
Kralın En Büyük Sarayı
6 dk
LeBron James, Los Angeles Lakers yolunu tuttuğunu basit bir basın açıklamasıyla duyurdu. Zira esas meselenin bundan sonrası olduğunu biliyor. Kariyeri, hayatı, çocukları, politik konumu, mirası ve emeklilik sonrası için...
Son yıllarda yeni Amerikan spor medyası mensuplarının bir kısmı tarafından hafifçe alay konusuna dönüştürülse de ‘Lakers ayrıcalığı’ diye bir olgudan bahsedilmesi boşa değildi ve bir temeli vardı. Daha kulübün Minneapolis günlerinde, NBA tarihinin ilk süper yıldızı kabul edilen George Mikan ile başlayan, Elgin Baylor, Jerry West, Wilt Chamberlain, Kareem Abdul-Jabbar, Magic Johnson, Shaquille O’Neal ve Kobe Bryant ile süren gelenek, ortaya bir kabul çıkarmıştı: Her dönemin en ikonik, kendi devrini tanımlayan ilk iki ya da üç basketbolcusundan biri mutlaka Lakers forması giyer.
Los Angeles şehrinin cazibesiyle birlikte, formayı üzerine geçiren her büyük yıldız ve onların kazandırdığı başarılar Lakers mitini büyütmüş, takımın NBA ekosistemine aykırı biçimde sürekli iddialı kalacağına ve yeni kuşak yıldızların da kariyerlerinin bir noktasında bu geleneğe katılmaya hevesli olacağına dair bir inanış ortaya çıkmıştı. ‘Lakers ayrıcalığı’ kulübün basketbol operasyonlarının dışarıdan yorumlanışını bile diğer takımlarınkinden farklı kılıyordu. Çoğunluğa ve ana akım medyaya göre bu takım draft’tan seçeceği genç oyuncuların gelişimini bekleyemezdi, o yüzden de planlarını yeni büyük yıldızları transfer etmek üzerine oluşturmalıydı. Bunu söyleyenlere göre, oyuncular zaten Lakers’a gelmeye dünden razıydı.
Fakat Kobe Bryant’ın aşil sakatlığı ve kariyerinin gayriresmî bitimiyle girilen dönemde, söz konusu ayrıcalığın artık geçerliliğini yitirdiği görülecekti. İlk tokadı o yaz, uğruna hazırlanan “Gitme kal bu şehirde” temalı billboard’lara rağmen takımdan ayrılarak Houston’ı seçen Dwight Howard vursa da onun ayrılığı Kobe ile geçinememesine bağlı izah edildi ve yıldızların Lakers’a da sırt çevirebileceği gerçeği bir süre daha görmezden gelindi. Sonraki yıllarda Kevin Durant’in takım yöneticilerine görüşme için randevu bile vermemesi, LaMarcus Aldridge gibi oyuncuların Los Angeles’ın ışıltısındansa San Antonio ve benzeri yerlerde şampiyonluk için mücadele etmeyi seçmeleri de devrin değiştiğini kafalara kakıyordu. Artık günümüzde bir NBA yıldızı için, Los Angeles’ta oynamasa ve üstünde sarı-mor renkli forma bulunmasa bile dünya çapında görülür olmak, formasını en çok satanlar arasına sokmak, yüksek miktarlı sponsorluk anlaşmalarına imza atmak mümkündü. Lakers’ın genç oyuncu yetiştirmeye vakit harcayamayacağına ve transfer dönemlerinde nasılsa bir şekilde büyük yıldızları toplayacaklarına dair inanış, “Üçlük atarak şampiyon olunmaz; içeride top indirilecek bir uzun olmalı” ezberi gibi hızlı bir biçimde demode hâle gelmişti.
Derken, kendi zamanının en iyisi olan ve tarihin en iyisi olma iddiasını da sürdüren LeBron James’in, beş yıldır play-off göremeyen, elinde bir All-Star ya da All-Star olmasına kesin gözüyle bakılan genç oyuncu bulunmayan Lakers’a gidebileceği söylenir oldu. Başlarda çok önemsenmeyen bu ihtimal, ortaya çıkan ipuçlarıyla birlikte gerçeklik hâlini almaya başladı ve Temmuz ayı başında, LeBron kararını açıklamadan önce herkes kendini olacaklara hazırlamıştı. Peki ‘Lakers ayrıcalığı’ devrinin bittiğini iddia edenler mi çuvallamıştı, yoksa LeBron’un verdiği karar ve Lakers’ın öncesinde yaptığı hazırlık, bu kategori altına sıkıştırılamayacak kadar komplike miydi?

Her şeyin başında, LeBron James’in rekabetçi tarafını küçümsememek ve her ne kadar sahadaki performansıyla çaktırmasa da kariyerinin sonbaharı dememizin yanlış olmayacağı bu noktada salt basketbol sonrası iş yaşantısına hazırlık, Los Angeles’taki şirketiyle yakından ilgilenmek ya da ailesinin istediği şehirde yaşamak gibi motivasyonlarla karar almayacağını kabul etmek gerekiyor. Günümüzün ve hatta oynadığı tüm dönemin en iyi oyuncusu olduğu konusunda ispat edeceği bir şey kalmayan James’in artık kazanıp kaybetmeyi önemsemediğini ve şampiyonluk gibi hedefleri bir kenara bırakarak sadece keyfine baktığını düşünmek saflık olur. Kendisi pek dillendirmedi ama bu adamın sürdürdüğü, tüm zamanların en iyi oyuncusu payesini almak için geçmişe karşı koşulan bir yarış mevcut. Bunun için de iddialı kalması, mümkünse en azından bir şampiyonluk daha kazanması gerekiyor. Ve hâlâ en üst düzeyde performans verebiliyor olsa da sezon ortasında 34 yaşını bitirecek ve dolayısıyla çarçur edecek vakti yok. Bu da demek oluyor ki katılacağı takımın hemen Warriors seviyesine gelmese de yakın gelecekte onları yakalayacağına inanması gerekiyordu.
Peki beş yıldır play-off’a bile giremeyen Lakers’ta ne görmüş olabilir? Buna cevap ararken önce Houston Rockets ve Philadelphia 76ers gibi kendisine talip ve kuşkusuz LeBron öncesi teraziye koyulduğunda Lakers’a ağır basan diğer takımlarda ne göremediğini düşünmek gerekiyor. Eğer basketbol anlamında gerçekten kendisi için ideal koşullar bulunduğuna inansaydı, basketbol dışındaki faktörleri umursamayıp Houston ya da Philadelphia’nın yolunu tutabilirdi. Fakat herkes James Harden, Chris Paul, Ben Simmons ve Joel Embiid’in adını sayıklarken, LeBron muhtemelen bu oyuncuların bütün yeteneklerine karşın, kendisiyle birlikte bir puzzle’ı tamamlamalarının pek kolay gözükmediği kanaatine varmıştı. Miami’de Dwyane Wade, Cleveland’da Kevin Love ile yan yana oynarken ve 2011’de Dallas Mavericks’e, 2013 ve 2014’te San Antonio Spurs’e, 2015’ten itibaren de Golden State Warriors’a karşı mücadele ederken görmüştü ki önemli olan; bütünün, parçaların toplamının üzerine çıkmasıydı. Her biri topu elinde bolca tutmak isteyen oyunculardansa topu yönlendirme yüküne omuz verebilecek ama yardımcı rolleri oynamaya da uygun takım arkadaşları, LeBron için ideale daha yakın ve daha büyük bir bütün oluşturacak partnerlerdi.
Elbette Lakers kadrosundaki hiçbir oyuncunun henüz Rockets ve Sixers seçenekleri içinde ismi geçen yıldızların kalibresinde olmadığı ortada. Evet, Brandon Ingram ikinci sezonunda dikkat çekici bir gelişim gösterdi ve sadece 20 yaşında olduğu düşünülürse gelişimi sürecektir de... Lonzo Ball, hem babasının yarattığı cümbüş ve antipati nedeniyle hem de Jayson Tatum, Donovan Mitchell, Ben Simmons gibi diğer çaylakların başarılı performansları üzerine “Elalemin çocuğu takdir almış” öfkesiyle acımasızca eleştirilirken aslında fena bir çaylak sezonunu geride bırakmadı ve o da sadece 20 yaşında. Kyle Kuzma ise zaten beklentilerin epey üzerine çıkmış durumda. Yine de hiçbiri tek başına bir takımı, 34 yaşında ve ligin en iyi oyuncusu konumundaki birisi için cazip kılacak kadar etkileyici değil. Lakers’ı LeBron James nezdinde iyi bir seçeneğe dönüştüren, bu oyunculardan tek bir tanesi değil, hepsinin birlikteliği ve bunun yanında da basketbol oynamayan, nefes alıp vermeyen başka bir şey. İsmi maaş toplamındaki boşluk ve bu yaz olmadıysa da gelecek yaz, James’in yanına bir diğer All-Star’ın katılabilme ihtimali Lakers’ın sahip olduğu en büyük avantaj.

LeBron James ile Dwyane Wade. Miami Heat günlerinden...
Yetenekli genç oyuncuların ve salary cap esnekliğinin yan yana getirilebilmiş olması aslında bu transferin ‘Lakers ayrıcalığı’ kategorisinin dışına taştığını gösteriyor. Lakers, James’i sadece bütün o ikonik adamların geçmişte formasını giydiği Lakers olduğu ya da Los Angeles’ta konumlandığı için etkilemedi. Üst üste başarısız sezonlar yaşarken bir taraftan draft’tan seçtiği oyuncularla öyle ya da böyle bir temel oluşturmaya başladığı, üst sıralardan yapılan seçimlerde olduğu kadar belki de fazla alt sıra seçimlerinde de başarılı olabildiği ve bu şekilde elde ettiği oyuncuları maaş toplamında yer açma hedefli takaslarda kullanarak mali esneklik sağlayabildiği için güven verdi Lakers. Yani herkes gibi onlar da başarısız oldu, sıra bekledi, draft üstünden yapılanmaya çalıştı ve bir taraftan da gerekli salary cap hazırlıklarını yaptı.
Aslında Lakers, hazırlıklarını yalnızca LeBron’a yönelik de değil, onunla birlikte bir diğer maksimum kontrat oyuncusu daha almak için kurgulamıştı ve takımın planı, belki LeBron’un da hayali, topsuz oynamaya alışkanlığı, şutu ve savunmasıyla kendisi için çizilmiş gibi bir partner olan Paul George’un, Oklahoma City’den memleketi Los Angeles’a doğru yola çıkmasıydı. Planın diğer parçasının bu olduğuna ve bunun gerçekleşeceğine dair inanış o denli kuvvetliydi ki George’un Oklahoma City’de kalacağını açıklamasının ardından Lakers’ın onun yerine Kawhi Leonard için takasa girmesi gerekeceği, aksi takdirde James’in de gelmekten cayabileceği düşünüldü. Oysa 1 Temmuz’un ilk saatlerinde Magic Johnson’la imza öncesi son görüşmesini yapan LeBron’un böyle bir talep öne sürmediği, aksine acele etmeye gerek olmadığını söylediği ortaya çıktı. Bu tutumunun sebebi, muhtemelen çok sabırlı bir insan olması değil, hem takımın elindeki oyuncuları ve onlara ne kadar değer katabileceğini görmek istemesi hem de piyasayı ve koşulları iyi koklayabilmesi.
Dört yıldır finalde karşılaştığı Golden State’i ya da bütün bu gürültüden uzak, bir tarafta görece sessiz şekilde büyüyüp güçlenen Boston Celtics’i aşabilmek için sadece Kawhi Leonard’dan çok daha fazlasına ihtiyacı olacağının ve şu anki takım arkadaşlarının bu yolda işine yarayabileceğinin farkında.
Bütün bunların yanında şurası açık ki LeBron kararını yalnızca Ingram, Ball, Kuzma ile salary cap boşluğuna bakarak vermiş olamaz. Bence yoluna ışık tutan bir büyük motivasyonu daha vardı ve bunun önemli bir kısmı da basketbolun dışına çıkıyordu.

Kevin Love ile LeBron James. İkinci Cleveland döneminden...
ABD’deki son dönemin politik ve toplumsal iklimin spor sahalarına yansımaları, özellikle Socrates okurlarının yabancılık çekmediği konular. LeBron James birkaç yıldır bu iklim içerisinde, Colin Kaepernick ve Gregg Popovich ile birlikte en çok öne çıkan üç sportif figürden biriydi. Kaepernick’ten farkı, hiçbir güç tarafından dışarıda bırakılamayacak kadar kudretli bir oyuncu oluşu, Popovich’ten farkı ise (Pop’un söylediklerinin kıymetinden asla zerre götürmeyecek olmakla birlikte) teninin rengi. Bu bileşim LeBron James’i, kendisi belki başlangıçta bu beklentiyle hareket etmemiş ya da istememiş olsa bile, günümüzün siyah lideri hâline getirdi. Sezon içerisinde kendisine politik konularla ilgili çenesini kapatıp topunu oynamaya bakması gerektiğini söyleyen Fox News yorumcusu Laura Ingraham’e cevap veren James’i o dönemlerde vizyona giren Black Panther’a benzeten Popovich’in de anlatmaya çalıştığı üzere, siyahların kendilerini yeniden artan bir baskıyla yüz yüze hissettikleri bir dönemde LeBron, insanların kitlesel moralini yükselten, genç siyahlara güven veren bir figür olarak öne çıktı. Bunun onun için önemsiz, pek istemediği hâlde üzerine yapışmış ve kerhen oynanan bir rol olduğunu düşünürseniz çok yanılırsınız. Zira LeBron, üzerini saran bu elbiseyi hem benimsedi hem de hakkını vererek taşıdı.
Ve şimdi üstlendiği bu rolü bir adım daha ileri taşıma fırsatı var önünde. Evet, hâlihazırda zaten ligin en iyi basketbolcusu ve dünyanın en popüler figürlerinden biri. Öte yandan, eğlence sektörünün kalbi, kendi ölçeğinde yıldızların şehri Los Angeles’ı basketbol takımını ayağa kaldırma ve şampiyonluğa taşıma suretiyle fethetmek, başka hiçbir yerde hiçbir şekilde çıkamayacağı bir katmana yükselmesini sağlayabilir. LeBron zaten şimdiden basketbol ve popüler kültür dünyasında bir ölümsüz ama Los Angeles’ın kralı olmak, onu ölümsüzlerin en güçlüsü kılabilir. Ve Los Angeles’a hükmetmek toplum lideri pozisyonunu kuvvetlendirirken, Lakers’ı zafere taşımak da Michael Jordan’la tarihsel yarışında nihayet öne fırlamasını sağlayabilir.
Farklı jenerasyonlardan sporcular arasında yapılan kıyaslamaların çoğu zaman bir sonuca bağlanmayacağı, tartışmaların süreceği ve bu tartışmaların vakit öldürmekten başka pek bir işe yaramayacağı, deneyimlerimizce bize söyleniyor ama biz onlara kulak asmıyoruz. Jordan-James kıyaslamasında da her ‘altı şampiyonluk’ argümanına ‘dokuz final’ karşılığı, ‘final kaybetmeme’ yumruğuna karşılık ‘daha uzun süreli devamlılık’ kontrası gelmeye devam edecek. Lakers’ı düştüğü yerden kaldırıp yeni bir şampiyonluğa taşıması da LeBron’un bu tartışmaları kendi lehine bitirmesini sağlamayacak. Ancak üçüncü bir takımla, üstelik Lakers’ın yeni dönemdeki ikonu olarak şampiyonluk kazanmak ve bunu birçoklarınca tarihin en iyi takımı kabul edilen Golden State Warriors’ı geçerek başarmak, en koyu Jordan’cıların dahi soruyu daha ciddi şekilde düşünmelerine yol açacak bir imza. Üstelik Lakers’ın popülaritesinin getirdiği bir potansiyel kamuoyu desteği de söz konusu.

2010'daki The Decision şovu ve Miami Heat’e geçişiyle LeBron'un NBA’deki süper takım yapılanmalarına liderlik ettiğine inanılır. İronik olan, bunu yaptıktan dört yıl sonra Cleveland’a döndüğünde, ligin yeni Golyat’ı Golden State’e karşı Davut rolüne geçmesi ve 2010’da neredeyse ortak düşmanken Cleveland’daki ikinci döneminde bir nevi ortak kahramana dönüşmesidir. Eğer Warriors’ı bir kez daha alt edebilirse koşullar muhtemelen onun ve takımının aleyhine, efsanedeki kadar tek taraflı olmayacak. Ama bunun pek önemi yok. LeBron sarı-mor formayla yüzük kazandığı anda hem NBA hem de Lakers için suyun akışını değiştiren adam olarak kabul edilecek. Yanında ister Kawhi olsun, ister gençler, ister hepsi birden…
Biraz geriye çekilerek baktığınızda tablonun tam da LeBron'un istediği gibi şekillendiğini görebilirsiniz. Gelişimlerine yardımcı olabileceği, yetenekli gençlerin bulunduğu bir takıma gitti. Eğer o gençler umulan yükseliş çizgisini gösteremezlerse takas edilebilirler ve/veya gelecek yaz yanlarına Leonard, Jimmy Butler, Klay Thompson gibi oyunculardan biri eklenebilir. Kazanmak için önünde ciddi bir ihtimal doğmak üzere, bununla birlikte ilk etapta kaybetmek ayıp olmadığı gibi, zaten beklenen sonuç. Bir noktada kazanabildiği takdirdeyse artık tartışılamaz hâle gelecek. Ve bu esnada Amerikan popüler kültürünün belki de bir numaralı figürüne dönüşecek.
Lakers artık kendine has ayrıcalıklarla var olan bir takım değil belki ve dört yıl sonra, geçen ay imzaladıkları o kontrat sona erdiğinde yine diğer 29 takım gibi sıfırdan başlamaları gerektiği gerçeğiyle yüzleşebilirler. Ama LeBron istisnai bir adam. Yıllardır play-off’un dışında kalan bir takımı katılımıyla bir gecede şampiyonluk konuşmalarına dâhil edebiliyor, kendisiyle anlaştıktan sonraki 24 saat içerisinde, sanki bir plan dâhilinde değil de kutlamalar esnasında alınan aşırı alkolün etkisinde hareket ediyormuşçasına Lance Stephenson, JaVale McGee ve Rajon Rondo’yu kadrosuna katan bir ekibin bu karmaşadan bir şey çıkarabileceğine dair inanç ya da şüphe oluşturabiliyor. Ve NBA’in en ünlü geleneğinin devamını sağlıyor. Bu dönemin de en ikonik ve kendi devrini tanımlayan oyuncusu artık Lakers’ta.