Kültür

6 dk

Çoğumuzun gözünden kaçsa da okçuluk, Türkiye’nin en başarılı olduğu sporlardan biri. 1980'lerden bugünlere okçuluk mazimizde küçük bir tura çıkalım.

Ekol yaratmak, ülke sporunun başarılı olduğu konulardan biri değil. Olimpiyat tarihimizin iki temel direği güreş ve halter eski günlerini mumla arıyor. Futbolda bir ekol yaratamadığımızdan, basketbolda ise yanlış ekolü takip ettiğimizden dem vuruluyor. Bu hayıflanmaların uzağındaki tenha bir köşede ise 1980'lerin sonunda atılan okçuluk tohumları, düzenli olarak hasat vermeye devam ediyor.

Longines sponsorluğunda, Samsun'un ev sahipliğinde düzenlenen Okçuluk Dünya Kupası Finalleri dünyanın en iyi okçularını ağırlıyor. Ekim ayında gerçekleşen etkinlikte Sara Lopez'den Kim Woojin'e, Brady Ellison'dan Lee Woo Seok'a okçuluk dünyasının ağır topları bir bir sahne alırken 'bizim çocuklar'ın sayısı da azımsanamayacak miktarda. Makaralı yayda dünya 1 numarası Yeşim Bostan, bu prestijli etkinliği 2015'te kazanan Demir Elmaağaçlı, klasik yayda son Avrupa Şampiyonu Yasemin Ecem Anagöz ve bu sezon Dünya Kupası'nın Berlin etabını kazanan Mete Gazoz, Samsun'da ok atan altı sporcumuzun en afilileri.

Gazeteci Şevket Furkan Erbay’a göre, bu rekabetçi seviye, ülke sporunun çok da alışık olduğu bir denklem değil: "Dünya kupası etaplarında ok atan, tur atlayan, çeyrek-yarı final gören ve yer yer de madalya alan, dünya çapında yaklaşık 10 sporcu var. Elit seviyede bu miktar oldukça değerli. Teniste bir kişi var mesela: Çağla Büyükakçay. Atletizmde 7-8 uluslararası atletten bahsedebiliriz. Bütçesi küçük, kendi yağında kavrulan bir federasyon için büyük bir başarı bu."

Filizlenmeye devam eden okçuluk ağacımız, 1980'lerin ikinci yarısında kök salmaya başlamış. 25 sene antrenör olarak Türkiye okçuluğuna hizmet etmiş, bugünlerde de federasyon yönetim kurulunda yer alan Cumhur Yavaş, hafızasında küçük bir tura çıkıyor: "Uğur Erdener, 1983'te federasyon başkanı oldu ve okçulukta bir atılım yapma gereği doğdu. 1987'de onun temaslarıyla İtalyan çalıştırıcı Mario Codispoti'yle anlaşıldı."

Codispoti'nin ekibinde görev yapan Yavaş o dönemki değişimi, "Klasik antrenman şekilleri bitti, kamplar başladı. Hiçbir sporcunun kendi ilinde yeterli seviyede antrenman yapmadığına inanıyorduk. Bu yüzden mümkün olduğunca sporcuları kamplarda tutmaya çalıştık ve akabinde o seviyelere gelindi" şeklinde açıklıyor. Bahsettiği seviyeler, bugün de gediklisi olduğumuz podyum basamaklarından aşağısı değil. 1990'da kadın takımının aldığı Avrupa üçüncülüğünü ertesi sene Zehra Öktem'in bireyselde elde ettiği dünya üçüncülüğü izledi. Takip eden on senede de takım ya da bireyselde podyumu alışkanlık hâline getiren bir ülkeye dönüştük.

Altın yılların en büyük iki dönüm noktası, 1996 Atlanta ve 2000 Sidney olarak işaretlenebilir. Atlanta'da Natalia Nasaridze, Elif Altınkaynak ve Elif Ekşi'den oluşan kadro, yarı finalde Almanya'ya, bronz mücadelesindeyse Polonya'ya boyun eğdi. Madalyayı kıl payı kaçıran o takım, birçok spor sevdalısı gibi Erbay'ı da etkilemiş: "O takım, benim de bu spora ilgi duymamı sağlayan ekipti. O zamana dek halter ve güreş dışında, atletizmdeki tek madalya hariç bir madalyan yok. Yalnızca 12 madalya veren bir sporda bu seviyeye çıkmak çok acayipti ve görülmemiş bir şeydi."

Yasemin Ecem Anagöz

Yasemin Ecem Anagöz

Bireyseldeyse Altınkaynak yine dördüncülükte takıldı. Müsabakayı yerinde izleyen Yavaş, o anları şöyle anımsıyor: "Elif dondu kaldı. Uzun bir süre konuşmadık, sadece teselli etmek adına kelimeler sarf ettik; cümle bile değil, kelimeler yalnızca." Ferdi ya da takım mücadelesini bir basamak yukarıda bitirip olimpiyat madalya yelpazemizi bir spor dalı genişletmek nasıl bir anlam ifade ederdi? "Çok üzüldük; çünkü bir olimpiyat madalyası gelse okçuluk tarihi çok farklı yazılabilirdi." Dört sene sonra Sidney'de hem kadın hem erkek takım için kota alan Türkiye, sırasıyla dördüncü ve beşinci sırayı alarak görüş mesafesindeki madalyayı kapamadan yurda döndü. Nesil geçişinin doğal bir sonucu olarak bir süre duraklama dönemine giren okçuluk, son yıllarda yeniden yükselişe geçti.

Samsun'daki finaller sırasında sohbet etme imkânı bulduğum milli takımlar teknik koordinatörü Göktuğ Ergin'e göre bugünlerin ilk adımları beş sene önceye dayanıyor: "2013'te bir gelişim planı vardı, bu planı harfiyen uygulamaya devam ediyoruz. Hem yaş hem kariyer olarak büyüyorlar, kazanmayı öğreniyorlar. Biz onlara okçuluğun ne olduğunu, profesyonel bir sporcunun nasıl yaşaması gerektiğini öğrettik. 24 saatlerini planlayarak birlikte yaşıyoruz, aile gibi olduk diyebilirim."

Eski bir antrenör olarak Yavaş da son dönemdeki başarılarda Göktuğ Ergin'in hakkını teslim ediyor: "Yoğun kamp süreçleriyle bugünlere gelindi. Göktuğ şu an 365 günün yaklaşık 310'unu kampta geçiriyor." Samsun’daki finallerin ertesi günü Antalya'da başlayan 18 günlük kamp süreci, milli takımın çalışma temposunu ortaya koyuyor.

Artık hedef, ülkedeki okçuluk kültürünü olimpiyat madalyasıyla taçlandırmak. Kota yılı olan 2019'da hem bireysel hem de takımda vizeyi cebe koyup Tokyo'ya rahat hazırlanmak, milli takımın başlıca gayesi. Yasemin de Mete de iddialı olduklarını dile getirmekten çekinmiyor. Erbay'a göre de hayal kurmak için erken değil: "Çocuklar çok özgüvenli. Yasemin ve Mete, herkese karşı ok atabileceklerini kanıtladılar. Olimpiyat farklı bir yer, Kore hegemonyasını kırmak kolay değil ama Yasemin ile Mete iki yıl sonra da bu seviyede kalırlarsa, Tokyo'da madalya adayı olurlar."

Socrates Dergi