
Küçük Bir Aşk Masalı
9 dk
Öğretmenine aşık olan küçük çocuklar gibi, genç sporcular da antrenörlerine gönüllerini kaptırabiliyor. Bize de bu hikâyeleri hatırlamak kalıyor.
“Ne olur gerçek olsa masallar. Ya da biz masal olsak” der o güzel şarkıda. Sezen Aksu ve Hıncal Uluç’un sözleri, bir müzik öğretmeni ile öğrencisinin aşkını anlatır. Ezeli bir ikilemin dışavurumudur. Fareli köyün kavalcısının peşinden giden çocuklar gibidir öğrenciler. Öğretmenin karizması, gücü, bilgisi etkiler öğrenciyi. Sporda da durum farklı değildir. Antrenör-sporcu aşklarıyla dolu spor tarihi. Bazen yaşlar uygundur, tebessümle karşılanır bu aşklar. Bazen kurda teslim edilen kuzu efektiyle karşılanır aşk ve işin içine reşit olmama durumuyla kanun karışır. Bazen sporcunun, bazen antrenörün kariyeri yaralanır.
Aşk Varsa Lig Yok
Bir aşkın bir spor dalının kaderiyle oynadığı vakalar da var elbet. Bugün dünyanın en önemli voleybol ülkelerinden ABD’de profesyonel ligin olmaması, yıldızları Türkiye dahil birçok farklı lige yönlendiriyor. 90’ların ortasında yaşanan bir aşk hikâyesi de bunun nedenlerinden biri.
1996 Atlanta Olimpiyat Oyunları öncesinde Amerikan Kadın Voleybol Takımı hayli iddialıydı. Herkes, madalya özlemlerini giderebileceklerini düşünüyordu. Seyirci avantajı da yanlarında olacaktı. Ve asıl önemlisi; altın madalya gelirse yıllardır denenip başarılamayan Amerikan Profesyonel Voleybol Ligi için uygun bir ortam hazırlanmış olacaktı. Kamuoyu ve taraftar ilgisi, bu lig için vazgeçilmez ön şartlardı.
Ancak, oyunların başlamasına birkaç ay kala dedikodular yayılmaya başladı. Takımın 34 yaşındaki yardımcı koçu Kent Miller ile 29 yaşındaki kaptan Tammy Liley arasında duygusal bir ilişki olduğu söyleniyordu. Açıkçası yaşları yaşlarına uygundu. İkisi de bekârdı. Ama takım içinde ba(ğ)zı voleybolcular Liley’nin bu ilişki sayesinde kendine ilk 6’da yer bulduğuna ve kaptanlığı aldığına inanıyordu. Bu bir kıskançlık gösterisi miydi, yoksa gerçeklik payı var mıydı?
Elaina Oden’in başını çektiği isyancı grubun, işin peşini bırakmaya niyeti yoktu. Amerikan Olimpiyat Komitesi hemen koç Terry Liskevych’ten rapor istedi. Liskevych, sakal ve bıyıktan hangisine tükürecekti? Çok saygı duyduğu yardımcısıyla kaptanının ilişkisi takımı yıpratıyordu. Lyskevich, tercihini yardımcısını feda etmekten yana kullandı.
Liley takımda kaldı ama kaptanlığı elinden alındı. Ve tüm bunlar yaşanırken, takımın Atlanta yolculuğuna sadece 1 hafta vardı. Liley’nin yakın arkadaşları, koçu çok sert davranmakla suçladılar. Oden’ın başını çektiği sertlik yanlıları ise cezayı yetersiz bulup Liley’nin kadrodan çıkarılmasını istiyorlardı. Amerikan takımının bu ruh haliyle başarılı olması mümkün değildi, olamadı da. Onlar madalyanın uzağında, hayallerindeki Ulusal Voleybol Ligi projesi de başka bir bahara kaldı.
Koş Süreyya Koş
Türkiye’de ise antrenör-sporcu aşkı denildiğinde, akla ilk olarak köy düğünüyle evlenen Giovanni Guidetti-Bahar Toksoy çifti gelmiyor. Büyük tartışmalar yaratan, bugün bile Türk atletizminin kaderinin çizilmesinde payı olduğu söylenen bir aşka göz atmamız gerekiyor.
Küçük yaşlarda Çankırı’da yolları kesişti Yücel Kop ile Süreyya Ayhan’ın. Süreyya’nın o müthiş yeteneğini fark eden Kop, bir dünya yıldızı yaratma yolunda baba Yaşar Ayhan’ın iznini aldı. Evet, yıllar geçtikçe Süreyya gerçek anlamda bir dünya yıldızı halini aldı. Ama genç sporcunun Sidney’deki olimpiyat yarı finali, Edmonton’daki dünya sekizinciliği ve ardından Münih’teki Avrupa şampiyonluğunun ardından, hikâyenin perde arkasında kalan bölümü gün yüzüne çıkmaya başladı.
Evli ve iki çocuklu Kop ile küçük yaşlardan beri tanıdığı Süreyya arasında bir ilişki vardı. Aslında bu aşk, Sidney’deki medya mensuplarının ağızlarına sakız olmuştu bile. Ama bilinen bu gerçek, ilk etapta sporcuyu yıpratmamak için haber yapılamadı. Süreyya popülerleştikçe magazin değeri kazanmaya başlamıştı. Kop’un evli olmasının yanı sıra, bu ilişkinin ne zaman başladığı da tartışılıyordu. Bu durum başladığında sporcu reşit miydi, değil miydi? Reşit olsa bile bu durum ne kadar etikti?
İngiliz sosyoloji profesörü Celia Brackenridge, “Antrenörlerin sporcular üzerinde güçleri var. Sporcu yükseldikçe antrenörün her söylediği önem kazanıyor. Takım sporlarında bu etkileşim oyuncu seçimlerine yansıyabiliyor” diyor. Antrenörleriyle sevgili olan ve/veya evlenen nice sporcu var. Bu durumda, olgun ve bilge bir antrenörün bu gücünü kötüye kullandığından mı, yoksa birlikte uzun süre vakit geçiren iki kişinin duygusal yaklaşımından mı bahsetmemiz gerektiği tartışılabilir.
Süreyya Ayhan’ın kariyerinde aldığı tüm kararlarda, yanında sonradan eşi olan Yücel Kop vardı. Bu nedenle, genelde iyi sonuçlar vermeyen bu kararların ardından Kop’un durumu sorgulandı. Onları yakından gözlemleyenlerden bazıları da daha genç olmasına karşın Süreyya’nın dominant figür olduğunu iddia ediyordu. Bu ilişkinin verimli bir sportif birliktelikten kariyer mahveden tutkulu bir ilişkiye dönüştüğü gerçeği ise inkar edilemez şekilde ortadaydı.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Süreyya Ayhan’ın ‘yuva yıkan kadın’ tiplemesi ile sevimsiz hale getirilmesi, işleri daha da zorlaştırıyordu. “Babası idmanı bastı”, “Kop’un eşi boşanma davası açıyor” içerikli haberler, doping tartışmaları sırasında çifti iyice çıkmaza sokuyordu. Sonuçta evlenmelerine ve hatta çocuk sahibi olmalarına rağmen, akıllarda hep o eski haberler kaldı. Eğer Süreyya, doping cezası almasa ve madalya avcılığına olimpik seviyede devam etse, belki de gözler kapanacak ve ahlâk bekçiliğinden zafer sarhoşluğuna transfer olacaktık. Kim bilir?
Anketlerde Manidar Sonuçlar
90’lı yıllarda Amerikan Yüzme Antrenörleri Birliği yöneticiliği yapan John Leonard ise bu tür yakınlaşmalara şaşıranlardan. Leonard, “10 yıllık kariyere sahip bir antrenör, sporcularından herhangi birine aşık olmadığını söylüyorsa yalan söylüyordur. Bu, sporcu için de geçerlidir” diyor. Bu hayli çarpıcı ve ağır bir saptama. İtiraz edenler mutlaka çıkacaktır. Ancak, anlatmak istediği biraz da bu duyguların her zaman gün yüzüne çıkmadığı şeklinde. Bu da gerçekte tahminimizden çok yüksek oranlarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Yaklaşık 20 yıl önce Kanada’da yapılan bir araştırmanın sonuçları da Leonard’a hak verir nitelikte. Yüzde 80’i kadın 266 sporcuyla yapılan anketten çıkan şu: Sporcuların yüzde 21.8’i antrenörü ya da spor teşkilatından yüksek görevde biriyle ilişki yaşamış. Gel de çık işin içinden! Acaba bu ilişkiler hangi oranda gerçek bir duygusal yakınlaşmayı yansıtıyor? Çıkar amacı daha mı yüksek?
Ya da bu ilişkilerin ne kadarı aslında taciz sınıfına giriyor? Keşke araştırma bu s oruları da kapsıyor olsaydı. Belki de savunmasız genç kadın sporcular için ayrı bir araştırma yapılmalı.
Gabriela Szabo, Cathy Freeman, Marion Jones, Jackie Joyner-Kersee gibi üst düzey sporcuların da aynı yoldan geçtiğini biliyoruz. Jones, üniversitede atletizm programının antrenörlerinden CJ Hunter’la ilişki yaşadığında işin sonu evliliğe varmıştı. Aynı zamanda ünlü bir gülle atıcı olan Hunter ile Jones’un yaşları kadar cüsse farklılıkları da o dönemin konuşulan konularından biriydi. Marion, küçük yaşta babası tarafından terk edilmişti. Annesinin ikinci eşini gerçek bir baba gibi sevmiş, 12 yaşında onun ölümüyle sarsılmıştı. Kısacası olgun ve dolgun CJ, onun için bir baba figürüydü. Ama bu evlilik, hem mutsuzlukla sona erdi hem de Marion’ın dopingle tanışması Hunter yüzünden oldu.
Detroit'te Aşk Şoku
Antrenör-öğrenci aşklarında tabu sayılan noktalardan biri de eşcinsellik. Erkekler zaten bu konuda pek ortaya çıkmaya niyetli değil. En açık toplumlarda bile sporcu erkeklerden bu itirafı alabilmek kolay olmuyor. Kadınlar ise bu konuda daha açık ve haliyle tepkilerle daha çok baş etmek zorunda kalıyorlar.
2000’lerin başında kadın basketbolunun efsane ismi Nancy Lieberman, WNBA’de Detroit Shock’un hem koçu hem de genel menajeriydi. Takım, bir deplasman turundan dönmüş hafif bir idman yapıyordu. Lieberman, hışımla salona daldı. “Hepiniz hemen soyunma odasına” dedi sert bir sesle. Oyuncular şaşkındı. Birkaç dakika sonra Lieberman, soyunma odasına geldi. Sinirli sıfatının yetmeyeceği bir kızgınlık içindeydi. “Bazılarınızın yönetime gidip Anna ile aramızda bir ilişki olduğunu söylediğinizi biliyorum” dedi. Takımın çaylak point guard’ı Anna De Forge’du bahsedilen. O da hemen ağlamaya başladı. Nancy Lieberman devam etti: “Ben evli-çocuklu bir kadınım ve gelecek yıl da buradayım. Ama en az yarınız burada olmayacak. Şimdi gidin işinize bakın, topunuzu oynayın.”
Ama dedikodu kazanına düşmüşlerdi bir kere. Deplasman yolculuklarında ikilinin samimiyeti, gidilen otellerde oda anahtarlarının değişimi hikâyeleri ağızlarda sakız olmuştu. Lieberman diyordu ki: “Koçlar ve oyuncular iyi arkadaş olmak zorundadır. Pat Riley ve Magic Johnson da çok iyi arkadaştı. Ama kimse onlar için böyle şeyler söylemedi" Kısacası kadın olmanın zorluğunun altını çiziyordu.
Sezon bitiminde ikilinin Lieberman’a ait evlerden birinde üç buçuk hafta geçirmesi ortamı kızıştırdı. Koç, bunun gençler için açacakları bir basketbol kampının planlanması için gerekli olduğunu söylüyordu. Ancak, asıl dikkat çekici olan De Forge’un takımın 11. oyuncusuyken istatistikleri yükselmeden ilk 5’e tırmanışıydı. Bu, takım içinde şüpheleri arttırmıştı. Lieberman’a göre ise kıskançlık zirveye çıkmıştı. Sezon bitiminde Lieberman’ın görevine son verildi. Ünlü koç kısa süre sonra 13 yıllık eşinden boşandı. Kısacası bu olayın etkilerini belki de en çok yaşayan isim oldu.
2001 yılında Sports Illustrated dergisinde yayınlanan makalede sporcu-antrenör ilişkilerinde seyahatlerin payından bahsediliyor. Takım sporlarında deplasmanlar, bu yakınlaşmaların yaşandığı yerler. Spor varoldukça antrenör-sporcu ilişkileri ve yakınlaşmaları tartışma konusu olmaya devam edecek. Yaşları yakın olsa bile, bu ilişkilerin taraflara bir takım ayrıcalıklar kazandırma ihtimali ve belki de kıskançlıklar işleri daha zor hale getirecek. Reşit olup olmama kısmı ise bambaşka tartışmalara yelken açacak. Hepsini yaşayıp göreceğiz.
Yine o güzel şarkıyı ‘menşınlayarak’ bitirelim. Maalesef, o masallar her zaman gerçek olmuyor. Her aşkın sonunda hem taraflar hem de ilişki yıpranıyor.