
Küçük Farklar ve Öteki Adamlar
7 dk
Takım telsizinden “Bırak geçsin” denilmesi nasıl hissettirir? Formula 1’in ikinci adamları Rubens Barrichello, David Coulthard ve Mark Webber için yol vermek her zaman kolay değildi.
“İkinci olmak, kaybedenlerin ilki olmaktır” demiş Formula 1 efsanesi Ayrton Senna. “Önemli olan yarışmaktır, katılmaktır, centilmence mücadele etmektir” gibi kaybetmeyi şirin gösteren spor klişelerinin yanında ilk bakışta kulağa biraz acımasız ve kibirli bir söylem gibi gelse de aslında büyük şampiyonların spora bakış açısı böyledir. Onlar için kaybetmek diye bir kavram yoktur, kaybetmek kabul edilemez, hazmedilemez, seçenek ve sonuç olarak görülemez. Şampiyonlar için pek çok rakibin arasında sıyrılmış olmanın önemi yoktur. Günün sonunda kupayı, ödülü, maçı, turnuvayı, yarışmayı, şampiyonayı kazanamamak, ikinci gelmek bir başarısızlıktır. Onlara göre ikinci gelmekle ya da ikinci adam olarak algılanmakla sonuncu olmak arasında pek fark yoktur.
Ancak Formula 1’de, yarışların ve şampiyonanın genel sonuçları dışında, aslında her takımda bir ikinci vardır. Bazıları, imza attıkları kontratlar gereği takım içinde ikinci adam olmaya mahkûmdur. Bazıları ise kendilerine bile itiraf edemedikleri bir sebepten dolayı hep ikinci adam olarak kalırlar. Yani, takım arkadaşı kendisinden daha iyi olduğu için. Büyük şampiyonların kariyerlerine baktığınızda, neredeyse her sene takım arkadaşlarını adeta denize döktüklerini görebilirsiniz.
Birinci adam olmakla ikinci adam olmak arasında, spor kamuoyu açısından çok büyük bir algı farkı vardır; özellikle de bu birinci adam, şampiyon bir pilotsa! Birinci adam kazanandır, hayran olunan, takip edilendir; kupaları, şanı, şöhreti, çok daha fazla milyon doları götüren adamdır. İkinci olansa sadece bir destek elemanıdır, takımın (daha doğrusu şampiyon pilotun) çıkarlarına göre kullanılır, göz bile kırpmadan harcanır. Kaba tabirle, o sadece bir yancıdır. Sporseverlerin gözünde, o bir kaybedendir. Bir F1 pilotu, bir kere bu algı seviyesine düştükten sonra, bir daha bu algıdan kolay kolay kurtulamaz. Hatta gerçekten bileğinin hakkıyla bir yarış kazansa bile, bu başarısı mutlaka başka sebeplere dayandırılır.
Rubens Barrichello, F1’in akla ilk gelen, en başarılı ikinci adamıdır belki de. Türkiye’nin F1 sevdasına tutulduğu 2000’li yılların başında, her yarış pilotunun hayali olan koltukta; Ferrari’de yarışmaktadır. Ama Ferrari tarafından, ona çok kesin bir ‘ikinci adam’ rolü biçilmiştir. Aslında kaderin garip bir cilvesi ile yerini aldığı Eddie Irvine’dan ikinci adamlık rolünü de almıştır. Ferrari, Irvine’ı 1999 Britanya GP’sinde Schumacher’i zorlarken Alman pilotun yaptığı kazada ayağını kırmasından sorumlu tutar. Yarıştan sonraki hafta kovulması için karar verilir. Oysa ki Schumacher, açık bir fren problemi nedeniyle bariyerlere girmiştir. Ancak Schumacher’in takımında Schumacher’i zorlamak, kovulmak için yeter şarttır âdeta.
Barrichello’nun da, takımın yıldızı Schumacher ile gerçek anlamda mücadele etmesi istenmez. 2002 Avusturya GP’sinde, Schumacher’in önünde, gerçekten hak ettiği bir zafere çok yakınken takım emriyle birinciliği feda etmesi istenir. Barrichello, son sekiz tur boyunca telsizden takım ile tartışır. Sonunda, yerini vermezse takımdan kovulacağı bile ima edilir kendisine. Rubens de kendisine yapılan haksızlığı tüm dünyaya göstermek için, Schumacher’e damalı bayrağa metreler kala yol verir ve olayı adeta bir skandala çevirir. Barrichello, Ferrari’deki altı yılında dokuz yarış kazanır; ancak bu zaferlerin hepsi Schumacher’in kazanamayacağı veya şampiyonluğunu garantiledikten sonraki yarışlarda gelir.
Ferrari, bu olaydan sekiz sene sonra, Massa’nın hak ederek kazanacağı 2010 Almanya GP’sinde, “Felipe, Fernando senden daha hızlı” mesajı ile galibiyeti Alonso’ya verir. Ve bu hamle, ölümcül bir kazadan sonra pistlere dönen Massa’nın takıma ve kendine olan güvenini yerle bir eder.
Bir başka ikinci adam örneği, Ayrton Senna’nın yanında üç sene yarışan Gerhard Berger’dir. Berger, “O çok takıntılı, antrenmanda bile onu geçecek olsam buna bozuluyor” dediği Senna ile ilk senesi boyunca (1990) mücadele etmeye çalışır. 1990 şampiyonluğundan sonra, kış ayları boyunca Berger binlerce kilometre test yaparken, şampiyon Senna, Brezilya’ya döner yaz tatilinin tadını çıkarır ve yeni otomobili bir kez bile test etmez. Sezonun ilk yarışı Amerika GP’sinin sıralama turları için Phoenix’in caddelerine çıkıldığında, Senna, Berger’e tam 2.3 saniye fark atar ve Berger o hafta sonu ‘gerçekte hiçbir zaman Senna’yı geçemeyeceğini’ anlar. Berger de tıpkı Barrichello gibi, sadece Senna’nın kazanamayacağı veya zaten şampiyon olarak piste çıktığı yarışları kazanabilir.
McLaren’de tam altı sezon boyunca (1996- 2001 arası) Mika Hakkinen ile beraber yarışan David Coulthard, emekliye ayrıldıktan sonra açık sözlü bir şekilde şu değerlendirmeyi yapar: “Günümdeysem, Michael’i (Schumacher) ile Mika’yı (Hakkinen) mağlup edebilecek kadar hızlı olabiliyordum. Ama şampiyon olabilecek istikrara sahip değildim ve hiçbir zaman da olamadım. Şampiyonlar, her yarışta aynı hızı ve performansı yakalayabiliyorken ben bunu senede sadece birkaç kez yapabiliyordum. Mesela, çok iyi bir tur attıktan sonra zaman tablosuna baktığımda Mika’nın genelde 0.2 saniye kadar benden hızlı olduğunu görürdüm. Piste geri döner, daha çok çabalar, onu geçerdim. Ama bir sonraki tur Mika yine 0.2 saniye önde olurdu. Evet, aramızda bu kadar ufak fark vardı. Ama o fark, çoğu zaman oradaydı. Zaten çok iyi bir yarış pilotu ile şampiyon bir pilotu ayıran fark da bu kadardır.’
2009-2013 arasında Red Bull’da birlikte yarışan Sebastian Vettel-Mark Webber ikilisi arasında da kontrat anlamında olmasa bile, algı anlamında çok net bir ikinci adam vardı: Webber. 2010 Türkiye GP’sinde çarpıştıklarında, kabahatin büyüğü Vettel’deydi. Takım yöneticileri tarafından suçlanansa Webber oldu ve sadece altı hafta sonra, Silverstone’da yeni ön kanadını takım kararı ile Vettel’e vermek zorunda kaldı. Vettel’in ön kanadı durup dururken kırılmıştı çünkü. O yarışı kazanan Webber, telsizden “İkinci pilot için kötü bir sonuç değil” mesajını gönderdi, hem takıma hem de tüm dünyaya. Çabuk aşınan Pirelli lastikleri ve egzozla beslenen difüzör sistemiyle Vettel gibi başa çıkmayan Webber, kontratında yazmasa da kendi kendine ikinci adam konumuna düştü. 2013 Malezya GP’sinde liderken, takım emri ile yerini koruyup yarışı kazanacakken, takım emrini dinlemeyerek kendisini geçen Vettel’e mağlup oldu. Vettel, tüm sene boyunca taraftarlar tarafından protesto edilse de kendisi için önemli olan şeyi almıştı: Malezya’daki galibiyeti!
İkinci adam rolünün en güncel örneği de Mercedes pilotu Nico Rosberg. Bir mühendis gibi çalışan Rosberg, -Coulthard’ın yorumundaki gibi- şampiyon Hamilton’dan doğal yetenek (saf hız) yönünden çok az farkla geride olmasının yarattığı farkı bir türlü kapatamıyor. Hamilton, son iki yılda toplam 20 yarış kazanırken, Rosberg -çoğunda Hamilton’ın sorun yaşadığı- sadece sekiz zafere imza atabildi. Daha da kötüsü, Hamilton’ın kazandığı 20 yarışın 16’sında ikinci sırada Rosberg vardı. Ayrıca Alman pilot, bu iki sezonda bir kere bile Hamilton’ı pist üstünde geçemedi. Sonuç mu? Hamilton için (neredeyse kesinleşmiş) iki şampiyonluk ve Rosberg için en iyi ihtimalle iki adet dünya ikinciliği.
Bu kadar ‘kaybeden’ gibi gözüken ikinci adam örneği üzerine, şampiyon gibi anılan bir ‘ikinci adam’dan da bahsetmek gerekiyor. Pek çok otorite tarafından ‘hiç şampiyon olamayan gelmiş geçmiş en iyi F1 pilotu’ olarak görülen Sir Stirling Moss, 1954-1957 arasında dört kez üst üste dünya ikinciliği elde etti. Tabii mağlup olduğu adam, gelmiş geçmiş en büyüklerden Juan Manuel Fangio idi.
İşin ilginç yanı, tam bir İngiliz centilmeni olan Moss’un 1958 şampiyonluğunu sportmenlikten ödün vermemek için kaybetmesiydi. O senenin Portekiz GP’sinde, rakibi Mike Hawthorn’u yarıştan atılabileceği bir ihlal soruşturmasında savunmuş ve Hawthorn’un yarış ikinciliğini korumasını sağlamıştı. Sene sonunda Hawthorn, Moss’un yardımıyla aldığı puanlar sayesinde Britanyalı ilk F1 dünya şampiyonu olarak tarihe geçerken, Moss da sonsuza kadar adı anılacak bir centilmen olarak gönüllerdeki yerini almıştı.
Bugünün acımasız ve kapitalist spor dünyasında bir daha böyle bir örnek görür müyüz? Hiç sanmıyorum. Ama kim bilir, belki de Beşiktaş’ın efsane başkanı Süleyman Seba’nın meşhur tabiri ile ‘şerefli ikincilikler’, hak edilmemiş, adil bir mücadele sonunda kazanılmamış şampiyonluklardan daha değerlidir.