
Hep Daha İleri
10 dk
Kübra Dağlı'nın tekvando macerası önce ailede başladı. Akabinde Türkiye ve dünyaya açıldı. Azmederek, asla yetinmeyerek, hep daha çok çalışarak...
"Sen dünya şampiyonu olacaksın…" Kübra Dağlı tekvandoya başladığı ilk günlerde antrenörü Özlem Esin Hakikatli'den bu iddialı cümleyi işitmişti. Red Bull sporcusu Dağlı'nın potansiyeli, en baştan belliydi. O da zamanla antrenörünü haklı çıkardı. 17 yaşında İspanya'da Genç Kadınlar Poomsae Avrupa Şampiyonluğu'nu kazandı. Bu başarıyı, büyükler kategorisinde Avrupa ve dünya şampiyonlukları takip etti. Türkiye, tekvandoda genel klasmanda Güney Kore'nin hemen arkasından en başarılı ikinci ülke olurken Dağlı da yükselişini sürdürdü. Milli sporcuyla Zoom'da buluştuk, "Herhalde tekvando olmadan yapamıyorum. Benim için yemek yemek, uyumak gibi olmuş artık. Onu yapmayınca kendimi eksik hissediyorum" diye özetlediği spor aşkını konuştuk.
Klasik başlangıçtır. Çocukluğunuzda dövüş sporlarına merakınız var mıydı?
Sporcu bir aileden geliyorum. Babam boks, amcam ise tekvando antrenörü. Onlarla birlikte hep bu sporun içindeydim ama bir türlü kendim başlayamamıştım. O istek yoktu içimde. 12 yaşımda kuzenimle "Biz de yapalım" dedik. Çünkü babamı ve amcamı izlemeye gidiyorduk. Bu sporları yapan kızları görünce çok hoşumuza gidiyordu. Sonunda o adımı attık. Kuzenim devam etmedi ama aslında o benden daha yetenekliydi. İlk başta Atikali Gençlik ve Spor Kulübü'nde yani kendi kulübümüzde çalıştık. Amcam çalıştırıyordu. Sonra 17 yaşıma geldiğimde şu anki antrenörüm Özlem Esin Hakikatli ile çalışmaya başladık. Dünya ikincisi olduktan sonra da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne transfer olduk, antrenör ve hoca olarak.
Tekvandonun şöyle ilginç bir yanı var: Evet, Korelilerin ata sporu ama hangi milletten olursan ol, tekvandocu olunca kültürü sen de benimsemeye başlıyorsun. Kuralları ve disiplini olan bir spor. İstediğin kadar tekme at, yumruk at; bunlar sana hiçbir şey kazandırmaz. Kurallar çerçevesinde yapmak ve yaparken bunu yaşamak zorundasın. Aynı zamanda saygılı olmalısın. Zaten 'Do' prensibi var. Ahlak çok önemli. Tae, ayak; kwon, yumruk ve do, ahlak felsefesini temsil ediyor. Spora, hocaya, bayrağa olan saygı; hepsi do'nun içinde.
Poomsae branşında yarışıyorsunuz. Diğerlerinden farkı nedir bu branşın?
Gyorugi, karşılıklı mücadelenin olduğu branş. Poomsae için temel el ve ayak teknikleriyle yapılan kompozisyonlar diyebiliriz. Hayali mücadele olarak da biliniyor. Ve Gyok Pa, kırış branşı. Karşılıklı mücadelede sadece rakibin var. Kask giyiyorsun, korumalıklarını takıyorsun ve belirli kurallar çerçevesinde rakiplerden puan almaya çalışıyorsun. Dediğim gibi, poomsae tekvandonun temel hareketlerinden oluşan bir koreografi. Kendi içinde müzikli ve müziksiz olarak da ayrılıyor tabii. Kırışta, tekmelerle tahtalar kırılıyor. Bu da çok ayrı bir boyut.
Aslında ben karate ve tekvandoya aynı anda başladım. Hatta karatede kahverengi kuşağım. Ama tekvandoyu daha çok sevdim. Tekvando kültürünü bilmeyen insanlar bana hâlâ karateci diyorlar. Aslında arada epey fark var. Karatede ayak ön planda. Tekvando ise sertlik üzerine kurulu. Tek benzer yönü ikisinin de dövüş sporu olması. Karatede kata ile tekvandoda poomsae disiplinleri benziyor. Diğer taraftan, karatede çok sert vuramazsın, vurduğun an nakavt olursun. Hatta ben o yüzden karateyi bıraktım. Maçı kazansam bile rakibe çok sert vurduğum için atılıyordum. Tekvandoda tam tersi. Puan almak için sert vurmak zorundasın. Karatedeki kata güç ve kitleme üzerine. Ama tekvandodaki poomsae branşında esneklikle birlikte estetik de çok önemli.
Esnek bir yapıya sahip olmak, teknik… Hepsi tabii ki çok önemlidir ama işin zihinsel olarak odaklanma yönü de azımsanmayacak kadar mühim gibi.
Tabii ki çok önemli. Bir şeyi kafada yapamıyorsanız, onu maçta uygulamanız imkânsız. "Ben yapamam" diyorsanız asla yapamayacaksınız zaten. Günlük hayatta da böyle. O yüzden biz hareketlerle ilgili zihinde canlandırma antrenmanları yapıyoruz bolca. Yani kendi hareketlerimizi kafamızda, gözlerimizi kapatıp düşünerek hareket ediyoruz. Hatta başlangıçta bu hareketleri hayalimde bile yapamıyordum. "Daha hayalde yapamıyorum, gerçekte nasıl yapacağım?" diye düşünüyordum. Ama düşüne düşüne baktım ki idmana da yansıdı bu. Devam ettim. Özellikle sakatlık dönemlerimde çok işe yarıyor. Mental anlamda hazır olmak en önemlisi.
Sporun özgüven eksikliğini giderdiğini söyleyenlerdensiniz aynı zamanda...
Çok çekingendim. Fikirlerimi söylemeye çekinirdim. Sosyalleşme konusunda geri plandaydım. Spor sayesinde değişti bu. Kendimi orada gösterdiğim için özgüvenim arttı belki de. Şimdi kendimi daha rahat ifade edebiliyorum, hayatın her alanında. Zaten özgüveni artırmanın yollarından biri de bir işte başarılı olmak. Öyle olunca zaten kendini anlatacağın bir alan oluyor.
Bu sporda gerçekten iyi olduğunuzu ilk ne zaman fark ettiniz?
Klasik olacak ama hiçbir zaman kendime "İyi" diyemiyorum. Özlem Hoca, daha ilk dersimizde "Kübra, sen dünya şampiyonu olacaksın" demişti. Ben de "Hocam ne diyorsunuz? Ben İstanbul şampiyonu olayım yeter" diyordum. Herkese aynı hareketi gösterdiğinde benim hep daha içten, özenli çalıştığımı söylerdi. Sevmek ve istemek de çok kıymetli. Bu şekilde devam etmemi, inanmamı söyledi. Eve geldiğimde bile deftere notlar alıp çalışıyordum. Şampiyonalarda birinci olan sporcuları izliyordum. Devam ettikçe başarılar geldi. Hoş, ben Avrupa şampiyonu olduktan sonra bile kendimi eksik görüyordum. Dünya ikincisi olunca herkes bana dünya şampiyonu gibi davranmaya başladı. Kendi kendime "Ne oluyor yahu, şampiyon olmadım ki" diyordum. Devam ettim, isteğimi korudum, dünya şampiyonu olmak için çabaladım. En sonunda başardım.

"İnsanlar bazen 'Aynı tekme hareketini paylaşıyorsun hep' diyor. Arkasındaki emeği bilmeden..."
2013, 2015 ve 2017'de Avrupa şampiyonası madalyalarına ulaştınız. 2014 Dünya Şampiyonası'nda ikincilik 2016'da birincilik aldınız. Başarılar geldikçe baskı da sürekli artar. İşin o kısmı zorladı mı?
Aslında Avrupa şampiyonu olduğum zaman da kendimi şampiyonmuş gibi hissetmiyordum. Çünkü eksiklerim vardı, biliyordum. Tamam, o yıl Avrupa şampiyonu olmuşum ama iki yıl sonra bir turnuva daha var; yine olmam gerekiyor. Zaten tekvando sürekli kendini geliştirmen gereken bir spor. Oldum demiyorum hiçbir zaman. Dersen, gelişim devam etmez.
2018 Dünya Şampiyonası'nda yer almamanızın sebebi neydi?
Bir önceki şampiyonada birincilik kürsüsüne çıkmışız. Son şampiyonuz yani… Ama federasyon bizi 2018 Dünya Şampiyonası'na götürmedi. Ve bunun sebebini bilmiyoruz. Bize hiçbir açıklama yapmadan gidilmeyeceği söylendi. Duyduğum an yıkılmış ve ağlamaya başlamıştım. Rakiplerimiz bile sormaya başladı "Neredesiniz, neden gelmiyorsunuz" diye. Ne kadar üzücü, değil mi?
Zihinsel taraftan söz etmiştik. Peki gittiğinizde şampiyonalardaki stratejiye nasıl karar veriyorsunuz?
Poomsae, müzikli bir kategori. Rakiplerimizin önceki performanslarını izliyoruz. Müzik seçimlerine bakıyoruz. Koreografilerini izliyoruz, bize ne çağrıştırdığına bakıyoruz. Hakem olsak hangi gözle bakarız diye tarttıktan sonra onlardan daha iyi neler ortaya koyabileceğimizi düşünüyoruz. Müziğimizi mümkün olduğunca hareketli seçmeye çalışıyoruz. Dünya şampiyonaları iki yılda bir düzenleniyor, iki yıl boyunca bunlar için çalışıyoruz. Müziği buluyoruz, ona uygun hareketleri belirliyoruz. Tabii beş zorunlu hareket var, bunlar olmak zorunda. Birincisi, uçan tekme. İkincisi, havada sıçradığın an kaç tekme atabiliyorsun? Üçüncüsü dönüşlü tekmeler. Dördüncüsü dövüş hareketleri, yani müsabaka içindeki hareketler. Son olarak da takla. Takla atarken de tekme atmak zorundasın tabii ki çünkü tekvandoya uyarlamak gerekiyor. On üzerinden değerlendiriliyor ve bu hareketler beş puan. Geri kalan beş puanı ise müzikle uyumun, enerjin, hareketleri ne kadar hissederek yaptığın gibi unsurlar belirliyor. Sonuçta yumruk atmak var, yumruk atmak var… Epey uzun bir süreç, belki kolay görünüyor ama gerçekten çok zor.
Pek de kolay görünmüyor doğrusu…
Belki de. (Gülüyor.) İnsanlar bazen "Aynı tekme hareketini tekrar tekrar paylaşıyorsun sosyal medyada" diyor. Ama bilmiyorlar ki ben o bahsettikleri tekmeyi doğru atabilmek için her gün antrenmandan sonra eve gelip ayağımda ağırlıklarla bin kez sağ, bin kez sol tekme çalışıyorum.
Yolun başında defter tuttuğunuzu, şampiyon sporcuları kendinize örnek aldığınızı ifade etmiştiniz. Kimleri takip ediyorsunuz?
İlk olarak Min Cheol Shin var, o da Red Bull sporcusu. Zaten ona bakarak hareketleri öğreniyoruz; önce o yapıyor, sonra biz... Türkiye'den Elif Aybüke Yılmaz var, birlikte dünya şampiyonu olduğumuz Emirhan Muran var. Dört kez dünya şampiyonu olan Mustafa Yılmaz… Her birinden neler kapabilirim diye bakıyorum. Birinin ayak tekniği, diğerinin maç esnasındaki davranışı, tutumu… Herkesten farklı şeyler almak önemli. Geliştiğini hissediyorsun. Diğer türlü savrulup gidiyorsun.
2020 Dünya Şampiyonası pandemi nedeniyle iptal edildi. Hatta "Emeklerim boşa gitmiş gibi hissediyorum" diye açıklama yaptınız. Pandemide nasıl vakit geçiriyorsunuz?
2020 aslında gayet iyi başlamıştı. Türkiye şampiyonu oldum, sonra bir uluslararası yarışmada da şampiyon oldum. Milli takım seçmesine gittim, orada da başarılıydım. Eve döndüğümde haberlerde Covid-19'un buraya sıçradığını gördüm. Dünya Şampiyonası iptal oldu. Biz de biraz dinlenmeye geçtik. Dinlenmek diyorum ama evde antrenmanlara devam ettim tabii ki. Vücudumun kendini hepten salmaması gerekiyor çünkü: Vücut egzersizleri, pilates, ufak ağırlıklar… Temel tekniklerle evde antrenman yapmaya çalıştım. Maçlar olmadığı için iki günde bir gibi devam ettim çalışmaya. Onun dışında ailemle vakit geçirdim. Zaten ben Sakarya'da okuyorum, evim ve kulübüm İstanbul'da. Sürekli Sakarya, İstanbul, kulüp, kamp… Gidip gelmek epey yorucu oluyordu. Benim için de bir dinlenme oldu. Babamdan boks öğrenmek istedim, evde biraz çalıştık ama boksa yanaşmamı pek istemiyor. "Boks, tekvandoya benzemez" demeye başladı bana. Annem asla spor yapmamış bir insan, rahat duramadım, "Anne gel sana tekvando öğreteyim" dedim. Bunlar dışında biraz yemek yapmayı da öğrendim tabii…