
Kusurlu Fırtına
11 dk
Ondan daha iyileri ya da daha başarılıları geldi ama onun gibisi gelmedi. Bu yüzden snooker tarihini Alex Higgins öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayırmak mümkün...
Jimmy White, Londra'dan Sheffield'a giden bir otomobilin direksiyonunda. Yol onu hayatının en büyük mutluluklarını ve en büyük hayal kırıklıklarını yaşadığı yere, Crucible Tiyatrosu'na götürüyor. Devam eden iki hafta boyunca Eurosport adına 2021 Dünya Snooker Şampiyonası'nı yorumlayacak efsaneye yolculuğunda eşlik ediyorum. Yanlış anlaşılmasın sol koltukta değil, telefon başındayım. Sohbetimizin amacı da biraz maziyi yad etmek ve önümüzdeki satırların öznesi olacak Alex Higgins'i samimi dostundan dinlemek. Önce kahramanı, sonra antrenman partneri ve en yakın arkadaşı olan Higgins'i ondan iyi anlatacak birini bulmak zor. White, "Alex'in stiline hep hayran oldum ve onu kopyalamaya çalıştım" sözleriyle lafa giriyor. Bu kısa girizgâh dahi Kuzey İrlandalı efsanenin izleyiciler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunun kanıtı. White'ın ve daha onlarcasının...
Yetmişlerde dünyanın en iyi oyuncusu eski bir polis memuru olan Galli Ray Reardon'dı. Mevzubahis on yıllık periyotta altı dünya şampiyonluğu kazanacak Reardon da tıpkı birçok dönemdaşı gibi en doğru vuruşları yapma odaklı ve güvenli oynayan bir isimdi. 1969'da ilk kez bir televizyon sporu olarak BBC ekranlarında tezahür eden snooker muhakkak ki ilgi çekiyordu ama henüz seksenlerde dönüşeceği reyting canavarı halinin uzağındaydı. Yeşil çuha üzerinde 22 topla oynanan bu keyifli oyun, o güne değin en sıradışı icracısının sahneye çıkmasıyla kamuoyundaki kimliğini bulmaya başladı. 1972'de ilk dünya şampiyonluğunu kazanan Alex Higgins, Kuzey İrlanda pub'larında parasına maç oynayarak içine girdiği dünyanın lokomotifi olmaya doğru ilerliyordu. Rekabetçi karşılaşmaları dahi gösteri tadında oynayışıyla; Reardon, John Spencer ve Eddie Charlton gibi devlerin hitap etmediği bir kitleyi de ekranlara çekmişti.
O güne dek görülmemiş vuruşları kolaylıkla icra edişi, masa etrafındaki hızı ve tahmin edilmezliğiyle birleşerek Higgins'e 'Kasırga' lakabını kazandırdı. Kasırga'nın etkisine kapılanlardan biri de genç Londralı Jimmy White'tı. Yakın arkadaşı Tony Meo'yla okulu kırıp gittiği kulüplerde bilardoyla tanışan White, snooker'a başlama öyküsünü şöyle anlatıyor: "Aslında çocukken sekiz top pool oynardım ama Alex'in, dönemin meşhur turnuvası Pot Black'te yaptığı bir siyah potu beni snooker'a âşık etti. Çok zor, hatta imkânsız görünen bir vuruştu; iki bant kullanarak bol falsoyla siyahı cebe yollamıştı. İnanır mısınız tam o anda snooker oynamak istedim ve kariyerim bu şekilde gelişti." Tabii Alex Higgins'in snooker masasında başlattığı ofansif devrimin bir numaralı takipçisi de Jimmy White olacaktı. Hatta kendisi tornado şeklinde çevirebileceğimiz 'Whirlwind' lakabını alarak idolünden bu anlamda da pek uzaklaşmadı. İkili uzun yıllar boyunca son derece fazla şey paylaştı ama yolları ilk kez bir gösteri maçında kesişti: "Onunla 13 yaşında tanıştım. Güney Londra'daki Balham Club'da bir gösteri maçı oynadık. Ben, Willie Thorne, Tony Meo ve tabii ki herkesin görmek istediği adam, Alex 'Kasırga' Higgins vardı. 200 kişilik salona tıklım tıklım doluşmuş 600 kişi bizi izliyordu. Hayatınızda görüp görebileceğiniz en acayip snooker ortamıydı. Alex o gün yaptıklarıyla ağzımızı açık bırakmıştı."
Şimdilerde artık tarihin en iyi oyuncusu şeklinde anılan Ronnie O'Sullivan, bu payeye sadece kupalarla değil aynı zamanda oyunu icra etme yeteneğiyle de layık görülmekte. Beyaz topu âdeta telepatik bağlantıları varmış gibi kontrol eden Ronnie, bu becerisi nedeniyle zor potlar yapmaya gerek duymadan seri inşa etmekte. Dolayısıyla onun snooker'ını izlemeye alışmış gözlere Higgins'in yaklaşımı biraz enteresan gelebilir. Efsane isim, beyaz topu modern meslektaşları kadar iyi konumlayamasa da sahip olduğu top sokma becerisi ve isteka kuvvetiyle masada yolunu bir şekilde buluyordu. Herhalde bunu, 1982 Dünya Snooker Şampiyonası yarı finalinde tarihin en ünlü serisini yakından izlemek zorunda kalan White'tan iyi kimse anlatamaz: "O yarı final şüphesiz ki oynadığımız en iyi maçtı. Skor 15-14 lehimeyken temizlediği masa ise herhalde bu gözlerin gördüğü en iyi seriydi. Alex bir pot ustasıydı ki o seride dört beş tane imkânsız vuruş vardır. Gerçi Alex'ten bahsediyoruz, sanmıyorum ki onun için imkânsız olsunlar. Öyle iyiydi ki başka kimsenin görmediği olasılıkları görür ve uygulardı."
Alex Higgins ilk dünya şampiyonluğunu kazandığında snooker henüz marjinal bir kitleye sahipti. 1977'de oyunun en büyük turnuvasının Sheffield'daki Crucible Tiyatrosu'na taşınmasıyla beraber yepyeni bir çağ açıldı. Britanya'daki çoğu eve BBC'nin iki kanalı ve dolayısıyla snooker da konuk oluyordu. Yeni onyıl başlarken tarihin o güne dek gördüğü en komple oyuncu doğdu. Mimiksiz ve kimilerine göre sıkıcı ama müthiş bir kazanma makinesi olan Steve Davis, yeni dönemin Reardon'ydı. Yetmişler boyunca kazandığı tek büyük zaferle yetinen Higgins'in yolunda artık güncel bir rakip vardı. Zira 1980 Birleşik Krallık Şampiyonası'ndaki 16-6'lık ezici final ve ilk dünya şampiyonluğu yolundaki ikinci tur zaferiyle beraber genç Davis, Higgins'le olan rekabetine güçlü girmişti. Ne yapacağı asla kestirilemeyen Kuzey İrlandalı bu dönemde kuvveti artan rakiplere karşı bir miktar bocaladı ama 1982'de kendini yeniden buldu.

Az önce Jimmy White'tan dinlediğimiz yarı final maçı da dahil olmak üzere çok zor karşılaşmalar sonrası Crucible finaline gelen Higgins, Steve Davis'in ilk turda uğradığı hezimetin de payıyla karşısında 50'lik Reardon'ı buldu. Son derece centilmence bir havada geçen karşılaşmanın ardından 18-15'lik skorla kupaya uzanan Higgins'in gözyaşları anlatıyordu ki şampiyonluk onun için çok değerliydi. Eşi Lynn ve küçük kızı Lauren'la paylaştığı zafer anları, onu zaten çok sevildiği halkın gözünde biraz daha sempatikleştirdi. Higgins belki seksenli yılların en başarılı ismi olmayacaktı ama 'Halkın Şampiyonu' olarak anıldı ve Davis'in kamuoyu tarafından monoton bulunan kazanma döngüsünü kimi zaman kırdı. Yeteneği onun ödülüydü, çok doğal bir şeytan tüyüne sahipti fakat problemler hayatından hiçbir zaman eksik olmadı.
"Alex'in en büyük sorunu kumardı. Bir kumarbazdı ve hayatının son anlarına kadar bu kötü alışkanlıktan kendini kurtaramadı" sözleriyle White konuya giriyor ve şöyle devam ediyor: "Bu nedenle duygu durumu çok fazla değişirdi, zihnen dengeli olmayışı oyununu da hep etkiledi." Higgins'in zararlı alışkanlıkları sadece kumar oynayıp büyük miktarlarda para kaybetmekle sınırlı değildi. Alkol problemi de yaşamının uzun bir bölümünde efsanevi yıldıza eşlik etmişti. Eski eşi Lynn Higgins, 2010 senesinde Daily Mail'a verdiği bir röportajda bunun hayatlarına olan etkisini anlatıyor: "Alex içki içmediğinde dünyanın en nazik insanıydı. Yemek yapar, çocukların altını değiştirir ve onlarla yürüyüşe çıkardı. İçkiliyken ise kavga etmenin bir yolunu bulurdu. Bana hiçbir zaman vurmadı ancak bitmek bilmez tartışmalarımız bazen fiziksel şiddetten daha ağır gelirdi."
Şüphesiz ki Alex Higgins etrafında bulunmanın zor olduğu karakterdi ve rakip oyuncular arasında pek fazla arkadaşı yoktu. Geçen sene Socrates için yaptığımız sohbette, en büyük rakibi Steve Davis de bu durumdan dem vurup onunla hiçbir zaman pek yakın olmadıklarını anlatmıştı. Davis'in menajeri olarak snooker sahnesine giren ve sonraları birçok diğer yıldızı Matchroom Sports isimli şirketinin çatısında buluşturan Barry Hearn, sahip olduğu muazzam popülariteye rağmen Higgins'i müşterileri arasına kabul etmemişti. People's Champion isimli belgeselde konuşan Hearn, "Alex'i izlemek harikaydı ancak yönetmek âdeta bir kâbus olurdu" sözleriyle durumu özetliyordu. Tartıştığı bir turnuva görevlisine attığı kafa, kaybetmesine rağmen salonu terk etmeyip sarhoş olana dek içmeye devam ettiği Crucible maçı, Dünya Kupası turnuvasında vatandaşı Dennis Taylor'ı öldürmekle tehdit edişi ve sayısı gittikçe artan vukuatlar nedeniyle aldığı cezalarla beraber masadaki ivmesi de azalıyordu.
Ona en büyük zaferlerini yaşatan seksenli yıllar sona ererken, Higgins artık geçmişte olduğu oyuncunun gölgesine dönüşmüştü. Dışarıda fırtınalar kopsa bile Alex Higgins'in snooker'a karşı hissettiği sevgi ve izleyicileri eğlendirmeye duyduğu tutku hep baki kaldı. Bunu en yakından gören kişi Jimmy White'tan başkası değildi: "Alex'le bir İrlanda turu yapmış ve gösteri maçlarına çıkmıştık. On frame oynamak için anlaşmıştık ama oyundan ve kalabalıktan öyle keyif alıyordu ki her gece ekstra 5-6 frame daha oynardık. Ertesi gün bulduğumuz ilk masada saatlerce antrenman yapıp tekrar maça çıkardık. Alex'in oyuna olan aşırı miktardaki sevgisine orada tanık olmuştum. Açıkçası benimki de biraz böyle. Evet, becerilerim geriye gitmiş olabilir ama snooker'a duyduğum sevgi ilk günkü kadar fazla. Alex, eğer vücudu izin verse ömrünün son yıllarına kadar oynardı."
Doksanların ikinci yarısında Alex Higgins'e gırtlak kanseri teşhisi kondu. Kasırga'nın günde seksen adede kadar çıkan sigara tüketiminin sonuçları ağır olmuştu. Artık profesyonel snooker'dan tamamıyla uzaklaşmıştı, ailesi de yanında değildi. 1985'te boşandığı Lynn ve devamında hayatına giren büyük aşkı Siobhan Kidd'den sonra gönül ilişkilerinde dikiş tutturamadı. Higgins ne olursa olsun hâlâ mücadeleci bir karakterdi ve kanseri yenmeyi başardı. Ancak hastalığıyla ilintili nedenlerle kaybettiği dişleri, ciddi beslenme problemleri çekmesini beraberinde getirdi. Çok acı ama White'a göre yakın arkadaşı son günlerinde sadece Guinness içerek karnını doyurabiliyordu.
2010 senesinde Snooker Legends isimli organizasyon kapsamında Crucible'a geri dönen Alex Higgins'i masada son kez izlemek epey hüzün verici bir deneyimdi. 61 yaşında olmasına rağmen 80'lerinde gibi görünüyor, topa vururken ne kadar zorlandığı her halinden anlaşılıyordu. Belliydi ki bir zamanlar snooker masasının üzerinde kimselerin hayalini kuramadığı şeyleri yapan Higgins gideli çok olmuştu. O günlerde Belfast Telegraph'a verdiği röportajda "Yalnız ölmek istemiyorum" itirafında bulunan efsane haftalar sonra yatağında bir başına son nefesini verdi. Belki Higgins ölürken yalnızdı ama onu uğurlamak için bir halk kahramanı olduğu şehir sokaklara akın etti. Tıpkı diğer öz evlatları George Best için olduğu gibi Alex Higgins için de Belfast'ın gözyaşları sel olmuştu.
Lauren Higgins, "Kasırga'nın kızı olarak büyümek kolay değildi. Hep normal bir insan gibi davranmasını umdum ama bu onun tarzı değildi, hayatı sadece kendi bildiği gibi yaşadı" sözleriyle babası hakkında uzun uzadıya söylenebilecekleri bir çırpıda özetliyor. Alex Higgins snooker'ı kendi bildiği gibi oynadı ve akıl almaz yeteneğiyle bir sporun popülerleşmesindeki aslan payının sahibi oldu. Hayatı da kendi bildiği gibi yaşayıp bu konuda epeyce çuvalladı. Bir bakıma, snooker'ı ve yaşamı birbirine her zaman çok benzedi. Renkli, sıradışı, riskli, dramatik...