
Krema
18 dk
Galatasaray, 2000 yılında UEFA Kupası’nı kazanmış ve Real Madrid ile Süper Kupa maçı oynamaya hak kazanmıştı. UEFA Kupası’nın gölgesinde kalan zaferi, 17 yıl sonra tanıklarına sorduk.
Galatasaray’ın 1980’lerin ortasında başlayan yolculuğu, 2000 yılında Kopenhag’a uğramış ve Yeşilköy’e inen UEFA Kupası ile taçlanmıştı. Galatasaray ve Türkiye futbolu, tarihlerinin en parlak günlerini yaşıyordu. Birçoklarına göre yeni yüzyıl, Türkiye’nin ve Galatasaray’ın olacaktı. Tam da o günlerde, 25 Ağustos 2000 günü Süper Kupa maçı oynandı. Büyük emeklerle yapılan pastayı kremayla süsleme zamanıydı. Tarihi maçı Monako’da yaşayanlar, öncesiyle sonrasıyla o akşamı Socrates’e anlattı.
1 | İki Kupa Arası
Hakan Ünsal (Futbolcu): UEFA Kupası sonrası, birkaç takviyeyle Şampiyonlar Ligi’nin favorisi olabileceğimizi düşünüyorduk. Fakat Fatih Terim'in gidişiyle şaşırdık ve üzüldük.
Burak Elmas (Futbol şube sorumlusu): Fatih Hoca, bugün bile hâlâ üzerinden şakalaştığımız “Yönetim mi gönderdi, o mu gitti” tartışmaları eşliğinde Fiorentina’nın yolunu tuttu. Ne olduğu çok önemli değildi, sonuçta Fatih Hoca’ydı ve gitmişti.
Faruk Süren (Kulüp başkanı): Fatih Hoca Fiorentina'ya gitmek istedi, onu uğurladık. Takım, teknik direktörsüz de olsa planlara uygun olarak kamp yaparken Ali (Dürüst), Burak ve benden oluşan bir ekip kurduk. PSG’yi çalıştıran Luis Fernandez ile İsviçre’de konuştuk ve hatta anlaştık. Ama çocuğunun hastalığı nedeniyle eşi Türkiye'ye gelmek istemedi.
Burak Elmas: Ali Dürüst, kariyerinin başındaki Roberto Mancini ile görüşüyordu. Ben de Avrupa Şampiyonası'na gidip milli oyuncularımızla görüştüm. Hakan Şükür'ün Inter'e transfer olduğunu orada öğrendim. Hagi ve Popescu, iki Rumen teknik adam önerdiler.
Faruk Süren: Anghel Iordanescu ve Mircea Lucescu... Hagi, Iordanescu’yu daha çok istiyordu, ona biraz daha meyilliydi.
Burak Elmas: Başkan, “Madem ikisi de iyi hoca, o zaman Iordanescu'yu getirmeyelim, yoksa bunlar takımın kontrolünü ele alırlar” deyince, Ali Abi hemen Lucescu ile görüşmeyi yaptı ve anlaştı.
Faruk Süren: Sıra, sistemin en önemli parçası olan santrfor bölgesine yeni bir oyuncu transfer etmeye gelmişti. Bir gün muhabbet ederken ikinci başkanımız Mehmet Cansun’un ağzından Mario Jardel ismi çıktı.
Burak Elmas: Jardel o zamanlar Avrupa’daki her takımın transfer hedefiydi. Biz “Gelmez” derken Mehmet Abi, birkaç gün sonra beni Florya’ya çağırdı. Üstünde Hawaii gömlek, altında şort, elinde Bond çanta, yanında Jardel’in menajeri... “Sen otur anlaş işte” dedi bana. Mehmet Abi öyle rahat ki... Başkan’ın haberi olup olmadığını sordum, “Hallederiz onları, sen konuş” dedi. Sonra da kalktı teknesine gitti. Ben Jardel’in menajeriyle konuşup anlaştım. Ama nasıl ödeyeceğiz diye kara kara düşünüyordum.
Faruk Süren: Telsim devreye girdi, forma reklamı karşılığı 8 milyon dolar verdi. O zamanlar o işler 1 milyona falan oluyordu. Bir gün Cem Uzan ile Malaga’ya uçarken bu işi bitirdik.
Burak Elmas: Ali Abi’yle biz her zaman karamsardık. Jardel helikopterle Florya’ya inip imzaya oturduğunda bile “Acaba bir pürüz çıkacak mı?” diye birbirimize bakıyorduk.
Faruk Süren: Mehmet güzel bir şey yaptı ama biraz pahalıya yaptı! 7-8 milyon dolarlık bütçemiz vardı ama Jardel'i 16 milyona aldık. Bir sonraki senenin ücretini de Jardel’e verdik. Ne yapalım? Aldık işte!
Fatih Akyel (Futbolcu): Biz devamlı pres yapardık ve o pres de Hakan'la (Şükür) başlardı. Jardel ise pres yapan bir oyuncu değildi. Daha sakin ama daha golcü bir yapısı vardı. Önce bir “Ne oluyor?” dedik ama çabuk kaynaştık. O da hemen gollerini atmaya başladı.
Ümit Davala (Futbolcu): Portekizce ve biraz İspanyolca hariç hiçbir dil bilmiyordu. Elle kolla, vücut diliyle ancak anlaşıyorduk. Antrenmandan sonra sağdan soldan ortalar kesip ona ceza sahası içinde son vuruş çalıştırıyorduk. Kendisi bunu özellikle isterdi. Birçok oyuncunun ayağıyla çektiği şutları kafasıyla atardı.
Hakan Ünsal: Şükür, koştuğu yere isterdi ortayı. Bu adama ise orta yapmana gerek yoktu; nereye istersen oraya yap. Kendisine gelirse gol olma ihtimali zaten yüzde 90 ama oldu ki ona gelmedi; top bir şekilde önüne düşer ve yine gol olurdu. Gol için yaratılmıştı.
Fatih Akyel: Yeni hücum hattına ve hocanın taktiğine alışmak oyuncular açısından ilk başlarda pek kolay olmadı. Ama sonuçta futbolcular olarak hoca ne taktik verirse onu uygulamak zorundaydık.
Suat Kaya (Futbolcu): Bize geri pasın yasaklandığı ortamdan çıkıp bir anda Taffarel'e dönmeye başladık. Fatih Hoca zamanında sen geri pası dene istersen; kenarda direkt kement havada dönüyordu!
Hakan Ünsal: Lucescu’nun tarzı savunmayı garantiye alırdı ama biz de prese, önde oynamaya alışmış bir gruptuk. Bizi dürten bir şeyler vardı. “Gidelim, basalım, orada oynayalım, rakibi oynatmayalım” diyorduk.
Burak Elmas: Fatih Hoca Florya'daki çiçeklerden, oyuncuların gece dışarı çıkıp çıkmadığına kadar her şeyi kontrol eden ve yönetimi rahatlatan bir teknik adamdı. Hatta eşi Fulya Abla, futbolcu eşleriyle bile ilgilenirdi. Lucescu ise Türkiye'ye has bu sistemi tabii ki bilmiyordu. Biz Ali Abi ile yardımcı antrenör gibi, ona çok yakın çalıştık. Onu korumalıydık çünkü çok haksız eleştiriler yapılıyordu. Süper Kupa maçına bu eleştiriler eşliğinde gittik...
"Bu Jardel futbolcu değil galiba?"
Burak Elmas: Jardel idmana çıktıktan sonra Lucescu beni aradı ve “Bu adam iyi bir oyuncu değil galiba, futbol oynayamıyor” dedi. Biz panik olduk. Ali Dürüst ve Aziz Üstel'le kampa gittik. Ülke tarihinin en büyük parasını verip getirdiğimiz adam kaval kemiğiyle pas veriyordu. Zürih sokaklarında Ali Dürüst, Aziz Üstel ve ben, iki saat boyunca ne yapacağımızı düşünerek yürüdük. Teminat mektupları gitti mi, transferi iptal edebilir miyiz; bunları düşündük. Mehmet Abi'yi aradık, bize “Oğlum siz manyak mısınız?” dedi. Nihayetinde beklemeye karar verdik
2 | Müzedeki Eksik
Fatih Akyel: Rakip dünya deviydi. Ama oraya “Neden olmasın, o kupayı alabiliriz” diye gittik.
Burak Elmas: Süper Kupa, kaybeden takımın sezonunu etkileyecek bir maç değildir. Ama bizim adımıza, Lucescu’nun ve Jardel’in kendilerini ispatlaması için çok önemli bir maçtı. Orada gösterecekleri performans bizi çok rahatlatacaktı.
Faruk Süren: Maç öncesi yemekte Real Madrid Başkanı Florentino Perez'e "Biz açız ve hırslıyız. Bu kupayı alacağız" dedim. Bunu Arsenal maçından önce de söylemiştim. Rakibin gücü tartışılmazdı ama bizim takımımız da herkesle mücadele edecek enerjiye sahipti.
Suat Kaya: Başkanımız, bir gün önce Real Madrid Başkanı'nın “Bu kupayı yüzde 100 almak istiyoruz, müzemizdeki tek eksik bu” cümlesine, “Kusura bakmayın, kupanın uçaktaki koltuğunu satın aldık, onu Türkiye'ye götüreceğiz” karşılığını vermiş, bize bunu anlattı.
Faruk Süren: Otelin lobisinde bir şeyler içerken “Arkadaşlar, ben böyle konuştum, sakın beni mahcup etmeyin” dedim. Oyuncularla hem sohbet edebiliyorduk hem de onlar benim başkan olduğumu biliyor, laubalileşmiyorlardı. Kebabı da Urfa usulü elle yerdik ama herkes sınırını bilirdi. Biz bu havayı yaratmıştık.
Ümit Davala: Onlar Süper Kupa'yı hiç almamışlardı ama biz de hiç almamıştık! Bizim için de çok önemli bir kupaydı. Dünyanın 1 numarası olduğumuzu kanıtlamak istiyorduk.

"Penaltı pozisyonunda ileri gitmem lüsktü çünkü arkamda bir canavar vardı: Figo!" -Hakan Ünsal
Faruk Süren: Ben maç günü relax’tım. Monte Carlo’ya gelmişiz, Prens (III. Rainier) ile oturuyoruz, çocukların moralleri iyi... Real Madrid ile Süper Kupa maçı oynamak son derece onurlu bir şeydi. Real Madrid’e kaybetsen ne olur? Östersunds’a kaybetmiyorsun ki...
Hakan Ünsal: Roberto Carlos’un fizik kurallarını altüst ettiği, Makelele’nin ciğer sayısının tartışıldığı, Raul’un golcü tanımını yaptığı günlerdi. Figo uçuyordu zaten. Böyle bir takımla oynayacaksın ama hiç korkun yok, hatta seviniyorsun. Bir de maçtan önceki gün oğlum dünyaya gelince emin oldum kazanacağımızdan. Bir taraftan gidilir mi, gidilmez mi diye konusu da oldu ama bu kadar önemli bir maç varken “Bir gün sonra zaten göreceğiz” diye düşündüm.
Suat Kaya: Maçtan bir gün önceki ter idmanında bizden önce Real Madrid çalıştı. Üstümüzde eşofmanlar olmasına rağmen biz sahaya girerken hepimize tek tek isimlerimizle selam vermeleri çok hoşumuza gitti.
Fatih Akyel: UEFA Kupası’ndaki o heyecan Süper Kupa’da yoktu. Ama Real Madrid'li oyuncuların röportajlarını okudukça motive olduk. Müzelerinde bir tek bu kupanın olmadığını ve Galatasaray’ı yenerek koleksiyonu tamamlayacaklarını söylüyorlardı.
Hakan Ünsal: Biz rakip futbolcuların açıklamalarına bayılıyorduk. Bizde hırstan yoksun bir tane adam yoktu. Çalım yediği için hırs yapan ve rakibini kovalayanlar vardı. Dolayısıyla bu tür açıklamalar bir şeyleri tetikliyordu. Real Madrid’li oyuncular belki başta bizi küçük gördü ama biz de bizi küçük görüp tokadımızı yiyenlerle çok karşılaşmıştık.
Levent Özçelik (Spiker): Galatasaray bu tür olayları tahlil edip sahaya başarıyla yansıtabilen bir takımdı. UEFA Kupası’ndaki Leeds United eşleşmesinde yaşananlar gibi... Herkeste “Galatasaray’ın Avrupa’da yenemeyeceği takım yok” düşüncesi hâkimdi.
Suat Kaya: Bazı maçlar vardır yüksek primlere oynanır. Bazı maçlarda ise ispat gerekiyorsa ispat edersiniz. Bizim de o gün, kaldığımız yerden devam edebileceğimizi ispatlamamız gerekiyordu. Maç sonu o ünlü futbolcuların standın altından bizi alkışlamasını çok istiyorduk.
Bakana Yer Yok
Faruk Süren: Maçı Florentino Perez ile birlikte Prensin locasında izledik. Hemen yandaki locada spor bakanımız Fikret Ünlü vardı. Prensin sekreterine, “Bizim bakan orada, onu da buraya alabilir miyiz?” diye sordum. Sekreter gitti, biraz sonra geri döndü. Verilen cevap şuydu: "Bugün protokol Galatasaray ve Real Madrid’e aittir. Protokolde onların başkanları olacaktır. Bakanlar, onlara tahsis edilen locada oturacaktır!"
3 | 103 Dakika
Levent Özçelik: Süper Kupa maçı UEFA zaferinden tam 100 gün sonra oynanıyordu. Galatasaray için zaten oranın bir farklılığı vardır; II. Louis Stadı, 1989’da Monaco’ya karşı 1-0 galip geldiğimiz maçtan sonra artık tanıdık bir mekân haline gelmişti. Orası Galatasaray için bir deplasman değildi.
Mehmet Akpençe (Masör): Biz İsviçre’de kamp yapmış, Real Madrid maçına kadar da birkaç resmî maç oynamıştık. Ufak tefek sakatlıklar vardı, onların tedavisini yaptık ama ağır sakatlığı bulunan oyuncumuz yoktu.
Burak Elmas: Çok az kişinin bildiği bir olay var. Takım ısınırken, Ergün’ün kadroda olmadığını öğrendim. Yüzü de düşmüştü. Ne olduğunu sordum. Doktora “Hafif bir ağrım var” demiş. Doktor da bunu Lucescu'ya söyleyince hoca Ergün’ü kadroya almamış. Maçı kazanınca bu olayı daha sonra hiç konuşmadık. Kötü bir sonuç alsaydık bu da bir krize dönebilirdi.
Ömer Üründül (Yorumcu): Real Madrid ideal kadrosuyla çıktı maça ama biz de fazla stresli değildik zira Galatasaray kaybetse de Real Madrid gibi bir deve karşı kaybetmiş olacaktı. Zaten o dönem ikinci bir Şampiyonlar Ligi gibi kabul edilen UEFA Kupası‘nı kazanmışlardı.
Hakan Ünsal: Ivan Campo’yu çözmemiz beş dakika sürdü ve sonra “Buradan yürüyeceğiz” dedik. Bir pozisyonda topu alıp önce Figo‘yu geçtim, sonra karşıma Makelele çıktı. Topu Okan’a attım ve gitmeye devam ettim. Benim gidiyor olmam riskti çünkü arkamda bir canavar bekliyordu: Figo! Ama ben topun bana öyle ya da böyle geleceğini adım gibi biliyordum. Devam ettim. Okan’ın karşısında rakip vardı. Üstünden atamaz, yanından atamaz... Bir tek ihtimal vardı; o anda, o şiddetle, tık diye bacak arasından bırakıp beni ceza sahasında topla buluşturdu. Karşıma da Ivan Campo gelince “Ben bu topu kurtardığım anda penaltıyı alırım” dedim.
Suat Kaya: Penaltıyı kazandık, Hakan’ın ilk işi kart istemek için hakeme koşmak oldu...
Hakan Ünsal: Sağ kol bende refleks olmuştu artık; her pozisyondan sonra istemsiz olarak kalkıyordu. Ama o anda hakikaten kart lazımdı. Belki de bu detay bile takımın nerelerde olduğunu anlatan minik bir örnek: Yemişim Real Madrid’i de, penaltıyı da... Sen diğer hakkım olanı da ver.
Ümit Davala: Jardel penaltıyı gole çevirince devreye 1-0 önde girdik ama daha önce de çok önemli rakiplerle oynadığımız için bizim için çok da farklı bir durum yoktu. Herkes yeniden motive olmaya çalışıyordu.
Hakan Ünsal: Lucescu soyunma odasında bir yandan endişelerini dile getiriyor, diğer yandan bizi galibiyete inandırmaya çalışıyor. Biz de biliyoruz ki onlar bu maçı bırakmaz. Hagi’yle konuştuk, bir yandan Kaptan (Bülent Korkmaz) ve Popescu’yla “Defansta birbirimize yakın duralım” dedik.
Suat Kaya: Koluma çarpan bir topa hakem fiyasko bir penaltı çaldı. Çileden çıkmıştım. Türkiye'de hakemler 25 metre uzakta olsa bile ağzınızdan sinkaflı bir söz çıktığı zaman cezayı keser. O maçta ise ağzımızdan çıkan İngilizce kelimelerin ne anlama geldiğine hakem de çok yakından şahit oldu ama kimseye kart çıkarmadı. Beyaz noktayı gösterdi ve etrafına bile bakmadı.
Levent Özçelik: Maçın 1-0’lık skorla bitmesini bekliyorduk. O penaltı Ömer ile bizi epey bozmuştu. Hayal kırıklığına uğramıştık.

"Perez’e yan gözle baktım, o da bana baktı. Konuşmadık." -Faruk Süren
Faruk Süren: Pozisyonun penaltı olmadığını locadaki televizyondan gördüm. Aramızda prens vardı ama (Florentino) Perez’e yan gözle baktım, o da bana baktı. Konuşmadık. Ayağa dahi kalkmadım. Ama hafif bakışlar attım.
Suat Kaya: Aynı hakem iki ay sonra başka bir maçımızı yönetmeye geldi. Sahaya çıkarken de Ümit Davala'yı tercüman olarak kullanarak benden özür diledi. Tabii zaman geçince kırgınlık kalmıyor.
Mehmet Akpençe: Yanımda rahmetli Turgay Vardar vardı. 1-1 olduğunda ona “Bu maçı alacağız” dedim, o da bana “İnşallah Memo'cum, alırsak dile benden ne dilersen” şeklinde karşılık verdi.
Burak Elmas: Maçı Ali Abi ile birlikte izledik. Orada konuşamadığımız için birbirimizin bacağını sıkıyorduk. VIP tribünde bir medya patronu, hocaya ve oyunculardan birine küfür etmişti, Ali Abi de sinirlenip yerini değiştirmişti.
Fatih Akyel: Ben yedektim. Sağ bekte Capone oynuyordu. Real Madrid o bölgeyi çok zorlayınca Hagi kulübeye döndü ve “Fatih, soyun” dedi. Ben “Hagi, daha hoca bir şey söylemedi” desem de o bana “Sen soyun" diye işaret edip Lucescu’ya “Görmüyor musun, Capone çok kötü!” diye çıkıştı. Hagi'nin ilk defa öyle bir şey yaptığını gördüm. Hatta ben ağırdan alınca Hagi “Çabuk çabuk” dedi. Ardından Lucescu da “Hazırlan!” komutunu verdi.
Hakan Ünsal: Oldu öyle bir şey, küçük bir görüntü yakaladım. Gica başka bir oyuncu, orada sorumluluk aldı. Lucescu “Sen karışma” da diyebilirdi ama çok doğru bir hamle oldu.
Suat Kaya: Hagi sahanın içinde tüm oyuncular için bir limandır. Fatih’i oyuna aldırdığını bilmiyordum ama durmadan oradan atak yiyorduk, tedavi gerçekleşince rahatladık.
Levent Özçelik Real Madrid veya Arsenal ile uzatmalara girersen ister istemez penaltıları düşünürsün. Aklımızdan “Penaltılara kalırsa bu işi götürürüz” düşüncesi geçiyordu.
Hakan Ünsal: 1-1'den sonra baskı yiyeceğimizi biliyorduk. Ben maçın penaltılara gideceğini düşünüyordum ama orada Fatih'in milimetrik ortasını tahmin edemedim tabii!
Fatih Akyel: Topu önüme alır almaz bir depar attım. Bir an önce pozisyona girmek istedim. Düşüncem, sert ve havadan bir orta yapmaktı. Belki birine çarpar ve gol olur diye düşündüm. Ama top yerden gitti ve Jardel’e geldi. Zaten biz ceza sahasına nasıl atarsak atalım top bir şekilde Jardel’e geliyordu.
Ümit Davala: Ben biraz farklı gördüm sanki, bana şut gibi geldi! Jardel biraz tesadüfen o topla buluştu gibi... Fatih öyle diyorsa öyledir ama ben orta olduğunu düşünmüyorum!
Fatih Akyel: Kesinlikle kaleye vurmadım. Zaten ben kaleye çok şut çeken bir oyuncu değildim. Öyle bir yapım yoktu. Daha çok orta kesmeye, asist yapmaya çalışırdım.
Suat Kaya: Fatih hayatında kimseye kendini geçirtmemiş, kaleye de tek şut vurmamış bir adamdı. Orada Munitis'i evirdi, çevirdi, sonra da yaradana sığınıp topu kaleye vurdu! Bu aleni bir gerçek, futbolu birazcık oynamış biri bunu görür. Gerisi Jardel'in kurnazlığı...

"Jardel'in altın golden haberinin olmaması unutulmaz. Görüntülere bakın..." -Suat Kaya
Hakan Ünsal: Fatih orada her ne düşündüyse sahadakiler ve tribündekiler hiç onu düşünmedi; öyle söyleyeyim! Fatih şut atıyor, her ne kadar “Orta yaptım” dese de... Ama Jardel, o şekilde düşünüp o şuta dokunacak belki de tek oyuncuydu. Top o şekilde geliyor, iki tane de stoper var başında, yan duruyorsun. Kimse o topu o vaziyette beklemez. Ruhun golcüyse her türlü golü atabiliyorsun işte.
Levent Özçelik: Zaten Jardel, Porto formasıyla önceki sezonda Iker Casillas’a iki maçta üç gol atmıştı. O karşılaşmada da iki gol attı. Bir golü daha var sezonun devamında, Galatasaray'ın 2-0'dan 3-2'ye çevirdiği maçta. Dolayısıyla Casillas’ın korkulu rüyası olmuştu.
Ömer Üründül: UEFA Kupası Finali’nde ağlamıştı Levent. Süper Kupa maçında öyle bir durum olmadı ama Jardel’in golünde yine büyük bir coşku yaşamıştık.
Faruk Süren: Golden sonra locada ayağa kalktım... İş bitmişti. Perez oturdu tabii, ne yapsın? Tebrik etti.
Suat Kaya: Tabii orada, Jardel'in altın golden haberinin olmaması unutulmaz. Görüntülere bakın; seviniyor seviniyor, bir yerden sonra sevinci doruğa çıkıyor...
Ümit Davala: Golden sonra Jardel formasını çıkarmaya çalışıyordu. Hasan Şaş yanına koştu, kart görmesin diye onu engellemeye çalıştı. O an maçın bittiğini anlamamıştı, biz de ona “Bitti, bitti” diye bağırdık.
Hakan Ünsal: Aslında Jardel golü attığında birçoğumuz maçın bittiğinin farkında değildik. 10-15 saniye sonra sahaya girenleri görünce anladık. Devam etseydi ciddi bir baskı olacaktı ama bittiler orada, Figo bile yere kapandı.
Burak Elmas Maçı kazanınca ve özellikle Jardel de golleri atınca biz çok mutlu olduk. Mehmet Cansun'un tribünde dört basamak aşağı atladığını gördüm. Ben de hemen sahaya girip karşıma ilk çıkan oyuncuya, Jardel’e sarıldım. Artık rahatlamıştık.
Ömer Üründül: Galatasaray, UEFA Kupası’nı kazanmanın verdiği büyük moral ve özgüvene sahipti. Bir de tabii Lucescu, benim yakın dönemde gördüğüm en önemli taktisyenlerden biridir. O maçta takımı moral olarak hazırlaması, saha içinde Real Madrid’e göre uyguladığı anlayış...
Suat Kaya: Bence Real Madrid maçı, UEFA Kupası'nın devamı gibiydi. Zaten Lucescu'yu bir başta gördük, bir de standın üstünde kupayı kaldırırken. Taktik anlayışı, oyun disiplini, maç konuşması, rakip analizi gibi farklar ondan sonra devreye girmişti.

"Süper Kupa, UEFA Kupası’nın bir tık gerisinde kaldı ama bence öyle olmamalıydı." -Hakan Ünsal
4 | Savarona
Mehmet Akpençe: Maç bittikten sonra kupayla madalyaları aldık ve soyunma odasına gittik. Orada bir bayram havası vardı. Yöneticisinden aşçısına kadar herkes oradaydı.
Fatih Akyel: Real Madrid ile soyunma odalarımız yan yanaydı. Ben onların odasına yöneldim. Hagi beni yakaladı, “Nereye? Orası bizim odamız değil” dedi. Ben de “Benim artık sizinle işim olmaz” diye espri yaptım.
Burak Elmas Fatih odaya girdiğinde “Jardel’e ne güzel pas verdim ama” dedi. Herkes gülmeye başladı. Kaleye vurduğunu biliyorduk.
Hakan Ünsal: Süper Kupa, UEFA Kupası’nın bir tık gerisinde kaldı ama bence öyle olmamalıydı. Avrupa’nın en iyi takımını yeniyorsun. Bu, senin de en iyi olduğunu gösterir.
Ümit Davala: O maça kadar Real Madrid, dünya sıralamasının 1 numarasıydı. Biz de ikinci sıradaydık. Kazanınca yer değiştirdik.
Faruk Süren: O akşam galip gelerek seçkin kulüplerin arasına girmenin mutluluğunu yaşadık. Dönem dönem 1 numara da olduk ama asıl önemlisi, hep ilk 10’daydık. Amaç da buydu. Galatasaray hep o oyunun içinde olmalıydı.
Burak Elmas: Armatör Kahraman Sadıkoğlu, final için Savarona’yı Monako’daki marinanın tam göbeğine çekmişti. Kutlamaya oraya gittik. Bir Türk takımı Real Madrid’i yenip Süper Kupa’yı kazanmış ve o kupa Atatürk’ün yatına gidiyor. Müthişti...
Faruk Süren: Savarona’ya büyük bir kalabalıkla gittik. Birçok seyirci de Monte Carlo’daydı ama en ufak bir taşkınlık yaşanmadı. Kimse bizden şikâyetçi olmadı. Ertesi gün de toparlanıp İstanbul’a döndük.
Mehmet Akpençe: Turgay Vardar, konuşmamızı unutmamıştı. havaalanında bana bir hediye aldı. Uçakta da kutlamalar devam etti. Şampanyalar patlatıldı. Ama tabii UEFA Kupası kadar görkemli değildi.
Ümit Davala: Dönüş UEFA Kupası gibi değildi, o kadar şaşaalı bir karşılama olmadı.
Faruk Süren: Kopenhag dönüşü kupayı kırmıştık. Bu sefer aynı görgüsüzlüğü yapmadık ve kupayı, uçakta onun için özel aldığımız koltukta getirdik. Ardından birebir replikalarını yaptırıp tüm takıma dağıttık.
Hakan Ünsal: Hagi, UEFA Kupası'nı aldıktan sonra soyunma odasında “Şu anda neyi başardığınızı bilmiyorsunuz, 5-6 yıl sonra anlarsınız” demişti. Az bile söylemiş. 17 yıl geçti, hâlâ ne kadar büyük iş olduğunu sokakta insanların konuşmalarından anlıyoruz. Süper Kupa da pastanın üstündeki krema gibiydi.
Levent Özçelik: Süper Kupa, güzel bir yemeğin ardından yenilen pastaya benziyordu. Aradan 17 yıl geçse de Galatasaray taraftarıyla muhabbetimiz sürüyor. Kafaları bozuldukça o görüntüleri tekrar izleyip mutlu oluyorlar. Sonra da bize çeşitli mesajlar yazıyorlar.
"Zidane'ı alamadık"
Levent Özçelik: O dönem “Zidane Galatasaray’a gelecek” haberleri çıkmıştı. Maç günü de bu konu ile ilgili bir haber yapmıştık.
Faruk Süren: UEFA'nın yemeği sırasında Zidane salona girdi, yanımdaki Fransa Futbol Federasyonu Başkanı ona hayran hayran “Zizou, Zizou” diye seslendi. Hagi futbolu bırakacağı için bende ampul yandı; aracılar vasıtasıyla ona teklif götürdük ama olmadı.
5 | Paylaşılamayan Başarı
Faruk Süren: Biz iyi bir takım kurduk, o takımı da iyi ellere teslim ettik. Takım başarılı oldu. Sonrasında yapısal değişikliklere girdik. Ancak kafalar bu değişikliklere o zaman da basmadı, hâlâ da basmıyor.
Hakan Ünsal: O dönem neredeyse hiç para alamadık. Ama “Biz bu forma için, kendimiz için bu işi yapacağız” dedik ve aldık götürdük.
Fatih Akyel: Herkes Galatasaray’ı severek oynuyordu. Maddi sıkıntıları hiçbir zaman yansıtmıyorduk. O formanın altında en iyi şekilde oynamamız gerektiğinin bilincindeydik ve bunu da birbirimize söylüyorduk.
Hakan Ünsal: Hepimizin en büyük eksikliği şuydu; her ne kadar profesyonel sözleşmeye imza atsak da yaşantı itibarıyla amatördük. Bir araya geldiğimizde ise bu açığı kapatabiliyorduk.
Faruk Süren: Bizde para yoktu ama paramızın olmadığını sadece biz biliyorduk. Dışarıdaki imajımız başka türlüydü. Bizim teknik direktörümüz başka takımların maçlarını izlemeye özel uçakla giderdi. O bir havadır. O havayı da sadece uçakla yaratamazsın. Verdiğin enerji önemlidir. Oyuncular bunu görünce “Ne olursa olsun bizim parayı verecekler” der. Aldılar da... Alacaklı kimse yok!
Suat Kaya: Kan kusup kızılcık şerbeti içtim dedik. Anlatılanlar belki etrafta ajitasyon olarak görüldü. Sevgili Başkan Faruk Süren'e “Arka arkaya dört sezon şampiyon oldunuz, bunun sırrı nedir?” diye sormuşlar, “Valla para vermedim” demiş. Espri olarak söylemiş ama gerçeği de öyle.
Burak Elmas: Oyuncuların dediği doğrudur. Tabii ki maaşlarını istiyorlardı ama maalesef Galatasaray’ın da nakitleri aynı hızda gelmiyordu. Yine de hiçbir oyuncunun maaş ödemesi bir sonraki sezona sarkmadı. Gecikmeler oluyordu ama en azından primlerini geciktirmiyerek onları motive hâlde tutmaya çalışıyorduk.
Hakan Ünsal: UEFA Kupası döneminde sadece primlerle idare etmeye çalıştık. O durum olmasa giden oyuncuların birçoğu da takımdan ayrılmazdı. O zamanlar Türk futbolcuların Avrupa’ya transferi istisnai bir durumdu ama o takımdan herkes ciddi teklifler aldı. Değerlendirmek isteyenler haklıydı.
Fatih Akyel: Yöneticiler, “Bu oyuncular doydu. Artık bu takımı dağıtalım, heyecanlı oyuncular transfer edelim” düşüncesine girdiler. Yoksa bizim başka takımlara gitmek gibi bir düşüncemiz yoktu.
Faruk Süren: O takımı Galatasaraylılar dağıttı. Bazı Galatasaraylılar başarının devam etmesini istemediler. Oyuncuları kötü etkilemeye çalışan tanınmış Galatasaraylılar vardı. Bizim beşinci şampiyonluğumuza mani oldular. Adeta satışa geldik.
Burak Elmas: Camia olarak başarıyı hazmedemedik. O kupaları kutlamayı bile beceremedik. Kopenhag’dan sonra daha uçaktan iner inmez Hakan Şükür ile Fatih Terim arasında cip konusu yaşandı. Üstü açık otobüsle Taksim’e gitmeyi planladık, bazı oyuncular oraya bile gelmek istemedi. Camia içinden birileri de “Biz o resimde yokuz” diye kıskandı.
Hakan Ünsal: Şampiyonluklar rutinleşince taraftar gelmemeye başlamıştı. Fakat o dönemin en güzel yanı şuydu; biz de, taraftar da kazanacağımızı biliyorduk. 2-0 yenik duruma düşsek bile taraftarlar, “Ne zaman 3-2’ye çevireceğiz?” diye düşünürdü.
Faruk Süren: Başarılara alışmıştık. Hedefimiz artık Şampiyonlar Ligi’ydi. Takımı oraya hazırlıyorduk.
Hakan Ünsal: Büyük başarılar kazandığımız için daha rahattık. Kazana kazana gidiyorduk. Lucescu’yla devam edilseydi yine şampiyonduk.
Faruk Süren: 17 yıl geçti aradan. Bu kadar ayıp başta Galatasaray olmak üzere bütün Türk takımlarına yeter. Galatasaray’ın başardığını, başta Galatasaray olmak üzere kimse tekrarlayamadı. Meseleyi de yanlış biliyorlar; “Hedefimiz final oynamak” diyorlar. Hayır! Hedef finali kazanmak olmalı...