Kurtuluş mu Batmak mı?

12 dk

Bir alt kümeye düşmek, çoğu zaman başarısızlık olarak algılanır. Ama bazı takımlar için bu alışılmış bir durumdur, bazıları içinse yükselişin başladığı nokta. Tabii planlar sağlam yapılırsa...

Şubat 2016'da Socrates’in 11. sayısında‘asansör’ realitesinden bahsederken toplamda beşer kere düşüp çıkan 1. FC Köln taraftarlarının, bu ‘asansör takım’ realitesini neşeyle sahiplenmelerinden söz etmiştim. Düşüp düşüp çıkmanın muhabbeti içinde şu tribün şarkısını yaratmışlardı: “Önce bir düşeriz / Sonra geri çıkarız / Sonra yine düşeriz / Sonra yine çıkarız / Böyle böyle neşemizi buluruz / Kafayı yemişiz çünkü biz.

FC Köln, geçen sezon, çeyrek yüzyıl sonra Avrupa kupalarına katılmayı başarmıştı. Bugünse sonuncular ve tekrar düşmelerine kesin gözüyle bakılıyor. Ancak kulüp, henüz daha 3 puana sahip oldukları 14. haftada gayet soğukkanlı bir beyanat vererek, bütün oyuncuların (millî oyuncu Jonas Hector dâhil!) sözleşmelerinin 2. Lig için de geçerli olduğunu duyurdu. Soğukkanlılar çünkü düşmeye, çünkü dolayısıyla yeniden çıkmaya alışıklar. Şerbetli olmanın özgüveni...

Düşme Tatili

Böyle kaşarlanmış asansörlerin yanında, hayatta bir defalık bir tecrübe olarak düşüp aynen geri çıkanlar var. Mesela şike skandalı neticesinde küme düşürülen koca Juventus, 2006-07’de Serie B’de sefa sürmüştü. Başta Buffon, as oyuncularının çoğu kulübe sadık kaldılar, ‘Yaşlı Hanımefendi’ rahatça şampiyon olup geri döndü. Cürmünün bedelini ödemiş olmanın vakarını kazanmış olarak.

2011 yaz başında, 33 kez Arjantin şampiyonu olmuş River Plate, 110 yıllık tarihinde ilk defa küme düştü. Taraftarlar kabullenemediler, nümayişlerde 70 kişi yaralandı. Fakat hayat devam etti, ertesi sezon hemen geri çıktılar, bu sırada 60 bin kapasiteli statları çok zaman doluydu. İkinci ligde sahaya sürüp olgunlaştırdıkları genç ve ‘aç’ oyuncularla 2014’te yine Arjantin şampiyonu oldular.

2012’de iflas eden Glasgow Rangers’ın hikâyesini biliyorsunuz. Dördüncü kümeye kadar fırlatılmışlardı. Oradan başlayıp her sene terfi ederek en üst lige geri döndüler. Dönüş yolunda ikinci kümeye vardıklarında, 34 binden fazla kombine satıyorlardı.

Nadas gibi bir şey... Veya akademik hayatta ‘sabbatical’ vardır ya (Yahudilikte dinlenme günü olan Şabbat’tan geliyor: kıdemli öğretim üyelerinin iki ay ila bir yıl ücretli izne çıkma hakkı); büyük kulüpler için de bir senelik alt küme maceraları, bir nevi sabbatical’a benziyor. Döneceklerinden eminler, endişeye mahal yok. Biraz kafa dinliyorlar. Başlarına gelen bu geçici belâya dair biraz muhasebe yapıyorlar. Yara sarıyor, tazeleniyorlar.

Dahası, kimisi anca kupada karşılarına çıkabilecek farklı rakiplerle karşılaşmak, eğlenceli bir değişiklik oluyor. Taraftarlar, sonu mutlu biteceği belli bir ‘mağduriyet’ ve çile tecrübesinin zevkini tadarak gururlarına gurur katıyorlar. Rangers taraftarları örneğinde, epeyce uzun da süren, daha içe işleyen bir sınanma ve bilenme tecrübesi…

Pek fazla bilinmeyen, daha eski bir vaka var. Rus futbolunun en köklü kulüplerinden Spartak Moskova, 1976’da ikinci lige düşmüştü. Bu, Sovyet futbolunun ‘kafa’ kulüplerinden bir tek onların başına gelmiş bir iştir. Spartak’ın o zamana dek dokuz Sovyetler Birliği şampiyonluğu bulunuyordu ama sonuncusu 1969’daydı.

Küme düşmek, sıradanlaşmaya başlayan kulübe şok tedavi gibi geldi. Ayrıca, ülkede Batı esinli taraftar kültürünün yeni gelişmekte olduğu bir dönemdi; Spartak taraftarları takımları 2. Lig’de tekrar kazanmaya alışırken tribünde de ‘idman’ yaptılar. Hemen ‘Çempionat’a geri dönen Spartak, 1979’da tekrar şampiyon oldu.

Eintracht Frankfurt'un 2003 yılındaki Heribert Bruchhagen hamlesi, takımın kaderini değiştirdi...

Eintracht Frankfurt'un 2003 yılındaki Heribert Bruchhagen hamlesi, takımın kaderini değiştirdi...

Bir Tedavi Fırsatı Olarak Dibe Vurmak

Ders çıkarmayı bilen her kulüp için, küme düşmek, tekrar yükselmek için gereken ivmeyi veren bir dibe vurma şoku yaratabiliyor. Yıllardır ötelenen problemlere neşter vurmanın, can havliyle radikal hamleler yapmanın vesilesi olabiliyor.

Almanya’da bunun tipik örnekleri olarak Eintracht Frankfurt ve VfB Stuttgart gösteriliyor. Frankfurt 2003’te küme düşmeye doğru giderken, Futbol A.Ş.’nin yönetim kurulu başkanlığına getirilen Heribert Bruchhagen, 2016’ya kadar bu görevde kaldı ve panik içinde geçici önlemlerle o seneyi kurtarmayı değil, uzun vadede sağlıklı bir yapı kurmayı hedef aldı. O andan itibaren, önceki yıllarda yapılan aşırı transferlerin yükü tedricen azaltıldı, az sayıda ‘anlamlı’ transfer yapıldı, bölgeden yetenekli genç oyuncuları kiralama yöntemi benimsendi. Frankfurt düşüp hemen çıktı ve o zamandan beri başı ağrımıyor. VfB Stuttgart, iki sezon üst üste kıl payı kurtulduktan sonra, 2016’da düştü. Başkan, yönetim, sportif direktör, hepsi değişti. Yeni sportif direktör Jan Schindelmeiser, kendisinden kısa bir süre önce anlaşılmış olan tecrübeli teknik direktör Jos Luhukay’ın sözleşmesini feshetme cesaretini gösterdi.

Onun ‘yenileyici’ bir hoca olmadığını, kaşar oyuncularla yeniden üst lige çıkmanın, ertesi sezon yine düşmeye oynamak anlamına geleceğini düşünüyordu. Stuttgart, kendi altyapısından yetişmiş, birkaç yıl idare edecek diri bir oyuncu grubuna dayanarak ertesi sezon geri döndü.

Juve, River, Rangers gibi ‘devler’den farklı olarak, illa kazanmaya alışık olmayan orta sınıf kulüpler için, düşmenin kazanmaya alışmak bakımından da sağaltıcı bir etkisi oluyor! Silkinmeyi başarır, kafaya oynarlarsa hiç alışmadıkları veya uzun süredir unuttukları biçimde sık sık kazanmanın, bünyeye iyi geldiği kesin.

Tabii Frankfurt, Stuttgart, keza Köln, düştüklerinde de on binlerce seyirciye oynayan, gelenekli, sağlam kulüpler, onu unutmamak lazım.

Türkiye'de Düşme Terapisi Örnekleri

“Yerli ve millî” örneklere gelelim...

Herhâlde tipik vaka, Bursaspor’dur. YeşilBeyazlılar, 1967’den beri kesintisiz üst ligde oynuyorlardı ve başaltının iddialısıydılar. Memleketin en zengin dördüncü şehrinin futbol kulübüydüler, sanayi ve şehirleşmeye feda ettikleri münbit topraklarında sürekli iyi futbolcu yetiştiriyorlardı, tribünleri doluydu. Fakat bu iddianın ölçüsüz bir kabarmaya yol açması, fazla sayıda ve yanlış transferler, silsile hâlinde teknik direktör değişiklikleri, tribün gruplarının tazyikinin kulübü esir alması ve kulüp ortamının bütünüyle strese boğulması, Bursaspor’un tadını kaçırdı. 2003’te son anda kurtuldular, 2004’te düştüler.

İkinci ligdeki ilk sezonları, abandone vaziyette geçti. Sezonun bitiminde yönetime gelen Levent Kızıl ve ekibi, öncelikle futbol dışı sivil toplum kuruluşlarını da etkilemeye dönük bir çabayla 10 bini aşkın kombine bilet satmayı başardı. ‘Futbolcu merkezli’ geleneği değiştirerek, yönetim ve teknik direktörün otoritesini güçlendirdi. (Memet Zencirkıran, 2011’de İletişim’den çıkan Beşinci Şampiyon Bursaspor kitabında bunları anlatır) Neticede Bursaspor, ikinci senenin sonunda -en azından Bursa ve Türkiye koşullarında diyelimtazelenmiş, sağalmış olarak döndü Süper Lig’e. Geri dönüşünün dördüncü yılında, lig tarihinin beşinci şampiyonu olmak gibi inanılmaz bir iş başardıklarını biliyorsunuz.

Üçüncü basamağa kadar inen Ankaragücü, amatöre kadar inen Kocaelispor, çok daha ağır dibe vurma tücrübeleri yaşadılar. İkisi de, özellikle taraftar sadakati ve dayanışmasıyla hayatta kaldılar, ağır ağır kalkıyorlar düştükleri yerden. Daha fazla kurumsal himaye gören Ankaragücü’nden farklı olarak Kocaelispor’un doğrulması çok daha ağır ağır oluyor... Düşmek, dibe vurmak, onların zaaflarından arınmalarını sağladı mı? Her ikisinin de muzdarip olduğu sorunlar, yani akçalı işlerin ‘düzensizliği’; hesapsız, daha doğrusu kimi yöneticiler için gelir kaynağı hâline gelen manasız ve ‘fazla’ transferler; kimi taraftar gruplarının kulüpten sebeplenir hâle gelmesi ve buna da bağlı olarak kulübü ve takımı karıştıran hiziplere dönüşmesi…

Bütün bunların az çok üstesinden gelindi mi dibe vurunca? En azından akçalı işlerde, mecburi bir sağalma olduğu gözleniyor. Taraftar ‘hukukunu’ tam bilemiyoruz, zaman zaman yine şekerrenk görünüyor. Ama en azından, bizzat taraftar grupları arasında muhasebe yapanlar da yok değil.

Gençlerbirliği de 2007-08’de 15'inci, 2008- 09 ve 2010-11’de 14. olarak ucuz kurtuldu. 2001-02 devre arasında sondan ikinci, 2015-16’da sondan üçüncüydü, devre arasında yüklü transferler ve sihirli bir değişimle toparlanmayı başardı.

Genel gidişe baktığımızda, uzun bir aradan sonra 1. Lig’e döndüğü 1980’lerin ortalarından itibaren başarılı bir altyapı üretimi ve akıllı bir transfer stratejisiyle, ağır ağır bir başaltı yarışçısı olmaya doğru yükselmişti Gençlerbirliği. 2002/2003’te şampiyonluğa oynadı. Fakat izleyen yıllarda bu hamleyi, başaltında kurumlaşmaya dönük bir kazanıma dönüştüremedi.

"Sürekli zor zahmet kümede kalmaktansa acaba düşsek daha mı iyi olur?"

"Sürekli zor zahmet kümede kalmaktansa acaba düşsek daha mı iyi olur?"

Bu kurumlaşmanın yaratıcısı olan başkan İlhan Cavcav, önce 2003’te şampiyonluğa oynamanın maddî ve manevî bedellerinin verdiği yılgınlıkla, sonra gayet doğal olarak yılların yorgunluğuyla hedef küçültmeye gitti: Kümede kalmak, vaziyeti idare etmek. Buna, ‘kulüp içi demokrasi’nin gerilemesi refakat etti: 2009’da yapılan kulüp kongresinde muhalefete karşı ‘önlem’ olarak yapılan kitlesel üye tahkimatı, ardından kulübün birçok timsal isminin üyelikten ihraç edilmesi, elbette ‘kurumsallaşma’ lehine bir gelişme değildi. Vaziyeti kendi yağıyla kavrularak idare etmenin de bir ‘epiği’ olabilirdi, mesela 2014-15’te sahaya 6-7 altyapı mahsulü oyuncuyla çıkıldığı sıralardaki gibi. Fakat öyle de olmadı, çılgın bir transfer ‘doldur-boşalt’ı başladı. Toplam beş dakika oynatılmayan, sonra yine toplam beş dakika oynamayacak bir başkasına yer açmak üzere tazminat ödenerek gönderilen oyuncular kadroyu sıkış tepiş doldurdu.

İlhan Cavcav, son iki yılında birkaç kez, bu ruleti döndüren menajerlere veryansın eden açıklamalar yapmıştı gerçi... Fakat bir şey değişmedi, doldur-boşalt devam etti. İddia kaybına eşlik eden kalite kaybı, neticede kırmızı-siyahlıları küme düşme korkusunu önceki senelerden daha yakından duyar hâle getirdi. (Mehmet Ali Çetinkaya, Gazete Duvar’daki yazısında bu süreci derli toplu analiz eder) Üstelik bir sene önce kaybettiğimiz İlhan Cavcav’ın adının verildiği sezonda…

Gençlerbirlikliler arasında da “Sürekli zor zahmet kümede kalmayı başarmaktansa acaba düşsek daha mı iyi olur, dibe vurup silkinir miyiz?” diye düşünenler var. Zira panik önlemleriyle veya şansla kümede kalmayı başarmak, mevcut yönetim anlayışının devamı anlamına gelecek –bu da sadece mukadder düşüşü biraz daha ertelemek demek. Aksi fikirde olanlar, Spor Toto 1. Lig’in çok belalı bir diyar olduğunu, geri dönmenin çok zor olacağını savunuyorlar. Dahası, ‘dip’ denen yerin Spor Toto 1. Lig’den de daha aşağılara kadar uzanabileceğine dikkat çekiyorlar.

Camiada tartışılan bir felaket senaryosu da devre arası panik transferlerle kaynakların tüketilmesi ve üstelik bir de borca batmış olarak düşmekti… O kadar olmadıysa da, yine epey bir nafile sarfiyat yapıldı. Hatta bu tehlikeye mani olmak için, düşmeyi göze alıp transfer envanterini ve iktisadiyatını toparlamaya bakmanın daha akılcı olacağını düşünenler yok değildi. Karabükspor, bunu yapmıştı örneğin. Devre arasında Yevhen Seleznyov, Mustapha Yatabare, Dany Nounkeu, Andre Poko, Ceyhun Gülselam, Gabriel Torje, Cristian Tanase, Gheorghe Grozav dâhil, 14 maliyetli oyuncusuyla vedalaşıp yerlerine alt kümelerden ve ‘gurbetçilerden’ gençlerle, gözü tok kıdemli oyuncular istihdam etti.

Tabii düşmeyi göze almak, ancak bir hedefe göre plan yapan, kurumsallaşmış, istişareli, şeffaf bir yönetim anlayışının ‘gelmesi’ koşuluyla anlamlı… Peki ya ‘gelmezse’? Evet, kurtuluş bazen dibe vurmaktadır. Lakin dibe vurmak, kurtuluşun garantisini de vermiyor

Socrates Dergi