Mats Wilander: "Alcaraz’ın en büyük rakibi kendisi"

4 dk

Geçtiğimiz Pazar günü Jannik Sinner ve Carlos Alcaraz’ın mücadele ettiği Roma Açık Finali’nde ekrana gelen Mats Wilander, birkaç gün sonra Zoom üzerinden bu sefer bilgisayarımın ekranındaydı. Eski dünya 1 numarası ve günümüzün Eurosport yorumcusu ile Roland Garros beklentilerimizi konuştuk.

Roland Garros öncesinde, oyunu ya da hikâyesiyle seni özellikle meraklandıran, radar altı diyebileceğimiz bir oyuncu var mı? Örneğin Peyton Stearns, sosyal medyada koç aradığını duyurduktan kısa süre sonra Roma’da yarı finale yükseldi.

Evet, Peyton Stearns’ün Jasmine Paolini’ye karşı oynadığı maçı bizzat Foro Italico’da izledim. Güçlü vuruşları var. Yani belli bir isme odaklanmak doğru olmayabilir. Kadınlarda Mirra Andreeva’yı söyleyebiliriz. Büyük turnuvalar kazanmış bir isim, modern bir oyun stili var, kendine güveniyor, rekabetçi, daha 18 yaşında.

Kadınlar ve erkeklerde derinlik artık çok fazla. Carlos Alcaraz ve Mira Andreeva gibi genç oyuncular Grand Slam kazanabildikçe diğer 17-18-19 yaşındaki oyuncular da bu seviyeyi mümkün görüyor. 10 yıl önce bu mümkün değildi. Şimdi mümkün. Dolayısıyla radar altı oyuncu, aslında henüz adını bile duymadığımız oyuncular.

Foro Italico’da izlediğini belirtmen güzel oldu çünkü ben de ekran karşısında seni görmüştüm. Finalde Sinner ve Alcaraz arasında oynanan maçı nasıl değerlendiriyorsun? Bu maç sence Roland Garros öncesi iki oyuncuyu nasıl etkiler?

İlk set her iki oyuncuya da gidebilirdi. Eğer Sinner kazansaydı, maçın favorisi hâline gelirdi. Bence Alcaraz’ın oyununun tek zayıf noktası servisti. Ama tiebreak’te arka arkaya çizgiye iki temiz servisle direkt sayı aldı. Muhtemelen bu yüzden kazandı. En kritik puanları servisiyle aldı, ardından da rahatladı ve harika oynadı.

Sinner’in dikkat etmesi gereken bir şey var: çizgiye çok yakın oynuyor. Toprak kortta bu kadar agresif oynamak, topun sana daha hızlı dönmesi anlamına geliyor. Ayrıca toprakta topun sekmesi de beklenmedik olabiliyor. Djokovic de çizgiye yakın oynardı ama bu kadar riskli oynamazdı. Sinner’den farklıydı. Sert zeminde bu stil işe yarar ama toprakta bazen birkaç adım geri çekilmek gerekebilir. Eğer bunu yaparsa beş setlik maçlarda favori hâline gelebilir. Ama henüz onu bu şekilde toprakta oynarken görmedik.

Paris’te Carlos Alcaraz’ı Jannik Sinner’den başka yenebilecek başka kimse var mı sence?

Alcaraz’ın en büyük rakibi Alcaraz’ın kendisi. Sinner dışında karşısına çıkabilecek tek rakip yine kendisi. Bazen seviyesinin altında maçlar oynuyor. Ama zaten biz şu an onu tarihin en iyileriyle kıyaslıyoruz.

22 yaşında Roger Federer her maçı kazanmıyordu. Gustavo Kuerten’e erken turlarda kaybedip sonra gidip Wimbledon’ı kazanabiliyordu. Djokovic ve Nadal da gençken her maçlarını kazanmıyorlardı.

Carlos’un en büyük silahı forehand’i. Her yerden winner vurabiliyor. Drop shot’ları da çok etkili. Sinner’e baktığımızda ise o çizgiye çok yakın oynayıp her topa agresif vuran biri. Carlos ise biraz daha çok yönlü: hem savunma hem agresiflik. Bu da onu Nadal gibi çok yönlü bir toprak oyuncusu yapıyor.

Beş setlik maçlarda kötü bir set oynasa bile toparlanabilir. Monte Carlo ya da Madrid gibi üç setlik turnuvalarda bu şansı olmaz. Bu yüzden Paris’te favori, ama Nadal kadar mutlak değil.

Novak Djokovic bir Grand Slam daha kazanmak istiyorsa en büyük şansı Wimbledon gibi görünüyor. Bu bağlamda toprak sezonunu tamamen atlaması daha mantıklı olmaz mıydı?

Bu zor bir soru. Evet, belki de toprak oynamamalıydı. Fransa Açık’ta da yer almamalıydı. Bu mümkün. Ama sadece çimde antrenman yaparsan, oyunun gerileyebilir. Çim, çok zor bir zemin. Antrenman yapacak iyi kort bulmak neredeyse imkânsız. Bu yüzden Wimbledon’da iyi oynayanlar, çim sezonunun kısa olmasından avantaj sağlar.

Çimde çok uzun süre geçirirsen, vuruşlarını bile bozabilirsin. Djokovic’in çimi bildiğini biliyoruz. Ama onun şu anda ihtiyaç duyduğu şey maç ritmi. Özellikle de 5-5, 30-30 gibi puanlarda rekabet yaşamak. Bunu sadece maçla kazanırsın.

Yani Roland Garros’ta başarılı olması Wimbledon için şart mı? Hayır. Ama birkaç maç oynayıp, rekabet içinde olmak, zihinsel olarak hazır olmak için önemli. Bence Wimbledon’da yine favori olacak. Alcaraz’la birlikte tabii.

Münih'teki turnuva hariç, Alexander Zverev son haftalarda oldukça dengesiz performanslar sergiliyor. Fransa Açık öncesi form durumunu nasıl değerlendiriyorsun?

Zor bir durum. Bazen geriye dönüp bakmak gerekiyor. Güney Amerika turnuvaları kararı bugünden bakıldığında doğru değildi. Orada bazı maçlar kaybetti, kazanması gerekirdi. Avustralya Açık’tan sonra dünya bir numarası olma ihtimali ortaya çıktı. Bu da farklı bir baskı yaratıyor.

İnsanların Zverev’e odaklanması arttı. Sinner oynamadığı için gözler onun üzerindeydi. Şu anki durumda, Grand Slam’i kazanma favorileri Sinner ve Alcaraz. Zverev o iki ismin dışında kalıyor. Ama kazanabilir mi? Elbette. Geçen yıl kazanabilirdi. Thiem’e karşı Amerika Açık’ı da kazanabilirdi. İki Grand Slam kazanmış olabilirdi şu an.

Zverev de bir insan. Tıpkı Alcaraz gibi inişli çıkışlı performanslar gösterebilir. Münih’te kazanmak önemliydi. Kimi yendiği fark etmez, kazanmak özgüven getirir. Üç setlik maçlar yerine beş setlik Grand Slam formatı onun için avantaj. Fiziksel gücüyle fark yaratabiliyor. En büyük başarılarını Grand Slam’lerde elde edecek, buna eminim.

Roma’da elenmesinden sonra topların kalitesini eleştirdi. Bu konuda ne düşünüyorsun? Kariyerinde benzer bir şey yaşamış mıydın?

Evet, bu çok normal. Oyuncular sürekli topları eleştirir. Madrid gibi yüksek rakımda, hızlı ve zıplaması yüksek bir ortamdan Roma’ya geliyorsun; toplar ağırlaşıyor, tempo düşüyor, winner vurmak zorlaşıyor.

Benim dönemimde de durum aynıydı. Değişen tek şey, şimdi bunu daha çok konuşuyoruz. Ama maç oynarken bu konunun zihninde yer kaplamaması gerekir. Profesyonel bir oyuncu olarak Zverev gibi biri bunu konuşur ama korta çıktığında unutur. Zihinsel olarak bu konuya takılmamak gerekir.

Oyuncuların seslerini duyurması güzel. Bu sayede tur daha iyiye gider, topların kalitesi artar, standart sağlanır. Şikâyet etmeleri, gelişim için şart.

"Iga için ilk üç maç çok önemli. Zor da olsa kazanırsa özgüveni artar."

"Iga için ilk üç maç çok önemli. Zor da olsa kazanırsa özgüveni artar."

Iga Swiatek’in sorununun mental olduğu düşünülüyor. Sanki özgüveni düşmüş gibi ve onu engelleyen bir şey var. Sen nasıl görüyorsun durumu? Koçu olsaydın, ona ne tavsiye ederdin?

Öncelikle şunu söyleyeyim, oynadığı hiçbir turnuva Roland Garros değil. Paris’e geldiğinde her şey değişecek. Bunu kendi kariyerimden biliyorum. Paris’e ne kadar kötü gelirsem geleyim, orada geçmişte kazandığım, başarılı olduğum için kendimi evimde gibi hissediyordum.

Bu tamamen mental. Özgüven herkes için dalgalanır. Iga yıllarca zirvede kaldı, oyunu domine etti. Bu nedenle diğer oyuncular da gelişti. Sorun bu değil. Sorun, zirvede kalmanın çok zor olması. Sürekli gelişmezsen, orada kalamazsın. Hiç kimse 10 yıl boyunca zirvede kalamadı. Hatta Novak Djokovic bile. O yüzden büyük bir sorun olduğunu düşünmüyorum.

Iga için ilk üç maç çok önemli. Zor da olsa kazanırsa özgüveni artar. Kolay kazanırsa yine artar. Paris’te ikinci haftaya kalırsa, eski seviyesine çok yaklaşır.

Jasmine Paolini hayranlığın bilinen bir gerçek. Hazır Roma Açık’ı da kazanmışken bunun sebebini sorabilir miyim?

O kadar kısa boylu olup da, fiziksel olarak bu kadar üstün rakiplere karşı en üst seviyede tenis oynayabilmesi başlı başına etkileyici. Bir de, Foro Italico gibi baskı dolu bir ortamda final oynarken bile gülümseyebilmesi çok özel.

Geçen yıl iki büyük final kaybetmişti. Bu yıl da finali kaybetseydi, özgüveni ciddi şekilde sarsılırdı. Ama başardı. Dünya sıralamasındaki en iyi isimleri yendi, en büyük turnuvalardan birini kazandı. Şimdi Paris’e, yani geçen yıl final oynadığı yere gidiyor. Ve bence kendisini şampiyonluk favorisi olarak görüyor. En azından buna inanıyor. Bu bile başlı başına çok ilham verici.

Socrates Dergi