Kurgudan Da Güzel

15 dk

Zirvede emekli olan efsaneler arasına katılan Gözde Kırdar Bracceschi ile filmi biraz geriye sardık, hayatını ve kariyerini konuştuk.

“Saat çok erken... Uyandığım an boynumun ağrısını hissettim, son iki aydır uyurken dişlerimi sıkar olmuştum, nedenini hiç bilmiyorum. Yine ağrılı bir sabah diye sızlanırken kendime hafif bir tokat attım ve şunları söyledim: ‘Bugün senin kariyerinin sondan bir önceki günü, bugün senin yarı finalin var.’

İşte kendime gelmiştim...

Sonra birden rakip takımın smaçörü geldi gözümün önüne. Nasıl blok yapacağımı ve en iyi servisçilerine karşı nasıl manşet alacağımı hayal ettim. Maçı kafamın içinde kurguladım. Her taktiği bir kez daha düşündüm.

Peki filmin sonunda ne mi oldu? Bekleyip göreceğiz...”

1996’da 11 yaşındayken voleybola başlayan Gözde Kırdar Bracceschi, 2018 Şampiyonlar Ligi Final Four yarı finaline sondan bir önceki maçına çıkarken bu hislere sahipti. O ağrılı sabahtan 36 saat sonra kupalarla, ödüllerle geçen efsanevi kariyerine yepyeni bir sayfa daha ekledi ve Şampiyonlar Ligi’nin En Değerli Oyuncusu (MVP) seçilerek voleyboldan emekli oldu. Elbette böyle bir vedadan sonra konuşacak çok şey var. O halde başlayalım...

Kariyerinizi zirvede bıraktınız. Nasıl hissediyorsunuz?

Yıllar önce bana “Voleybolu nasıl bırakmak istersiniz?” diye sorsalardı cevabım, bu sezonun tarifi olurdu! En büyük hayalim böyle veda etmekti ama gerçekçi olmak gerekirse bu biraz uzak bir hayal gibi geliyordu. Sonuçta oynadığın bütün kupaları almak, dördüncü Şampiyonlar Ligi zaferini elde etmek gibi şeylerden bahsediyorum... Fakat ben, kariyerim boyunca kendime her zaman büyük hedefler koydum ve çok şükür ki birçoğunu da gerçekleştirdim.

Kulübüyle tam 20 kupa kaldırmış, milli takıma verdiği emeklerle ülkesine voleybolu sevdirenlerden biri hâline gelmiş bir sporcu olarak kariyerinizi içiniz rahat şekilde sonlandırdığınızı görüyoruz. 2020’de bir daha olimpiyat oyunlarına katılabilme ihtimali sizi bu kararı almaya zorladı mı?

2020 Olimpiyat Oyunları’nda milli takımımızı seyirci olarak izleyeceğim. Canıgönülden söylüyorum, bu kararı alırken hiç zorlanmadım. Bir önceki sezon benim için gerçekten zordu. Hak etmediğim pek çok şey yaşadım ki bunlar beni çok sevdiğim voleyboldan soğutmuştu. Vakıfbank ile sözleşmem vardı ve bir sezon daha oynamam gerekiyordu. Yazın milli takımla iyi bir sezon geçirdim, kendime Vakıfbank’ı ve voleybolu en iyi yerde bırakacağıma söz verdim ve öyle de oldu. Milli takımla Avrupa üçüncüsü olmak, Vakıfbank’la bir sezonda kazanılacak bütün kupaları kazanmak, üstüne bir de Şampiyonlar Ligi’nin MVP’si seçilmek... Bir sporcu bundan daha iyi bir son düşünebilir mi?

Sizden sonra hem Vakıfbank’ta hem de milli takımda büyük bir boşluk oluşacak. Her iki takımın da bu boşluğu doldurmak için nasıl bir yapılanma sürecinde olduğunu sizden dinleyebilir miyiz?

Herkesin yeri bir gün dolar. Belki bir yılda, belki beş senede, belki daha uzun ya da kısa sürede... Tabii ki milli takımımızda da Vakıfbank’ta da yetişen yetenekli oyuncular var. Eminim onlara da gereken şanslar verilirse çok daha iyi yerlere geleceklerdir.

Türk voleybolunda yeni neslin, özellikle smaçör pozisyonundaki potansiyelini nasıl görüyorsunuz?

Öncelikle voleyboldaki en zor pozisyonun smaçörlük olduğunu düşünüyorum. Çünkü her işi yapıyorsunuz ki en önemlisi manşet almak. Eğer iyi bir manşetçiysen her zaman milli takımda ve oynadığın takımda yer bulursun, bulacaksındır da... Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerinde iyi manşet alıp smaçörlük görevini de layıkıyla yerine getiren çok az oyuncu var. Çünkü gerçekten çok çalışma gerektiren ve stres seviyesinin en yüksek olduğu pozisyon bu.

Giovanni Guidetti’yle 10 sene boyunca birlikte çalışmak voleybol ufkunuzu nasıl genişletti?

Onunla çalışana kadar teknik olarak zaten belli bir seviyeye gelmiştim ama ‘high level’ voleybol oynamayı, winner, yani kazanan sporcu olmayı ve hiçbir zaman vazgeçmemek gerektiğini Giovanni’den öğrendim.

Teknik anlamda onun sayesinde geliştirdiğinizi düşündüğünüz hangi yönler var?

Giovanni’yle daha geniş yelpazede atak yapmayı, defansta topu ve pozisyonu okumanın her şey olduğunu öğrendim. 2010-11 sezonunda Vakıfbank’a ilk defa kaptan oldum ve o sezon takımımızda üç smaçör vardı. Efsane Malgorzata Glinka’yı manşeti biraz zayıf olduğu için pasör çaprazı oynatmaya karar vermişti. Fakat ilk Şampiyonlar Ligi maçımızda işler iyi gitmedi ve Sırbistan’a karşı 2-0 geriye düştük.

O maçta, 2-0’dan sonra Giovanni beni manşet alarak pasör çaprazı oynatmaya başladı ve biz bu şekilde o maçı 2-0’dan 3-2 kazandık. Maçın sonunda yanıma geldi ve “İyi bir kaptan mı olmak istersin, yoksa muhteşem bir kaptan mı?” diye sordu. Ben de tabii ki ‘Muhteşem’ cevabını verdim. O da bana “Muhteşem bir kaptan takımı için fedakarlık yapar, bu sezonu pasör çaprazı olarak tamamlamanı istiyorum” dedi. Ama hiç zorlamadı, tehdit etmedi ya da tavsiye vermedi. “Bu senin kararın, senin kariyerin” dedi. Ben bir saniye bile düşünmeden “Takım için ne gerekiyorsa onu yaparım” diye cevap verdim. Ve o sezonun sonunda Türkiye’de bir ilki başararak namağlup Avrupa Şampiyonu olduk. Bana öğrettiği en güzel şey buydu. Takım için her şey olmak.

Kendisinden öğrendiklerinizle hırslı karakterinizin birleşimi sizi ileride antrenörlüğe teşvik edebilir mi?

Şu anda gelecek ile ilgili gerçekten hiçbir plan yapmadım ama dışarıda insanlar bana sürekli yönetim kısmında olmalısın ya da menajerlik yapmalısın gibi yorumlar yapıyorlar. Ama gerçekten işin o tarafı benim çok ama çok uzak olduğum kısımlar. En fazla yapacağım iş antrenörlük olur ama dediğim gibi, şu an için çok ama çok uzak bir teori benim için...

Giovanni Guidetti’nin Vakıfbank’a kalıcı katkılar sağlamak için varını yoğunu ortaya koyduğunu görüyoruz. Kendisini ve Türk Milli Takımı’nı yakından tanıyan biri olarak milli takımla şu ana kadarki çalışmalarını ve koyduğu hedefleri değerlendirebilir misiniz?

Giovanni ne yazık ki milli takımımız için geç kalınmış bir karar ama yine de geldiği günden beri gayet güzel işlere imza attı. Öncelikle Dünya Şampiyonası biletini aldı ve Avrupa Şampiyonası’nda bronz madalya kazandı ki o turnuvada son Avrupa şampiyonu Rusya’yı 3-0 yenmeyi başardık. Şimdi de çok genç bir takımla Milletler Ligi Finali’ne gitmeye hak kazanarak dünyanın en iyi altı takımı arasına adını yazdıran genç bir takımdan bahsediyoruz. İnşallah 2020 Tokyo’ya da katılmayı başaracaklar.

Kadın voleybol takımımız tek bir jenerasyona bağlı kalmayan, kalıcı bir potansiyel güce sahip. Yıllardır üst sıralardayız ve ABD, Brezilya gibi üst düzey takımları yenebilecek veya yenilsek de onlarla kafa kafaya oynayabilecek konumdayız. Sizce son eşiği aşıp bir gün dünya şampiyonu olmak veya olimpiyat oyunlarında final oynamak için neleri geliştirmemiz gerekiyor?

Öncelikle söylediğiniz ülkelerdeki çoğu sporcu, sezon içinde sorumluluk alan ve takımlarını taşıyan oyunculardan oluşuyor. Bizim ülkemizde yabancı kuralından ve takım bütçelerinden dolayı her daim yabancı oyuncu tercih edildiği için çoğu oyuncu sezonu kenarda bekleyerek geçiriyor, bu da tabii ki milli takıma negatif yansıyor. Benim görüşüm; yabancı sayısı azalır, Türk oyunculara daha çok sorumluluk verilirse bu milli takımlara da yansır ve böylelikle şampiyonluklar gelebilir.

Kariyeriniz boyunca yoğun bir tempo içerisindeydiniz. Bir dönem diz sakatlığıyla mücadele ettiniz. Hiç “Galiba bir süre ara vermeliyim” dediğiniz oldu mu?

Dizimle alakalı aslında trajikomik bir son yaşadım bu sezon... Şampiyonlar Ligi final maçında yirmi üçüncü sayıda smacı vurduktan sonra dizimden çok kötü sakatlandım, şu an ameliyat için gün sayıyorum. Halihazırda sol dizimden iki ameliyatım var ve bu üçüncüsü olacak. Fakat uzun zamandır çalışarak, iğneler alarak oynuyordum ve ağrıyı hissetmemeye çalışıyordum.

Kariyerimde “Galiba ara vermeliyim” dediğim bir an hiç olmadı. Bilakis dönüp bakınca ağrılarım ve sakatlıklarım beni daha çok hırslandırmış ve kamçılamıştır. Ancak voleybolu bırakmaktaki en büyük sebeplerimden biri, bitmek bilmeyen ağrılar...

Vakıfbank dört Avrupa şampiyonluğunu da namağlup şekilde kazandı. Bu seneki CEV Şampiyonlar Ligi Final Four’unda Imoco Volley Conegliano karşısında oynanan yarı final maçı ise belki de hayatınızın en zor maçlarından biri oldu. 2-0 öndeyken maç beşinci sete uzadı, bu sette geriye düştünüz, Melis Gürkaynak servise girdi ve... Gerisini ve o anda aklınızdan geçenleri sizden dinleyebilir miyiz?

O maçı belki 20 kere izlemiş olabilirim. Özellikle tie-break setinde 12-9 geriye düştüğümüz anı ömrüm boyunca unutmayacağım... Normalde ben maç içinde asla kaybetmeyi düşünmem, zor duruma düştüğümüzde ya da çok gerideysek sürekli kazandığımız andaki sevinci ya da o an ne hissedeceğimi hayal ederim. Ama ilk defa 12-9 iken “Galiba bu maçı kaybettik” dedim. O an önce Zhu’nun (Ting) zar zor son anda dokunduğu topa Naz’ın (Aydemir Akyol) müdahalesini gördüm ve kendime o topun çok uzakta olduğunu ama koşsam belki de sol kolumla yetişebileceğimi söylerken buldum. Derken son anda topu içeri attım ve bunların hepsi bir saniyede oldu. Sonrasında kendimi yerde Milena’nın (Rasic) bir metreye yaptığı bloğa çılgınlar gibi sevinirken buldum. Gerçekten benim için How I Met Your Mother’daki Barney’nin söylediği gibi ‘legen-wait for it-dary’ bir bitiriş oldu.

Özellikle kadın voleybolunda 2-0 öne geçen takımın ‘üçüncü set tutulması’ yaşayabildiği maçlara rastlıyoruz. Siz kişisel olarak bu tutulmayla başa çıkmayı nasıl öğrendiniz?

Aslında 2-0 öne geçmiş bir takımın rahatlaması çok normaldir. Ama tabii ki bu da bazı takımların başına çok fazla iş açmıştır ve genelde eğer 2-0 öndeki takım kazandım havasına girmişse o maçı 3-2 kaybeder. 2016- 17 sezonunda Eczacıbaşı’na karşı 2-0 geri düşmüştük ve üçüncü set 20-10 gerideydik. Kısacası, Eczacıbaşı 5 sayı daha aldığında maç tamamen bitiyordu. Giovanni, ben ve Milena hariç takımdaki herkesi değiştirmişti ve biz o an 20-10’dan mucizevi bir şekilde geri dönerek maçı 3-2 kazandık. 2-0 dediğinizde aklıma gelen tek maç bu maç oluyor.

Bu gibi anlarda kaptanlık rolünü üstlenmeye başlamanızla birlikte voleybol anlayışınızda neleri değiştirmek zorunda kaldınız?

Ben altyapılarda da kaptanlık yaptım ve her zaman lider bir oyuncu özelliğim vardı ama bunun en büyük sebebi asla ve asla yenilgiyi kabullenemiyor olmam. Tabii ki daha genç ve tecrübesizken mağlubiyetlerden sonra psikolojik olarak kendimi daha çok yıpratıyordum ama büyüdükçe, yendikçe, ağlayıp güldükçe o hisle de baş etmeyi öğreniyorsun. O anlar da tabii ki bugünkü beni ve kaptanlığımı oluşturan etkenler. Kaptan olunca ilk yapmak istediğim şey; genç oyunculara her zaman abla olabilmekti. Benden korkmalarını değil, bana saygı ve sonsuz bir sevgi duymalarını istedim ve gerçekten de öyle oldu. Çalıştığım her genç arkadaşım beni ablası gibi bilir, ne zaman bir dertleri olsa önce gelip bana anlatırlar. Ben de onlara elimden geldiğince saha içinde ve saha dışında yardımcı olurum. Yani küçüklüğümden gelen davranış ve dürtülerimle hareket ettim, edindiğim tecrübeler de beni bugünkü kaptan yaptı.

Hırslı karakteriniz takımınızı hep ileri götüren, hatta yer yer ayakta tutan faktörlerden biri oldu. Zor hücumlardan sonra heyecanla servise yönelmeniz bunun bir göstergesi gibiydi. Peki kazanma hırsının bir sporcu olarak sizi yıprattığı, omzunuza fazla yük bindirdiği anlar oldu mu?

Kesinlikle bu anlamda çok ama çok yoruldum ve bunun bazen omzuma gereksiz yük bindirdiğimi düşünüyorum. Özellikle Giovanni gibi bir antrenörle çalışırken...

Ben asla ama asla, bırakın maçı, bir antrenmanı bile rölantide yapamam. Antrenörümüz bunu asla ama asla kabul etmez. Bir gün suratım asık olsun, günümde olmayayım, hemen beni yanına çağırır ve neden sessiz olduğumu sorar. Sonuçta başka birinin modu düşükse onu da canlandırmak benim görevim. Tabii ki bu, 10 seneden sonra beni en çok yoran şeylerin başında geliyor ama yine de iyi idare ettiğimi düşünüyorum.

Bir smaçör olarak servis karşılamada ve hücumdaki büyük sorumluluğunuzun yanı sıra fiziksel kapasitesi yüksek bir oyuncusunuz. ‘Komple oyuncu’ olmanızda ne gibi etkenler rol oynadı? Altyapı yıllarınızdaki çalışmalarınızın ve Vakıfbank’ın vazgeçilmez bir oyuncusu olmanızın bu gelişimdeki yerini açıklayabilir misiniz?

Ben Giovanni’nin gelmesiyle 2008 senesinde fitness antremanlarıyla tanıştım ki o zamanki kondisyonerimiz şu an eşim olan Alessandro’ydu. Onlarla çalışmaya başladıktan sonra gerçekten vücudum çok gelişti ve ne kadar fitness yaparsam o kadar kuvvetli atak yapabildiğimi, daha güçlü manşet vurduğumu farkettim.

Ve o seneden itibaren bu tip antrenmanlara daha çok kafa yorarak kendimi geliştirdim. Benim boyum ‘high level’ bir smaçör için kısa kalıyordu ama bunu sıçramamla senelerce kapattım. Zaten Vakıfbank’ta uzun seneler bu seviyede oynamamın sebebi de fizik kondisyonumu her zaman zirvede tutmaya çalışmak oldu.

Bir sporcu olarak yurt dışı tecrübesi yaşamamanın ne gibi avantaj ve dezavantajlarınızı gördünüz?

Yurt dışında en az bir sene oynayabilmeyi gerçekten çok isterdim çünkü ikiz kardeşim Özge’nin yaşadığı öyle güzel tecrübeler var ki ben de hatıralarıma benzer anları ekleyebilmiş olmayı dilerdim ama olmadı. Benim için ne avantaj ne de dezavantajdı bu; sadece “Keşke yapmış olsaydım” dediğim şeylerden biri olarak kaldı.

Socrates Dergi