
Manchester'da Bir Yabancı
8 dk
Tüm dünyanın merakla beklediği Manchester derbisi, City'nin üstünlüğüyle sona erdi. Temposu güzel ve etli bir mücadele olan derbiyi bir de Kaan Sezyum'un gözünden okuyalım.
Çıkan kısmın özeti: Futbolla 2000’li yıllarda konsol oyunu PES vasıtasıyla tanışan, plastik toptan bile korkan biriyim. Şimdi ise maç izleyip yorum yapıyorum. Tabii ki cahillik denizinde bir pet şişe gibiyim...
Bu ay bana verilen görev netti. Manchester United-Manchester City maçını yazacaktım. Ben de oturdum İngilizlerin ‘Premier Lig’ dediği ligde niyet ettim bu maçı izlemeye...
Sonra adamların ‘Premier Lig’ dediği kavramın bizdeki isimlerini hatırlamaya çalıştım. Sanırım bir ara Türksel Süper Lig ve hatta bir ara da Bank Asya 1. Ligi idi galiba adı, onu hatırladım. Şimdi sanırım o uygulama da kalkmış, sezonlara isim veriliyor... Keşke o parası olanın ‘adını koyduğu’ lig zamanlarında çok zengin olsaydım da ligin adını “Benim adım Kaan, Riyanna’yla çıktım Süper Ligi” koysaydım diye düşündüm. Neyse ki zengin değilim...
Hazır söz zenginlikten açılmışken; bizim futbolculardan alınan vergi oranının da yüzde 8 olduğunu öğrendim. Bu yazının bile telifinden yüzde 18 KDV ve yüzde 20 stopaj kesildiğini düşününce futbolcuların neden vergi vermediklerini bir kez daha anladım. Çünkü mesela onlardan da eşten dosttan “Bi’ turluğuna versene kanka, az gazlayayım” diyerek ödünç aldıkları Ferrari araçlarla kaza yaptıktan sonra “Kazadan sonra polise gitmeye gerek var mıydı? Aaa, bilmiyordum valla!” tarzı açıklamalar geldi, malum. Evet, sporcularımız Lamborcini’lere, Ferrari’lere, Porş GT’lere diledikleri gibi binmeliler... Bank Asya 1. Ligi ya, ahahaha! Böyle bir ülkede futbol nasıl sevilmez?
Neyse, açtım dijital platformdan yayını. Yine belli standartlar sağ olsun, sistem kullanıcı adım ve şifremi tanımadı. Beş dakikada bir beni yayından attı ve bir şekilde canlı olarak izleyemedim maçı. Bana sinir geldi, akşamında açtım buldum maçın torrent dosyasını. Direkt emdim. Hiç laf etmeyin; o kadar parasıyla, nizamıyla, ahlakıyla izlemeye çalıştım ama olmadı... O sırada “Haberleş-me” bakanımızın Vikipedya’ya uzun süredir Türkiye’den erişimin engellenmesi durumu üzerine yaptığı “Vikipedya suçu kendinde aramalı” açıklaması aklıma geldi... Aynı bakanımız gibi, kendimde suç aradım ama bulamadım.
Gelelim maça... İki ekip de yılanmış. City, ligde 43 puanla lider, United ise 35 puanla ikinci. Her bakımdan kıllı tüylü bir maç olacak gibi geliyor bana. United, aradaki farkı kapatmak için kastıracak, City de zirvedeki pozisyonunu garantilemek için dayandıkça dayanacak gibi bir ortam... Şimdi gelelim, tanımadığım takımların oyuncuları arasında bildiğim isim olup olmadığına... Cahilliğimi mazur görün, bizde bu kadar. Daha 11’ler ekrana yansımadı, İngiliz taraftarlar medeni gibi oturmakta.
Hava leş gibi, kar serpiştiriyor, adamlar bu havada kalkıp maça gidiyor... Herhâlde oralarda toplu taşıma iyi durumda. Bizde böyle bir havada bu tarz bir maç olsa zaten sahil yolları ve bilumum bağlantılar tıkanır. Zaten bir derbi maçları bir de devlet büyükleri, trafiği kilitlemek için birbirleriyle yarışıyor adeta. Sonuçta hizmet aşkı böyle bir şey. Yol tıkadı...
Ooooo, United'ın teknik direktörü şeymiş ya... Şu toplu konut reklamlarında oynayan sevimsiz paragöz adam... Morinyo! Bu adamdan çok hoşlanmıyorum, ne yalan söyleyeyim. Tamam, kendisini tanımıyorum ama alakasız bir ülkeye gelip de TOKİ reklamında oynayan bir adam bana gelmez. Şimdiden United yerine City’yi destekleme kararı aldım galiba. Peki City’nin başında kim var? Ooo, bak bu adamı da tanıyorum; o kadar futbol cahiliyim ama gördüğüm en eli yüzü düzgün ve efendi gibi görünen, insan gibi insan, heykelinin belli kısımlarına beton yetiştirilemeyen Gardiyola değil mi bu? Kendisini galiba Ronaldinyo’nun oynadığı yıllarda ya da az sonrasında Barselona’dan hatırlıyorum. Bir de Bayern Münih olabilir. İşte teknik direktör gibi bir teknik direktör. Bu maç ilginç olacak. İki alakasız ahlak ve teknik anlayışın çarpışması gibi. “Bakalım, iyilik mi kötülük mü kazanacak?” gibiymiş maç...
Bu arada United kalecisi De Gea, bizde olsa kesin dizi oyuncusu ya da Manuş Baba gibi bir alternatif müzik grubuna vokalist olabilir. Futbolculuk ve saç kesimi, yılların değiştirmediği tek gerçeklik gibi. Yine bir takım tuhaf saçlar ve yine bir takım oyuncularla karşı karşıyayız. Dünyanın en ünlü apaçisi Ronaldo’nun da altın top ödülünü bir kez kutlayalım bu vesileyle. O ödülün en azından yüzde 3 ya da 4’ü saçtan gelmediyse ben de bir şey bilmiyorum...
Evet, şu ana kadar United’da sadece Lukaku’yu tanıyor olmam cahilliğimin boyutu konusunda sizlere bir şeyler söyler umarım. City’den Kompany, Agüero ve David Silva’yı tanıyorum, PES’te de vardı bunlar. Silva sakattı. Tabii PES, her zaman FIFA’dan daha ‘oyun’ gibi oynanan bir oyun olduğundan Silva’yla 35 metreden bilezik gibi taktığım şutlarım olmuştu. FIFA ise daha bir simülasyon havasında. Neyse, herkesin kendi tercihi...
Maçı izliyorum da teyzeler, amcalar filan var maçta. Benim yaşım 41, kaç yaşındakilere teyze dediğimi siz hesaplayın. Anladığım kadarıyla taraftarın maç izlerken oturması da bu yaş farkından gibi bir şaka yapmak istiyorum ama alakası yok. Gençler de var ve insan gibi oturarak izliyorlar. Belki bizde de zenginler filan oturarak izliyordur maçı. Öyle bir genetik kod ki bu, şu anda bilgisayar ekranından bile izlerken ayakta izliyorum ben maçı. Ya da yayıncı kuruluş -bizde stattan gelen sloganları sansürledikleri gibi- ayakta duran taraftarları sansürlüyor. Olabilir böyle bir şey.
Bizim ülkemizde tecavüze uğrayan at haberinde at mozaikleniyor ne de olsa... Sonuçta bizi de hayatın gerçeklerinden sansür koruyor. Allah’ın İngilizlerini neden korumasın?
İlk yarı bitmek üzere... City, gerek top gerekse pas konusunda üstün. Sane çılgın bir burun vuruyor, United kalecisinin refleksleri topu kornere çıkarıyor fakat kornerin buz gibi ortalarından gelen karambolün sonunda David Silva’nın balerin volesiyle gelen gol ve 1-0! Dakika 43... Şimdi maç hızlandı. Hah, şimdi ayağa kalkmış taraftarlar gördüm. Tam onlara bakarken United sağdan geldi ve nikah yüzüğü gibi bir ikramla durumu 1-1 yaptı. Dakika veriyorum: 45+2... Futbol böyle ilginç, ne oldum demeyeceksin, ne olacak bilemeyeceksin.
İkinci yarıya United biraz turbolamış başladı gibi. Büyük ihtimalle soyunma odasında onlara da “Taktik maktik yok, BAM BAM BAM!” diye bağıran bir Hoze Morinyo var. O sırada Pep Gardiyola ise “Çocuklar ne giydiğiniz önemli değil, onu nasıl taşıdığınız” dermişçesine sakin. Maç, temposunu artırmış olarak başladı.
Eğer heyecan istiyorsanız, şu dakikalarda insan ister istemez bir heyecanlanıyor. Mükemmel heyecanlı bir maç izlerken kalp krizinden ölmek kaçınızın hayalidir acaba? Bir yandan, izleyicinin adeta 11’erden gladyatör dövüşü izlemesi gibi bir şey bu. Sadece insanlar birbirinin karnına mızrak filan saplamıyor. Belki de böylesi eski bir dürtüdür maç izlerken alınan zevk. Kesin birileri araştırmıştır.
Hah, dakika 53, saçma sapan bir serbest vuruşla ceza sahasına topu ileten City, United savunmasının kısa süreli mallığı sayesinde ikinci golü buluyor. Yine kalecinin neredeyse iki metre önünden bir vole...
Maç bu sonuçla bitti. City, iyi kapandı, United eline geçen fırsatları değerlendiremedi. Aynı hayat gibi. Temposu güzel ve etli bir maçtı. Bakalım bir sonraki sayıda neler olacak?