Kusursuz Kötü

10 dk

Her kahramanın yolculuğu biraz birbirine benzer. Kevin Durant ile LeBron James gibi. Biri kusurlarıyla kusursuz bir kahraman, diğeri ise kahraman olmaya çalışan bir anti-kahraman.

ABD’li mitolojist Joseph Campbell tüm halkların efsaneleri üzerinden yaptığı araştırmalarında bir monomyth (monomit, tek mit, tekil efsane) olduğunu fark etmiştir. Campbell, 1949’da yazdığı The Hero With a Thousand Faces (Kahramanın Sonsuz Yolculuğu) kitabında, coğrafyadan bağımsız, evrensel kahraman arketipinden bahseder. Ona göre; Buddha’dan Kral Arthur’a, Gılgamış’tan Sigurd’a, her efsaneleşmiş kahraman aynı yoldan geçmiştir. 1987’de vefat eden Campbell’ın ölümünden sonra yayımlanan The Power of Myth (Mitolojinin Gücü, 1991) kitabında usta yazar, Kahraman’ın Yolculuğu ismini verdiği arketipleşmiş kahraman figürünün Hollywood’a yansımalarından ve Luke Skywalker örneğinden bahseder. Campbell’ın araştırmalarından etkilendiğini defalarca belirten Star Wars’un yaratıcısı George Lucas, Luke Skywalker karakterini (ve aslında sonra da göreceğimiz üzere Anakin/Darth Vader karakterini dın dın dın!) Campbell’ın Hero’s Journey’si (Kahramanın Yolculuğu) üzerinden kurguladığını vurgular. Bahsi geçen Kahramanın Yolculuğu, Christopher Vogler’ın indirgediği üzere basitçe 12 aşamadan oluşur: Sıradan Dünya, Macera Çağrısı, Çağrının Reddi, Akıl Hocasıyla Görüşme, Eşiği Aşma, Sınavlar-Müttefikler-Düşmanlar, İç Dünyaya Yolculuk, Zorlu Sınav, Ödül, Dönüş Yolu, Dirilme ve Hayatın Sırrı.

Şimdi başlıyoruz... NBA’in tartışmasız tek bir kahramanı var an itibarıyla, üstelik metafora gelecek olursak, Kahramanın Yolculuğu’na azıcık zorlamayla birebir uyan, kusurlarıyla kusursuz bir arketip. Hatta Vogler’ın yazıya dökmediği üç ayrı kahraman özelliğini de bünyesinde barındırıyor: Erkeklik, baba figürü olmadan büyüme ve özel güçlere sahip olma... LeBron James’ten bahsediyorum. Macerasına Sıradan Dünya’da başlıyor. (Akron, Ohio ve hatta ilk yıllarını geçirdiği vasat Cavs takımı) Söylentiye göre 2008 yılında Wade ve Bosh’la kontratları bittiğinde aynı takımda oynama kararı alıyor. (Macera Çağrısı) 2010 play-off’unda Celtics serisinde kendine bahşedilen özel güçleri kullanmayı reddederek eleniyor (Çağrının Reddi.) Daha sonra Akıl Hocası ile görüşüyor. (Belki iş ortağı Maverick Carter, belki de Pat Riley) O yaz herkesi şaşırtarak Miami Heat’le imzalıyor (Eşiği Aşma.)

Buradaki en büyük sınavını kendisinden cümleten nefret eden ABD halkıyla veriyor, düşmanları malum NBA takımları ve basın; müttefikleri ise takım arkadaşları, medyadaki hatırlı dostları ve NBA’in en önemli figürlerinden Pat Riley. Aynı sezon yaşadığı iç dünyaya yolculukta verilen tepkilerden kendini NBA’in kötü adamı olarak konumlandırmayı tercih ediyor, NBA Finalleri’nde çetin sınavını Mavs karşısında veriyor ve her kahramanın yaşaması gerektiği gibi inanılmaz bir mağlubiyetle yüzleşiyor (Burayı mimleyelim, yazının ana argümanını olumlamak adına geri döneceğiz.) İki yıl üst üste şampiyon olarak ödülüne ulaşıyor, Cavs’e geri giderek dönüş yolunu tamamlıyor, 2016 şampiyonluğuyla yeniden diriliyor ve Hayatın Sırrı’na eriyor...

Henüz saha içine hiç girmediğim için birazcık kurtlandım; Hayatın Sırrı’ndan kasıt, elbette basketbol isimli oyuna daha önce görülmemiş seviyede vakıf olması LeBron’un. Bu asla bir GOAT’luk argümanı değil, ancak söz konusu LeBron olunca hep birlikte gözden kaçırdığımız önemli bir mefhum var. 18 yaşında bile süper yıldız seviyesinde top oynayan, vücudu basketbol için özel olarak yaratılmış gibi görünen bir adamın, kariyeri boyunca yaşadığı gelişimi hor görmeye teşneyiz. Hâlbuki LeBron, kendisine yöneltilen bütün eleştirilerin insanüstü bir gayretle üstesinden geldi. “Clutch değil” dendi, şu anda topu son anlarda emanet edebileceğiniz bir numaralı adam; “Şut atamıyor” dendi, MJ seviyesinde fadeaway atmaya başladı; “Alçak postta oynayamıyor” dendi, LeBron’un şu anda hücumdaki birincil opsiyonu fiziksiz guard’ları postta cezalandırmak. Bu gelişim açlığıkahramanlık mitine de ekledikçe ekliyor elbette. Gereksiz bilgiye boğmamak ve popüler kültürden örneklendirmek adına modern çağa damga vurmuş Hollywood Kahraman Arketipleri’ni ele alalım: Star Wars’un Luke Skywalker’ı, Matrix’in Neo’su, Nolan’ın Batman üçlemesinin Batman’i, Lost’un John Locke’u, Harry Potter serisinin Harry Potter’ı, Aslan Kral’ın Simba’sı ve hatta G.O.R.A’nın Arif’i... Örnekler çoğaltılabilir. Kahraman monomitinin Hollywood’da baskın hâle gelmesinin temel sebebi elbette Vietnam yenilgisi sonrası ABD’de kurulması gereken yeni düzende, düzenin ekonomik sürükleyicisi olarak görülen orta sınıfa mensup beyaz erkeklere Durant'in kendisi için çizdiği yol, LeBron'un yolu ve Akıl Hocası olarak belirlediği kişi de LeBron. kendilerini özel hissetmelerini sağlamaktı. Bunun ekseriyetle fantastik bir dünyaya taşınmasının sebebi de gerçek dünyanın getirdiği yenilgilerden ve yükten kaçabilmek, başka bir dünyanın umudunu satabilmek. Yıkım, yaratıcılık doğurur. NBA’in MJ sonrası yaşadığı yıkım için, LeBron yerine konulamaz bir nimet.

LeBron James ile Kevin Durant, 2017 NBA Finalleri'nde.

LeBron James ile Kevin Durant, 2017 NBA Finalleri'nde.

İşin garibi, bu yazı Kevin Durant’le ilgili... Bahsi geçen filmlerin (ve dizilerin) en önemli özelliklerinden biri kahramanın diyalektik düzlemde varlığını sağlayan kötü adamlar, yani anti-kahramanlar. Kötü adam deyip geçmemek lazım; kahramanlar tek tipleştiğinden, her birinin kalite belirleyicisi, kahramanın karşısında konumlandırdığınız karakter oluyor. Üstelik, artık düz beyaz ya da dümdüz siyah kahramanların ve/veya anti-kahramanların genel geçer olduğu dünyada yaşamıyoruz. Tim Burton’ın grotesk ve karakteri kurulmamış Batman’inin de, saf kötü Voldemort’un da, Lost’un Black Smoke'unun da ve yine hatta G.O.R.A’nın Komutan Logar’ının da çağı kapandı. Artık anti-kahramanlar en azından kahramanlar kadar anlaşılabilir, motivasyonları temellendirilebilir, kanlı canlı ve siyaha yakın gri karakterler olduklarında çekici hâle geliyorlar.

Kevin Durant’in kötü adama evrilme yolculuğu ise Kevin Durant’in bir karakter olarak hayatımızdaki varlığının ve birçoğumuzun Kevin Durant’le hayli uzaktan yaşadığı saf nefret ilişkisinin ana sebebi. Diğer tüm kötülerden farklı olarak Kevin Durant, bu noktaya varmadan önce Kahramanın Yolculuğu’na çıkmıştı oysa ki... (Belki biraz tarih ötesinden güncellemeyle yazının başında bahsettiğimiz Anakin/Darth Vader hariç. Benzetmeyi haddinden fazla sürdürecek olursak; Durant de Anakin gibi, Kahraman’ın Yolculuğu’nu yarıda kesenlerden.)

Kevin Durant’e duyulan aşırı nefretin kaynağı da bu bence. Tıpkı LeBron gibi özel güçlerle donatılmış ve babasız büyümüş Kevin Durant. Üstelik yolculuğun belli aşamalarından geçmiş, MVP olduğu 2013-14 sezonunda yaptığı konuşmayla istisnasız herkesin sevgisini, saygısını ve takdirini kazanmıştı. Modern çağın pozisyonsuz skoreri, 2.10’luk bir şutör, anormal bir çember koruyucusu, dört pozisyon savunabilecek çabuklukta bir dev, Anthony Davis’in bile üstünden temiz şut çıkartabilecek bir fizik, ABD’nin fakir mahallelerinde büyümüş, MVP konuşmasında bile neredeyse tüm payeyi annesine çıkartabilecek kadar alçak gönüllü bir fenomen...

Toplum, Kahramanın Yolculuğu’nu tamamladığı an, Kevin Durant’i kahraman olarak mimlemeye dünden hazırdı. Aşamaları LeBron gibi tek tek yazmamıza çok da gerek yok. Sonra ne olduysa 2016 yazında oldu. Kevin Durant serbest kaldığında, 3-1’den seri verdiği, 73 galibiyet almış Golden State Warriors’a imza attı. Kahramanın, tüketicisiyle bir olduğu en temel aşamayı, yani Zorlu Sınav'ı bypass etmek istedi. Yolculukta acı çekmedi Kevin Durant, ölümün kıyısından dönmedi, fedakârlıkla, kanırta kanırta, dişlerini sıka sıka, avuçlarından kan damlayıncaya kadar mücadele etmeden, kahraman olmak istedi. Oysa kahramanları belirleyen toplumsa ve toplum acı çekiyorsa, acı çekmeden kahraman olabilmek mümkün değildi.

Durant-LeBron diyalektiğini tamamlarcasına, Durant’in kendisi için çizdiği yol, LeBron’un yolu ve bilmeden de olsa içsel anlamda Akıl Hocası olarak belirlediği kişi de bizatihi LeBron... Durant, Warriors’la imzalarken tıpkı LeBron’un Miami’ye imzası gibi tepki toplayacağını muhtemelen öngörmüştü. Ve tıpkı LeBron gibi, şampiyonluğa ulaşıp ‘Ödül’ü kazandığında, tepkilerin sona ereceğini düşündü. Hâlbuki unuttuğu bir şey vardı; kahraman olmak o kadar kolay değil, hele hâlihazırda bir kahraman varken sırf anlatının tarafında olabilmek için bile, anti-kahraman olmanız işten bile değil. Bu yıl Bill Simmons’la kaydettiği beşinci podcast’inde, işlerin lehine dönmemiş olmasının yarattığı anormal hayal kırıklığı da su yüzüne çıktı. Daha önceki tüm kayıtlarda bir basketbol aşığı olduğunu, oyun için her şeyini vermeye hazır bulunduğunu çaba sarf etmeden belli eden Durant, o beşinci podcast boyunca, etrafında basketbolla ilgilenen herkese umarsızca saldırdı, nihayetinde de istemeden de olsa anti-kahraman rolüne tamamen bürünmüş oldu.

Kevin Durant’in 2018 play-off performansı da bundan kaynaklı gibi geliyor bana. Warriors anlamsızca gömülse de NBA’in en sağlam sistem takımlarından biri; top paylaşımını ön plana çıkaran, sürekli hareketlilikle oyunun her iki tarafını da tehdide dönüştüren, iyi şutu daha iyi şut için kurban eden bir makine. Elbette işler sıkıştığında bire biriyle problem çözecek birine de ihtiyaç var, hele play-off ortamında. LeBron’un karşı takımın en fiziksiz savunmacısını çiğ çiğ yiyerek takımını finale taşıdığı yılda Durant, sırf o kahraman anlatısına yeniden ulaşabilmek, biraz daha ‘LeBron’laşabilmek’ için, aynısını yapmaya kalktı. Bütün o eleştirilerin, tepkilerin, saldırıların böyle son bulacağını düşündü. İster erkeklik krizi deyin, ister kahraman olamamanın sancıları. Joseph Campbell’ın bunun için bile hazırladığı laflar var: “En karanlık zamanda yol görünmeyen bir ormandasınız, yol varsa bile, o sizin yolunuz değil, o yoldan giderseniz başkasının yolundan yürümüş olursunuz ve asla kendi potansiyelinize ulaşamazsınız.”

Kahramanların hikâyeleri ekseriyetle üçleme hâlinde yazılır, malum. LeBron da üçüncü bölüme hazır; basketbolun sırrına vakıf, kusurlarıyla kusursuz bir kahraman. Karşısında da daha önce deneyimlemediğimiz bir Kusursuz Kötü. Hadi gelin, itiraf edelim; kahraman olmaya çalışan bir anti-kahraman, tüm o sıkışmışlığıyla, saf hikâye açısından çok daha özgün ve ilgi çekici. Ya antikahraman emeline ulaşacak ya da kahraman son bir kez kazanıp yolculuğunu tamamlayacak. Üçüncü bölüme hazırız...

Socrates Dergi