
Mazi Kalbimde Bir Yaradır
5 dk
Yıldıray Baştürk'ün formasını giydiği Bayer Leverkusen, 2002 yılında ligi, kupayı ve Şampiyonlar Ligi'ni son anda kaybetti. Yıldıray, o günlerde şansın tekrardan ayağına geleceğini düşünüyordu ama işler pek de tahmin ettiği gibi gitmedi.
Bayer Leverkusen’in ‘altın çağ'ının bir parçasıydınız. Hatta 2002 yılında Wembley'de Real Madrid ile Şampiyonlar Ligi finalinde karşılaşıp 2-1 kaybetmiştiniz. Dönüp baktığınızda o finalde oynadığınız için gururlu musunuz, yoksa kaybedip kariyerinizin en büyük fırsatını teptiğinizi mi düşünüyorsunuz?
İşte yıllar sonra hâlâ ikilemde olduğum bir konu! O sezon Leverkusen adına mükemmeldi. Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde ortaya koyduğumuz futbol muazzamdı. Dönemin büyük takımlarına karşı oynadık ve hepsine sahayı dar ettik. Kupayı kazanamamak üzücü ama yine de o günleri ve oynanan futbolu hatırlamak güzel. Öte yandan itiraf etmem gerekir ki o talihsiz sezonda, o ekiple beraber en azından bir kupayı kaldırmak isterdim.
Leverkusen’e o sezonun ardından ‘Neverkusen‘ gibi sevimsiz lakaplar takıldı, aynı sezon içinde farklı kulvarlarda zirveye yakın olmanıza rağmen üç kez ikinci sırada kaldınız…
Bundesliga’da bitime az bir süre kala yedi puan fark atmıştık, nasıl olduysa ikinci olduk! Almanya Kupası finalinde 1-0 öne geçmiştik, 4-1 kaybettik ve ikinci olduk! Şampiyonlar Ligi finalinde Real Madrid’den daha iyi oynadık ama yine ikinci olduk! O sezon her kulvarda kupalara çok yakındık. Aslında saha içinde çok iyi bir takıma sahiptik ama kadro genelindeki kalite eksikliğimiz pahalıya patladı ve kupa kazanamadık. Bugün o günlere dönüp tekrar bakıyorum ve halen üzücü bir tablo ile karşı karşıya kalıyorum.
O yıl kaybedilen üç final sonrası ruh halinizi hatırlıyor musunuz?
O dönem takımın en genç oyuncularından biriydim. Hatta ilk 11’de oynayan en genç oyuncu bendim. Sanırım o dönemde ulaşabileceğim başarıların ne denli büyük olduğunu tam olarak kavrayamadım. Kimi zaman bu başarısızlıkları biraz küçümsediğimi bile söyleyebilirim.
Nasıl bir küçümsemeydi bu?
Yakın tarihte tekrar finalde oynama şansını yakalayacağıma inanıyordum. Bu fırsatın tekrar elime geçeceğinden neredeyse emindim. Her geçen sezonda finale yükselebilme ve kupaya bu denli yakın hissedebilmenin aslında ne kadar zor olduğunu kavradım. Böylece yıllar geçti gitti ve ben Şampiyonlar Ligi finaline adını yazdırabilmenin başlı başına zor bir iş olduğunu gördüm. Pek çok Avrupa şampiyonu bile üst üste iki kez final oynamış değil bugüne kadar. Oysa ben o dönem bunun olabileceğini hayâl ettim.
Bir final maçından sonra tüm objektifler kazanan takımın üzerinde olur, kaybeden görünmez. 2002'deki finalden sonra bu durum nasıldı?
O finalden sonra da durum pek farklı değildi. Bizi zorla saha içinde tuttular ve rakibimiz Real Madrid kupayı kaldırırken izlemeye mahkum ettiler. Zor bir deneyim olduğunu söylemem gerekir. Hatta Real Madrid’in kutlamalarını izlemek, en az mağlubiyet almak kadar kötüydü.
Michael Ballack, Jens Nowotny, Bernd Schneider gibi önemli oyuncular vardı takımda. Teknik Direktör Klaus Toppmöller de motivasyon aşılayabilme yönünden etkili bir teknik adamdı. Kaydebilen finalden sonra soyunma odasında ilk kim söz aldı?
Hiç kimse konuşmadı. Bu konuda tüm samimiyetime inanabilirsiniz ki o maçın ardından birkaç gün takımda hiç kimse futbola dair tek kelime etmedi. Yaşadığımız, tam olarak bir duygusal çöküntüydü. Herhangi birimizin söyleyeceği bir söz, yaşanan kalp kırıklığını tamir etmeye yetmezdi.
Futbolculuğunuz döneminde çizdiğiniz profil, saha içinde gözleri üzerine çekmesine rağmen, saha dışında daha sessiz bir kimliğe sahip olduğunuz yönündeydi. Futbola veda ettiğiniz 2010 yılından beri saha dışındaki dikkat çekmeyi tercih etmeyen Yıldıray Baştürk’e şahit oluyoruz. Sahada yaptıklarınız ortadayken, bugün kendinizi neden geri çektiniz?
Bu bilinçli bir tercihti. Ben 15 yıl boyunca üst düzey futbol oynamış, bu yorucu süreci yaşamış biriyim. Belirli bir noktadan sonra bu dünyayla arama biraz mesafe koymak istedim. Bu mesafeyi koyarken de kendime dönebilmek, futbolcu olarak geldiğim noktadan sonra gelecekte sahaya çıkıp top koşturmaktan başka neler yapabileceğimi görmek istedim. Biraz uzaklaşmadan önce kendime tek bir soru sordum: "Hâlâ futbolun içinde bir şekilde yer almak istiyor musun?"
Kendi kendize sorduğunuz bu sorunun cevabı neydi?
Futbolun hâlâ bir parçası olmak istediğime karar verdim. Nasıl bir parça diye soracak olursanız, bugün her ihtimali kendimce göz önünde bulunduruyorum. Örneğin, teknik direktörlük için ‘A lisansı’ aldım ama teknik direktör olarak mı, yönetici olarak mı ya da scout olarak mı devam ederim kesin bir karar vermedim. Hepsi bir yana, birkaç yıl önce bir emlakçılık şirket kurdum. Bambaşka bir sektör ve zaman isteyen bir yatırım ama futbola kafa yormak için, iş yükünü ortaklarıma verdim.
Farklı ticari girişimleriniz olsa da futbola geri dönüş adına bir adım atmıştınız bundan birkaç yıl önce, öyle değil mi?
Türkiye Futbol Federasyonu ile Almanya’da oyuncu izleme sistemi üzerine görüşmeler yapmıştık. TFF bünyesindeki kişiler ve teknik kadro değişince proje rafa kalktı. Milli takımda 2001-2008 arasında güzel bir dönem geçirdim ve çok da iyi bağlantılar kurdum. Her şeyden önemlisi TFF'deki olası görevime iyi hazırlanmış, oyuncu portföyü hazırlamıştım. O zaman bu proje gerçekleşmedi ama hâlâ TFF'de göreve hazırım.