La Vita È Bella: Hayat Güzeldir

10 dk

Milano’da buluştuğumuz Roberto Mancini, adaşı Benigni’nin filmlerindeki karakterler gibi rahat ve kendi halindeydi. İtalyan antrenör, yolu Galatasaray’dan da geçen kariyerini kısaca Socrates’e anlattı.

Roberto Mancini başarısızlıklardan sonra asla odasına kapanan teknik direktörlerden olmadı. Belki bir kadeh şarapla başlayıp gerisini getirdiği geceler yaşamıştı ama esasen böyle bir alışkanlığı yoktu. Zor günlerde genellikle bisiklete binmeyi tercih ederdi.

11 Mayıs, o günlerden biriydi. Wembley’deki finalden eve yeni dönmüştü. Bir kadeh şarap koymak yerine salona gidip kütüphaneye daldı. Babasının önceki hafta okuduğu, Fausto Coppi ve Gino Bartali’nin hikâyelerini ele alan Fallen Angel ile Road to Valor vitrinin hemen önündeydi. Kitapları gördü ve bu, kahramanları Felice Gimondi, Francisco Moser ve Eddy Merckx’i hatırlamasına sebep oldu. Bisiklete binmek istiyordu.

Alderley Edge’deki evinin yakınlarında, haftada en az üç kez ziyaret ettiği bir parkur vardı. Bazen sabah erken saatlerde yola koyulup, Manchester City’nin antrenman sahası Carrington’a gittiği de olurdu. Bu gece fazla kalmayacaktı. Prestigio’sunu almak için garaja yöneldi. Ertesi gün her şey bitti.

“City taraftarını her zaman çok sevdim. Onların da beni sevdiğini biliyorum. Premier Lig, FA ve Carling Kupası’nı beraber kazandık. Bu takım 35 yıldır kupa kazanamıyordu, kazandı. 44 yıldır şampiyon olamıyordu, oldu. Manuel Pellegrini dedikoduları haftalar, aylar önce son bulmalıydı. Eğer yazdığınız bu saçmalıklar doğruysa, zaten günü geldiğinde ortaya çıkacaktır.”

“Inter’de yedi kupa kazandıktan sonra kovuldum. Kontratlar feshedilebilir. Eğer ayrılırsam, dünyadaki bir numaralı Manchester City taraftarı olacağım. Mutluyum ve hayatta mutluluktan daha önemli çok az şey var.”

Wigan’a kaybedilen Federasyon Kupası finalinden sonra söyledikleri, Roberto Mancini’nin hayata bakışını özetleyen cinsten. İtalyan teknik adam, çok değil, bir sene önce Premier Lig şampiyonu olmuştu. Takip eden sezonda ise kendi tabiriyle, ne başarıldıysa hepsi unutuldu.

Evet, City kesinlikle iyi futbol oynamıyordu ve sezona Robin van Persie’yi transfer ederek giren Manchester United, yapbozun eksik parçasını tamamlamıştı. Öyle ki ocak ayı sonunda puan farkı 10’du. Telegraph, Guardian ve hatta BBC, Manchester City’nin sezon sonu için Şilili teknik adam Manuel Pellegrini’yi istediğini yazıyordu. Mancini yaşananlara pek anlam verememişti.

Kariyerinde yaşananlara anlam veremediği tek durum bu değildi. Milano’nun kuzeybatısındaki Angelo Moratti Tesisleri’nde kısa bir söyleşi için sözleştiğimiz İtalyan teknik adam, bu yanlış anlaşılmalardan gittiği her yerde şikayetçi oldu. Dışarıdan bakanların düşündükleri ile onun hisleri arasında uçurum vardı. Bugünlerde Inter’i çalıştıran ve her gittiği yerde buluştuğu baskı ile yine kol kola olan tecrübeli futbol adamı, Galatasaray günlerini hatırlarken de kırgın değildi. Aksine, hiçbir şey için pişmanlık duymuyordu. “Galatasaray’da fantastik bir yıl geçirdim. Taraftarlar, kulüp, İstanbul’daki rutin yaşam… Her şey harikaydı. Başkalarının söylediği aptalca şeyler üzerinden o günleri anmak istemiyorum. Kısa süre kalmış olabilirim ama yine de bir kupa kazandık. Şampiyonlar Ligi’nde Juventus’u eledik. Florya’daki herkesle iyi hatıralarım var.”

“Mutluyum. Önemli olan da bu. Geçmiş hakkında uzunca konuşmayı hiçbir zaman doğru bulmadım. Mesela bana sürekli Galatasaray’ın teklifini neden kabul ettiğim soruluyordu. Bunun üzerine bu kadar kafa yormaya ne gerek var? Teklifi kabul etmişim işte. Evet demişim, çünkü Galatasaray Avrupa’nın en büyük kulüplerinden biri. Her zaman kaliteli yabancı oyunculara sahip. Burak Yılmaz, Selçuk İnan ve Semih Kaya gibi sıra dışı yerli oyuncular bu kulübün formasını giyiyor. Neden hayır diyeyim ki?”

Roberto Mancini, City’den ayrılışının üzerinden ancak bir sene geçtikten sonra yaşananları anlatma ihtiyacı hissetmişti. Yöneticiler Ferran Soriano ile Txiki Begiristain’i, ‘Judas’ (hain) olmakla suçlayan İtalyan teknik adam, o dönem Carlo Ancelotti ve Pep Guardiola’yla görüşüldüğünü biliyordu. “Manchester City’den ayrılışım tepeden tırnağa farklı. Mukayese etmem doğru olmaz. Galatasaray’da görevi bıraktım, zira başkan Ünal’la yaptığım görüşme sonucu ortaya çıkan şartlar, geldiğim günle aynı değildi. Başkan bana UEFA Finansal Fair Play’le alakalı problemlerin olduğunu ve belki bu sebeple gelecek sezon daha güçlü bir takım kuramayabileceğimizi söyledi. Ben de ‘Tamam’ deyip takımdan ayrıldım. İki yıl daha kontratım vardı, hiç para istemedim.”

Galatasaray, kulüp tarihinin en yüksek ara transfer dönemi harcamasını Roberto Mancini yönetiminde yaptı. Dokuz oyuncunun transferine 18.2 milyon euro ödeyen Aysal yönetimi hâlâ eleştirilerin odağında. Mancini ise bu hamlelerin ‘hata’ olarak nitelendirilemeyeceğine inanıyor.

“Lucas Ontivero transferinin eleştirildiğini biliyorum. Ontivero benim nezdimde iyi bir oyuncu. Henüz 18 yaşında ve bire bir çalışmalarımızda kalitesini gördüm. Burdisso’yu transferin son gününde kadroya kattık, çünkü istediğim diğer stoperleri alamamıştık. Hajrovic konusunda da bir şey söylememe gerek yok. Zaten parasını alamadığı için Galatasaray’dan ayrılmadı mı?” Mancini, söyleşi boyunca ‘Fatih’ diyerek samimiyetini ortaya koyduğu Fatih Terim ile kariyerinin sürekli kesiştiğinin de farkında. Terim’in Fiorentina’da kupa finaline taşıdığı takımı devralarak kariyerinin ilk teknik direktörlük deneyimini yaşayan İtalyan antrenör, Galatasaray’da yine aynı koltuğa oturmuştu.

“Bu bizim işimiz. Bu işi yapmaya karar verdiğimiz an, belirli riskleri kabul etmiş oluyoruz. Kovulabileceğimizin farkındayız. Fatih’in Fiorentina’daki tecrübeleri, bana göre biraz farklıydı. Ben başkan Vittorio Cecchi Gori’yle hep iyi geçindim, o geçinemedi. Bence o çok iyi bir insan, Fatih’e göre belki de değil. Ya da ben antrenörlük kariyerime Cecchi Gori’nin verdiği iş sayesinde başladığım için olumsuz düşünemiyorum.”

“Fiorentina’nın başına geçtiğimde kulüp batmıştı. Rui Costa’yı, Terim’in yeni takımı Milan’a satmak zorunda kalmıştık. Daha sonrasında Lazio’ya gittim. Durum yine farklı değildi. Finansal problemlerden bu kez Alessandro Nesta ve Hernan Crespo’yu sattık. Bu zor durumda menajerlik yapmak benim için önemli deneyimdi.”

Roberto Mancini, bu tecrübelerinin yanı sıra, Sven-Göran Eriksson’un Lazio takımında futbolcu ve yardımcı antrenör görevlerini üstlenişini kariyeri açısından ‘dönüm noktası’ olarak görüyor. İtalyan teknik adama göre, milenyumdan sonra çalıştırdığı tüm takımlarda başarısız sonuçlar alan ve saygınlığını yitiren Eriksson’a karşı oluşan algı adil değil.

“Sven’i çok iyi tanıyorum. İngiltere’de onunla alakalı yazılıp çizilenler saçmalıktan ibaret. Harika bir teknik direktör. Harika. Lazio’da onunla üç yılda yedi kupa kazandık. Daha sonra yardımcısı oldum. Kariyerimde emeği büyüktür. 90’larda İtalya’ya geldiğinde biz sadece 5-3-2 formasyonunda oynuyorduk. Sven ise 4-3-3 ya da 4-2-2 oynatmayı tercih etti. Farklı yaklaşımı beni çok etkilemişti. Taktiksel esnekliğe dair farklı bir perspektif kazanmam da oradandır. Şu an ‘Üçlü defans mı, yoksa dörtlü mü?’ diye gelen sorulara ‘3’le, 4’le ya da 2’yle de kazanabilirsin’ cevabını veriyorum. Zira kadron iyi oyunculardan kuruluysa her zaman bu opsiyonlar sana aittir. Sadece mental yönden güçlü durumda olmak gerekir. Yoksa 2, 3, 4, 5 önemli değil. Takım felsefesi önem arz eder.”

“Son dönemde nasıl deniyordu? Ah, kale önüne otobüs çekmek. Bunun gerekeceği maçlar da olabilir. Öyle takımlar önünüze gelir ki, savunma yapmanız şarttır. Bu sebeple esnek olmalısınız. Kalıplara bağlı kalmayıp kreatif çözümler üretebilmelisiniz. Teknik direktörlüğün sırrı budur.”

Manchester City’deki yardımcısı David Platt, aynı zamanda Sampdoria’da beraber oynadığı Mancini’nin teknik direktörlük meziyetlerinin, futbolculuğundan izler taşıdığını söyler. Konu Platt’ın, Mancini hakkındaki “O bir dâhi. Oyuncuyken topu hedeflediği her noktaya, istediği her anda gönderebilirdi” sözüne geldiğinde, ufak bir tebessümle Genoa günlerini anlatmaya başlıyor.

“Başkan Paolo Mantovani benim ikinci babam gibiydi. Bize karşı hiç sesini yükseltmezdi. Üzüldüğünde, kızdığında sadece şöyle bir bakış atması yeterliydi. Yeri çok ayrıdır. Onunla hayatımın sonuna kadar Sampdoria’da kalabilirdim. Daha büyük kulüplerden teklifler gelmesine rağmen reddetmiştim. Ancak bazen olaylar planladığınız gibi gelişmeyebiliyor.”

“Mesela Sven’in kariyerimdeki etkisinden bahsettim. Aynı şekilde Sampdoria’daki teknik direktörüm Vujadin Boskov da menajerlik kariyerime bakış açısı katmıştır. O ve Sven, birbirlerine tezat oluşturacak tarzlara sahipti. Boskov’la çok gençken tanıştım ve onun, oyuncularına tamamen serbestlik tanıyan felsefesi hoşuma gitmişti. Dertsiz, tasasız, sadece futbol oynuyorduk. Paha biçilemez bir deneyimdi.”

2000’ler futboluna damga vuran birçok antrenör kendisinden üçüncü tekil şahısla bahsetmeyi sever. İsimleri tek tek zikretmeye gerek bile yok, bazılarını sıfatlarla çağrıyoruz. Manchester United’ın başındaki Louis van Gaal de bu furyayı benimseyenlerden. Hollandalı geçenlerde kendisini “küstah ama karizmatik” olarak tanımladı. Peki Roberto Mancini’ye üçüncü tekil şahıs hakkı versek, kendisinden nasıl bahsetmeyi tercih eder?

“Bu klasik bir cevap gibi gelecek ama öyle değil. ‘Roberto şöyle, Roberto böyle’ demek istemem. Kişiyi başkalarının tanımlaması daha doğru olur. Ben sadece insanların beni gerçekten tanıyabilmesine ve sevmesine önem veriyorum. Hepsi bu.”

Eriksson'un Mancini Hikâyesi

Sezon 1999-2000. Sakatlıklar nedeniyle Lazio’da merkez orta saha eksiği çekiyorduk. Roberto bir gün ofisime gelip bu pozisyonda oynamak istediğini söyledi.

Bay Eriksson, bırakın da maça merkez orta sahada çıkayım.

Bunun için biraz savunma yapman gerek, biliyorsun değil mi?

Elbette.

Bu diyalog sonrasında oynanan ilk maçta onu orta sahanın merkezine koydum. Kazandık. İkinci maça da merkez orta sahada çıktı, yine kazandık. Roberto Mancini 17 maç boyunca merkez orta sahada oynadı. Bu 17 maçın hiçbirini kaybetmedik. Kenardan büyülenmiş bir şekilde onu izliyordum. Takımdaki tüm oyunculardan daha fazla top kazanıyordu. Sezon sonunda da şampiyon olduk.

Socrates Dergi