Los Luchadoras: Sahte Rakipler Gerçek Acılar
6 dk
Profesyonel güreş, hayat mücadelesi, adaletsizlik ve yenilgiyi, cüsseli 'oyuncuların' abartılı canlandırmalarıyla seyredebileceğiniz bir gösteri…
Rakip kelimesi 'gözünü üzerinden ayırmadan izlemek' anlamına gelen Arapça rakaba fiilinden geliyormuş. İngilizce rival ise Latince rivus, yani nehir kelimesinden. 'Aynı kaynağı paylaşan, aynı nehrin iki yakasında duran' anlamında.
Kelimelerin evrimi şiirden daha şiirsel olabiliyor. O kaynak her neyse, aynısına ortak olduğumuz, aynı nehrin iki yakasından birbirimize baktığımız, gözlerimizi üzerlerinden ayıramadığımız, öte taraf. Olası tehlikelere ve hak ihlâllerine karşı gözünü açık tutma anlamı olduğu kadar gözlerini bir türlü alamayan bir imrenme de yok mu bu izleyişte?
Bulutlu bir pazar günü küçük bir büfede taco'larımın peşindeyim. Sırtım televizyona dönük ama seslerden ekranda bir pembe dizi olduğunu anlayabiliyorum. Tamamı Hispanik diğer müşterilerin ya da taco'ları hazırlayan çalışanların hiçbiri televizyondakiyle ilgilenmiyor. Ta ki İspanyolca sesler pembe dizi diyaloğundan bir çeşit maç anlatımına dönüşene kadar. Tüm müşteri ve çalışanların gözü televizyona kilitlenince ben de "Bu ne maçıymış acaba?" diyerek yüzümü televizyona çeviriyorum: Ekranda kuvvetli ve cüsseli Meksikalı kadınlar birbirleriyle dövüşüyor, bazıları maskeli. Çok ciddiler. İçimdeki heyecana dilim yine ihanet ediyor, sıra dışı bir şeye şahit olduğumu bile bile azıcık Amerikan güreşi bilgimle ahkâm kesmeden duramıyorum: "Ama buna spor denemez ki aralarındaki rekabet sahte, kazanan önceden belli."
Spor Denebilir Mi Buna Acaba?
Ülkemizde Amerikan güreşi ya da pankreas olarak bilinen profesyonel güreşin Meksika'daki ismi lucha libre –yani 'serbest güreş'. Lucha libre'nin Meksika'daki geçmişi 1930'lara uzansa da kadın güreşçilerin, yani luchadora'ların başkent Mexico City'de güreşmeleri ahlâka aykırı bulunduğundan 1986'ya kadar yasak kalıyor. ABD'de olduğu gibi Meksika'da da ringdeki mücadele iyi ve kötüler arasında geçiyor. Tecnicos denen iyiler kurallara riayet edip kazanmak için hileye başvurmazken, rudos namlı kötülere her yol mübah. Bu ikiliğin ABD'deki karşılığı iyileri temsilen babyfaces (yani bebek yüz ama çoğunlukla sadece faces olarak geçiyor) ve kötüleri temsilen heels (topuklar). Aynı sistem kadın güreşçileri kategorize etmek için de kullanılıyor.
Güreşçilerin bazılarının maske takması, kökleri Azteklere uzanan bir Meksika fenomeni. Akademisyen Alejandro Torres bunu şöyle açıklıyor: "Tarihsel olarak Meksika kahramanları her zaman anonimdir, maskenin altındaki, herhangi biri olabilir."
Zorro'yu düşünün ya da Subcomandante Marcos'u. Ya da Fenerbahçe'ye gol attıktan sonra sevincini maskesiyle yaşayıp ceza alan Gaziantepspor'un merhum futbolcusu Antonio De Nigris'i. Meksikalı luchadora'lar da bu geleneğin bir parçası. Öyle ki 1942 yılında bir karşılaşmada taktığı maskeyle lucha libre'de maske fenomenini başlatan efsanevi güreşçi El Santo, vasiyeti gereği gümüş maskesi yüzünde toprağa veriliyor.
Abartılı kötüleri ve önceden belli senaryolarıyla profesyonel güreş, spor müsabakasından çok pembe dizileri andırıyor. Pek çok seveni, kendilerini çekenin tam da bu dizi niteliği olduğunu anlatıyor. Hikâye sadece ringde olup bitenle sınırlı değil; maç öncesi yaratılan sahte anlaşmazlıklar, demeçlerle genişletiliyor. Her bir karakter için de ayrı bir hayat hikâyesi üretiliyor tabii. Dallanıp budaklanan hikâyeler ringde sonuca bağlanıyor ama kelimelerle değil. Güreşçilerin ringdeki kelime dağarcığı yumruk, dirsek, kol kıvırma ve diğer can acıtma araçlarından oluşuyor.
Burada 'Her Şey Bir Şey Demek!'
Skor tutulmayan bu müsabakaların kazananı önceden kararlaştırılmış olsa da güreşçilerin maçlarda sergilediği hareketler önceden yazılmış değil. Senaryo dahilinde doğaçlamaya yer var. Slaphappy adlı kitabında profesyonel güreşin spor değil, spor karşılaşmalarının teatral bir canlandırması olduğunu savunan yazar Thomas Hackett, ismini belirtmediği bir güreşçinin kuliste yarı-sarhoş ve bol küfürlü bir şekilde bağırışını anlatıyor: "Maçın sekiz dönemeci var, her bir dönemeçte yapabileceğin 20 hareket. Yani seçeneklerinin sayısı sekiz üzeri 20. Ve doğru olanı seçmelisin, çünkü her bir hareketin anlamı farklı! Çünkü her şey bir şey demek!" Al sana oyunculuk dersi.
Mexico City'nin kadın güreşçileri hakkında Las Luchadoras adlı bir belgesel hazırlayan gazeteci Marta Franco, güreşçileri ve hayatlarını tanıdıkça profesyonel güreşe dair kendi algısının nasıl değiştiğini şöyle açıklıyor: "Yaptıklarını bir spor olarak görmeye başladım. 'Her şey önceden planlı' deseler de güreşçilerin performansı çok fiziksel. Jimnastik de spor sayılmıyor mu? Birbirlerine çok sert vuruyor, çok sert antrenman yapıyor ve çok acı çekiyorlar. Bu gerçeğin farkında değildim."
Tanıdığım en tutkulu Amerikan güreşi takipçilerinden Maciej Kasperowicz'e "Sence bu spor mu?" diye sorduğumda "Hiç spor olarak görmedim, profesyonel güreş bence bir sanat. Büyük güreşçiler ringdeki fiziksel ve duygusal tepkileriyle kendilerine verilen rolleri geliştiriyor ve dansta olduğu gibi hareket ve duygu birbiriyle hep iç içe" diyor. Bu sahtelikgerçeklik tartışmasında rastladığım en garip ve güzel sözlerden biri de John Darnielle'in şu cümlesiydi: "Suç ve Ceza ne kadar sahteyse profesyonel güreş de o kadar sahte."
Hackett'ın görüştüğü güreş tutkunlarından biri, daha basit bir açıklama sunuyor: "İki adamın birbirini yerden yere vurmasını izliyoruz işte. Şiddetin en temel hâli." 1985 yapımı I Like To Hurt People (İnsanların Canını Acıtmaktan Hoşlanıyorum) adlı sahte belgeselde de benzer bir mesaj var. Organizatörlerden biri insanlardaki şiddet ve vücut teması görme arzusunu hatırlatıyor, "Biz de onlara istediklerini veriyoruz" diye ekliyor. Spor olduğu tartışılmayan bokstan ya da 'az spor çok eğlence' profesyonel güreşten bahsederken bu sanat, dans, edebiyat benzetmeleri arasında unutmak istemediğim, yüzümü ekşiten bir gerçek var: Alkış ve ıslık eşliğinde, bazı insanları sahiden dayak yerken izlemenin normal bir ihtiyaç sayılması.
Meksikalı kadın güreşçiler bu rahatsızlığımı paylaşmıyor doğal olarak. Aksine, 1986 yılına dek mahrum edildikleri bir hakkı söke söke almaktan mutlular ve lucha libre'de ne kadar iyi olduklarının bilinmesini istiyorlar. Luchadora'ların süperstarı 56 yaşındaki Lola Gonzalez evlilikler ve çocuklarla kesintiye uğrayan güreş hayatına nasıl tekrar tekrar geri döndüğünü anlatıyor Las Luchadoras'ta. Sebep kısa ve öz: "Çünkü bunu seviyorum." Lola Gonzalez hâlâ popüler, hâlâ erkek ve kadın rakiplerini oradan oraya fırlatıyor.
Güreşçilerin bazıları en az manken ve oyuncular kadar arzu nesnesine dönüşse de raunt aralarında arkalarında gülümseyerek salınan diğer arzu nesnelerinden bir farkları var. Bu kadınlar süs değil, hikâyenin asıl aktörleri. Bu 'esas karakter' olma ihtiyacı, demeçlerinin de ortak teması aslında. Organizatör ve izleyiciler tarafından performanslarına erkek güreşçiler kadar kıymet verilmesi gerektiği, assolist erkeklerin altında ikinci veya üçüncü şov olarak değil, ana gösteri olarak ringe çıkma istekleri hep vurguladıkları noktalar.
İhtiyaçlardan bahsetmişken, Slaphappy'de alıntılanan gençlerden biri 'Pankreas güreşi spor mu, değil mi?' tartışmasına şöyle cevap veriyor: "Bağırabildiğim, küfredebildiğim, ringe bir şeyler fırlatabildiğim sürece mutluyum, ne olduğu umurumda değil."
Gittiğim ender futbol maçlarının birinde oyunun 15'inci dakikasından itibaren yan hakeme "Karını sat karını!" diye bağıran adam geliyor aklıma. 75 dakika boyunca bıkmadan aynı iğrenç küfrü ederken başka herhangi bir şeye konsantre olması zaten mümkün olmayan bu tanımadığım adam, 'izlediği' sporun sporluğunu ne kadar umursuyordu? Tribünde olma sebebi bir çeşit sesini duyurma ihtiyacını gidermekti. "Profesyonel güreşte izleyicinin şahit olduğu abartı ve aşırılığın eşi ancak antik tiyatro sahnelerinde bulunabilir" diyor Roland Barthes. Ama diğer gösteri sanatlarının aksine izleyicinin istediği an katılımcısı olabildiği, sesini öbür tarafa duyurabildiği, bunun normal ve hatta makbul görüldüğü bir eğlence bu. Spor karşılaşmalarında olduğu gibi.
Güçlü ve Amansız Luchadora
Kadın veya erkek, Meksika'da veya ABD'de, profesyonel güreşin ortak noktası bir halk eğlencesi olması. İzleyicinin gündelik hayatından aşina olduğu mücadeleleri, yenilgileri cüsseli 'oyuncuların' abartılı canlandırmalarıyla seyredebileceği bir gösteri bu. Kuralsızlığın bol olduğu bir dünyada kurallara göre oynamaya çalışan tecnico'lar, iktidarın her kademesinde yolsuzluğun kol gezdiği bir sistemde sadece emeğiyle hayatta kalmaya çalışan milyonlarca Meksikalının aynadaki aksi. Ya da sadece sınır kasabaları değil, başkent Mexico City'nin de en büyük sorunlarından biri olan feminicidio yani kadın cinayetleri gerçeğinin yanında luchadora'ların ringdeki güçlü ve amansız halleri. 'Amerikan Rüyası' lakaplı Dusty Rhodes, 1985 yılında bir maç öncesi rakibi Ric Flair hakkında kameralara "Sen benim başıma zor zamanları getirdin. Sen zor zaman nedir bilmezsin babacım. Bir adam 30 sene çalışır, 30 sene, sonra bir kol saati verip kıçına tekmeyi basarlar 'Senin işini artık bir bilgisayar yapacak' diye. Zor zaman budur. N'olmuş genç atletlere benzemiyorsam, n'olmuş biraz göbekliysem? Yine de yamanım, bunu onlar da biliyor" derken tabii ki 'rakibi' Ric Flair'den değil bambaşka bir rakipten söz ediyor. Ric Flair'e değil, anlattıklarını o yıllarda bire bir yaşayan milyonlarca Amerikalıya konuşuyor.
Güreşçiler, bu çatışmaları ringde sahnelerken ve kitleleri coştururken aslında kendi sahne arkası mücadeleleri de farklı bir seyir izlemiyor. Bir bölümü halk kahramanına dönüşse de çok azı zengin olabiliyor. Çoğu pek uzun yaşamıyor. Denetimden büyük oranda azade kalan profesyonel güreş dünyası, güreşçileri fiziksel ve parasal olarak sömüren, sendikalaşmaya izin vermeyen kodamanların at koşturduğu adaletsiz bir yer. Yani profesyonel güreşçi, hayatı sadece taklit etmiyor, bizzat yaşıyor.
Sanki biz gerçek rakiplerden gözümüzü ayırdıkça, onlar sahte rekabetlerde yeniden beliriyor.