
Mazi Kalbimde Bir Finaldir
23 dk
Şampiyonlar Ligi finalleri, her yıl futbol hastalarının albümüne yeni hatıralar ekler. Bu seneki kupa askıya alınmışken biz de o albümü açtık, geçmişe döndük...
Mayıs sonu demek Şampiyonlar Ligi finali demektir. Ama bildiğiniz gibi bu ay son model bir Şampiyonlar Ligi finalimiz yok. Hal böyleyken biz de kendimizi 'en iyi' akımına kaptırdık ve kupanın unutulmaz finallerini derlemek üzere Discord Toplantı Odası 1'de zaman yolculuğuna çıktık. Bu yolculuk; bizleri ilk olarak Erman Yaşar'ın Şarköy'deki yazlığına, sonrasında Batman'daki bir asker gazinosuna ve son olarak Barselona'daki Montserrat Caballe konserine götürdü…
Geçtiğimiz günlerde Bayern Münih'li Lucas Hernandez, Şampiyonlar Ligi'ni tamamlamak imkânsız demişti. Sizce de öyle mi?
Erman Yaşar: Bu sene Şampiyonlar Ligi'nin bıraktığımız formatta tamamlanması ne kadar mümkün hiçbir fikrim yok. Ben açıkçası ilk ertelendiğinde yaz aylarında bir şekilde başlatırlar ve hızlı hızlı oynanabilir diyordum ama takımların kendi ligleri de oynanmıyor bir yandan. O liglerin kaderi ne olacak, soru işareti. Yine de son sekiz takım bir şekilde belirlenirse daha hızlı bir formatla bitirilebilir gibi geliyor bana.
Emre Özcan: Eğer seyahatli, atıyorum Fransızların İtalya'ya gideceği eski tip bir formattan bahsediyorsak, bence bu zaten mümkün değil. Ancak geride kalan maçların bir ülkede ya da bir bölgede toplanıp Dünya Kupası gibi bir turnuva formatında kurgulanması formülü mantıklı. Ben turnuvanın iptal edileceğini düşünmüyorum çünkü hem UEFA'nın öyle bir kararı var hem de ülke federasyonları liglerin bitmesini istiyor. Zaten bence doğrusu da bu. 24-25 haftası tamamlanmış, 10 haftası kalmış bir ligin bitmemesi saçma olurdu.
Caner Eler: Devam kararının ortaya çıkmasının iki sebebi var. İlki tabii ki ekonomik nedenler, diğeri ise gelecek sezonun yapı sorunu. Ama bu yapıya Şampiyonlar Ligi özelinde baktığında işler değişiyor çünkü yerel liglerin başlama kararı tek bir ülkenin koronavirüs ile ilişkisini ilgilendiriyor. Kupanın çeyrek finallerine baktığında İspanyol takımı var, İtalyan takımı var ve tüm bu ülkelerin durumu çok kötü. Fransa'da Temmuz ortasına kadar bütün organizasyonlar iptalken Lyon'un Juventus deplasmanına gelmesi beklenecek ama aynı ayın ortasındaki olimpiyat oyunlarının ertelendiğini unutmamak lazım. Çok kötümser olabilirim ama bence bu süreç çok daha uzayacak. Bu yaz bile tamamlanabileceğini pek düşünmüyorum.
İlhan Özgen: Ben Şampiyonlar Ligi'nin tamamlanmasının çok zor olduğunu düşünen taraftayım çünkü bir yandan yerel liglerin de bitmesi lazım. Sezonun galipleri, mağlupları bir yana sonraki sene Avrupa'ya hangi takımların gideceğini de belirlemen lazım. Bu yüzden tüm bunlar bir şekilde değerlendirilecek ve ligler oynatılacak. Ama ligler devam ederken araya Şampiyonlar Ligi'ni sıkıştırmak nasıl olacak, hiçbir fikrim yok. Her ne kadar böylesine dev bir organizasyonu bitirmek zor gelse de bir feragat edilecekse ben yerel liglerden ziyade bunun Şampiyonlar Ligi olması gerektiğini düşünüyorum.
Turnuvanın tamamlanmadığı denklemi konuşalım… PSG, Atalanta, Atletico Madrid ve Leipzig tur atlamayı garantileyen takımlar oldu. Diğer taraftan Real Madrid-Manchester City, Barça-Napoli ve Lyon-Juventus gibi tamamen ortada eşleşmeler var. Yapay kura ile finale bir yol çizsek, final favorileriniz kimler olurdu?
EÖ: Manchester City, PSG ve Messi faktörüyle Barcelona. Pep Guardiola'nın özel olarak kupaya odaklanması ve oyun stilini son bir buçuk sezonda Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olabilecek şekilde değiştirmesi City'nin şansını artırıyordu. Daha az topla oynayan ve geçiş hücumlarını daha iyi savunan bu yapının Madrid deplasmanında da kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. PSG ise iki senedir favorilerimdendi. Olgunlaşan bir kadro ve Thomas Tuchel'in taktik dehasıyla birlikte ciddi bir faktör olacaklardı. Her elenme, her kayıp birer tecrübe sonuçta. Bir de oyun olarak tatmin etmese de Barcelona yetenekli bir kadro olduğu için favorilerimden biriydi.
CE: Paralel bir evrenimiz olsaydı bana da City'nin ritmi çok iyi geliyordu. Yalnızca kalitelerinden dolayı değil bu söylediğim. Hem kulüp hem de hocalarının uzun zamandır kupayı alamayışı, oyuncuların hırs ve motivasyonunu ekstra etkileyecekti. Diğer taraftan Bayern Münih, Flick ile çok iyi bir ritim yakalamıştı. Üstüne en büyük avantajları, tüm bunları sessiz sedasız bir şekilde halletmeleriydi.
İÖ: Zaten son birkaç senede Roma olsun Tottenham olsun sürprizlere alıştık, bu senenin de sürprizi Atalanta olur diyordum. Hem oynadıkları futbolun sürprize açık oluşundan hem de büyük takımlara zaman zaman sorun çıkarıp diş geçirebilmelerinden. Bir de çok sürpriz olarak nitelendirilmese de Atletico Madrid'in önünün açık olacağını düşünüyordum ama tabii şimdi işler ve momentum bambaşka bir hal aldı.
Kupanın bu sezon bir şekilde tamamlandığı denklemde de sanıyorum bahsettiğiniz momentum kaybı en çok turu koparmış ya da koparmaya yakın takımların canını yakacak…
İÖ: Atletico Madrid üzerinden anlatayım düşüncemi; Liverpool gibi yılın en sansasyonel takımını eledikten sonra turnuvaya devam etmek var, bu kadar uzun zaman topa değmedikten sonra tekrardan oynamak var. Liverpool'u eledikten sonra ister istemez favori konumuna gelmişlerdi ama şimdiki denklemde kenara itilebileceğini düşünüyorum onların. Öyle olunca da yeni senaryoda güçlü takımları daha fazla ön plana çıkarıyorsun, City de bunlardan bir tanesi. Kesintili denklemde büyük babalar arasından ikinci favorim de Münih.
EY: Bu aranın en fazla zarar verdiği takımların başında City varmış gibi geliyor bana. Malum, çok büyük bir sistem takımı var karşımızda. Bir diğer sorun da fiziksel güç bence. Hiçbir zaman kadrosu çok kalıplı bir takım olmadığı için yüksek kondisyon ile bu açıklarını kapatıyorlardı ama aradan o kadar uzun zaman geçti ki fitness problemleri ile de mücadele edecekler şimdi.
CE: Aynı Liverpool'un lig performansından korktuğum gibi City'nin de Şampiyonlar Ligi'nde tempoya alışmasının zaman alacağını düşünüyorum. Çünkü her ikisi de ritim takımları ve her ikisinin de motorlarının ısınması için zamana ihtiyacı var. Her ne kadar Messi ile birlikte favori olsa da Barcelona'nın yönetimsel krizi bence saha içine oldukça farklı yansıyacak. Koronavirüs üzerine idari sıkıntılar da onların işini hiç kolaylaştırmıyor.
EÖ: Tek bir mekânda, tek bir stadyumda oynanacağını düşünürsek işlerin az da olsa farklılaşma ihtimali var. Tabii ki daha büyük kadrolara, daha büyük isimlere sahip olan ekipler avantajlı olacak. Ama iki haftalık bir kamp atmosferi üzerinden ilerleyecek havada Leipzig, Atalanta gibi takımların sürpriz yapma ihtimalleri bence biraz daha artıyor. Çünkü iç saha-dış daha hadisesi işin içinden kalkınca, büyük takımların yarattığı büyük atmosferler de kaybolmuş oluyor ve seyircisiz ortamda alt takımların var olan şansları daha çok yükseliyor.
Bu sezonki olası finalden bahsetmişken biraz da geçmiş finallere gidelim o halde. 1993'te Şampiyonlar Ligi'ne geçişi milat alırsak; 90'lar, 2000'ler ve 2010'lardan tekrar izlemek isteyeceğiniz birer final istesem tercihleriniz ne olurdu?
EY: Çok ilginçtir, ben '93 Finali'ni hatırlayamıyorum. Ama 94'ü de bir o kadar iyi hatırlıyorum. Yer Şarköy, bir pide salonu… Maçı 13 yaşında, babamlarla seyrediyordum ve o maç 90'lardaki tüm finallerime damga vurmuştu. Hem çok enteresan bir maçtı hem de benim yaşıtlarımın çok sevdiği bir takımdı o Milan. Bir yandan Real Madrid'i sevmeye başlarken bir yandan da o Milan'dan hoşlanıyordum. E tabii rakip Barcelona olunca da tutacağım takımı seçmek zor olmadı ama hatırlıyorum Cruyff'lu Barcelona'nın favori çıktığı bir final aynı zamanda. Yine de ikinci yarı başlar başlamaz o Savicevic'in golüyle başka yerlere giden bir maç. Hiç unutmuyorum, pide salonu ayaklanmıştı o golde. Topu aldıktan sonraki vuruşu ve yaptığı şandel bambaşkaydı. Milan'ın ve bizim çocukluğumuzdaki en karizmatik adam Capello'nun o zaferi, doksanlardan aklımda kalan ve 'Ne finaldi be' dediğim andı.
İÖ: Ben de Batman'da asker gazinosundaydım, Savicevic'in golü içimde acayip hisler uyandırmıştı. Onunla röportaj yaptığımızda da golü sormuştum, çok önemsememişti ama finalle ilgili şöyle güzel bir anekdotu vardı: Capello, Albertini'ye Guardiola-Romario arasındaki bağlantıları kesmesini söylemiş. Zaten o Barcelona'yı izlediğinizde takımın pas oyununun esas temelinde o ikili arasındaki bağlantıyı görürsünüz. Maçta da o ikili arasındaki kopuklukları ve Barcelona'nın nasıl etkisiz hale geldiğini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Herkesin yıllarca Capello'yu hücum dehası olarak bilmesinin sebebinin hep bu 4-0'lık final olduğunu düşünüyorum. Çünkü aslında o sene Milan ligde 36 gol atarak şampiyon oluyor, müthiş bir hücum işi yok anlayacağınız. Hatta bu maçta hücumdan çok savunmada yaptığı değişiklikler galibiyetin gelmesini sağlıyor bana kalırsa. Dediğim gibi Albertini'nin bağlantıyı kesmesine ek olarak takımın belkemiği Baresi ve Costacurta olmadığı için; sol bek Maldini stopere, Galli liberoya, Boban gibi bir on numara da sağ kanada kaymış. Bunların etkisinde gelen 4-0 insanların kafasında Capello'yu başka bir yere koyuyor tabii. Her anlamıyla, her yönüyle başka bir hikâye '94.
CE: Elbette '99 dramatik sonundan dolayı doksanlar denilince insanların ilk gideceği final oluyor fakat '94 Finali, öyküsü açısından futbol tarihinde özel bir yerde duruyor. Kâğıt üstünde Sacchi'nin Milan'ı olmasa da onun bıraktığı taze esintilere karşı Cruyff'un Barcelona'sı gibi bir final söz konusu aslında. İlk olarak bu hikâye çok özel; iki, Capello'nun takıma dokunuşları fevkalade. Desailly'nin stoper olarak gelip ön liberoya yerleşmesi ve Panucci'nin sol beke geçişi mühimdi. Son olarak da 'Yediğimden iki fazlasını atarım' diyen rüya takım Barcelona'nın yere serilişi. Yanlış hatırlamıyorsam Cruyff'un Milan taraftarını çılgına çeviren de bir demeci vardı…
"Milan'ı gözünüzde büyütmeye hiç gerek yok. Onlara karşı bu finali kaybetmemiz imkânsız."
CE: Aynen bu. Herhalde demecin etkisiyle olsa gerek, Milan inanılmaz bir baskıyla başlıyor maça. Desailly'nin ön liberodaki oyunu, Donadoni'nin sol çizgide gösterdikleri ve Massaro'nun performansı… Berlusconi sonrası dönem de gözümün önüne gelince 1994'ü her türlü başka bir yere koyuyorum ben.
EÖ: O maç taktiklerin çarpışması açısından doksanların manşetini belirlemiş maçlardan biridir. 90 dakika boyunca sürekli ikinci, üçüncü bölge arasında Barcelona'nın oyun kurmasını engelleyen bir baskı hâkim. Zaman zaman Barcelona savunması Zubizarreta'ya dönüyor ve Zubizarreta saçmalıyor çünkü ayakları rezalet. Hatta Cruyff'un Zubizarreta'nın biletini kestiği maç o finaldir. Cruyff'un kafasındaki ayağı iyi kaleci fikrinin zirveye çıktığı, ondan sonra uygulamaya geçtiği dönemin miladı olarak değerlendirilebilir. Ama ben 1999 diyeceğim. Tarihte uzatmalarda bir takımın gol atarak kazandığı pek çok maç var ama 90+1'e önde girip şampiyonluk kaybetmek inanılmaz bir şey. Üstüne üstlük yalnızca uzatmalar değil, tam anlamıyla Bayern Münih'in üstün olduğu bir maçtı. Bir de kişisel olarak özel anıları olan bir final '99. Maç Camp Nou'da oynandığı için seremonide Montserrat Caballe çıkıp Barcelona şarkısını söylüyor. O Barcelona albümü, hayatımın albümüdür. Maç öncesinde o şarkının Caballe tarafından söylenmesi ve üstüne Freddie Mercury'nin sesini arka planda kayıtlarda duymak, benim için çok özel kılar o finali.
2000'in kıyısına gelmişken 2000 finallerine geçiş yapalım. 2005 İstanbul'un listeyi domine edeceğini düşündüğüm için bu on senede sizden ek bir 90 dakika daha rica edebilirim.
EY: Sen bu cümleyi kurmadan önce tartışmasız 2005'i söylerim diyordum ama bu, işleri değiştirdi. Zaten dünyadaki futbolseverlerin yüzde 95'i bu soruya aynı cevabı veriyor. İki takımın kalitesine baktığın zaman gerçekten olanaklı görmüyorsun yaşananları. Şöyle söyleyeyim, Liverpool soyunma odasına 3-0 önde girip Milan 3-3'e çevirse dersin ki "Abi o Milan öyle bir Milan ki 4-3 bile yapardı o maçı." Hatta spiker, o maçta yorumcu olan Fatih Terim'e devre arasında "Olası bir geri dönüş olur mu?" diye soruyor. O da "Milan gibi bir İtalyan takımından bahsediyorsun, ne geri dönüşü diyorsun" gibi bir cevap veriyor. E tabii ki Fatih Terim de haklı, onu da suçlayamazsın. Öyle absürt bir geri dönüş. Ama bu finali kenara koyarsak cevabım 2002 olur. Hem 2000'den daha rekabetçi bir galibiyet vardı ortada hem de futbol tarihinde en çok sevdiğim adamın, Zinedine Zidane'ın belki de en ikonik gollerinden birini atarak kariyerindeki eksik parçayı tamamlayışını izlemek tarifsiz bir keyifti.
İÖ: Ben işim gereği 1960 Eintracht Frankfurt-Real Madrid maçından beri bütün finalleri izliyorum, izledim. İzlediğim en iyi final açık ara 2005'tir. Erman'ın dediği çok doğru, Milan'ın 3-0'dan maçı çevirmesinde şaşırılacak bir şey olmazdı ama o Milan'ın 3-0'dan maçı getirip vermesi inanılmaz bir olaydı. Arrigo Sacchi'nin Milan'ı denir, Nereo Rocco'nun Milan'ı denir; hepsinde büyük yıldızlar vardır, eyvallah. Ama bireysel olarak Dida hariç sahadaki on kişi, Milan tarihinin en acayip oyuncularındandı. Muhteşem başladıkları, rakiplerini sürklase ettikleri bir oyunu verdiler. Erman, Fatih Terim'in devre arasındaki yorumunu söyledi, ben de maç sonundaki yorumunu unutmam; hocaya "3-0'dan maçı tutamadılar, nerede hata yaptılar?" diye sordular. Hoca da dörtlüyü saydı; Cafu, Stam, Nesta, Maldini… Sonra da dedi ki "Bu adamlara gol ye desen gol yememeleri lazım, ne yapabilirsin ki bir yerden sonra…" İlla ki alternatif bir final söylemek gerekirse de Barcelona hanedanlığının ikonik maçlarından 2009'u söyleyebilirim. 2011'e uzanan hâkimiyetin başlaması, taçlanması ve Roma'da oluşuyla özel bir final benim için.
CE: 2005, tarihin en büyük finali. Orada kritik yer bence Finnan'ın çıkıp Hamann'ın girişi...
EÖ: Kesinlikle öyle abi. Büyük hocalık var orada, bekler başka bir boyuta çeviriyor olayı.
CE: Bek çıkarıp orta saha sokması kâğıt üstünde belki mantıklı gelmiyor ama sonrası olağanüstü. Xabi Alonso'nun performansını, Dudek'in yaptıklarını konuşmaya bile gerek yok… Demin İlhan biraz Milan'ı saydı, ben de Liverpool'u sayayım: John Arne Riise, Luis Garcia, Djimi Traore… Vladimir Smicer kurtarıcı olarak gözüküyor, öyle düşünün kadroyu. Ek bir final gerekirse 2001'i söylemek istiyorum çünkü Ottmar Hitzfeld'in hocalık kabiliyetlerinin hiçbir zaman değerinin verilmediğini düşünürüm. United hayal kırıklığından sonra 2001'de kazanması ve kendine gelmesi sevindiğim anlardandır.
EÖ: 2005 bana da ikinci yarıda Benitez'in yaptıkları ile oluşan bir maç gibi geliyor. Finnan'ı çıkarıyor, ikinci yarıda Kewell'ın sakatlığı ile oyuna giren Smicer'i sağ kanat beki yapıyor ve 46'dan maçın sonuna kadar üçlü savunma ile oynuyor. Traore üçüncü stoper, Smicer sağ, Riise sol kanat beki. Hoca kanat beklerini ileriye yolluyor ve bir kişi fazla basıp ikinci yarıyı kontrol ediyor. Ama garip bir şekilde 2005, Şampiyonlar Ligi tarihindeki ilk üçüme girmiyor. Benim için 2006'daki final çok önemlidir. Thierry Henry ve Arsene Wenger kariyerlerindeki özel bir başarıya çok yaklaşmışlardı ve talihsiz şekilde kaybettiler. Kalecin atılıyor, uzun süre on kişi oynuyorsun ve takımının en iyisi Henry birçok pozisyon kaçırıyor. Buna rağmen tam bir üstünlük kuramıyor Barcelona ve yüzde 55-60 arası topla oynuyor. Ta ki işte Rijkaard'ın ikinci yarıda Belletti ve Larsson'u almasına kadar... Oradan sonra maç çözülüyor ve Arsenal için rüya bitiyor.
Inter ile Mourinho'nun sürprizi, 2013'te Klopp'un sahneye çıkışı ve Zidane'ın muhtemelen kırılamayacak üç sene üst üstesi. 2010'lar rekor anlamında olmaz denilenlerin olduğu bir dönem diye düşünüyorum.
EY: 2010 Finali benim için ilginçtir. Eurosport'ta çaylak bir spiker olarak binicilik anlatırken çok zorlu koşullar altında izlemiştim. Inter'in kazanmasını çok istiyordum o efsanevi Barcelona yürüyüşünden sonra. Hem Wesley Sneijder'ın performansı hem Jose Mourinho'nun ligde babacan rakiplerini kaybetmiş Inter'le gerçek zafer olarak Şampiyonlar Ligi'ni alması, 2010'u benim için özel kılıyor. Ama ana bir final söyleyeceksem bu elbette 2014 Finali olur. 92:48 diye yüzlerce Real Madrid taraftarının dövme yaptırmasına neden olan bir finalden söz ediyoruz ne de olsa. Yalnızca tek maç özelinde değerlendirmemek lazım ilk Atletico finalini, bir hanedanın doğuşuydu. Kısacası, şöyle bir 2010'lara bakınca benim için hemen her yıl gayet keyifli. Bizim takım finallerin yarısında var ve eğer Real Madrid finale çıkarsa o kupayı kazanır. Şov için söylemiyorum bu arada, gerçekleri konuşuyorum…
İÖ: Ben kısa keseceğim. Zidane ve takımının becerdiği işin ne kadar zor olduğunu bu sene yeniden gördük. Avrupa'yı titreten Liverpool bile çeyrek final göremeden tak diye elendi. Çok zor, imkânsız bir şey gibi duruyor futbolun geldiği noktayı da düşünürsek. Favori finalim ise sevdiğim hocam Jupp Heynckes'in 2013'üdür. Madrid sonrası bir kez daha kupayı alması çok hoştu.
CE: Barcelona'nın oynadığı futbolun zirve yaptığı 2011'i seçebilirim ben. Öylesine yoğun oyun oynayabilen takımın finalde de Manchester United'a top göstermemesi futbolun adaleti için de mutluluk verici. Ama Klopp'un 2013'ten bu yana yarattığı hikâyenin de değerli olduğunu düşünüyorum. Neredeyse bu on senenin altısında aktif olarak teknik direktörlük gelişimini öyküleştiren Klopp'un maceralarını izlemek muhakkak zevkti. Yalnızca Şampiyonlar Ligi'nde de değil; Avrupa Ligi'nde oynadığı final, Premier Lig'de yaptıkları, takımın gelişimi derken bambaşka bir öykü yazdı kendisine.
EÖ: 2011 Finali. Tarihin gelmiş geçmiş en iyi takımı benim için. İsim olarak öylesine dev takımı çaresiz bırakan 90 dakika zor izleriz bir daha. Zaten öylesine bir sezon ki Barcelona o kupayı alamayacağını düşündürmedi bile oynadığı futbolla. Örneğin tek mağlubiyetlerini Arsenal'a karşı son 16 turunun ilk maçında alıyorlar deplasmanda. Çok iyi bir an hatırlıyorum Emirates'teki o maçla ilgili, Barcelona öylesine baskın yirmi dakika oynuyor ki izlerken hayretlere düşmüştüm. Mesela İspanya'daki ikinci maçta da ilk golü hem geç buluyorlar hem de ânında gol yiyorlar ama oynadıkları oyun öylesine üstün ki bir saniye bile elenebileceklerini düşünmüyorsun.
Kapanışı yapmadan önce kupanın geleceği ile ilgili görüşlerinizi de merak ediyorum. Artık süper takımların yerel şampiyonlukları başarı olarak görmedikleri malum. Kulüplerin kupaya bu denli önem vermesiyle turnuvanın büyüyen maddi ve manevi gücü, ilerleyen senelerdeki finallerde kazanma stresiyle birlikte beraberinde saha içinde muhafazakârlığı da getirebilir mi?
EÖ: Finallerin son dönemde belirli bir zevk barajını geçmediğini düşünüyorum ama bunun sebebinin takımların ekstra kapalı oyun anlayışı benimsemesinden kaynaklandığından emin değilim. Juventus'un ikinci yarıda dağıldığı 2016'da biraz yapı dışına çıkıldığını görebiliyoruz ama 2015'teki Juventus'un Barcelona'ya birkaç kez sistemini bozmadan cevap verdiğini veya 2018'de ne Liverpool'un ne de Real Madrid'in çok fazla yapılarını bozduğunu hatırlıyorum ben. Ama bahsettiğin şeyin olma ihtimali her sene daha da kuvvetleniyor çünkü finalin tek maç olması, hata yapma lüksünün çok aza inmesine neden oluyor.
İÖ: Spor izleyicileri arasında oldum olası bir kuşak çatışması vardır. Bir önceki kuşak bir sonraki kuşağın izlediği finallere burun kıvırır, yeni kuşak da önceki jenerasyonun izlediklerine. Ama aslında olayın özüne baktığında kalite hep bellidir, özellikle futbolun evriminin başladığı yetmişlerden itibaren. Seksenlerdeki finalleri mütemadiyen öven biri, Steaua Bükreş-Barcelona finalini hatırlamak istemiyor ya da Liverpool-Juventus finalindeki sıkıcı futbolu Heysel'in etkisiyle unutuyordur. Yani yetmişler sonrasına baktığın zaman her on senede görebileceğin iyi final sayısı dört ya da beştir. Yalnızca bu kupanın değil, tek maç üzerinden oynanan bütün organizasyonların finallerine baktığımızda bunu görüyoruz bence biraz da.
CE: Yerel liglere süper takımlar önem vermiyor algısı belirli ligler ve takımlar için geçerli bence. Real Madrid ve Barcelona birer örnek çünkü son yıllarda biraz Atletico Madrid'in zorlaması dışında gerçekten hiçbir yarış ortada yok ligde. Öyle olunca da iki takımın bütçelerine, rekabetlerine bakınca Şampiyonlar Ligi çok önemli bir kıstas haline geliyor. Evet, Şampiyonlar Ligi maddiyat ve son yıllardaki maneviyatı ile birlikte başka bir seviyeye geldi. Ama her takım için değer ve hedef olarak aynı olmadığını düşünüyorum. Bu değerin zamana, yere ve kulübe göre değişebildiğini görüyoruz. Örneğin Liverpool için bu yıl lig şampiyonluğu kupadan çok daha tatmin edici olacak ya da geçen seneki Ajax için Hollanda Ligi'ni almak kupadan daha değersiz olacaktı. Bu yüzden genel bir muhafazakârlık kanısına varabilmek için bence erken. Takımların bütçelerinden, bir önceki sene yaşadıklarına veya başındaki teknik adamlara kadar uzanan bir konu bu çünkü.
EY: Şampiyonlar Ligi'nde son on senede tutuculuğun ön plana çıktığını söylemek çok doğru olmayabilir, özellikle de son senelerdeki Dünya Kupası'nı göz önüne getirince. Ama modern futbola geçişle beraber oyundaki savunma noktalarının daralması, oyuncuların hemen hepsinin aynı mesafeleri koşması ve spor biliminin gelişmesi, rakibe alınan tedbirlerin sayısını elbette artırıyor. İşin içine dediğin gibi ekonomik kazanımların da iyiden iyiye girmesiyle beraber, başta kulüplerin kaybedeceği şeylerin değerinde artış meydana geliyor. Üstüne kupanın prestij boyutu, bu kupayı yalnızca kulüpler için değil hem teknik adamlar hem de futbolcular için özel hedef haline getiriyor. Belki geride bıraktığımız değil ama sonraki on senede bu tarz bir söylem ağırlık kazanabilir…