
Maestro
7 dk
Futbol ile klasik müzik birbirine çok da yakın duran kavramlar değil. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Şefi Sascha Goetzel ise bu algıyı kıranlardan biri, hem de fazlasıyla.
Muhtemelen ülkenin en sükseli senfonik orkestrası Borusan İstanbul Filarmoni'nin (BİFO) şefi Sascha Goetzel, tutkulu bir sporsever. Dünya Kupası'nda oynama hayalini bir yana bırakalı çok olmuş ama Euro 2016'da milli takımı Avusturya'yı izleyeceği için çok heyecanlı.
Kendisi ile orkestrayı takıma, müzisyenleri oyunculara benzetmeden futbol merakını konuşmaya çalıştık ve tabii ki bunu başaramadık.
Futbola ilginiz nereden geliyor?
Bugünlerde BİFO'da bizimle birlikte keman çalan babam yeteneğimi gördü ve bana bir şans vermek istedi. 10-11 yaşlarında Austria Wien altyapısında oynamaya başladım. Beni gerçekten beğenmişlerdi. Sağ açıkta oynuyordum. Üçdört yıl boyunca bir çocuk için olabilecek en üst seviyede futbol oynadım. Profesyonel bir futbocu olmayı hayal ediyordum. Hatta Dünya Kupası'na gideceğimi düşünüyordum. Annem ile babam da “Tabii, tabii...” diyorlardı. Bir gün ayak bileğimden sakatlandım. Zirvede olsanız dahi bir sakatlıkla her şeyin aniden bitebileceğini gördüm. Yolumu değiştirdim; futbol oynarken bir yandan da keman çalıyordum ve müziğe odaklandım. Ama müzik ve futbol hâlâ hayatımın en büyük tutkuları.
Hâlâ oynuyor musunuz?
Amatörce. Oğullarımla oynuyoruz. Büyük oğlum çok iyi bir futbolcu. Küçük oğlum ise artık oynamak istemiyor. Sanırım ona fazla sert geliyor. Eskiden futbol daha çok tarza, bireysel yeteneğe dayalı bir spordu. Neredeyse sanatsal bir yanı vardı. Artık sanatı tek tek oyuncularda değil, takımların bütününde görüyoruz.
Barcelona'ya ya da bu sezonki Bayern Münih'e baktığınızda, oyun tarzlarıyla diğer takımları domine ettiklerini görüyorsunuz. Bu bir yandan büyüleyici ama diğer yandan biraz sıkıcı. Ben eski oyuncuları özlüyorum.
En sevdiğiniz futbolcu kimdi?
Yeni yetmeliğimde hücum oyuncularını severdim, Paulo Futre ya da çok hızlı bir sağ açık olan Austria Wien'li Walter Schachner gibi. Hans Krankl'ı ise sevemedim çünkü babamın takımı Rapid Wien'in formasını giyerdi. Bugünlerde ise Zlatan Ibrahimovic'i seviyorum. Kişiliği tartışılabilir ama sadece sahadaki bir futbolcu olarak baktığımda ve karizmasını değerlendirdiğimde büyüleyici bir adam olduğunu söylemeliyim. 20 metre yakınındaki herkes, onun varlığının farkında oluyor. Drogba da ona çok benzerdi. Zaten bana göre en iyi modern forvetler, Ibrahimovic ve Drogba'dır. Türkiye'den ise Arda Turan'ı beğeniyorum. Bence harika bir futbolcu.
Türkiye'de tuttuğunuz takım var mı?
Hayır çünkü orkestrada sorun yaratıyor. Türk müzisyenler takımları konusunda çok ateşli. Mesela akşam büyük bir maç varsa provaya formayla geliyorlar. Hepsinin takımını sevmem gerekiyor ki doğrusunu söylemek gerekirse bu mümkün değil. Ben de bu tartışmanın dışında kalmaya çalışıyorum. Austria Wien taraftarıyım ve sürekli “Öyle şey olmaz Maestro!” deseler de tüm Türk takımlarına eşit mesafedeyim.
Viyana Filarmoni'nin bir futbol takımı varmış. Nasıl bir takım bu?
Müzisyenler, turneye gittiklerinde diğer orkestraların takımlarına karşı oynar. Ben de bu takımda oynadım. 1980'lerin sonu, 1990'ların başında düzenli bir biçimde oynuyorduk. Birçok müzisyen spora çok meraklıdır. Zaten bence müzik ile spor aynı şey. Müzisyenlerle sporcular daha çok bir araya gelebilse, mesela BİFO önemli bir maç öncesinde bir stadyumda çalabilse her iki taraf için de harika olur.
Avusturya, gelecek yaz Euro 2016'da olacak. Takımı beğeniyor musunuz?
20 yıldır tüm elemelerde acı çekiyorum. Çok zor zamanlar geçirdik. Ama sonunda takımı geliştiren, iyi bir teknik direktörümüz oldu. Bence Marcel Koller müthiş bir teknik adam. Elemelerde tek maç bile kaybetmedik.
En sevdiğiniz oyuncu kim? Alaba mı?
Alaba'yı herkes seviyor. Harika bir oyuncu ve harika bir insan. Böyle bir oyuncuya sahip olmamız inanılmaz bir şey. Ama Alaba benim tarzım değil. Şu anda hiçbir oyuncu için 'en sevdiğim' diyemiyorum. Ben forvetleri beğenirim. Daima tehlike yaratan, topu alıp kendine yol açan ve kaleyi bulan oyuncuları severim.
Peki orkestrada bireysel yeteneklerin öne çıkışı ile takım çalışmasını nasıl dengeliyorsunuz?
Aslında orkestra şefleri 23 kişilik kadrosu olan futbol teknik direktörleriyle aynı durumdadır. Takıma bakıp nasıl oynadıklarını görürsünüz. Sonra analitik bir çalışma yaparsınız. "Şu bölümde şu oyuncuların öne çıkması gerek" dersiniz. Hücuma çıkarken orta saha oyuncularının hareketlenmesi iyidir. Ama tüm takım kendini yormamalı. Bazıları atağa kalkarken bazıları geride kalmalı. Orkestrada da durum bundan farksız. Ritmik yapıyı kurarken bazılarına “Tamam, sen çık” diyebilirsiniz ama müzisyenler her zaman birbirini takip etmelidir.
Yıldızlaşmaya çalışan yetenekli müzisyenleri nasıl idare ediyorsunuz?
Bence her zaman insanları motive edip desteklemeniz gerekir. Ama şu farkındalığı da yaratmanız lazım: Futbol takımlarında olduğu gibi orkestralarda da bir kişi olağanüstü bir atmosfer yaratabilir ama tek başına maç kazanamaz. Müzisyenlerime her zaman derim; “Unutmayın, orkestrada 'ben' diye bir şey yoktur, 'biz' vardır.” Gururla söyleyebilirim ki BİFO'da tüm müzisyenlerimiz bu işi birlikte yaptığımızı bilir. Hiç kimse kendisinin diğerlerinden iyi olduğunu düşünmez. BİFO'da yüzde yüz takım oyunu oynanır.
Provalar da antrenman gibi mi geçer?
Müzisyenler kendi çalışmalarını kendileri yapar, sonra bir araya gelip kendi sesimizi bulmaya çalışırız. Bazı sorunlar çıkar. Futboldaki ofsayt gibi. Bir müzisyen, bir başkasını görmeden çalabilir. Onu yeterince dinlemiyordur. Durup aynı bölümü yeniden alırız. Notalar üzerinde, birlikte ve doğal biçimde hareket eder hale gelinceye kadar antrenman yaparız. Rakibimiz yoktur, onun yerine karşımızda bazıları yüzlerce yıl önceden kalan notalar vardır. Dünyanın dört bir yanında orkestraların bu notaları bir biçimde fethetmesi ve dinleyicileri etkilemesi gerekir. Bir orkestranın motivasyon kaynağı kazanmak değil, notalardan belirli bir enerjiyi çıkarmaktır. Kazanmaya değil, başarmaya çalışırız. Dinleyicilerin kalplerine dokunabildiğimizde mutlu oluruz. Sanatta karşılaştırma yapılmamalı. Çünkü her zaman ulaşılacak üst bir seviye daha vardır.
2018'e kadar BİFO'da kalma kararı aldınız. Bunun gerekçelerini ve sizin için bir üst seviyenin nedir?
Kaldım çünkü çok şey başardık. Türkiye'de albüm çıkaran ilk orkestrayız. BBC Proms'ta çalan ilk Türk orkestrası da biziz. Ayrıca, ilk kez Türkiye'den bir orkestra, kayıtlarıyla uluslararası ödüller aldı. Birçok açıdan buradaki klasik müzik sahnesine yeni kapılar açtık. Bu verimli çalışmaları tamamlamak için müzik direktörünün orkestra ile birlikte kalması çok önemli. Çünkü orkestranın kendi sesini geliştirmesi gerekiyor. Buraya ilk geldiğimde dağcılıkla ilgili bir metafor kullanırdım: Klasik müzik dünyasının Everest'ine tırmanmaya başladık. İlk albümle ile birinci, ikinciyle ikinci, üçüncüyle üçüncü ara kampa ulaştık. BBC Proms ile zirveye tırmanmaya başladık ve zirveyi gördük. Çalma tarzı açısından daha önce hiç ulaşamadığımız bir kalite yakaladık. Ancak şimdi, yeni meydan okumaların peşindeyiz. Bu da besteler arasında olacak. Bu sezon orkestranın daha önce hiç çalmadığı parçaları programa almam gerek.
Zaman, tüm bunlar için en çok ihtiyaç duyulan şey sanırım...
Evet. Bu takip edilmesi, sürdürülmesi gereken bir iş. Orkestraların belirli zamanlarda çok iyi çalması yeterli değildir. Bir şefin en büyük sanatı, her eserde kulağa tamamıyla farklı gelen, bununla birlikte kendine has özelliğini koruyan bir orkestra yaratmaktır. Beethoven'ın kendine has bir müzikal konuşma tarzı vardır, Mozart'ın da, Ulvi Cemal Erkin'in de... Tüm bu tarzların geliştirilmesi gerekir. Bunu üç-dört yılda yapamazsınız. İmkânsız. 8-10 yıla ihtiyacınız var. Ayrıca her yıl bir 'master plan' çerçevesinde, orkestranın kendi tarzını geliştirebileceği bir program hazırlamanız gerekir.
BİFO'nun kendine has bir tarzı var mı?
Bence benzersiz bir tarzla çalışıyoruz. Çok enerjik, çok tutkulu ve aynı zamanda çok duyarlı. Bunun kaynağı da Türk kültürü. Euro 2008'de Viyana'da Türk futbolcuların nasıl oynadığını gördüm. Maçların başından sonuna kadar büyük bir tutkuyla mücadele ediyorlardı. Üç-dört maçı son 15-20 dakikada kazandılar. Çünkü asla pes etmediler. Koşacak hâlleri kalmayıncaya kadar tukularını korudular. Bence bu gerçekten Türkiye'ye has bir şey. Yani; asla pes etmemek, son derece tutkulu ama bir yandan da çok duyarlı ve hassas olmak.
Orkestradaki müzisyenlerin çoğu Türk, değil mi?
Yaklaşık 145 kişilik müzisyen havuzunda sadece üç yabancı var. 'Turkish United' diyebilirsiniz. Bu benim için çok önemliydi. Uluslararası bir orkestra değil de ulusal bir Türk orkestrası kurmak istedim. Çünkü bence Türkiye'nin müzisyenleriyle gurur duymaya ihtiyacı var. Son 100 yıl içinde Türkiye müthiş müzisyenler çıkardı. Solo enstrümancılar, besteciler, şancılar... Ama bu ülkenin, uluslararası müzik sahnesinde en üst seviyeye erişmiş büyük bir orkestrası hiç olmadı.
Sizce neden?
Çünkü hiçbir zaman, kendini bu işe yeterince adayan uluslararası bir orkestra şefi gelip buradaki müzisyenlerle 5-10 yıl çalışmadı.
Bir Türk orkestrasının BBC Proms'ta çalması için neden 2014'ü bekledik?
1970'lerin sonu, 1980'lerin başında Türkiye Milli Futbol Takımı, dünyanın en iyilerinden biri değildi. İşin başındalardı. En üst düzeyde oynayacak araçları yoktu. Harika oyuncuları vardı ama takım işlemiyordu. Kimse onlara başarılı olacak biçimde oynamayı öğretmemişti.
Genç bir yetenekle karşılaştığınızda neler hissediyorsunuz?
Dünyanın en güzel şeyi, o kadar mutlu oluyorum ki anlatamam. Bildiğim her şeyi onlara aktarmak istiyorum. Çok gergin oluyorlar. Onlara “Ne istiyorsanız onu yapın, arkanızdayım” hissini vermek istiyorum. Çocuklara karşılıksız müzik eğitimi alma imkânı sağlayan Barış İçin Müzik projesinde de bu böyle.
Bütün çocuklar okuldan sonra provaya geliyorlar. Müzik yaparken yüzlerine bakın, hepsi ışıldıyor. Farklı farklı sosyal çevrelerden geliyorlar, müzik yoluyla birbirleriyle iletişime geçiyorlar. Bundan daha güzel ne olabilir?
Sascha Goetzel Neler Yapıyor?
2009'dan beri BİFO'nun sanat yönetmeni ve sürekli şefi. Görevi, orkestrayı 1999'da kuran, müzisyenlerin “hocaların hocası” dediği Gürer Aykal'dan devraldı. Bu yıl sözleşmesini uzattı, en azından 2018'e kadar orkestranın başında kalacak. Yönettiği tek orkestra BİFO değil. Japonya'da Kanagawa Filarmoni ve Finlandiya'da Kuopio Senfoni ile birlikte çalışıyor. Ayrıca, Barış İçin Müzik Vakfı'nın sanat yönetmeni.
Şeflik bedensel çalışma gerektirir mi?
Nasıl bir şef olduğunuza bağlı. Ben fiziksel olarak çok aktif bir şefim. Benim için formda olmak büyük fark yaratıyor. Sonuçta sporcular gibi görünmüyorum ama formda kalmaya çalışıyorum.
Bu eğitiminizin de bir parçası mıydı?
Evet. Şefler zaman aralıklarına göre çalışır. Kaslar vuruşların zamanlamasını –ki bu orkestranın nabzıdır- mükemmel bir biçimde ayarlamanıza yardımcı olur. Nabız istikrarsızsa orkestradaki birlik çöker.
Bülent Evcil / Flüt / Galatasaray Taraftarı
Orkestrada futboldan çok bahsedilir mi?
Evet, mesela Sascha, Türk Milli Takımı oyuncularının ve Fatih Terim'in imzaladığı bir formayı almış, göğsünü gere gere bize gösterdi geçenlerde. Çok hoşuma gitti. Ben de uzun yıllar oynadım. Artık izleyiciyim. 1980'lerde konservatuvarda okurken deplasman maçlarına bile giderdik. Hatta çarşambaları kupa maçı olurdu, koro dersinde camdan atlayıp İnönü Stadı'na kaçardık.
BİFO'nun amatör futbol takımı, 2010'da Viyana Filarmoni'nin takımı ile karşılaşmış, değil mi?
Evet, onlarla maç yapmıştık ama devamı gelmedi. Çünkü çok çalışıyoruz ve bir araya gelmekte zorlanıyoruz.
Rüstem Mustafa / Keman / Fenerbahçe Taraftarı
Orkestradan arkadaşlarınızla düzenli olarak maç yapıyor musunuz?
Başka orkestralarda yapıldığı oluyor. Örneğin Bilkent Senfoni Orkestrası çok uzun yıllar hiç aksatmadan bunu yaptı. Ancak İstanbul'da iş dışında bir araya gelmek çok zor.
Neden sizden önce hiçbir müzisyen BİFO provalarında Fenerbahçe forması giymemişti?
Kolay kolay hiç kimse Şef Gürer Aykal'ın karşısına Fenerbahçe forması giyip çıkmak istemezdi. O cesareti gösteren ilk kişiydim.
Neden cesaret gerekiyor bunun için?
Hocamız koyu bir Galatasaray taraftarı. Mesela, Galatasaray'ın maçıyla bizim konser aynı saatte başlayacağında bir arkadaşımızdan ilk 11'i öğrenmesini istediğini biliyorum. Beraber izlediğimiz maçlara mutlaka Galatasaray atkısıyla gelirdi, Fenerbahçe frikik kullanırken yüzünü kapatırdı.