Makus Talih

13 dk

NBA ve spor tarihindeki tek şanssızlık örneği Portland Trail Blazers değil. Onları öne çıkaran, böyle şeyleri biraz fazla yaşamaları. Hem de 1970’lerden beri…

ABD’li gazeteci yazar David Halberstam’in Breaks of the Game adlı kitabı, basketbol üzerine okuyabileceğiniz en güzel anlatılardan biridir. Bu çalışma uğruna 1979-80 sezonunu Portland Trail Blazers takımıyla birlikte geçiren Halberstam, dağılmakta olan o kadronun yanı sıra, bir çağı atlamanın eşiğindeki NBA’i de inceler. Magic Johnson ve Larry Bird (birkaç yıl sonra da Michael Jordan) tarafından kaderi değiştirilmeden hemen önce NBA; bireysel oyunun, umursamazlığın, disiplinsizliğin, oyuncular arasında uyuşturucu kullanımının kontrolden çıktığı bir hâldedir. Dönemin gerçek anlamda ‘takım’ları arasında yer alan Blazers ise o yılların en büyük pivotlarından Bill Walton ve koç Jack Ramsay liderliğinde 1977 şampiyonu olmuş, sonraki sezona da ilk 60 maçta 50 galibiyetle başlamıştır. Hem onlar kadar kaliteli kadroya sahip hem de onlar kadar bilinçli ve basketbola odaklanmış hemen hiçbir takımın olmadığı bir ortamda, ligi uzun yıllar hâkimiyetlerine almaları beklenmektedir. Ta ki Walton’ın ayağı kırılana kadar... O yıl play-off’ta sahalara dönmeye çalışan ancak tekrar sakatlanan Walton, tedavi konusunda çatışma yaşadığı takımdan takasını ister ve bu isteği gerçekleşmeyince bir sonraki sezon forma giymez. Halberstam’in takımla birlikte geçirdiği 1979-80 sezonu başında da San Diego Clippers’a takas edilir. Breaks of the Game NBA’de bir dönemin hikâyesiyse bu dağılma da aslında Portland Trail Blazers’ın döngü hâlindeki hikâyesi gibidir.

NBA ve spor tarihindeki tek şanssızlık örneği Blazers değil elbette. Onları öne çıkaran, bu tip şeyleri biraz fazla yaşamaları. Hatta şansı ve şanssızlığı herkes kendi yaratır fikrindekileri bile bir kez daha düşünmeye sevk edecek, 30 yılı aşan bir döneme, birbirinden farklı oyunculara, koçlara ve yöneticilere sirayet eden bir lanet onlarınki...

Walton’ın kariyerinin 468 normal sezon maçıyla sınırlı olması ve ilk beş çıktığı hiçbir normal sezonda 65 maçtan fazla oynayamaması, onu NBA tarihinin en büyük ‘keşke’lerinden biri kılıyor. Şampiyonluk sezonunda 18.6 sayı, 14.4 ribaund, 3.8 asist, 3.2 blok; play-off’larda 18.2 sayı, 15.2 ribaund, 5.5 asist, 3.4 blok ortalamalarıyla oynayan; hem savunmada hem de hücumda oyunu değiştiren bir güçten bahsediyoruz. Birlikte oynadığı takım arkadaşları ve çalıştığı koçlarca gelmiş geçmiş en büyük oyun zekâlarından biri şeklinde tanımlanması da cabası... Kariyerinde, biri Boston Celtics’in altıncı adamı olarak gelmiş iki şampiyonluktan fazlası olmalıydı. Genç kuşak onu, Lakers koçu Luke Walton’ın babası olarak tanımamalıydı. Portland’ın üstündeki lanetin ikonu değil, bir NBA ikonu olmalıydı.

Walton gittikten ve şampiyon ‘77 kadrosu dağıldıktan birkaç yıl sonra Blazers, bir kez daha NBA tarihinin dönüm noktalarından birinde rol aldı. 1984 NBA Draft’ında... Bir numaralı seçim hakkının sahibi Houston Rockets’ın, Houston Üniversitesi’nden -o zamanki ismiyle- Akeem Olajuwon’ı seçmesi öngörülebilen bir şeydi. Onlarından ardından Portland’ın tercihi ise daha büyük merak konusuydu. Bir yıl önce seçilen Clyde Drexler’ın önemli bir yıldıza dönüşeceğini görebilen Blazers, onun yanına bir de uzun koymak amacıyla Kentucky Üniversitesi’nden Sam Bowie’de karar kıldı. Arkalarındaki Chicago Bulls’un seçtiği oyuncu ise North Carolina Üniversitesi’nden Michael Jordan’dı.

Bugün rezillik gibi görünse de aslında Bowie seçimi o dönem kimse tarafından saçma sapan bir tercih olarak değerlendirilmemişti. Evet, riskliydi; çünkü Bowie, ayağındaki stres kırığı nedeniyle kolejdeki üçüncü yılında oynayamamıştı ve sakatlığın ardından son sezonunda istatistiklerini düşürmüştü. Ancak söz konusu, ikinci sezonunda 17.4 sayı, 9.1 ribaund, 2.9 blok gibi çok iyi istatistiklerle oynayan bir uzundu ve sağlıklı olduğu müddetçe bu seçim gayet ‘anlaşılabilir’di. Zaten başlangıcı da ümit verici olmuştu. Çaylak sezonunda Bowie, maç başına 29 dakikada 10 sayı, 8.6 ribaund, 2.8 asist, 2.7 blok gibi gayet iyi istatistikler tutturdu ve daha da önemlisi, 82 maçın 76’sında, ayrıca play-off’ta forma giymeyi başardı. Sakatlık şüpheleri mazide kalmış gibiydi. Fakat ayağındaki sorunun kendisini hatırlatması uzun sürmedi. Bir sonraki sezon kırık nedeniyle 38 maçta oynayabildi ve takip eden iki sezonda da ancak 25 maça daha çıkıp New Jersey Nets’e takas edildi. Aynı yıllarda ve sonrasında, arkasından seçilen Jordan’ın Chicago’da yaptıklarını ise muhtemelen duymuşsunuzdur.

Sam Bowie

Sam Bowie

İşin daha da kötüsü, Jordan’ın Blazers’a çektirdiği acılar 1984’teki draft gününün hatıralarıyla sınırlı kalmayacaktı ve sanki Portland’ın kolektif hafızasının tazelenmeye ihtiyacı varmış gibi, kendisini 1992 Final Serisi’nde de hatırlatacaktı. Zira Blazers, Jordan’lı Bulls ile karşılaşacaktı. 1990 Final Serisi’nde Detroit Pistons’ı geçemeyen Blazers, bu kez daha deneyimli ve hazır olduğunu hissediyordu. Kulübün, varlığına güvenip 1984’te Jordan’ın yerine Bowie’yi seçtiği Clyde Drexler da artık ligin en önemli yıldızlarından biriydi ve o sezon ‘En Değerli Oyuncu’ oylamasında ikinci olmuştu. Tabii, Jordan’ın ardından... Final serisinde de altı maçta 24.8 sayı, 7.8 ribaund, 5.3 asist, 1.3 top çalma gibi saygıdeğer ortalamalar tutturmuştu ama şut isabet oranı yüzde 41’de kalmıştı. Jordan ise aynı seride, yüzde 53 isabet ile 35.8 sayı, 6.5 asist ve 1.7 top çalma ortalamalarıyla oynadı. Bir anlamda Drexler ve takımına, “Benim bulunduğum yerde siz ancak ikinci olabilirsiniz” dedi. Blazers zamanla şampiyonluk iddiasından uzaklaştı ve Drexler da o final serisinden iki buçuk yıl sonra Houston Rockets’a takas edildi.

Portland, 90’lı yılların sonuna doğru yeniden yapılanıp tekrar iddialı bir kadro oluşturmayı başardı. 1999 yazında Scottie Pippen ve Steve Smith’in kadroya katılması, Blazers’ın tehlikeli bir takımdan ciddi bir şampiyonluk adayına dönüşümünü tamamlayan son fırça darbeleri gibiydi. İlk beşte, kariyeri boyunca üst limitlerini zorlamayan ama bugünkü modern uzunların atası addedilebilecek seviyede yetenek çeşitliliğine sahip Rasheed Wallace, tecrübeli yıldızlar Pippen ve Smith, hem takımı oynatıp hem de kendi skor üretebilen oyun kurucu Damon Stoudamire, kendisini geri çeken dizleriyle bile sahada fark yaratabilen Arvydas Sabonis, yedeklerde de Detlef Schrempf ve Greg Anthony gibi sağlam veteranlar, Bonzi Wells gibi bir bench skoreri ve Brian Grant gibi bir ribaund canavarı vardı. Henüz toyluk dönemindeki Jermaine O’Neal’a sıra gelmiyordu bile. Ligin en iyi oyuncusu, o sezon MVP seçilen Shaquille O’Neal’dı belki ama en derin ve tüm parçalar birlikte ele alındığında en iyi kadronun Portland’da olduğunu söylemek mümkündü.

Aryvdas Sabonis, Shaquille O'Neal ve Rashad Wallace

Aryvdas Sabonis, Shaquille O'Neal ve Rashad Wallace

Nitekim O’Neal’ın Lakers’ı ve Blazers, 2000 yılı play-off’unda Batı Konferansı Finali’nde karşı karşıya geldi. Los Angeles’taki ikinci maçı kazanan Portland saha avantajını ele geçirdi ama Lakers deplasmanda üçüncü ve dördüncü maçları kazanınca serinin bittiği düşünüldü. Galiba Lakers da öyle düşünmüştü ve bu yüzden, takip eden iki maçı kazanmayı başaramadılar. Bitti denen seri yedinci maça gitmiş ve yedinci maçın da son 10 dakikasına Portland deplasmanda 12 sayı farkla önde girmişti. NBA Finalleri resmen olmasa da aslında Batı Finali’nde sahneleniyordu ve Blazers, 1977’den sonraki ilk şampiyonluğuyla arasındaki en büyük engeli aşmaya çok yakındı. Sonrası ise 15-0’lık Lakers serisi, maçı mühürleyen Kobe-Shaq alley-oop’u ve 89-84’lük final skoru. Yine olmamıştı...

Belki de sebat edip o kadroyla oynamayı sürdürseler, bir sonraki sezon olabilirdi. Oysa sadece birkaç pozisyonun kaybettirdiği bir sezonun ardından en büyük hatayı yapıp kadroyu daha da fazla ego ve riskle doldurdular. Çalışkan uzun Brian Grant ve potansiyelli genç Jermaine O’Neal giderken, yerlerine Shawn Kemp’in ölüsü ve Dale Davis geldi. Bir de eski oyuncuları olan, kontrolü zor oyun kurucu Rod Strickland... Takımın bir önceki yılın ahenginden uzak olduğu açıktı. Sezonu 50 galibiyetle bitirdiler ama Batı Konferansı'nda seviye yükselmişti ve ancak yedinci sıradan play-off’a girip Los Angeles Lakers tarafından daha ilk turda süpürüldüler.

Daha da kötüsü, takımın sahada geri gitmekle kalmayıp basketbol dışı rezaletlerle gündeme gelmeye başlamasıydı. Wallace ve Stoudamire gibi oyuncuların uyuşturucu kullanımından ceza almaları, yaşanan diğer hadiselerin yanında hafif kalacaktı. Daha önce çocuğunun dadısına tecavüz etmeye kalkışan Ruben Patterson’ın eşine şiddet uygulaması, Zach Randolph’un Patterson ile idmanda giriştiği bir kavga esnasında takım arkadaşının gözüne yumruk atması, genç oyunculardan Qyntel Woods’un evinin bahçesinde köpek dövüştürdüğünün ortaya çıkması... Blazers artık bir basketbol takımından çok, hapishane dizisi gibiydi. Zaten o dönemde, İngilizcede hapishane anlamına gelen ‘jail’ kelimesiyle birlikte, ‘Jail Blazers’ diye anılmaya başladılar. Şampiyonluğun eşiğine gelen bir takım, Portland şehri için bir utanca dönüşmüştü.

Jail Blazers kadrosu kendi kendini tükettikten sonra kulübün hem sıfırdan bir takım kurması hem de geçmişin kötü şöhretini silmesi gerekmekteydi. Ve 2006 NBA Draft’ı bu doğrultuda önemli bir adım olacaktı. İlk altı sıra içinde seçtikleri LaMarcus Aldridge ve Brandon Roy, uzun yıllar takımı sırtlayacak uzun-kısa ikilisi gibi gözüküyordu. Bir yıl sonra ilk sıra hakkını kazandıklarındaysa geleceğe dair beklentiler tavan yaptı. Draft öncesinde ilk sıra için iki aday vardı: Greg Oden ve Kevin Durant. Texas Üniversitesi’nden Durant büyük bir skorer olacağını belli ediyordu ama Ohio State’li Oden hem savunma hem hücumda bir takımın temel direği olabilecek gibiydi ve hâlâ güçlü pivotların çok daha fazla el üstünde tutulduğu yıllardı. Blazers’ın tercihi Oden oldu. Hesaba göre Oden pota altını kontrol ederken şutlarıyla Aldridge onun uzun partneri olacak, Roy ise dış skorer ve oyun yönlendirici kimliğiyle takımı komuta edecekti. 1984’tekine benzer bir seçim yaptıklarını o anda bilemezlerdi. Ancak siz, hikâyenin devamını biliyor olmalısınız...

Oden, dizindeki sakatlık nedeniyle ilk sezonunda hiç oynayamadı. İkinci yılında 61 maçta sahaya çıktı ama bir sonraki yıl vücudu 21 maç dayanabildi. Bir daha da hiç Portland forması giyemedi. Diz sakatlıkları Roy’un da kariyerini kısa kesecek ve 2011’de Portland tarafından serbest bırakılmasına, 2012-13 sezonunda Minnesota formasıyla dönüş denemesinin de beş maçta sonlanmasına yol açacaktı. 2012 yılında Aldridge’in yanına Damian Lillard isimli bir çaylak eklendi ve ilk sezonundan itibaren takıma önemli katkı vermeye başladı. Ne var ki Aldridge’in yaşı ilerliyordu ve üst düzey performans verebildiği günler bitmeden takımın şampiyonluk adayına dönüşemeyeceğini çabuk anlamıştı. O da 2015 yazında “Buraya kadar!” diyerek San Antonio’nun yolunu tuttu.

1984’te Bowie’nin ayağının arz ettiği risk daha farklı değerlendirilip Jordan seçilebilir miydi? Evet, belki... Ya da 2000’deki kıl payı yenilginin ardından takıma sorunlu karakterler doldurulmayabilirdi. Belki de Durant’in daha büyük oyuncu olma yolunda ilerlediğini de süzebilmeleri gerekiyordu. Ya da Roy’un dizleri konusunda kolejden beri süregelen şüpheleri daha çok düşünmeleri... Blazers’ın yaşadıklarının tümü şanssızlık kategorisine girmeyebilir. Bazıları için yönetim hataları diyebilirsiniz. Yine de kendinizi, ABD’nin dört büyük sporundaki tek profesyonel takımı Blazers olan Portland şehrinin sporsever bir sakininin yerine koyun. 30 yıldır onlardan daha fazla şanssızlık yaşayan kaç taraftar var?

Socrates Dergi