Makas

12 dk

Şampiyonlar Ligi'nin temellerinin atıldığı yıllar, futbol tarihinde en büyük dönüşümün yaşandığı dönemdi. Etkileri Doğu Bloku'ndan Türkiye'ye kadar uzandı.

Futbol tarihinde 1980'lerin sonu, 1990'ların başı, sporun kurumsal yapısı konusunda doğrudan sahaya da yansıyan en büyük dönüşümlerin yaşandığı dönem olarak bilinir. Doğu Bloku'nun yıkılışıyla yetenekli futbolcuların Batı'ya gelişi, Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi'nin kuruluşu, Bosman Kuralı'nın ortaya çıkışı gibi gelişmeler, beş büyük ligin ve bu liglerin tepe kulüplerinin merkezinde olduğu, büyüklerle küçükler arasında makasın açıldığı, ekonomik sermaye üretimine dayanan ve hipermetalaşma da dediğimiz bir düzeni doğurdu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Bahsi geçen dönüşümün kökenlerini yalnızca futbol, hatta spor dünyası içinden açıklamak da doğru değil. Yirminci yüzyılın ikinci yarısı; önemli toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel değişimlerin yaşandığı bir evreydi. Bu değişimlerin spor dünyasını etkilememesi mümkün değildi, zira spor da diğer bütün alanlar gibi toplumla etkileşim içindeydi.

Medya ve Yeni Futbol

Dışarıdan sporla hiç ilgisi yokmuş gibi görünen bir gelişme, aslında futbolun bütün kaderini değiştirecek nitelikteydi. 1950'de Avrupa'nın kamu yayıncılarının kurduğu Avrupa Yayın Birliği, yıllar içinde genişledi ve kıta coğrafyasını kapsar hâle geldi. Birliğin, bugün dahi, en büyük varlığı ise 1953'te kurulan ve bir yıl sonra Cenevre'de tam olarak hayata geçirilen Kıtasal Televizyon Değişimi, yani Eurovision ağıydı. Eurovision, 1954'te İsviçre'deki Dünya Kupası maçlarının sekiz ülkede yayımlanmasını sağlayarak futbol pazarının büyümesi yolunda ilk tohumu attı.

1962 yılında NASA'nın Fransız ve Britanyalı partnerleriyle çalışarak uzaya gönderdiği Telstar 1, yayıncılık tarihinde bir dönüm noktasıydı. Hemen bir yıl sonra atılan Telstar 2, birkaç yıl içinde onu izleyen Intelsat 1, ATS-1 ve Intelsat 2 uydularıyla on yıldan kısa bir süre içinde sınırları aşan uydu yayıncılığı, medyada bir norm haline geldi ve büyük organizasyonların tüm dünyaya canlı olarak ulaşmasının önü açıldı.

Yayıncılıktaki teknolojik gelişmeler, spor yayıncılığı üzerindeki etkisini 1960'ların başında göstermeye başlamıştı. 1960 Olimpiyat Oyunları, Eurovision tarafından Avrupa çapında karasal tekniklerle yayımlanırken Tokyo'daki 1964 ise uydu teknolojisi sayesinde dünyaya yayımlanan ilk olimpiyat oldu. Diğer taraftan BBC'nin de spora iyice ısındığı bu yıllarda, 1966'da İngiltere'de düzenlenecek Dünya Kupası'nın izleyici üzerinde büyük bir etki yapacağı düşünülüyordu. Beklentiler karşılık buldu. Hem Britanya'da hem de ilk ticari uydu Intelsat 1 sayesinde dünyada izleyici patlaması yaşandı.

Aynı dönemde hem FIFA hem de yayıncılar işi öğrenmeye başlamıştı. Daha önce bütün çeyrek ve yarı final maçları aynı anda oynanırken 1966'da maçların çakışmamasına özen gösterilmiş, Amerika kıtasını ilgilendiren maçların saati saat farkına göre ayarlanmıştı. Futbol, artık televizyona göre oynanacaktı.

Öte yandan spor karşılaşmalarının yarattığı izleyici patlaması, televizyon üreticileri ve yayıncılar üzerinde etkilerini göstermişti. Televizyon furyasına oldukça geç katılan Türkiye'de 1966'nın Batı dünyasında yaptığı etkinin benzeri 1972 Olimpiyat Oyunları ile yaşanacak, pek çok eve televizyon cihazı ilk kez o yaz girecekti.

Doğu Bloku Damgası

1960'larda hızla büyüyen, medyasallaşan ve küreselleşen futbol pazarı, 1970'lerde Arap-İsrail savaşlarına bağlı olarak yaşanan Küresel Petrol Krizi nedeniyle frene basmak durumunda kaldı. Bütün spor organizasyonları ekonomik açıdan büyük yara alırken, 'İflas eden olimpiyat' olarak bilinen 1976 Montreal bunun simgesi oldu. Özellikle Batı dünyası sporda yerinde sayarken, bundan faydalanan Doğu Bloku oldu. Devlet kontrollü futbol sistemiyle, bütün yetenekli futbolcuları İçişleri Bakanlığı ve ordu gibi kurumlar tarafından finanse edilen kulüplere alan Doğu ülkeleri, büyük yıldızlar çıkardılar.

1980'lere gelindiğinde Sovyetler, Romanya, Polonya gibi Doğu Bloku ülkelerinde ve bağlantısız sosyalist Yugoslavya'da yıldız oyuncu sayısı baş döndürücü düzeydeydi. Polonya, 1974 ve 1982 Dünya Kupalarında iki kez üçüncülük alırken biri altın, biri gümüş olmak üzere iki olimpiyat madalyası da kazanmıştı. Lato, Deyna, Boniek, Zmuda gibi yıldızlar, ülkelerinden izin alarak Avrupa'ya açılabilmiş ve Polonya'nın başarısına katkı yapmışlardı. Romanya, Çavuşesku ailesinin desteklediği Steaua ile 1985-86 sezonunda Doğu Bloku'na ilk Şampiyon Kulüpler Kupası'nı getirmişti. Yugoslavya ise 1990-91 sezonunda Savicevic, Pancev, Prosinecki, Mihajlovic gibi oyuncuların olduğu dev Kızılyıldız kadrosuyla kupayı tadacaktı. Kapıların tamamen açılmasıyla bu saydığımız efsanelerin hepsi Batı'ya transfer oldu. Doğu ligleri, ilerleyen süreçte ellerindeki oyuncuları genç yaştan kaptıracak, bir daha eski güçlerine ulaşamayacaklardı.

Şampiyonlar Ligi’nin Kuruluşu

Futbolun Batı Avrupa'da yoğunlaşmasının temel kilometre taşlarından biri de Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nın Şampiyonlar Ligi'ne dönüşmesiydi. Bu kararın arkasındaki temel itici güç, eleme sisteminden grup sistemine geçip büyük kulüplere daha fazla maç oynatarak daha fazla yayın geliri elde etmekti. Aynı zamanda amaç başarıya oranlı bir ödül sistemi kurarak büyük kulüplerin grup sisteminde yer almasını sağlama almaktı. İlerleyen yıllarda büyük kulüplerin UEFA dışında bir Avrupa Süper Ligi kurma tehditlerine boyun eğilerek, kupanın birincil ilkeleri olan tek takımla katılma ve en baştan eleme oynamak da ortadan kaldırılacak ve hem büyük liglerin UEFA katsayıları oranında birden fazla takımla katılması hem de gruplara doğrudan kalmaları sağlanacaktı.

Böylelikle 1992-93'teki Şampiyonlar Ligi adıyla oynanan ilk sezonda olduğu gibi Almanya şampiyonuyla İngiltere şampiyonunun ön elemede birbirine düşmesi ya da ikinci sezondaki gibi İngiltere şampiyonunun ön elemede Türkiye şampiyonuna elenmesi gibi kazaların önüne geçilecekti. Başlangıçta sekiz olan gruplara kalan takım sayısı zamanla yükseltilirken hem büyük takım sayısı arttırılmış hem de yeni futbol pazarlarına el uzatılmış olacaktı.

Futbolun hipermetalaşma sürecinin en önemli adımlarından biri böylelikle atılmıştı. Yaşanan değişimin sonuçları vurucu oldu. 1990-1991'deki eleme usülü son kupada çeyrek finaldeki sekiz takımdan üçü beş büyük ligin dışından gelirken 2019-2020 sezonunda son 16'ya beş büyük ligin dışından tek bir takım bile kalamadı. Grup sistemi geldiğinden beri kupada final oynayan beş büyük lig dışı takım sayısı yalnızca üç, kupayı alabilen takım sayısıysa iki. En son final ve kupa başarısı 2004'te Porto'dan gelmişti.

Premier Lig’in Etkisi

Şampiyonlar Ligi'nin, UEFA eliyle Avrupa futbolunun tekelini beş büyük lige geçirdiği sıralarda, o beş büyük ligden birinde de benzer bir faaliyet yaşanıyordu. Hillsborough ve Heysel felaketlerindeki ihmallerin faturasının Muhafazakâr Parti hükümetleri tarafından taraftarlara kesildiği İngiltere'de, futbolu daha üst sınıfların eğlencesi haline getirmek için hükümet, medya grupları ve büyük kulüpler arayış içine girdiler. Değişimin temel adımları şunlardı: 1) Stadyumları modernize ederken bilet fiyatlarını astronomik olarak yükselterek taraftar profilini müşteriye çevirmek. 2) BBCITV aracılığıyla gerçekleştirilen şifresiz yayınları bitirmek ve yeni bir şifreli havuz sistemi yaratmak. 3) Büyük kulüplerin küçük kulüpleri sübvanse ettiği sistemi sonlandırarak başarıyla orantılı gelir modelini getirmek.

Bu arayışların sonucu Temmuz 1991'de Premier Lig'in kuruluşu oldu. Üstte saydığımız üç maddenin birincisi hükümet eliyle kotarılırken ikinci ve üçüncü maddeler Premier Lig'in kendi yayın haklarını satma hakkına sahip olmasıyla gerçekleştirildi. BSkyB şifreli platformuyla imzalanan 300 milyon sterlin'lik anlaşma, Premier Lig'in sermayesinin temelini oluştururken gelir dağılımı Şampiyonlar Ligi'ndeki gibi büyük kulüplerin lehine gerçekleştirildi. Uygulamanın sonuçları da aynı Şampiyonlar Ligi'ndeki gibi oldu. 1992-93'ten beri beş büyük kulüp dışında şampiyon olabilen kulüp sayısı yalnızca iki. Aynı süre içinde dengesiz gelir dağılımı neticesinde iflas eden kulüp sayısı ise ellinin üzerinde. Yalnızca son iki sezonda üç kulüp, iflasla yüz yüze kaldı. Bunlardan ikisi (Bolton Wanderers ve Bury) 19. yüzyılda kurulmuş kulüplerdi.

Bosman Kararı

1995 yılında Avrupa Adalet Divanı'nın JeanMarc Bosman'ın kulübü RFC Liege tarafından serbest bırakılmamasının Avrupa Birliği'nin kurucu sözleşmesi olan Roma Anlaşması'nın getirdiği emeğin serbest dolaşımına aykırı olduğuna karar vermesi, futbol dünyasını kökünden sarstı. Artık oyuncular sözleşmeleri bitiminde serbest kalabilecek ve bonservis ödemeden başka bir kulübe gidebileceklerdi. Ve yabancı kotaları ancak Avrupa Birliği dışı ülkelerden gelen futbolculara uygulanabilecekti.

Karar, yalnızca Avrupa Birliği ülkelerini ilgilendiriyormuş gibi görünse de FIFA ve UEFA mevzuatlarını değiştirdi ve etkileri bütün futbol dünyasına yansıdı. Özellikle Premier Lig, yabancı kurallarının gevşemesiyle İngiliz futbolcuların nadiren oynadığı bir lig haline geldi. 1999 yılında, Chelsea sahaya hiç İngiliz olmadan çıkan ilk takım olurken bundan sonra takımlar yüzlerce kez ilk 11'e İngiliz oyuncu koymadan sahaya çıktılar.

Dış dünyada esen neoliberalizm ve ekonomik küreselleşme rüzgârları, Türkiye'de de yakından hissedildi. Reagan-Thatcher ikilisinin takipçisi Turgut Özal döneminde, Türkiye de kısa sürede özel televizyonların kuruluşu, şifreli yayın tekellerinin ortaya çıkışı, kulüplere bilet fiyatı belirleme serbestisi verilmesi gibi uygulamalarla neoliberal bir futbola sahip oldu. Ancak Türkiye'de bir taraftan da hükümetlerin siyasal çıkar beklentisiyle futbol dünyasına bir yaşam destek ünitesi gibi yardım ettiğini ve ülkemizdeki futbol sisteminin büyük ölçüde devlet kontrolünde kapitalizm olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Socrates Dergi