
Kumarbaz
17 dk
Bazılarına göre sigara tiryakisi bir kumarbaz, bazılarına göre ise bir münzevi. Fakat hakkında herkesin birleştiği bir nokta var: Ernst Happel futbol tarihinin en etkileyici beyinlerinden biri…
Ajax, 22 yıl sonra Kupa 1'de finale yükselmişti. Rakip Milan'dı. Final öncesinde NRC gazetesinin konuğu ise Gianni Rivera'ydı. Ajax, 1970'lerde art arda üç kupa kazanmıştı fakat ilk finaline 1969'da yine Milan karşısında çıkmış ve sahadan 4-0'lık mağlubiyetle ayrılmıştı. O maçın kahramanı, 22 Mayıs 1995'te Guus van Holland'a o günü biraz 'bencilce' anlatıyordu. Çok iyi oynadığını tekrarlıyor, Ajax oyuncularının adlarını hatırlamakta güçlük çekiyordu. Sohbetin en uç noktası ise "O takımı Rinus Michels mi çalıştırıyordu?" sorusuydu. Sonlara doğru ise hayranlık duyduğu ilk Hollanda takımını dilinin altından çıkarıyordu: "Bir sene sonra Feyenoord'a elendik çünkü Ajax'a göre daha kompakt, sert ve olgun bir takımdı. Muhteşem oyuncuları vardı." Rivera haklıydı. Ajax'tan önce Feyenoord vardı. Avrupa'nın zirvesine giden başarılı dönemin altındaki imza dikkat çekiyordu: Ernst Happel.
9 Haziran 1949, Brezilya… Rapid Wien, Brezilya turnesinin ilk maçında Vasco de Gama'ya 5-0 mağlup olmuştu. Avusturya takımının antrenörü Hans Pesser ve genel menajer Franz 'Bimbo' Binder, kafa kafaya vermiş, Viyana'da nasıl hesap vereceklerini düşünmeye başlamışlardı. İkili çizgi savunmadan vazgeçecekler ve defans hattının arkasına bir oyuncu koyacaklardı. Presser, "Liberonun kim olacağını düşünmedik bile" diyordu. Rapid Wien, artık sahaya savunmacı Max Merkel ve 'süpürücü' Happel ile çıkacaktı.
Merkel-Happel ikilisi, Rapid'in kazandığı dört lig şampiyonluğunda önemli rol oynasa da Merkel, sadece bir kez milli takım formasını giymişti. Happel ise Avusturya'nın da vazgeçilmeziydi. Tartışmasız ülkenin en iyi savunma oyuncusuydu, ta ki 1954 Dünya Kupası'na kadar… Avusturya, 1954 Dünya Kupası'nda yarı finale kadar takılmadan gelmişti. Fakat Almanya karşısında 6-1'lik felaketle sahadan ayrıldılar. Kaleci Zeman, liberoHappel ve kaptan Ocwirk suçlular listesindeydi. Hatta Happel ile Zeman'ın şike yaptığını söyleyenler dahi vardı. Happel, bu suçlamaları kaldıramadı ve Fransa'ya gitme kararını aldı. RC Paris'te geçirdiği bir sene sonunda ev hasreti ağır bastı, Rapid'e döndü. 1958 Dünya Kupası'nda kadroya girdi ve bir sene sonra da futbolu bıraktı. Rapid Wien antrenör Pesser, onu şöyle anlatıyordu: "Daha gençken bir futbol peygamberiydi. Maçlardan önce arkadaşlarına talimatlar verir, konsantre olmaları için elinden geleni yapardı. Onlar da Happel'in dediklerini dikkate alır ve yapmak zorunda hissederlerdi. Doğuştan bir liderdi." Bıraktığı bu etki, aslında Ernst'in yeni yol haritasını çizmişti…
"Happel'e yenildim!"
Hollanda Ligi'nde 1961-1962 sezonu bittiğinde, ADO Deen Haag 15. sıradaydı ve küme düşmekten sadece bir puanla kurtulmuşlardı. Bu esnada devreye 'Bimbo' Binder girdi. ADO'yu kurtarabilecek kişi olarak Happel'in ismini vermişti. 36 yaşındaki yeni yetme antrenör, ADO'yu dipten çıkardı ve 1964-1965'te üçüncülüğe taşıdı. Oynattığı futbol, takdir görüyordu. Bunları yaparken sık sık tartıştığı Pesser'in sert üslubunu koruyordu. Tabii yeteneklerine başvurduğu da oluyordu. Bunun en simgesel ânı, yağmurlu bir günde yaşandı. Oyuncular sahaya çıkmak istemiyordu. Happel, direğin üstüne bir kutu koydu, 30 metreden kutuya 'pasını' gönderdi ve oyuncularına döndü: "Yaptığımı yapan evine gidebilir!" Antrenman devam etti… ADO kariyerindeki en büyük başarısını kazandığında tarihler 1968'i gösteriyordu. Ligi dördüncü bitirmiş ve Ajax'ı yenerek Hollanda Kupası'nı kazanmışlardı…
1960'lara ülkenin en iyi takımı olarak giren Feyenoord, Ajax tehlikesinin farkına varmaya başlamıştı. Rinus Michels'in evlatları, hem yetenekleriyle hem de oynayış şekilleriyle dikkatleri çekmişti. Feyenoord yetkilileri, bu rekabette onları ayakta tutacak kişi olarak Happel'i seçtiler. Avusturyalı antrenörün ilk işi, memleketlisi Franz Hasil'i transfer etmek oldu. Hasil ile Willem van Hanegem ve Wim Jansen'in oluşturduğu orta saha hattını güçlendirecek, 4-2-4 sisteminin etkin olduğu dönemin Avrupa futbolunda üstünlük sağlayan taraf olacaktı. İlk sezonunda ligde şampiyonluğu Ajax'a kaptırdı ama Michels'in ekibini yenen tek takım olmayı başarmıştı. Ligin kaderini belirleyen maçta da 3-1 öne geçmelerine rağmen Eddy Treijtel'in yediği hatalı gollerle 3-3'lük skorla sahadan ayrılmışlardı. Bu karşılaşmada orta saha üçlüsü ile sağladıkları üstünlük, birçoklarına göre 4-2-4 dizilişini kullanan Michels'e bile ilham vermiş ve 1970'lere damga vuracak Ajax'ın 4-3-3'üne öncülük etmişti. Esas patlamayı ise Avrupa Kupası'nda yaptılar. İkinci turda bir sezon öncenin şampiyonu Milan'ı elediler ve finale kadar devam ettiler. Finalde, 1960'larda büyük iz bırakan, 4-2-4'ün en iyi uygulayıcısı olarak gösterilen Jock Stein'in Celtic'inin karşısına çıkmışlardı. Uzatmalarda buldukları golle Kupa 1'e uzanan ilk Hollanda takımı oldular. Stein maç sonunda şunları söylüyordu: "Celtic, Feyenoord'a yenilmedi; ben, Happel'e yenildim!"

Happel'in ilham verdiği isimlerden biri de Rinus Michels'ti...
Happel, Avrupa'da yeni bir döneme ışık tutmuştu. Bunun yanında bütün sorumluluğu omuzlarına yüklediği ve "Beckenbauer'e tercih ederim" dediği liberosu Rinus Israel ile kanat oyuncusu Coen Moulijn de sistemin diğer büyük parçalarıydı. Öyle ki Avusturyalı, taktiklerini soranlara şunu söylüyordu: "Taktik mi? Sadece Rinus, Willem ve Coen." Aslında Happel'in belirli bir sistemi de yoktu. Maç içinde rakibe göre değişen bir oyun yapısını sahaya yansıtma taraftarıydı. Israel, "Oyunu onun gibi okuyan bir antrenör yoktu" diyordu. Van Hanegem de arkadaşıyla aynı fikirdeydi: "Taktiği açıklaması sadece 10 dakika sürerdi. Rakibe dair her şeyi o 10 dakikada anlatırdı. Bugünlerde bakıyorum da antrenörler tahtaya renkli kalemlerle resimler çiziyorlar. Her koşu yolu için özel bir renk… Ama hiçbir şey bildikleri yok."
Büyük antrenörlerin fark yarattığı oyuncu yönetme hususunda da kendine has yöntemleri vardı. Sık sorun yaşadığı isim oyun kurucusu Van Hanegem'di. Salı günkü sert kondisyon idmanları Van Hanegem'i kızdırıyor ve Happel de onu antrenmandan atıyordu. Ama Happel durumdan çok şikâyetçi değildi: "Futbolcuyken hiçbir antrenörün otoritesine teslim olmadım. Eğer böyle bir oyuncuysanız kulübeyle karşı karşıya gelirsiniz. Van Hanegem gibiydim işte…"
O sene kıtalararası kupayı da müzeye getiren Feyenoord, bir sezon sonra da lig şampiyonluğunu Avrupa şampiyonu Ajax'ın elinden alıyordu. Happel, artık kendisini kabul ettirmişti. Daha büyük bir takıma gitmesi düşünülüyordu ki sürpriz bir karar aldı. 1973'te İspanya İkinci Ligi'nde oynayan Sevilla'nın başına geçti. Antrenörlük hayatının ilk hayal kırklığı oldu bu tecrübe. Oğlu Ernst Happel Jr. durumu iletişime bağlıyordu: "İspanyolca onu zorladı. Çoğu zaman futbolcuların ismini bile unutuyordu." 1974'ün ocak ayında İspanya macerasına son veren Happel, yine orta sınıf bir Avrupa takımını gözüne kestirmişti. Hollanda'ya biraz yaklaştı ve Belçika'da Club Brugge binasının önüne park etti.

1978 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali'nden... Ernst Happel'in çalıştırdığı Club Brugge, Liverpool karşısına çıkıyor.
Liverpool Kâbusu
"Tempo, tempo, tempo ve hücum!" Roger van Gool, Happel'in sistemini böyle açıklıyor. Georges Leekens ve Raoul Lambert gibi kalburüstü oyuncuların yanına Rene Vandereycken, Van Gool ve Birger Jensen gibi isimleri ekleyen Happel, kısa sürede etkili bir takım ortaya çıkarmayı başardı. 1975-1976 sezonunda başladıkları şampiyonluk zincirine, 1978'e kadar üç halka ekledi ve dahası Avrupa sahnesinde önemli işlere imza attı. 1976'da Milan, Roma ve Hamburg'u geçip UEFA Kupası Finali'ne çıktılar. Rakip Liverpool'du. İlk maçta Anfield'da 2-0 öne geçseler de 3-2'lik mağlubiyetten kurtulamadılar. Rövanş ise 1-1 bitti ama Lambert'in son dakikalarda direkten dönen topu, akıllarda bir 'acaba' bırakmıştı. 1977-1978 sezonu ise daha büyük bir hikâyeye sahne olacaktı. Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalinde Atletico Madrid'i geçtiklerinde, Juventus karşısında şanslarının olmadığı düşünülüyordu. İlk maçta Juventus'un genç antrenörü Giovanni Trapattoni ile Happel arasında geçen satranç maçını, Antonio Cabrini hamlesi ile Trapattoni kazandı: 1-0. Rövanş ise Happel'in zaferiyle sonuçlandı ve Brugge, uzatmalarda bulduğu golle 2-0'lık skoru yakalayıp finale çıktı. Finalde rakipleri bir kez daha Liverpool'du. 1970'lerin sonuna damga vuran Bob Paisley'nin takımı açık ara favoriydi ve Kenny Dalglish'in golüyle kupayı ikinci kez kazandılar. Brugge'ün fizyoterapisti Eddy Warrinier'ye göre Happel o finale inanmamıştı: "Wembley'de takımın form durumu iyi değildi, eksiklerimiz vardı ve Happel de yenileceğimizi anladı. Londra'ya pazartesi gitmiştik, Happel'i ancak çarşamba günü görebildik."
Buna rağmen Brugge'de bıraktığı etki büyüktü. Daha sonraları antrenörlük de yapan savunmacı Leekens, "Antrenmanları bir saat sürerdi. Ne daha fazla ne de daha az. Ama çok şiddetli geçerdi" diyordu. Van Gool ise onun mantalitesini bir maç üzerinden anlatıyordu: "1975'te -Belçika Kupası'nda- Antwerp'le oynuyorduk. 2-1 yeniktik ve 10 kişi kaldık. Normal bir antrenör kalesini kapatır ve kontralarla 2-2'yi arar. Ama Happel bunu yapmadı. Liberomuz Krieger'i ileriye attı ve tek savunmacı ile oynadı. 4-2 kazandık." Happel, yine elindeki hamura şekil vermeyi başarmıştı. Ofsayt taktiği, dar alanda oynanan oyun ve baskılı futbol… Brugge'de de 'sevgi-nefret' ilişkisi kurduğu oyuncusu vardı tabii: Danimarkalı kaleci Jensen.
3 Eylül 1974'te Endonezya ile oynanacak hazırlık maçı için milli takımdan davet alan kaleci, Happel'in yanına gitti:
— Bayım, milli takıma gitmem gerek
— Kiminle oynayacaksınız?
— Endonezya.
— Orada futbol mu oynanıyormuş? Hindistan ceviziyle mi?
O takımda oynayanlar Happel'e karşı çıkan tek ismin Jensen olduğunu anlatıyor. O da bunu doğruluyor ama ekliyor: "Liverpool maçından sonra yanıma geldi ve omzuma dokundu. Bu, onun dilinde 'İyi iş çıkardın' demekti." Sert yüzünü gösterdiği sadece futbolcular da değildi. Bir zafer sonrasında soyunma odasındaki kutlamaya ağzında sigara ile gelen belediye başkanını kovan da sigara tiryakisi Happel'di…

Rensenbrink'in bu denemesi golle sonuçlansaydı, Happel'in kariyerinde bir de Dünya Kupası olacaktı...
"Diktatörlük korkunçtur"
Hollanda, 1974 Dünya Kupası'ndan sonra Michels ile yollarını ayırmış ve George Knobel ile kâbus dolu bir Avrupa Şampiyonası geçirmişti. Üstelik Johan Cruyff da milli takımı bıraktığını açıklamıştı. 1978 Dünya Kupası'nda dört yıl önce bıraktıkları etkiyi devam ettirmek istiyorlardı. Happel, 1977'de milli takımın başına geçti. Cruyff'un yokluğunu Anderlecht formasıyla Avrupa'yı sallayan sol açık Rob Rensenbrink ile doldurmayı düşünüyordu.
Kupa öncesi hesaplarını alt üst edense eski öğrencisi Van Hanegem oldu. Oyun kurucu, Dünya Kupası'na gitmeyeceğini açıkladığında Happel'in yeni planlar yapması gerekiyordu. Üstelik tek sorun saha içinde de değildi.
Arjantin'deki cunta rejimi, dünyanın birçok yerinde tepkiyle karşılaşıyordu. Bu tepkilerin en şiddetli olduğu yerlerden biri de Hollanda'ydı. Öyle ki ülkelerini orada görmek istemeyen Hollandalıların sayısı hiç de az değildi. Happel bu durumla ilgili şu yorumu yapacaktı: "Diktatörlük korkunç bir şey. Bunu, bizzat tecrübe ettim. Ama Arjantin'deki durumu sorarsanız hiçbir şey bilmiyordum. Eğer oraya gittiysem bu, faşist olduğum anlamına gelmez. Rapid Wien'de oynarken de benzer bir durum olmuştu. Sovyetler Birliği'ne maç yapmaya gittiğimiz için 'komünist' demişlerdi." Happel, Nazi işgalindeki Avusturya'da futbol hayatını sürdürmüştü ve Hitler Gençliği'ne üye olmanın şart koşulduğu Rapid Wien'de forma giymişti. "Orada oynamak için bunu yapmak zorundaydınız. Evet, ben de ne için çalıştıklarını bilmeden bunu yaptım. Toplama kampları mı? Hadi ama, o zaman hiçbir şey bilmiyorduk" sözleriyle kendisini savunsa da bu durum, zaman zaman karşısına çıkmıştı. Hollanda, grup maçlarında bekleneni veremedi. İran'ı 3-0 yenseler de Peru'yla berabere kaldılar, İskoçya'ya da yenildiler. Yine de ikinci tura çıkmayı başarmışlardı. Happel, alametifarikasını bu turda gösterdi. Avusturya ile oynayacakları ilk maç öncesinde meşhur kısa maç konuşmasını yaptı ve belki de Hollanda'dan daha iyi tanıdığı Avusturya takımının bütün eksiklerini anlattı. Sonuç 5-1'di. Birçoklarına göre Hollanda dönmüştü. Rakip yarı sahaya kadar yükselen savunma çizgisi, ofsayt taktiği ve hızlı futbol prensipleri yine sahadaydı. Oyundaki güvence olarak gördüğü libero görevini ise Ruud Krol'e emanet etmişti. İkinci maçta Federal Almanya ile berabere kaldılar. İtalya ile oynayacakları son maç, kaderlerini belirleyecekti.
Hollanda, İtalya karşısında ilk yarıyı mahkûm oynadı. Özellikle Franco Causio, Hollanda savunmasını çok hırpalamıştı. Happel, alışıldık dokunuşunu ikinci yarıya sakladı ve ilk yarıda Krol'le yan yana oynattığı Arie Haan'ı orta sahaya sürdü. İtalyan antrenör Enzo Bearzot ise ilk yarının yıldızı Causio'yu kenara alarak sonunu hazırlamıştı. Hollanda, kontrolü altına aldığı maçı, Haan'ın akıl almaz vuruşuyla 2-1 kazandı ve finale çıktı. Finalde Arjantin'e direnseler de kazanan ev sahibi olacaktı. Ernst Happel'in Dünya Kupası hayalleri, Rensenbrink'in direkten dönen dokunuşuyla suya düşecekti…
Happel, 1978 yazında hem Brugge'den hem de Hollanda'dan ayrıldı. Büyük başarılardan sonra yine bir 'izin' mesaisine başlayacaktı. 1979'un ocak ayında sanayici ve politikacı arkadaşı Pierre Leno'nun ricasıyla Belçika İkinci Ligi'ndeki KRC Harelbeke'nin başına geçti ve altı ay takımın başında kaldı. Senaryo, Sevilla'dakiyle aynıydı…
Birinci Lig zamanı gelmişti. Belçika'da kaldı ve Standard Liege'in başına geçti. Eric Gerets, Michel Renquin ve Michel Preud'homme gibi ilerleyen yıllarda iz bırakacak gençlerin olduğu takımla hiç şampiyon olamasa da bir Belçika Kupası elde etti. Futbol anlayışında bir değişiklik olmamıştı. Üstelik bu oyun tarzı, günün birinde Happel'i yine zirveye taşıyacaktı…

Happel & Netzer ortaklığı Hamburg'un altın çağını başlatacaktı...
İleri!
Günter Netzer, görkemli futbolculuk kariyerini 1977'de noktaladığında bir daha futbol atmosferine dâhil olmayı düşünmüyordu. Fakat bir yıl sonra beklemediği bir teklif aldı. Hamburg Başkanı Paul Benthien, takımın menajeri olmasını istiyordu. "Bunu yapamam" dese de görevi kabul etti ve 1978'de yeni hayatına başladı. İlk mesai arkadaşı Branco Zebec'ti. Şampiyon da oldular, Şampiyon Kulüpler Kupası'nda finale de yükseldiler ama hem oynanan defansif futbol hem de Zebec'in alkol sorunları efsane 10 numaranın midesini bulandırıyordu. "Bir menajerin en önemli görevi doğru antrenörü bulmaktır" diyen Netzer, hayalindeki ismi bulacaktı: "Standard Liege'in bir maçını izlemek için stadyumdaydım. Ofsayt taktiğini kullanışları, rakibe alan bırakmayan, onları kendi sahalarına hapseden oyunlarına âşık olmuştum."
Happel, 1981-1982 sezonunun başlamasına altı hafta kala Hamburg'a ayak bastı ve Zebec'ten miras kalan 'zararlı' alışkanlıkları gidermek için işe koyuldu. Yakın dönemde So Foot'a konuşan Netzer, "O, takımını kendisi kuran bir antrenör değildi. Elindeki malzemeyi en iyi şekilde kullanmayı başarırdı" diyordu. Takımın 'dev' santrforu Horst Hrubesch ise Happel yönetimindeki ilk hazırlık maçlarını şu sözlerle hatırlıyordu: "Bırakın bu boktan futbolu, ileri oynayın!" Takım yavaş yavaş istediği seviyeye geliyordu. ABD'den Almanya'ya dönüp Hamburg'a transfer olan Beckenbauer'in artık yaşlandığını ve ağırlaştığını düşünen Happel, onu orta sahaya çekmiş, 'baş tacı' liberosu olarak Holger Hieronymus'u seçmişti. Takımın kalecisi Uli Stein ise "O zamanlarda bile benim bir libero kaleci gibi oynamamı isterdi" diyordu. Happel'in sahada istedikleri; sağ bek Manfred Kaltz, sol bek Bernd Wehmeyer, oyun kurucu Felix Magath ve santrfor Hrubesch gibi oyuncularla birleşince, 95 golle Almanya şampiyonu olmayı başardılar, UEFA Kupası'nda ise finale yükselseler de Göteborg'a kupayı kaptırdılar.
Bundesliga'da 30 Ocak 1982'de çıktıkları 'yenilmezlik' yolculuğu tam 36 maç sürdü. 29 Ocak 1983'te Werder Bremen'e mağlup olduklarında Happel rahatlamıştı: "Tanrıya şükür! 'Ne zaman yenileceğiz?' sorusundan kurtulduk." Seriyi bozan Bremen ile ligde de çekiştiler ve averajla da olsa ikinci kez üst üste şampiyon olmayı başardılar. Fakat 1982-1983 sezonunun en görkemli hikâyesi, Almanya sınırlarının dışında yaşandı. Dinamo Kiev ve Real Sociedad gibi dönemin güçlü takımlarını geçen Hamburg, finalde Juventus'un karşısına dikildi. 1982 Dünya Şampiyonu İtalya'nın ilk 11'inden altı oyuncu ve Michel Platini ile Zbigniew Boniek gibi kupanın diğer yıldızlarını kadrosunda bulunduran Juventus kuşkusuz favoriydi. Ama Happel'in İtalyanlara ve Trapattoni'ye yine bir sürprizi vardı.
Atina'da oynanacak final öncesinde bir golf sahasında oyuncuları ile toplantı yapan Happel'in planları hazırdı. Sahaya çıktıklarında İtalyan stili şık takım elbiseleri ile arzıendam eden Juventus'lu futbolcuları sadece takım eşofmanı giymiş oyuncularına işaret ederek, "Şimdiden kutlamaya başlamışlar" diyordu. Maç başladığında Trapattoni, büyük bir şokla karşılaştı. Genelde sol forvet pozisyonunda oynayan Lars Bastrup'u savunması için Claudio Gentile'yi görevlendirmişti. Fakat Happel, Bastrup'u sağ forvete göndermiş ve dönemin 'adam adama savunma' şartları gereği sağ bek Gentile de onunla birlikte bölgesini terk etmişti. Happel hem Juventus'un sağ tarafında bir gedik açmış hem de bu açığı kapatmakla görevli, Juventus hücumlarını yaptığı koşularla rahatlatan Tardelli'yi kendi savunmasına mahkûm etmişti. Dakikalar henüz 9'u gösterirken Magath, açılan sağ koridorda topu aldı, düzeltti ve harika bir vuruşla topu Dino Zoff'un ağlarına gönderdi. Birçok kişi Zoff'u suçlasa da, senaryo tamamen Happel'in istediği gibi ilerlemişti. Trapattoni, bir kez daha tuzağa düşüyordu.
"Hamburg görkemli bir kadroya sahip değildi ama başlarında Happel vardı. Belki de Avrupa'nın en iyi antrenörüydü. Eğer Trapattoni'nin bir 'Kara Canavarı' ('Belalı' anlamında bir terim) varsa, o da Happel'di. O olmasa iki Avrupa Kupası daha kazanabilirdim." Trapattoni, otobiyografisinde bunları yazmıştı. Happel'in takımı o gün Tardelli ile bağlantıları kopan Paolo Rossi ve Michel Platini'yi de sahadan silmiş, harika bir maç çıkaran Stein'in de katkılarıyla Avrupa'nın en büyüğü olmuştu. Happel, zaferi dans ederek kutluyordu. Kaleci Stein ise şaşkındı: "Papa'yı mayoyla görmek gibi bir şeydi…"
Happel, Hrubesch'in tabiriyle "Kendisi için ateşe atlayacak" bir ekip yaratmıştı. Üstelik önceki takımlarında olduğu gibi sevgi-nefret ilişkisi kurduğu bir oyuncusu da yoktu. O yaz Barcelona ve Real Madrid'den gelen teklifleri reddetmişti. Fakat Napoli kapısını çaldığında biraz kafası karıştı. Yıllık 300 bin mark kazanan Avusturyalıya, tam bir milyon teklif ediliyordu. Devreye Netzer girdi: "Bay Happel, boş verin. Onların dilini bilmiyorsunuz, oyuncularınızla konuşamazsınız. Üstelik Maradona antrenmanlara bile gitmiyor, kendi özel antrenörü ile çalışıyormuş." Bu sözler Happel'in aklını çelmeyi başarmıştı. Ama Viyana aksanı, Felemenkçe, İngilizce ve Almanca sözcükleri birbirine karıştırıp oyuncuları ile iletişime geçen Happel için Netzer'in dedikleri ironikti: "Çok konuşmazdı. Konuştuğu zaman da dediklerini anlamakta zorlanırdım."
Netzer'in antrenörünü memnun etme yolları farklıydı. Kumar tutkunu olan Happel için kamp yerlerini Güney Fransa'nın casino'larıyla ünlü kasabaları arasından seçiyordu. Birçok kişi tarafından dile getirilen 'alkolik' sıfatı ise Netzer'e göre abartıydı: "Kumarda nerede durması gerektiğini çok iyi bilirdi. Bunu ancak gerçek oyuncular yapabilir. Alkol hikâyeleri çok anlatılır ama sizi temin ederim antrenmanlara ilk gelen ve sahayı en son terk eden hep Happel olurdu."

Happel ve Hamburg'daki ganimetleri...
Veda
Happel-Netzer ortaklığı, 1986'da Netzer'in görevi bırakmasıyla son buldu. Bir sene sonra da Happel, Almanya'dan ayrıldı. Akciğer kanseri teşhisi konduğunda antrenörlüğe devam ediyordu. "Kendi ülkemde ölmek istiyorum" dedi ve Avusturya'ya dönerek Tirol'ü çalıştırdı. İki şampiyonluk kazandı ama Avrupa zaferleri çok uzakta kalmıştı. Real Madrid'e 9-1 yenildikleri maç, en can yakanıydı. Kariyerinin son Avrupa Kupası maçına ise 11 Aralık 1991'de belalısı Liverpool karşısında çıktı ve elendi. Son olarak Avusturya'nın başına geçti. 28 Ekim 1992'de takımın başında son maçına İsrail karşısında çıktığında artık çökmüş durumdaydı. 5-2 kazandıkları 90 dakikadan 17 gün sonra ise hayata veda etti.
Son döneminde onu ziyaret eden Van Hanegem, "Onu o kadar hasta görmek üzücüydü" diyordu. Oğlu ise "Zaman zaman birbirlerinden nefret ederlerdi ama Van Hanegem babamın cenazesinde yavru köpekler gibi ağlıyordu" diyecekti. Bir diğer 'dost-düşman' Jensen ise cenazesinde hiçbir Brugge'lü oyuncunun olmamasını utanç verici olarak adlandırıyor ve ekliyor: "Yalnız bir adamdı. Dostları, bir paket sigara ve konyak şişesiydi." Aynı takımın oyuncusu Julien Cools ise aynı fikirde değil: "Kızım öldüğünde henüz altı yaşına basmamıştı. Her antrenmana geldiğinde Happel onu kucağına alır ve severdi. Çok üzülmüştü. Yıllar sonra verdiği röportajlarda bile onu en çok üzen şeyin bu olduğunu söylüyordu. Herkes soğuk olduğundan bahseder ama ben onun ne kadar büyük bir kalbi olduğunu biliyorum."
İki ayrı takımda Kupa 1'i kazanan ilk antrenör olan Ernst Happel, ismini verdiği stadyum dışında dünya futboluna birçok miras bıraktı. Feyenoord'lu taraftarlar hâlâ onun heykeline selam verip yollarına devam ettiklerini söylüyorlar. Kumar sevdasının kariyerine katkı yaptığını düşünenler bile var, Belçikalı öğrencisi Vandereycken gibi: "Kumar zekâsı, özellikle İtalyan takımlarına karşı ona üstünlük sağlıyordu. Bu hamleleri, takıma harika yansıtırdı."
"Büyük futbolcudan büyük antrenör olmaz!" iddiasını çürüten isimlerden olan Ernst Happel'i oyun zekâsı, antrenman metotları ya da futbol felsefesinden çok futbol sevgisi ayakta tutmuştu. Vefatına günler kala İsrail maçına çıktığında yanında olan yardımcısı Didi Constantini, onunla son anısını anlatırken bunu vurguluyordu: "Dondurucu bir soğuk vardı. İki kalın montu üst üste giymişti ama titriyordu. Kendi montumu çıkardım, daracık kalmış omuzlarını sardım. Bana bakıp göz kırptı. Futbol onun hayatıydı."