Çılgın Kalabalıktan Uzak

18 dk

Lothar Matthäus, futbol oynarken 'geleceğin orta saha oyuncusu' tipinin ideal örneğiydi. Antrenörlük kariyeri ve özel hayatı ise bu ideallikten uzaktı. Efsane ile futbolu ve arda kalanları konuştuk.

Beş Dünya Kupası, üç final ve bir zafer... Lothar Matthäus, saha içinde büyük işlere imza attı ama antrenör olarak o performanstan çok uzak. Alman efsane ile 40 yılını verdiği futbolu; kazandırdıklarını ve kaybettiklerini konuştuk...

Bay Matthäus, bir koleksiyonunuz var mı?

Evimde büyük futbolcuların formalarını saklıyorum ama hiçbiri duvarımda değil, hepsini garajda bir kolinin içine koydum. Maradona’nın bile forması var orada. Sanırım çoğu insan, o formayı salonuna asardı...

Eşsiz bir parça olduğu için mi?

Tüm formaların kişisel bir değeri var, hepsi farklı anılar barındırıyor. Bu yüzden, hiçbirini bir diğerinden ayırmıyorum. O büyük isimlere karşı oynamak kariyerimin önemli bir parçasıydı.

Şimdiyse geçmişiniz garajda duruyor...

İnsanlarla bir araya geldiğimde kendimi sürekli geçmişimde buluyorum. 1990 Dünya Kupası olsun, Bayern Münih’te ve Inter’de oynadığım dönem olsun... Geçmişim güncelliğini koruyor. Buna karşın, ben daha çok bugünü yaşayan ve geleceğe odaklanmayı seven biriyim.

Sürekli seyahat hâlindesiniz. Geçen haftalarda Yeni Delhi’deydiniz, sonra Münih’e, Budapeşte’ye ve Kenya’ya gittiniz. Bu seyahatlerden kazandığınız deneyimler oluyor mu?

Arada Bogota, Hong Kong ve Moskova’ya gittim bir de... Her yeni seyahat, her yeni sohbet, benim için bir deneyim. Zaten gezmeye de alışkınım; profesyonel futbolcu olmaya karar verdiğimden beri böyle yaşıyorum. 18 yaşına kadar uçağa binmemiştim, sonra yavaş yavaş seyahatler başladı. Şimdiyse haftada dört ila altı kez uçaktayım ama şikâyetçi değilim.

Diego Armando Maradona ve Lothar Matthaus

Diego Armando Maradona ve Lothar Matthaus

Herkes soruyordur muhtemelen ama biz de soralım; Lothar Matthäus, mesela Hindistan’da ne yapıyor?

Futbol orada da insanların ilgisini çeken bir şey. 17 Yaş Altı Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yaptılar, kendi ligleri kadar uluslararası futbolu da takip ediyorlar. Kısa bir süre öncesine kadar DFL’in (Almanya Futbol Ligi) uluslararası elçisi olarak Kenya ve Bogota’daydım. Bunlar birinin zoruyla yaptığım şeyler değil. Futbolu, özellikle de çok şey borçlu olduğum Bundesliga’yı bütün dünyaya ulaştırmaktan keyif alıyorum. Mesela Türkiye Ligi’ne de ilgiliyim çünkü Türk arkadaşlarım var. Kasım ayı başında Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman’ın 50. yaş günüydü. Arayıp kendisini kutladım. Zaten futbol camiasında herkes bir şekilde birbirini tanıyor. Arada bazı yüzleri unuttuğum oluyor fakat futbol ve rakamlarla ilgili şeyleri unutmam.

Rakamlar?

Puanlar, goller, istatistikler... Hatırlamak için bilgisayarını açıp bakanlar var. Bende ise hepsi gözümün önünde canlanıyor! Türkiye Ligi’nin, Rusya Ligi’nin puan durumu... Zamanında hem futbolcu hem antrenör olarak işin içinde bulunduğumdan, uluslararası futbolu da takip ediyorum. Özellikle zamanında çalıştığım ligleri -ki hiç de az değiller- daha çok merak ediyorum. Eski kulübüm ne durumda, sıralamada önünde kimler var, neler olmuş? Hepsine bakıyorum. Anlayacağınız, yarın bir gün yine Sırbistan’a gidersem, Sırplarla sorunsuz bir şekilde ligleri hakkında konuşabilirim.

Sadece futbol konuşmak canınızı sıkmıyor mu hiç?

Bu da işin bir parçası. Mesela Almanya’da bir restoranda akşam yemeğine gitsem, garson futbolla ilgili bir soru sorar ya da birlikte bir fotoğrafımız olsun ister. Beni sadece Macaristan’da rahat bırakıyorlar.

Budapeşte’yi inziva alanı yapmanızın sebebi de bu mu?

Futbol beni 13 sene önce Budapeşte’ye getirdi. İki yıl Macaristan Milli Takımı’nı çalıştırdım. Bu sürede Budapeşte’yi tanıdım, burada arkadaşlar edindim ve biraz da şehre âşık oldum. Kimi bunu New York’ta ya da Los Angeles’ta hisseder ama oralar benim için çok karışık ve köklerimin olduğu Herzogenaurach’a çok uzak. Budapeşte ise farklı bir yer. Burada nefes alabiliyorsunuz, kendiniz olabiliyorsunuz, özgürsünüz.

Matthaus Ailesi

Matthaus Ailesi

‘Özgür olmak’ size ne ifade ediyor?

Özgür olmak; giydiklerime ve sandalyede nasıl oturacağıma dikkat etmemek, günün erken saatlerinde dışarı çıkarken ya da akşam bir bira fazla içerken düşünmemek demek. Almanya’da her şey haber oluyor, gözlerin üstümde olduğunu hissediyorum. Macaristan’da ise kimse kendinde başkalarının günlük hayatına dâhil olma hakkı bulmuyor. Belki daha mesafeliler ya da bunu yapacak özgüvenleri yok, bilmiyorum. Çok da umurumda değil, benim için önemli tek şey var...

Nedir o?

Kendim olabilmek. Özellikle de evimde saklanmak zorunda kalmadan, sıradan bir vatandaş gibi sokaklarda gezebilmek, alışveriş merkezinde çocuğuma bir şeyler alabilmek... Özgürlüğün böylesi güzel ki 18 yaşından beri sahip olmadığım bir şey bu.

En çok eksikliğini duyduğunuz şey, kendiniz olabilmek miydi yani?

Çoğunluk bu soruya cevap vermeyi reddederdi. Benim geçmişimden gelen biriyseniz her zaman kendiniz olamazsınız. Ben Almanya denince akla gelen bir yüzüm ve bu da beni bir anlamda Almanya’nın temsilcisi yapıyor. Bir yere gittiğimde sadece Lothar Matthäus hakkında değil, otomatik olarak Almanya ve Bayern Münih hakkında da konuşuluyor. Ama dediğim gibi, kimse beni buna zorlamadı. Futbolda aktif olmayı ben seçtim. Bu uğurda tanıdık bir yüz olmanın bedelini de ödüyorum.

Hem de yüksek bir bedel...

Eskiden hayatımın bazı dönemlerinde bu bedeli çok daha ağır hissediyordum. Düşünsenize; hayatınızda yeni biri oluyor ve bunun tadını hiç çıkaramıyorsunuz. Sebebi de medyanın sizi kelimenin tam anlamıyla avlıyor olması. Herkes hakkımda bir şeyler yazdı. Doğruymuş, değilmiş, çok da fark etmiyor. Annem ve babam Herzogenaurach’ta insanların sataşmalarına dayanamaz hâle gelmişti. Bazen kendilerini bir haftalığına eve kapatıyorlardı. Onlarla ancak telefonda konuşabiliyordum. Onlara gazetede gördüklerinin o kadar da kötü olmadığını, hatta kısmen ya da külliyen uydurma şeyler olduğunu anlatmak kolay değildi. O dönem, benden çok ailemin canını yaktı. Bu durumla başa çıkıp kendimi korumayı biliyordum ama annem ve babam bu konuda tecrübesizdi. Tıpkı çocuklarım gibi... Onlar daha ilkokuldalardı, sınıf arkadaşları onlara daima maç bileti sorardı. Okul bahçesinde ise babaları hakkındaki olumsuz haberlere ve sataşmalara maruz kalıyorlardı.

Üç yaşındaki oğlunuz gelse ve “Baba, ben de profesyonel futbolcu olacağım” dese tepkiniz ne olurdu?

Oğlum, istediğini yapmakta özgürdür. Evde bir sürü oyuncağı var, aynı şekilde futbol topları da... Fakat şu sıralar gözü, çok belirgin ki hızlı arabalarda. Bizim ufaklık, sportif anlamda bir Matthäus’tan çok bir Vettel!

Peki siz? Hâlâ geçmişinizdeki Lothar Matthäus musunuz?

Eskiye göre biraz daha dikkatli ve kesinlikle daha olgunum. Ama insanın karakteri çok da değişmiyor. Hâlâ her şeye açık, konuşkan ve yardıma hazır biriyim. Bir de yaptığım işe iyi odaklanırım. Oyunculuğumda ve yakın geçmişte antrenörlük zamanlarımda da olduğu gibi, bir iş yapıyorsam yüzde 100 hakkını vermek isterim.

Bir Alman takımıyla kendinizi kanıtlama fırsatınız hiç olmadı. Sanki Almanya’da antrenör olarak kabul görmediniz...

Almanya’daki insanlar bu durumu, başarılı bir antrenör değilmişim gibi yansıtmaya çalıştı. Ligi üstün bir şekilde şampiyon bitirdiğim Partizan gibi takımlarla çalıştığınızda, ekonomik üstünlüğünüz nedeniyle başarınız küçümsenebiliyor. Tersi durumlarda ise hakkınız yine verilmiyor. Bu gerçekten garip. Zamanında İsrail’de, Maccabi Netanya’da çok küçük bir bütçeyle lig dördüncüsü oldum. Orada bu dereceye olağanüstü bir başarı olarak bakılmıştı ancak Almanya’da kimsenin ilgisini çekmedi çünkü anlaşılan o ki burada istedikleri şey, bana iyilikten çok kötülük yapmak.

Size “Başka bir meslektaşım asla bu koşullarda çalışmaya başlamazdı” diyerek anlatabileceğim çok sayıda hikâyem var. Ben yine de bu görevleri kabul ettim. Çatışmanın ortasındaki İsrail’e de gittim, Balkan Savaşı sonrası Sırbistan’a da... Zamanında herkes “Burada ne işin var?” diye sormuştu. Sadece insan olarak değil, bir antrenör olarak da inanılmaz deneyimlerdi benim için.

Hâlâ antrenörlük tutkunuz var mı?

Eskiden kesinlikle vardı. Fakat geride kalan altı sene boyunca Sky’daki (televizyon kanalı) uzman yorumcu konumumla birlikte bu yok oldu. Bulgaristan Milli Takımı’nı çalıştırdıktan sonra beni antrenörlüğe geri döndürecek kadar büyük bir heyecan duymadım. Arada Almanya dâhil olmak üzere somut tekliflerle gelenler oluyor ama yüzde 100 arkasında duramayacaksanız elinizi taşın altına hiç koymayın daha iyi. Sporda “Hayır” lafına yer yoktur ama antrenörlük defteri benim için yüzde 99 kapandı.

Antrenörlüğün, daha yeni kazandığınız özgürlüğünüze ket vurabileceğini mi düşünüyorsunuz?

Kesinlikle. Artık olayın öbür tarafındayım. Maçta olup bitenleri sakince izleyip sorgulayabiliyorum. Gazetecilerin rahatsız edici sorularına da maruz kalmıyorum. Üstümde daha az göz var.

Bir uzman olarak Bayern Münih’i gözlemliyorsunuz. Sizce ne büyüklükte bir optimizasyona ihtiyaç var?

Bayern Münih’te işler yolunda. Tabii ki her zaman düzeltilebilecek nüanslar vardır. Son dönemde en büyük problem, Carlo Ancelotti’ydi.

Carlo Ancelotti derken?

Kendisi sadece takımı kaybetmedi. Ben onda artık bir heyecan, bir futbol coşkusu da göremiyordum. Kesinlikle eskiden çalıştığı gibi çalışmadı. Eski takımlarındaki oyuncular ondan istisnasız hayranlıkla bahsederdi. Bayern Münih’tekilerin PSG, Chelsea veya Real Madrid’dekilere göre karakteri daha zor oyuncular olduğunu da düşünmüyorum.

Sizce Ancelotti bu göreve yeterince değer vermedi mi?

Bence Ancelotti’de ‘biz’ duygusu eksikti. Bayern Münih boşuna ‘mia san mia’ (‘Biz biziz’ diye çevrilebilecek kulüp sloganı) değil. Sanırım Ancelotti bunu anlayamadı.

Sanıyoruz ki Pep Guardiola’da da benzer bir durum olmuştu...

Haklısınız ama Guardiola çok farklı çalıştı. Kulüpteki herkes onun taraftarla birlikte sevinebilmek için değil, takımı ve her bir oyuncuyu ileri taşımak için orada olduğunu fark etmişti. Ancelotti’de aynı şeyi hissedemedim.

Bayern Münih’in bu sezon Şampiyonlar Ligi’nin tepeye oynayan takımlarıyla aynı kulvarda yarıştığını düşünüyor musunuz?

Hayır. Birincisi, Bayern’in fiziksel durumu o kadar iyi değil. Sezona iyi hazırlanmadılar. İkincisi, öbür kulüplerin finansal olarak farklı imkânları var. PSG, Manchester City ve Barcelona’da olduğu gibi kulüp politikasında farklı bir mantık izliyorlar. Bu üç kulüp bende daha iyi, daha taze bir takım izlenimi bırakıyor. Sadece oyuncu kalitesiyle değil, kurdukları kadronun gençliği ve tazeliğiyle de...

Belki de Bayern Münih’te bu tarz bir hamle yapılamadı. Bu takıma uzun yıllar emek vermiş oyuncular hâlâ ön planda. Bunda hiçbir sıkıntı yok. Fakat bireysel olarak oyuncuların performansında düzenli bir düşüş gözlemliyorsanız kişiler arası ilişkilerde canınızı yakacak kararları yine de vermeniz gerekir.

Bu durumda Bayern Münih’in 2018’de Şampiyonlar Ligi Finali oynamasına bir ütopya olarak mı bakıyorsunuz?

Futbolda her şey mümkün. Oyuncuların Jupp Heynckes yönetiminde artık tekrar keyif aldıklarını ve takım içinde doğru bir hava olduğunu biliyorum. Fakat Almanya dışına çıktığımda, Avrupa’daki diğer üst seviye takımların kalitesi beni biraz endişelendiriyor.

Nispeten kötümsersiniz ama...

Doğru ama bu sadece Bayern Münih için geçerli değil. Almanya Ligi’nin son iki-üç sene içinde birtakım kayıpları olduğunu düşünüyorum. Zirvede az süreklilik var. Zirveden kastım Bayern Münih’in seviyesi. Bazı dönemlerde Borussia Dortmund buna ulaştı. Önümüzdeki birkaç sene içinde Leipzig’den ve hâlâ uyuyan bir dev olsa da Schalke’den yana umut var. Fakat uluslararası sahnede -kimsenin emeğine saygısızlık etmem istemem ama- bu yeterli değil. Öte yandan, gençleri oynatma çabası da uluslararası anlamda hep başarı getirmiyor.

Tam olarak neyi ima ediyorsunuz?

Joachim Löw, 18 yaşında oyunculardan oluşmayan kadrosuyla Dünya Kupası kazanıyor. Önemli maçlarda oyunu kontrol edebilen, belli bir yaşa gelmiş oyunculara yer veriyor.

Almanya’da harika genç oyuncular var ve bu gerçekten müthiş bir şey. Fakat sadece gençlerle kazanamazsınız. Uluslararası seviyede, deneyime ve akıllı oyuna ihtiyacınız var. O noktada da 21 yaşındaki bir oyuncunun henüz sahip olmadığı özellikler devreye giriyor.

Almanya Milli Takımı, Rusya 2014'te şampiyonluğa ulaşan taraf olmuştu.

Almanya Milli Takımı, Rusya 2014'te şampiyonluğa ulaşan taraf olmuştu.

Önümüzdeki Dünya Kupası’nı da düşünecek olursak, Almanya’nın genç kadrosuyla Konfederasyonlar Kupası’nda aldığı beklenmedik zafer abartıldı mı?

Bu, milli takımdaki başarımızı gösteriyor ama hiçbir şeyi kanıtlamış değil. Yani bu başarıyla birlikte otomatik olarak Dünya Kupası’nı da kazanmış olmuyoruz. Zaten Rusya’ya da Konfederasyonlar Kupası’ndaki kadroyla gitmeyeceğiz. Dediğim lütfen yanlış anlaşılmasın; genç oyuncuların hepsi için çok seviniyorum ama iniş-çıkışları olabiliyor ve turnuva esnasında yaşanacak tek bir iniş bile kupayı kaybetmeniz anlamına gelebilir. Bu seviyelerde yetenek tek başına yeterli değildir; takımı yönetecek oyunculara, 2014 Dünya Kupası’ndaki Philipp Lahm, Bastian Schweinsteiger ve Miroslav Klose gibi ‘alfalara’ ihtiyacınız var.

Rusya’da takımın direği olacağını düşündüğünüz isimler var mı?

Çok fazla kişinin omzuna yük binecek. En geriden başlayarak gidelim. Öncelikle umarım Manuel Neuer tekrar sağlığına kavuşacak ve Dünya Kupası’nda kalemize sahip çıkacak. O, dünyanın en iyi kalecisi. Önünde Mats Hummels ve Jerome Boateng gibi merkezde kişiliklerini konuşturan iki oyuncu var. Orta sahada kendini takıma ritim verme konusunda inanılmaz geliştirmiş Toni Kroos gibi bir oyuncuya sahibiz. Tabii Löw hücuma dayalı oyununu, hem orta saha hem forvet görevi gören Thomas Müller ve Mesut Özil gibi oyuncular üzerine kuracak. Neredeyse hepsi 30 yaş sınırına gelmiş oyuncular bunlar, genç bir kadro değil.

Peki en önde kim olacak?

Bence Timo Werner... Böyle devam ederse bizi kupaya taşımak için de elinden geleni yapacaktır.

Diyelim ki bütün bunlar tuttu... Löw, turnuvadan sonra ne yapacak?

Bence o, Almanya Milli Takımı için biçilmiş kaftan. Fakat Rusya’da ikinci defa kupayı kaldırırsa bırakması gereken vakit gelmiş demektir. Eğer kendinde tekrar bir kulüp takımı çalıştıracak motivasyonu bulursa Dünya Kupası’ndan sonra bunu gerçekleştirmek için ideal bir zaman bulabilir. O noktada da dünyadaki tüm kapılar ona açık olur...

Tam da o noktada Bayern Münih’in antrenör pozisyonu boşalacakmış gibi gözüküyor...

Löw elbette ki Bayern Münih’in başına geçmeye aday isimlerden biridir. Zaten öyle bir gün gelir ve Löw de boşta olursa Bayern yöneticilerinin elindeki listede onun da adının olması gerek. Aksi düşünülemez...

Çeviri: Göksu Bulut

Socrates Dergi