Liberte

10 dk

Devir değişti ve futbol, tamamen bireysel bir spora dönüştü. L'Equipe gazetesinin başyazarı Vincent Duluc, bu değişimin sembolü, özgürlük (liberté) peşindeki Neymar'ı Socrates için kaleme aldı.

Neymar, 2017 yazı sırasında PSG’ye 222 milyon euro karşılığında transfer olurken futbol dünyasının merkezini de değiştirdi ve eski sınırların artık geçerli olmadığını onayladı. O aynı zamanda, futbolun artık tamamen bireysel bir spora dönüştüğü gerçeğinin simgesiydi.

Futbolda bir zamanlar kulüpler oyunculara göre çok daha büyük güç sahibiydi. Kişisel istatistikler kolektif başarılardan daha az değer görürdü. Ödüller, pazarlama biliminin de katkısıyla sahadaki olağanüstü yeteneklerini büyüten ve daha etkili kılan birkaç isme bu kadar odaklanmış değildi. Neymar gibiler Barcelona’yı -yani Real Madrid ile birlikte dünyanın en iyi kulübünü- Katar kontrolüne geçtiğinden beri Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finalin ötesini görememiş Paris Saint-Germain ve Fransa Ligi için terk etmezdi. Neymar'ın PSG transferi, futbolun artık tamamen bireysel bir spora dönüştüğünün kanıtıydı.

Düzen tamamen değişti, Neymar da değişimin sembolü oldu. Yine de söze girmeden önce, Brezilyalı futbolcunun oyuna saygısının, popülaritesinin gerisinde yatan çocuksu zarafetinin ve büyüleyici çalımlarının altını çizmek gerek. Şu bir gerçek ki o, sahadayken yüksek beklentileri ve global marka statüsünü korumak için çok fazla şey yapıyor ama her şeyin ötesinde, buna rağmen sokaklarda öğrendiği numaraları dünyanın en büyük sahnelerine taşıyan bir futbol sanatçısı olarak kalmayı başarıyor. Driplingleri ve patlayıcı deparları daima eşsiz saf yeteneğinin en büyüleyici anlarını oluşturacak. Bütün bunlar dün de, bugün de, yarın da tartışmalardan ve bazı endişelerden çok daha ötede duracak.

Neymar aslında üç ayrı sürecin; dünya futbolunun ve yeni Şampiyonlar Ligi’nin dengelerini altüst edip futbol hiyerarşisinin katılaşmasına neden olan Bosman Kuralları’nın, oyunun istatistikler/ödüller aracılığıyla bireyselleşmesinin ve büyük Avrupa kulüplerinin hissedarlarının/ sahiplerinin globalleşmesinin ortak ürünü.

Açıklamaya Bosman Kuralları ile başlamak lazım. 1996’dan önce, Avrupa kulüplerinde oynayabilecek yabancı futbolcuların sayısı sınırlıydı; ülkelere göre iki ya da üç kişilik kontenjanlar vardı ve bu da müthiş bir fırsat eşitliği sağlıyordu çünkü yüksek seviyedeki 20 yabancı oyuncu aynı kulüpte toplanamıyordu. Avrupalı oyuncuların özgürce dolaşabilen işçilere dönüşmesiyle birlikte bu kez Güney Amerikalı futbolcular Avrupa Birliği dışındakilere ayrılan kontenjanı doldurmak için büyük kulüplere gelmeye başladı. Neymar, hem bu sistemin çocuğuydu hem de başka bir sistemin; yasaklanan ama Brezilya’da günümüzde sıkça kullanılan ‘üçüncü sahış mülkiyeti’ kavramının bir temsilcisiydi. Kısacası Bosman Kuralları olmasa, Barcelona’da olduğu gibi Lionel Messi, Luis Suarez ve Neymar’ın aynı formayı giyme şansları çok düşüktü.

Bunun yanında, yeni Şampiyonlar Ligi’nin büyük liglerde (İspanya, İngiltere, Almanya, İtalya) ilk dört sırayı alan takımlara otomatik katılım vermesi, Neymar’ı dünya futbolundaki evrimin sembolü hâline getirdi. Şampiyonlar Ligi, büyük Avrupalı kulüplerden gelen tehditlerin de etkisiyle kapalı bir lige dönüşmeye çok yakın. Hiyerarşi giderek katılaşıyor. En güçlüleri beslemeyi sürdüren yayın haklarının da etkisiyle güçlülerle zayıflar arasındaki uçurum her geçen gün daha da derinleşiyor. Bir Fransız atasözüne göre, “Yağmur her zaman ıslak yere yağar” ki burada da benzer bir durum söz konusu; fırsatlar ve ayrıcalıklar, hâlihazırda bunlardan en çok beslenmiş/beslenen kulüplere tanınıyor. Yayın haklarının etkisiyle güçlülerle zayıflar arasındaki uçurum her geçen gün derinleşiyor.

Bu gerçekten yola çıkarsak, esasen Brezilyalının fiyatını belirleyenin de klasik arz-talep yasaları olmadığını söyleyebiliriz. Bundan ziyade, sözleşmesine konulan maddede kendisine biçilen serbest kalma bedeli (222 milyon Euro) baz alındı ki bu, CIES ya da Transfermarkt gibi farklı aktörlerin ona biçtiği (210 milyon) değere çok yakındı. Bunun basit bir sebebi var; Şampiyonlar Ligi dünyanın en büyük kulüplerini karşı karşıya getiren en önemli rekabet alanı olduğu için, gezegenin en iyi oyuncuları da hâlihazırda çok zengin ve fakirleşmeye de niyeti olmayan takımlarda oynamayı tercih ediyor. Seçtikleri kulüplerin ortak özellikleri de -bir noktada- Şampiyonlar Ligi’ni alabilecek ve maddi açıdan kaygısız takımlar olmaları.

Sportif açıdan -ki sadece sportif de değil- 20. yüzyılın en büyük altüst oluşu, futbolun ‘bireyselleşme’siydi. Bunda kişisel ödüllerin ve bunları ölçen gol, asist, başarılı pas yüzdesi gibi istatistiklerin çeşitlenmesinin de etkisi var tabii. Ama ne olursa olsun goller, daima koşu mesafesinden daha değerlidir. Zaten zamane futbolunun bir başka özelliği de dünyanın en çok gol atan oyuncularının sistematik olarak dünyanın en iyi futbolcuları olarak görülmesi.

Mesela ‘sonuçlar’dan ziyade biraz daha fazla ‘nedenler’le ilgileniliyor olsaydı, Andres Iniesta da kariyerinde en az bir Ballon d’Or ödülü kazanırdı. Ayrıca artık başarıyı ölçmenin tek enstrümanı goller olduğu için, günümüzün büyük futbolcuları penaltıları paylaşma konusunda da en ufak bir heves göstermiyor. Tıpkı bu sene PSG’de Edinson Cavani’nin Neymar’a penaltıları kendisinin kullanacağını kabul ettirmeye çalışması ve buna karşın Neymar’ın, teknik direktörü Unai Emery’nin penaltıların paylaşılması fikrine rağmen yönetimin desteğini alarak bunu tersine çevirmesi gibi...

Oysa aynı Neymar, daha önce Barcelona formasıyla Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken bütün zaferin Lionel Messi’ye mal edildiğine tanık olmuştu. Çok uzağa gitmeye de gerek yok; 2017 ilkbaharında, Barcelona’nın Şampiyonlar Ligi’nde PSG karşısındaki geri dönüşünde başrolü üstlenmesine karşın, manşetlere kendisinin değil de yine Messi’nin çıktığını ve halk tarafından yine Arjantinli dostunun onurlandırıldığını görmüştü.

Ayrılığını filizlendiren detaylar arasında elbette bunlar da vardı. Neymar, PSG’ye sadece kolektif kupalar kazanmak amacıyla -ki tarihinde Şampiyonlar Ligi finaline ulaşamamış bir kulüpte bu hedefe yönelmek şüpheli- imza atmadı; asıl olarak Ballon d’Or almak ve sürüden ayrılarak tam anlamıyla fark edilebilme şansı yakalamak istedi. Bu aynı zamanda, Lionel Messi’den ayrışmak için elindeki tek fırsattı.

Yani Neymar devriminin özünde, Brezilyalının Ballon d’Or hayalini gerçekleştirmek için kolektif başarıların yerine bireysel istatistikleri koyması ve yükselen bir kulüpte bir numara olmayı Barcelona’da iki numara olmaya tercih etmesi var. Football Leaks’teki kaynaklara göre; yılda 36.8 milyon, ayda 3 milyon, günde 100 bin Euro kazanacak ve Lionel Messi’nin Barcelona’daki kontratından daha büyüğüne sahip olacak. Ama onun Paris’i fethettiği kontratta ilgi uyandıran asıl detay, France-Football’un verdiği Ballon d’Or ödülünü alacak olursa cebine girecek bonus miktarı, yani 3 milyon euro! Muhtemelen, Şampiyonlar Ligi’ni kazanmaları hâlinde PSG’li oyuncuların alacağı toplam primden çok daha fazlası...

Son röportajlarından birinde, yakın arkadaşı ve Barcelona’nın stoperi Gerard Pique, Brezilyalının ayrılışı hakkındaki bu tezi doğrular nitelikte konuştu ve şunları söyledi: “Kariyeri boyunca aynı kulüpte kalan bir oyuncu bulmak çok zor. Hepimizin motivasyona, yeni hedefler adına savaşmaya ihtiyacı var. Neymar’ın Ballon d’Or kazanmak istediğini biliyorum. Bu yüzden, başrolü üstleneceği PSG’ye imza atması normal. Şampiyonlar Ligi’nde ve Fransa’da güzel şeyler yaparsa, bunu başarabilir de...” O, bir yandan terörizmle bağlantısı yüzünden baskı yiyen Katar adına jeopolitik bir bahis gibi.

Evet, elimizdeki gerçeklerden biri bu. Ancak Paris kulübü ona bu umutların yanında devasa bir ücret öde yip Avrupa’nın en iyi beşinci liginde oynamasının karşılığında kıtanın en büyük kontratını vermeseydi, Brezilyalının Barcelona’dan ayrılmayacağını da biliyoruz. Bu da bize başka bir gerçeği işaret ediyor; kendi küreselleşme hedefinin peşinde kulüplere hissedar ya da sahip olan ve bu sayede dünya futbolunun haritasını yeniden çizmeye yeltenen sermaye odaklarının etkisini...

Zira Neymar, bir yandan terörizmle bağlantıları yüzünden komşularından baskı yiyen ve bu sebeple geçen yaz kumbaralarını kıran Katar adına jeopolitik bir bahis gibi. 2022 Dünya Kupası ev sahipliği, Katar’ın hayal ettiği birleştirici tutkal vazifesini göremedi ve ülkenin hâlâ bu vaatleri karşılayabilecek bir müttefike ihtiyacı vardı, yani Neymar’a! Takdir edersiniz ki Şampiyonlar Ligi artık sadece bir Avrupalı etkinliği değil; PSG, 2016 ilkbaharında Manchester City’ye elendiğinde aynı zamanda Katar da Birleşik Arap Emirlikleri’ne yenilmiş sayılmıştı ve o dönemki teknik direktör Laurent Blanc’ın işine son verilmesine yol açan şey de bu jeopolitik utanç olmuştu.

Danışmanlık şirketi Wavestone’da çalışan Fransız spor yönetimi uzmanı Vincent Chaudel, Neymar transferinin yarattığı devrimi şöyle açıklıyor: “1980-1990 yılları arasında transferler, kulüplerin ulusal pazarlardaki potansiyelleri üzerinden yapılırdı. Bosman Kuralları sonrasında futbol küreselleşti, televizyon hakları Avrupalılaştı, kulüpler büyük kârlar elde etmeye başladı ve transfer ücretleri hızlıca 50- 60 milyon Euro’lara çıktı. 2000’lerin başında Zinedine Zidane, 75 milyon Euro’ya transfer olmuştu. Neymar transferindeki terazide, global pazara ulaşma isteğinin ulusal pazarda potansiyele erişme arzusunu geride bıraktığını görüyoruz. Bu tam da global bir marka olabilmenin temel mantığı. Real Madrid’i diğer kulüplerden ayrıştıran ve hem sportif hem ekonomik hamle yapmanın öncüsü kılan da bu zaten.”

Bir kariyer inşa etmede pazarlama tarafı artık o kadar kritik bir hâle geldi ki PSG’de yükselen bir başka fenomen de bunu kanıtlıyor: Kylian Mbappé’nin son Ballon d’Or oylamasında yedinci sırayı almasının sebebi, Monaco ile geçen ilkbaharda sergilediği performanstan (Fransa şampiyonu, Şampiyonlar Ligi yarı finalisti) ziyade, transfer ücretiydi. Mbappe, PSG’nin Monaco’ya ödediği 180 milyon Euro ile global bir marka hâline gelirken bir yandan da henüz 18 yaşında, 1958’deki Pele’den beri görülmeyen tarzda bir gelişim sergilemişti. Lakin onun parlamasına ve şöhret kazanmasına sebep olan bu transfer, artık hedeflerinin de önündeki engel olacak; çünkü hâlihazırdaki planda, o daima Neymar’ın arkasında kalmaya mahkum. Tıpkı Brezilyalının Messi ile konumu gibi... Mbappe, Neymar’ın dünyayı fethedişine yardımcı olabilir fakat en üst düzey bireysel ödülleri tek başına kazanmak istiyorsa ya ayrılmayı tercih edecek ya da Neymar’ın gitmesini bekleyecek. Başka şansı yok. Neymar markası PSG'den büyük ve bu onun bir teknik direktör tarafından yönetilmesini zorlaştırıyor.

Başından beri söz ettiğimiz devrim henüz taze ama o kadar da yeni değil. Kulüpler kendilerini temsil etmesi için daima bir futbolcu seçtiler ve şanslarını artırmak adına lobi yaptılar. Mesela Bayern Münih, Şampiyonlar Ligi’ni kazandığı 2013 yılında, yarı final ve finaldeki en iyi oyuncusu Arjen Robben’i ya da Avrupa’da yılın gol kralı Thomas Müller’i değil, Franck Ribery’yi aday göstermişti. Fransız futbolcu, ironik bir şekilde aslında 2013 Ballon d’Or ödülünü de kazanmıştı, ta ki o dönem etkinliği France Football ile birlikte düzenleyen FIFA işe müdahil olana ve oylama periyodunu Messi-Ronaldo dışında bir alternatifin çıkmamasını sağlayacak şekilde uzatana dek...

Neymar’a dönecek olursak, Paris’e gelişi ve buradaki varlığı, oyuncuların forma giydikleri kulüplerden daha büyük üne sahip olduğu bir çağın başlangıcı. (Bunun tarihteki istisnalarından biri de bir başka eski Santos’lu Pele’ydi. Çoğu zaman bir çanta dolusu bilet karşılığında hem kendisi hem de kulübü Santos için birer kontrat imzalayıp takım arkadaşlarını dünya çapında ve sonu gelmeyen maçlara/turnuvalara sürüklerdi. Tabii o dönemler her şey daha basitti, bunun için bir avukata ve vergi cennetine ihtiyaç yoktu.) Sosyal medyada da Neymar markası PSG'den daha büyük ve bu, onun bir antrenör tarafından yönetilmesini zorlaştırıyor. Bugün geldiğimiz noktada, gerçekten haklı ve mantıklı gerekçeleri olsa dahi, teknik direktörü Emery asla Neymar’ı farklı bir mevkide oynatamaz ya da yedeğe alamaz. Zira Neymar bunun karşılığında kulüp başkanına, hatta Katar Emiri’ne gidebilir ve onlardan antrenörüyle oyuncusu arasında tüm dünyanın sonucunu bildiği bir seçim yapmasını isteyebilir. Bu, Barcelona’da işleyen düzenin ta kendisi ve Neymar’ın Paris’e gelirken aradığı şey de tam olarak buydu: Messi’nin hayatı.

Çeviri: İnan Özdemir

Socrates Dergi