Madalyon

11 dk

Schumacher kariyer basamaklarını tırmanırken Alman gazeteci Karin Sturm da oradaydı. Sturm, Formula 3'ten itibaren izlediği Schumi'nin iyi ve kötü yanlarını anlattı.

Getty Images

Schumacher, bütün büyük sporcular gibi kitleleri ikiye bölen bir karakterdi. Özellikle yarıştığı dönemde... Karin Sturm da Schumi efsanesini baştan beri takip eden gazetecilerdendi, Alman yıldızı iyi ve kötü yönleriyle görmüştü. Şimdi sözü ona bırakalım...

Dürüst olmak gerekirse, yıllardan beri motor sporlarında çalışmama rağmen Schumacher'le hiçbir zaman çok yakın olmadım. Çünkü onun ekibi benim Senna'nın arkadaşı olduğumu düşünüyor, bundan rahatsız oluyordu. Menajeri Will Weber, 1990'ların başında bunu bana söylemişti. Elbette profesyonel ilişkimiz sürdü ama asla yakın olamadık. Alman medyasında Schumacher'in yaptığı hataları eleştiren sayılı gazetecilerden biri olmam da etkiliydi, Benetton zamanındaki araç tartışmalarından Hill ve Villeneuve'le olan kazalarına kadar. Almanya'da bunların üstüne çok yazılmazdı çünkü Schumi ulusal bir kahramandı. Ama sonuçta ben bir gazeteciydim, hayran değil.

İlk günden itibaren, Senna onun için önemliydi. Schumacher F1'e geldiğinde, ilk yarışlarında bile, sadece bir kişiyi kendi seviyesinde görüyordu, Senna'yı. 1991'de, daha ikinci yarışında babasını aramış ve "Hepsiyle baş edebilirim. Bir tek Senna farklı" diyerek saygısını ifade etmişti. Senna'nın ölümü onun için de F1 için de bir dönüm noktası olmuştu ve Schumi bu durumla baş etmekte biraz zorlandı. Onu F3'te görmüştüm ilk kez. Herkes yeteneğinin farkındaydı ama motor sporlarında potansiyelin ne ölçüde gerçeğe dönüşeceğini kestirmek zordur. Fakat kendi neslindeki bütün Alman sporculardan kabiliyetli görünüyordu, belki Heinz-Harald Frentzen hariç. Fakat ikisinin başarılarını kıyaslayınca mental gücün, psikolojik gelişmenin kariyer sürecinde ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Potansiyel olarak Frentzen, Schumacher ile aynı düzeydeydi. Ama Schumacher'in çalışma etiği, disiplini, F1'deki politik mücadelelere dayanacak zihinsel kuvvete sahip olması… Bunlar fark yarattı.

Başarılı olmak için sürüş yeteneği yetmez. Sert, gaddar, dayanıklı olmalı; odaklanmalı, sıkı çalışmalısınız. Rakiplerinize ve etrafınızda olup bitenlere dayanacak gücünüz olmalı. Bunları 18 yaşında bir yeteneğe bakarken göremiyorsunuz, yıllar geçtikçe noktaları geriye doğru takip ederek fark ediyorsunuz. Gaddar olmak sadece rakiplerle mücadelenizde ihtiyaç duyduğunuz bir şey değil, bazen takım arkadaşlarınıza ve çalışanlarınıza karşı da sert olmanız gerekebiliyor. Mesela Hill'le olan tartışmalı -kimilerine göre bilinçli- kazasından sonra Schumacher "Karting zamanlarında sürekli böyle şeyler yapardık" demişti. Evet, 1994 Adelaide'deki hareketi karting günlerinde normal olabilirdi ama saatte 250 kilometre hızla giden bir F1 aracında tehlikeliydi.

Ayrton Senna ile Michael Schumacher

Ayrton Senna ile Michael Schumacher

Politik güç, F1'de başarı için kilittir. Doğru ekibe, idari kadroya sahip olmanız gerekir. Menajeri Weber becerikliydi ve ona yardımcı olmuştu. Ferrari'ye geldikten sonra Jean Todt ve Ross Brawn'la çalışma fırsatı buldu ve yakaladıkları kimya her şeyi değiştirdi. Senna da güçlü bir figürdü ama duygusal açıdan daha kırılgandı ve bunun zararlarını görmüştü. F1'deki politik oyunları kişisel algıladı ve bu onu yıprattı. Eski FIA Başkanı Jean Marie Balestre ile ilişkisinden başlayarak...

Senna ve Schumacher, tarihin en büyük yarışçılarından ikisiydi ama karakter olarak birbirlerine zıttılar. Senna duygusaldı, kırılgandı, felsefi konuşurdu. Schumacher ise tamamen işine takıntılıydı, hep bir sonraki yarışı düşünürdü. Gerçekten inanılmaz bir yarış konsantrasyonu vardı. Komik bir anı hatırlıyorum, yanılmıyorsam 1990'ların sonunda bir tatilden dönmüş ve bizlere "Tatilde kitap okudum" demişti. Merakla "Aa, ne okudun?" diye sormuştuk. Cevabı şu olmuştu: "Hiçbir fikrim yok." Kafası tamamen işindeydi. Yarışmak, yarışmak, yarışmak. Hep bunu düşünürdü. Bir de ailesini…

Schumacher'in konsantrasyonunun altında kökenleri yatıyordu bana kalırsa. Fakir bir ailede büyümüştü, iyi eğitim alma şansı olmamıştı, yarış onun kurtuluşu olmuştu ve bunda mükemmelleşmişti. Teknik açılardan her şeye meraklıydı ve hızlı öğreniyordu. Bu yüzden de F1 atmosferine hızla uyum sağlamış, orada büyümüştü. Senna'nın, Alain Prost gibi rakipleri tarafından kullanılan, zayıf noktaları vardı. Ama Schumacher'in yoktu. Mesela yıllarca Britanya medyası ondan nefret etti ki F1'de ne kadar güçlü olduklarını unutmayın. Ama umrunda bile olmadı. "Ben işimi yaparım, gerisine bakmam" diyordu. Bir şampiyona dönüşme sürecinde doğru tavır buydu.

Ferrari kariyerinin başlarında zor günler geçirmişti. Özellikle ilk iki senede… Hoş, bacağını kırmasa bence 1999'u şampiyon bitirecekti ama olsun. Diğer taraftan, o dönemki rakibi Mika Hakkinen'le ilişkisi saygı çerçevesinde kurulmuştu. Birbirlerine nazik ve saygılı yaklaşırlar, pist dışında çok iyi anlaşırlardı. Bir de evet, 1996 veya 1997 zorlu geçmişti ama Schumacher zeki bir adamdı ve takımının nasıl geliştiğini gözlemliyordu. Yeni bir yapı kuruyorlardı, temelden. Mesela bugün Vettel'e gelen eleştirilere bakarken aynı şeyi düşünüyorum. Arkasında öyle bir güç yok. Hoş, o dönem zaten Ferrari tarihinde istisnaydı. Schumacher-Todt-Brawn öncesinde ve sonrasında Ferrari'nin sahip olduğu şey İtalyan kaosuydu. İtalyan kaosu da başarı getirmiyor.

Todt akıllı bir idareciydi, doğru insanları işe alır ve onlara sorumluluk verirdi. FIA üzerindeki etkisi kuvvetliydi, bu yüzden FIA'ya 'Ferrari International Assistance' şakaları yapılırdı. Brawn, harika bir organizatördü. Bu ekipte Rory Byrne hep unutulur ama aerodinamik açıdan Ferrari araçlarını kusursuzlaştıran kişiydi. İşini üst düzey şekilde yapar ve sonra ortadan kaybolurdu, Güney Afrika'da balığa falan çıkardı… İnsanlar araçların tasarımında tümüyle Brawn'ın sorumlu olduğu yönünde yanlış düşünceye kapılıyorlar. Oysa aerodinamik tarafta sorumlu Bryne'dı. Brawn, Red Bull'daki Adrian Newey tarzı bir direktör değildi. Dediğim gibi, Ferrari hiç böyle bir ekibe sahip olmamıştı. Birkaç istisna dışında… Fernando Alonso yıllarında takımın başında Stefano Domenicali vardı. İşinde harikaydı ama ekipteki diğerlerine karşı yalnızdı. Bir istisna da 1970'lerin başıdır. O dönem Niki Lauda'yla birlikte Luca di Montezemolo çalışıyordu. Schumacher-Todd-Brawn kadar soğukkanlı ve profesyonel değillerdi. Ama şimdi, bakar mısınız… Duygusal olmak yanlış değil ama İtalyanlar işlerini tamamen duygular üzerinden kuruyorlar. O yüzden Toto Wolff ve Mercedes'e yeniliyorlar.

Şu an Mercedes'in sahip olduğu idari beceri unutulmamalı. İnsanlar orada mutlu. Yeteneklerine, organizasyon kabiliyetlerine ve ekiplerine güven duyuyorlar. Mercedes'te insanların hatalarını kabul edebildiği bir kültür var. Korkmadan, kovulma tehlikesi yaşamadan "Hata yaptım" diyebiliyorlar. Ferrari'de tam aksi bir durum var. İnsanlar pozisyonlarını kaybetmekten, hata yapmaktan korkuyorlar, sorumluluk almaktan çekiniyorlar. Mercedes'te ise bir yanlış yaşanınca sakince oturuyorlar, tartışıyorlar, analiz ediyorlar ve bir daha aynı hataya düşmüyorlar. Ferrari de Schumacher yıllarında böyle değildi. Bir yandan yarıştılar, bir yandan sabırla organizasyonlarını geliştirdiler. Şimdi bir şeyler yanlış gidince Ferrari ya çalışanlarını değiştiriyor ya da araçlarını.

"F1'in altın çağında Schumi vardı. Her Grand Prix bir etkinliğe dönüşmüştü. Padok, podyum gibiydi."

"F1'in altın çağında Schumi vardı. Her Grand Prix bir etkinliğe dönüşmüştü. Padok, podyum gibiydi."

Eski topraklar F1'in en iyi yıllarının 1980'ler olduğunu söyler, biraz da 1990'lar başı. Çünkü teknoloji gelişmiştir ama tam olarak da gelişmemiştir, hâlâ her şey sürücü yeteneğine ve potansiyeline dayanmaktadır. Fakat F1'in altın çağından söz edeceksek bunun Schumacher'in hegemonyası olduğunu söylememiz gerekiyor. Onun etkisi televizyon ve internetin gücüyle birleşince bu spor dünyanın her yerine ulaştı, daha profesyonel hale geldi, daha fazla para ve marka işin içine girdi. Her Grand Prix, bir etkinliğe dönüşmüştü. Padok bir podyum gibiydi. Moda ve eğlence sektörü oradaydı, film yıldızları, VIP çadırları… Atmosfer anlamında F1'in altın çağıydı. Sportif açıdansa biraz farklı bir durum var. Çünkü çoğu sezonu rahat ve farklı şekilde kazanırdı, bu hegemonyayı izlemek de en az Mercedes hegemonyasını izlemek kadar sıkıcıydı… İnsanlar geçmişe bakarken bazen bunu unutuyor ve "Her şey çok daha güzeldi" diyor. Oysa mesela 2004'te Schumacher'in şampiyonluğu Temmuz'da belli olmuştu.

Sadece sayılara bakarak bile Schumacher'in büyüklüğünü, tarihteki yerini anlayabilirsiniz. Bir yandan müthiş hatıralar da var. 1998 Macaristan'ı aklımdan çıkaramam mesela, dört pit-stoplu yarışı. Benzeri onlarca Grand Prix sayılabilir. O yüzden Schumacher, tarihin en büyüklerinden biri. Farklı dönemleri kıyaslamayı sevmediğim için asla 'GOAT' etiketini kullanmam, en büyüklerden biri demeyi tercih ederim. İstatiksel anlamda, sürüş yeteneğiyle, kişiliğiyle, pist içi ve pist dışı tavırlarıyla... Schumacher de bütün büyük sporcular gibi kitleleri ikiye böldü. Zaten onun gibi yıldızlar herkesin sevgilisi olmazlar, özellikle de sportif yaşamları içinde. Sevgi ve nefret gibi güçlü duygular uyandırırlar, arası çok yoktur. Senna da öyleydi, Hamilton da öyle.

Bugün Schumacher'in adını duyduğumda aklıma gelen ilk imge gençliği oluyor. Daha doğrusu, Almanya şampiyonu olduğu yarış. O kadar yakın bir rekabetti ki kazandığı için çocuklar gibi mutlu olmuştu. 1992 Spa, unutulmazdı. Kötü anılar da geliyor akla. 1994 Adelaide ve 1997 Jerez'deki kazaları... 94'te Hill'le kazasından sonra zaferini perçinlemişti. Ama duygusal açıdan hoşnut değildi, Benetton garajında gözyaşlarına hâkim olamıyordu. O sırada Alman medyasından iki dostu yanındaydı. Ve sonra basın toplantısında Schumacher, şampiyonluğunu Senna'ya ithaf etti. Yıllar sonra o gün garajda olan gazetecilerden biriyle tekrar görüşme şansım oldu. Bana o gün şampiyonluğu Senna'ya ithaf etmenin kendi fikri olduğundan söz etmişti, böylece Schumacher'in eleştiri yağmurundan kaçabileceğini düşünmüştü. O gün olanlar beni biraz yaraladı. Bir yandan da Schumacher'i tam olarak suçlamıyorum. 25 yaşındaydı ve henüz olgunlaşma dönemindeydi. Pist içinde ne yapacağını iyi biliyordu ama pist dışındaki yaşamı öğrenirken çevresinden etkilendi. Yine de rahatsız olmuştum işte.

"Bu hegemonyayı izlemek de en az Mercedes hegemonyasını izlemek kadar sıkıcıydı…"

"Bu hegemonyayı izlemek de en az Mercedes hegemonyasını izlemek kadar sıkıcıydı…"

Gazeteci olarak onunla konuşmak ilginçti. Özgüveni yüksekti, cevapları ilgi çekiciydi, röportajlarından güzel malzemeler çıkardı. Eğer teknik detaylar veya araçlar hakkında ona soru sorarsanız saatlerce konuşabilirdi. Yarışmak üzerine konuşmaktan da mutlu oluyordu. Ama onun dışındaki sorular ilgisini çekmezdi.

Hamilton, Schumacher'in rekorlarına yaklaştı. Takvimde daha çok yarış olması Grand Prix rekorlarında işini kolaylaştırıyor ama iki yarışçının da benzer özellikleri var. Mental güçleri, istikrarları, yetenekleri… Ama karakterleri farklı. Hamilton pist dışında da bir şovmen, hayatını göstermekten, "Ben başardım" diye bağırmaktan geri durmuyor. Schumacher öyle değildi; her zaman bir yanı Kerpen'li, kendi halindeki çocuk olarak kaldı. F1'de büyürken de gösteriş meraklısı olmadı, parasını harcarken bile hep idareliydi. İşini bitirdikten sonra evine, ailesine dönerdi, moda fuarlarına gitmezdi mesela.

Maalesef sağlık durumu hakkında şu an yeni bir kaynak yok. Paris'te farklı tedavi yöntemleri denediler, başarılı oldu mu, kimse bilmiyor. Deneyebilecekleri her şeyi deniyorlar ama kişisel hissim şu: Eğer gerçek bir iyileşme belirtisi olsaydı şimdiye dek öğrenmiş olurduk. Sağlık durumuna dair herhangi bir bilgi işitmemiş olmamız birçok şeyi açıklıyor bana kalırsa.

Socrates Dergi