösteriliyor mu? Orası biraz tartışmalı işte.

Algı operasyonu/kayması denen olay spor dünyası için pek geçerli değildir. Sonuçta sahaya çıkar, büyük oranda eşit şartlarda, belli kurallarla mücadeleni verirsin. İyi/kötü, yararlı/işe yaramaz ayrımını lönk diye ortaya koyar saha/kort/minder... Ancak algının tamamen gerçeklikle de örtüştüğünü söyleyemeyiz. Nitekim Curry’nin durumu buna en iyi örneklerden biri. Evet Curry çok seviliyor, tarihin en iyi şutörü de kabul ediliyor ama lig hiyerarşisindeki yeri konusunda tartışmalar hayli hararetli. Gerçekten o, şu anda NBA'in en iyi kaçıncı oyuncusu? 1? 3? 7? 10? NBA tarihinde yeri ne olacak peki? Curry’yi çok sevenler bile tam olarak onu nereye konumlandıracakları konusunda emin değil. Bunun da işte bu sevgiyi yaratan tüm ögeler ve bunların yarattığı algıyla ilgisi var.

Öncelikle, Curry’nin stili. Tarihin en büyük şutörü olmak ne kadar takdir edilse de aynı zamanda kendisine ‘ballı ve tembel’ alt metinlerini de getiriyor. Yani mesafe tanımaksızın şut sokabiliyor olması onun rakipleriyle mücadele etmeye tenezzül etmeden, kendini ve vücudunu zorlamadan işi bitirdiği algısını yaratıyor. Kolaya kaçıyor sanki. Veya oyunun ‘bug’ını bulduğu için diğer oyuncu ve takımların binbir güçlükle yaptığı işi tak hallediyor. Onunkisi bir nevi “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu’’ durumu. Akılalmaz sayılarda, tahmin edilemeyecek mesafelerden şut soktuğu için de yine algı “Sadece şut sokuyor’’ üzerinde kalmış durumda. Fiziksel olarak daha ufak tefek olması da onun nedense diğerlerinden daha zayıf ve güçsüz olduğu, bir nevi ‘fasulyeden’ oynadığı, hiç savunma yapamadığı algısı yaratıyor.

Kısacası, Curry ile ilgili algı tipik bir ‘glass cannon’ olduğu ekseninde (Glass cannon, çok etkili ama aşırı kırılgan silah anlamında kullanılan deyim. Direkt tercümesi camdan bombardıman silahı). Kimse dile getirmeye cesaret edemese de aslında “Kyle Korver'ın daha iyisi’’ yaklaşımı var. Genelde sonuna da “Ama çok daha iyisi’’ şerhi eklenir eğer illa dile getirilecekse. Korver’dan gerçekten çok daha iyiyseniz bunda pek de bir sorun yok. Hatta o çok daha iyi olma seviyesine göre bu sizi NBA’in en iyi oyuncusu bile yapabilir. Ancak sorun da burada işte. Curry’nin bu algısı gerçek değil. Daha doğrusu gerçek ama çok eksik.

Kevin Durant, Stephen Curry ve Draymond Green

Kevin Durant, Stephen Curry ve Draymond Green

Her şeyden önce Curry’nin öne çıkan vasıfları o denli güçlü ki doğal olarak diğerlerini gölgeliyor. Şut tehdidi o denli büyük, o denli yıkıcı ki sadece takımının kaderini değil basketbolun oynanış şeklini değiştirdi. Sahadaki savunma geometrilerini esneten bir oyuncu o. ‘Çekim etkisi’ denilen lazer takip sistemi ile izlenen ölçüme göre topu eline aldığında tüm rakip savunmacıların en fazla konum değiştirmesine neden olan iki oyuncudan biri (Diğeri de LeBron James zaten.) Curry’nin farkı bu yer değiştirmeyi potadan dokuz metre uzaktayken bile başarması. Bu sayede tüm basketbol geometrisini değiştiriyor. Nitekim Steve Kerr’ün de defalarca dile getirdiği “Hücum Curry ile başladığı zaman çok daha verimli oluyoruz’’ ifadesinin defalarca istatistiklerle teyit edildiğini gördük. Ancak burada atlanan, Curry’nin sadece şut menzili ile tehdit yaratmadığı. Evet dengeyi asıl bozan da her şeyi mümkün kılan da bu. Ancak gerek Golden State gerekse Curry bunun rakip üzerinde kurduğu baskıyı nasıl sonuca dönüştürecekleri üzerine uzmanlaşmış durumda.

Rakamlara döktüğünüzde Curry’nin geçen sezon ligin en fazla penetre eden, boyalı alanda en yüksek yüzdeyle atış bitiren oyuncuları arasında yer aldığını ispatlayabilirsiniz. İspatlamaya da gerek yok ki. Orada duruyor, NBA’in istatistik sayfasında. Evet, Curry çok sayıda penetre yapıyor ve hatırı sayılır miktarda boyalı alana girip, en elit uzunların veya LeBron’un yüzdeleri civarında bir başarı ile bitirmeyi başarıyor. Ama yok, “Hep üçlük atıyor’’ gibi geliyor pek çok kişiye. İşin ilginci herkese, rakiplerine de öyle geldiği ve o şuttan ölesiye korktukları için bu ikincil silahlar bu kadar etkin.

Öte yandan Curry’nin bir alanda tarihin en iyisi olması başka alanlarda elit olmasını gölgelememeli. Yıldız isim çok süratli değil belki ama NBA’de top hâkimiyeti en yüksek üç-dört oyuncudan biri olduğu için kendine alan açmada, hareket etmekte çok hünerli. Vücut dengesi sayesinde harika bir bitirici ve tartışmalı olsa da muhtemelen dünyanın en iyi ters turnike atan oyuncusu. Yine fiziksel olarak ‘tıfıl’ göründüğü için insanlar ihtimal vermese de çok ama çok kuvvetli. Özellikle vücudunun alt bölgesi. Dead lift denilen, yerden bele kadar ağırlık kaldırmakta 180 kilogram ile Golden State’in en güçlü ikinci oyuncusuydu geçen sene... Bunun sonuçlarını sahada gösteren onlarca hareket yapsa bile algıdaki glass cannon imajını bir türlü yıkamıyor.

Savunması elit değil evet ama kesinlikle kötü değil. Rakip pivotlar dâhil herkese karşı adam değişip savunabiliyor. Rakipler özellikle hücumda onun üzerine gidip yıpratmayı tercih etse de çoğu zaman geri adım atmıyor, rakamlar da izole edildiği pozisyonlarda ligin en iyi yüzde 25'lik savunmacı diliminde olduğunu gösteriyor. Ligin yüzde 75'inden daha iyi yani bire bir savunmada. Üstelik rakip onu en zor eşleşmelere zorlarken...

Kibarlık ve zarafet bazen zayıflık olarak algılanır ya, Curry’nin durumu da buna benzer. Seviliyor ama aynı ölçekte saygı uyandırmıyor. Hatta sadece şut attığı için yeterince çalışmadığı görüşü de var algılarda. LeBron, üç kişiyi sırtına alıp potaya gittiğinde müthiş bir çaba göstermiş, Anthony Davis iki kişinin üzerinden uzanarak topu çekip içine bıraktığında kendini zorlamış, Kyrie Irving üç kişinin arasından sıyrılıp yere düşerken turnike bitirdiğinde her şeyini ortaya koymuş oluyor da Curry gelip tek driplingle mesafe açarak şutu gönderdiğinde tembel veya şanslı oluyor. İşin ilginci, esas daha çok çaba ve çalışma isteyen Curry’nin yaptığı. LeBron, Davis, Kyrie veya diğerleri de daha az çalışmıyor elbette. Ancak Curry'nin o ‘ballı’ diye nitelenen atışı bu seviyeye getirmek için diğerlerinden daha keskin ve fazla çalışması gerekiyor. Atletizmin aksine keskinlik çok daha az hata payı olan, daha ince ama yoğun çalışılması gereken bir alan. Curry izleyicilerin görmediği antrenmanlarda çok daha fazla çalıştığı için sahada o kısa anda gözle görülenden daha az ter döküyor. Çünkü o teri çok daha önce bu tekniği mükemmelleştirirken döktü. Üstelik söyledik, sadece şut da atmıyor. O şutun tehdidi etrafında oyunu tamamen domine ediyor.

Curry’yle ilgili olumsuz eleştirilerde belki de tek geçerli ve haklı argüman kendi ölçeğindeki oyuncularla kıyaslandığında oyuna çok daha az ağırlık koyması. Curry gerçekten de oyunun akışını belirleyen, işler ters gittiğinde “Durun ben olaya el koyarım’’ türünde bir oyuncu değil pek. Ama onun işi zaten o akışı belirlemek, değiştirmek değil. Orada da algı tersine çalışıyor. Akışı belirlemedeki, işlerin iyi gittiği zamandaki rolünden çok işlerin iyi gitmediği, akış değiştirmek gerektiğindeki eksikliği vurgulanıyor. Bu vurgular haklı ama çok abartılı. Curry ve Golden State için işlerin ne kadar büyük oranda iyi gittiğinin farkında mısınız?

Curry zarif, estetik, kibar ve örnek olmanın avantajlarını da dezavantajlarını da sonuna kadar yaşıyor. Ama en sonunda, algı ne olursa olsun gerçekler değişmez. Curry tarihin gördüğü en büyük şutör ve aynı zamanda komple bir oyuncu. Ayrıca iki yan blokta oturan Leslie Teyze’nin oğluna da tıpatıp benziyor...

Socrates Dergi