
Madalyalı Sanat
7 dk
Heykel, mimari, edebiyat, müzik ve resim de bir zamanlar olimpik branşlar arasındaydı. Yolun başında, modern oyunların fikir babası Baron de Coubertin’in öncülüğünde...
Rio de Janeiro sırtlarında yer alan ‘Bağışlayıcı İsa’ heykeli, belki de Brezilya’nın en bilindik simgelerinden. 30 metrelik heykeli yaratan ise Polonya asıllı bir Fransız, Paul Landowski. Dünyaca ünlü heykeli yontan Landowski, aynı zamanda olimpiyat altını kazanmış bir isim. Fakat Landowski’nin madalyası ne atletizmden, ne güreşten, ne de bisikletten; 1928 Amsterdam Olimpiyatı’nda altın madalyayı en iyi bildiği işten kazanıyor; heykeltıraşlıktan. Boxeur adlı heykeliyle Landowski birinci gelirken, İsviçreli Milo Martin gümüş, Alman Renee Sintenis de bronz madalyaya layık görülüyor. 1928 Olimpiyatı’nda yapılan heykel yarışması ise ne bu sanat dalına ne de bu olimpiyata özel...
1912 ile 1948 yılları arasında yapılan olimpiyat oyunlarında heykel, mimari, edebiyat, müzik ve resim branşlarında müsabakalar düzenleniyor. Sporla özdeşleşen olimpiyatlarda sanata yer verilmesi ise modern olimpiyat oyunlarının başlamasına önayak olan Pierre de Coubertin’in fikri. De Coubertin, oyunları canlandırmak için harekete geçtiğinde aklında çok açık bir vizyon var; insanlığın fiziksel ve zihinsel sınırlarını rekabete dayalı olarak zorlamak ve insanlığın savaşlarla değil sporla gelişimini sağlamak. Sanatsal müsabakalar ise De Coubertin’e göre zihinsel gelişim açısından çok önemli. Sanat branşlarını oyunlara dahil etme çabası 1906’da başlıyor ama organizasyonda yaşanan eksiklikler -belki de acemilikler sebebiyle- 1912 yılına kadar erteleniyor. 1912’de ise organizasyon komitesi başta karşı çıksa da Pierre de Coubertin’in baskıları sonuç veriyor ve oyunlardaki ilk sanat müsabakaları düzenleniyor. Kurallar ise çok açık; bütün eserler spor veya spor ruhuyla ilgili olmalı, oyunlara özel yapılmalı. Daha önce sergilenmiş veya hazırlanmış eserler yarışmaya dahil edilmiyor yani.
1912’de müzik ve resim branşlarında altın madalyayı İtalyan sanatçılar kazanırken, edebiyat dalında da Ode to Sport şiiri altın madalyaya layık görülüyor. Madalyanın kazananları Georges Hohrod ve Martin Escbach, ancak bir noktada bu iki ismin gerçek olmadığı ortaya çıkıyor. Şiirin asıl sahibi, Pierre de Coubertin. Modern olimpiyat oyunlarının babası olarak anılan de Coubertin, herhangi bir kayırma ithamından çekindiği için, yazdığı şiiri bir mahlasla sunuyor!
Stockholm’de başlayan sanat müsabakaları seyircilerin ilgisini yıllar ilerledikçe daha fazla çekmeye başlıyor. 1920 Olimpiyatı’nda beklenen ilgi yakalanamasa da 1924 Paris Olimpiyatı bir dönüm noktası oluyor. 193 sanatçı eser sunuyor, izleyiciler sanat eserlerine büyük ilgi gösteriyor. Hatta oyunlara burjuva etkinliği diyerek katılmayı reddeden Sovyetler Birliği, üç sanatçısını eserlerini sunması konusunda teşvik ediyor. 1924’te jüri görevini üstlenenlerin ilgiyi katlaması işten bile değil; Nobel ödülü kazanan ilk kadın yazar Selma Lagerlöf edebiyat, dünyaca ünlü klasik müzik bestecisi Igor Stravinsky de müzik jürisinde yer alıyor.
Büyük Buhran’ın etkisinde düzenlenen 1932 Los Angeles Olimpiyatı, sporcuların yaşadığı ekonomik problemlerden dolayı hayli sönük geçiyor, ancak bu sönüklük sanat müsabakalarına yansımıyor ve sunulan eser sayısı aşağı yukarı sabit kalıyor. Los Angeles’ta yer alan Tarih, Sanat ve Bilim Müzesi’nde sergilenen eserler, yaklaşık 380 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor. Amerika Birleşik Devletleri, belki de ev sahibi olmanın verdiği avantajla, sanat müsabakalarını üç altın, dört gümüş madalyayla domine ediyor.
1936 Berlin ve 1948 Londra da sanat müsabakalarına sahne oluyor. 1936’daki oyunları Alman sanatçılar beş altın, beş gümüş ve iki bronzla bitirirken, toplamda beş madalya ile İtalya ikinci sırada kalıyor. Spor branşlarına ilgi ise bu yıldan itibaren sanat müsabakalarını iyiden iyiye gölgede bırakıyor. Yine de 1948’de, 73 yaşındaki John Copley, sunduğu gravürle gümüş madalyaya layık görülüyor ve kırılması çok ama çok zor bir unvan elde ediyor: Olimpiyat oyunlarında madalya kazanan en yaşlı isim.
1949 yılında yapılan bir olimpik komite toplantısı, sanat müsabakaları için veda çanlarını çalmaya başlıyor. Problem, ilginin azalmasından ziyade sanatçıların amatörlüğünün sorgulanması; profesyonel sanatçılar eser sunup madalya kazanırken spor dallarında amatörlerin yarışması olimpiyat ruhuna aykırı bulunuyor. İlerleyen yıllarda spor müsabakalarına da yansıyacak bu amatör-profesyonel ikilemi, sanat müsabakalarının sonunu hazırlıyor. 1952 Olimpiyatı’nda programa dahil edilmeyen sanat müsabakaları da olimpiyat tarihinin unutulmaya yüz tutan etkinlikleri arasında kendine sağlam ve hayli ilginç bir yer ediniyor.