Medya-Futbol Aşkının İlk Randevusu: Radyo

9 dk

Televizyondan önce radyo vardı ve dinleyici, spikerin yardımıyla maçı kendi kafasında oynardı.

Radyodan aktarılan ilk spor olayı, 1898'de, İrlanda'ın Dublin kentinde yapılan bir kürek yarışıymış. Sonraki öncü hamleler ABD'de… 1912'de, Minnesota Üniversitesi'nden F.W. Springer adlı bir profesör, üniversite futbol takımının (Amerikan futbolu) maçlarını ancak yakın çevredeki radyolardan dinlenebilen bir telsiz yayınıyla nakletmiş. Bu deney, 1. Dünya Savaşı ve 'milli güvenlik' nedeniyle radyo ve telsiz rejiminin kontrol altına alınmasından dolayı bir duraklamaya uğramış. Sonra 1920'de Amerikan futbolu maçlarının düzenli aktarımı başlamış yavaş yavaş.

Radyodan yayınlanan ilk futbol olayı, 3 Ekim 1926'da Prag'da Slavia ile Budapeşte'nin Hungaria (aslında MTK) takımları arasında oynanan maç. İki savaş arası dönemde futbol dünyasının merkezi Orta Avrupa olduğundan, şaşırtıcı değil bu. Bilinmeyen bir nedenle maçın sadece ilk devresinin yayınlanmış olmasıysa şaşırtıcı! İkinci devre müzik çalmışlar.

Anglosakson kaynaklar, radyodan ilk futbol maçı yayınının şerefini BBC'ye layık görüyorlar. BBC radyosu, İngiltere ile Galler arasında oynanan ragbi karşılaşmasını naklederek 'bir ilki gerçekleştirdikten' iki hafta sonra, 22 Ocak 1927'de Arsenal-Sheffield United futbol ligi maçını yayınlamış.

Bu maçta uygulanan anlatım tekniği, hoş. İki kişi anlatıyorlar. Biri oyunun akışını yorumlayarak aktarırken, yanı başında bir başka spiker, topun sahanın hangi bölgesinde olduğunu söylüyor. Sahayı enlemesine bir, boylamasına dört çizgiyle bölüp numaralamışlar; sağdan sola 1-2, 3-4, 5-6, 7-8 diye dört dilime ayırmışlar. Birisi olup bitenleri anlatırken, diğeri suflör gibi olayın mevkiini söylüyor. Şöyle mesela...

1. Spiker: "Oo, çok iyi oynadı."

2. Spiker: "5. bölge."

1. Spiker: "Çok iyi bir pas."

2. Spiker: "5'ten 8'e."

1. Spiker: "Top Mercer'da… Noble tutuyor."

2. Spiker: "1. ve 2. bölge."

Neyse ki süreklilik kazanmamış bu usul.

Yakın zamanda Alman kaynaklarında da bir öncülük iddiası peyda oldu. 1 Kasım 1925'te Münster'de oynanan Preussen MünsterArminia Bielefeld bölge ligi maçının, radyodan aktarılan ilk maç olduğunu belgeliyorlar. Doktorasını da spor gazeteciliği konusunda yapmış olan Dr. Bernhard Ernst, bir kale arkasında durup tel örgülere tutuşturulmuş eğreti bir mikrofonla gerçekleştirmiş bu radyo yayınını. Bu uyduruk yayın bile muazzam bir ilgi yaratmış ve radyo alıcısı talebinde patlamaya yol açmış. Sadece Almanya'da değil, her yerde, futbol naklen yayınlarının radyonun revaç bulmasında, yaygınlaşmasında önemli rol oynadığı biliniyor.

1920'ler ve 1930'lar dönemindeki büyük ekonomik kriz sırasında İngiltere'de kulüp yöneticilerinin seyirci sayısındaki düşüşten radyo yayınlarını sorumlu tutmaları ilginç. Nitekim lig idaresi, 1931'de maçların radyodan yayınına yasak koymuş. Üzerine yine dünya savaşı gelince, yayın yasağı 1945'e dek sürmüş. Ancak ayrı bir hükmi şahsiyet olan Futbol Federasyonu bu yasağı benimsememiş ve bütün Federasyon Kupası finalleri BBC radyolarınca yayınlanmaya devam etmiş. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra zaten futbolla radyonun kol kola popülerleştiği malum. 1954 Dünya Kupası Finali naklen yayınında ünlü Alman radyo spikeri Herbert Zimmermann'ın anlatımı, bütün Avrupa tarihinde 50'li yıllar nostaljisinin gür seslerinden biridir. Onun "İsterseniz deli deyin bana, isterseniz kafayı yediğimi düşünün" sözleri, "Bitti! Bitti! Bitti! Maç bitti! Almanya Dünya Şampiyonu!" çığlıkları, Almanya'da handiyse milli marştan iyi bilinir. O döneme dair bazı filmlerde de fonda işitmişsinizdir.

Türkiye'de radyodan ilk naklen futbol maçı aktarımının, 1933'te Taksim Stadı'nda Sait Çelebi (Çelebizade Sait Tevfik Bey) tarafından sunulduğuna dair hatıralar var. Taksim Kışlası'nın çatısına antenler yerleştirilmiş, yayın parazitliymiş, arada kesiliyormuş ama büyük alaka uyandırmış. Maçın kimler arasında olduğu hatırlanmıyor. Resmen 'ilk' kabul edilen radyodan maç aktarımı, 20 Temmuz 1934'te İstanbul Radyosu'nda Fenerbahçe-WAC (Avusturya) müsabakasından. Eşref Şefik anlatmış. Mehmet Yüce, İdmancı Ruhlar'da (İletişim, 2015), güreş anlatımlarıyla meşhur olan Eşref Şefik Atabey'in futbola ısınamadığını, radyodan maç anlatımında ilk usta olarak Sait Çelebi'nin yıldızlaştığını yazar. O dönemlerden, radyodan maç anlatımının diline dair fikir verecek bir pasaj nakledelim: "Pek muhterem dinleyicilerim. Taksim Stadyumu'nun tribünleri lebalep dolu. Kesif seyirci zahiri sükûnette. Takımlar sahada arz-ı mevki ettiler. Mutat merasim yapılıyor. Az sonra maçı oynayacaklar. (…) Oyun bidayetinde düdüğü müteakip sahada faal bir oyun oynanıyor... Kaleci Safa güzel bir tutuşla, epeyce halktan şiddetli bir alkış aldı."

Türkiye radyolarında ilk kez dönüşümlü iki maç, 5 Aralık 1965'te yayımlanmış. Fenerbahçe-Galatasaray ve Beşiktaş-Şekerspor maçları 'nöbetleşe' aktarılmış. Çok tepki gösterenler olmuş; "Biz ne yapalım öteki maçı?" diyenler, dikkatinin dağıldığından yakınanlar…

Gerisi malum. Radyonun üzerine televizyon geldi. Şimdi kulağını, gözünü maçtan kaçırabilmek, başlıbaşına bir sportif beceri gerektiriyor.

"Dakika ve Skor Alıyoruz"

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı'da televizyon öncesi çağda radyodan maç dinlemenin büyüsünü anlatır: "Çocukluğumda İstanbul'da, Türkiye'de televizyonun henüz olmadığı 1960'larda radyodan futbol maçlarını 'naklen' anlatan konuşmacıyı -'spiker' kelimesi de Türkçeye böyle geçmişti- dinlerdik. Naklen yayın spikeri, seyretmekte olduğu görsel harikaları kelimelere geçirir, bizler ise aslında çok iyi bildiğimiz stadyumda neler olup bittiğini, hangi futbolcunun sahanın neresine koştuğunu, topun şimdi Boğaz tarafındaki kaleye ne açıdan yaklaştığını kelimelerden yola çıkarak gözümüzün önünde canlandırır, kelimeler sayesinde maçı görmüş kadar olurduk. Çünkü dinleye dinleye anlatıcının sesine, hünerine, kelime seçimine (tıpkı sevdiğimiz bir romancıyı okur gibi) alışmış, onun kelimelerini resimlere çevirmeyi öğrenmiş, hatta bunun tiryakisi olmuştuk. Naklen yayını dinlemek, bir futbol maçının kendisini seyretmek kadar tatmin ederdi bizi."

Öyleydi. Televizyon öncesi çağda birçoklarının futbol görgüsü, radyo hâkimiyetinde biçimlenmiştir. Tuttuğu takımı veya bir yıldızı ancak fotoğrafından görebilenler, onla en canlı temaslarını radyo vasıtasıyla kurarlardı. Yüreklerini hoplatmış bir mühim maçı radyodaki anlatımından hatırlayan yok mudur?

Radyonun televizyona üstünlüğü, hayal gücüyle verkaça girmesidir zaten. Futbolda da öyledir. Spikerin anlatımından ilhamla kendi maçınızın hikâyesini kurabilirsiniz. Lastik topu duvara tepip sandalyelerin bacak aralarından geçirirken hayal ettiği sahneleri bir yandan da nefes nefese kendi kendine anlatan çocuk ruhunun vatanı, radyodur.

Hayal gücünün hatları arasında bağlantıların iyi kurulabilmesi, tabii anlatanın maharetine de bağlıdır. Beşiktaş'ın 'bembeyaz formasıyla', Galatasaray'ın 'klasik parçalı', Fenerbahçe'nin 'çubuklusuyla' çıktığını öğrenmek, hayalimizin sanat yönetmenine verilen ilk ipucudur. Spiker hava şartları, tribünlerin durumu hakkında verdiği bilgilerle peyzajı tamamlar. Ustalığını ise asıl maçın dramaturjisini kurmadaki ve anlatım ritmindeki maharetiyle gösterir. Bu işin 'kitabını yazan' Doğan Yıldız (Spikerlik ve Futbol Anlatımı, Telebasım, 2009), spikerin anlatımının topla birlikte akması gerektiğini söyler. 'Görüntü tembelliğine' karşı uyarır; spiker maç akışına 'alışmamalı', hep bahsedecek yeni ayrıntılara dikkat kesilmelidir.

Doğan Yıldız, 'gole giden yoldaki akışa' dikkat çeker bir de. Dramaturji ve ritim, o akışın takibine sıkı sıkı bağlıdır. Spiker, yaklaştığını sezdiği bir gole doğru tempoyu yükseltirken ritmi iyi ayarlamalı, gerçek gole mutlaka bir kreşendo saklamalıdır. Haykırırken taraftar şüphesi uyandırmamayı da bilmelidir...

Radyodan maç anlatımının, rap/hiphop'a benzeyen bir ritmi vardır. Usta spiker, futbol rap'inin söz yazarı ve icracısıdır.

Bir Katalan radyosunun yöneticisi olan Eduard Pujol, radyonun futbolu bütün diğer medyalardan daha layığıyla yansıttığını söylemiş. "İkisi de büyük adrenalin anları yaratır" diyor. Hele şu "Mikrofonlarımız Bursa'da… şimdi Kayseri'ye bağlanıyoruz" anları! Aman, attık mı yedik mi? Bazen, fondaki tezahürat gümbürtüsünden, homurtudan veya sessizlikten sezersiniz hangi takımın attığını. Bazı spikerler gol haberini bilerek sündürür, birkaç saniyelik gizemin, bir merak işkencesinin tadını çıkarırlar. Sadece bağlandıklarında skor bildirirken değil, bazen çığlık çığlığa 'yükselen' bir pozisyonun neticesini de zalim bir es vererek on saliseliğine açıkta bırakırlar. Ünlü Alman spiker Rudi Michel'in 1961 Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde Hamburg-Barcelona maçında yaptığı numaranın meslek tarihinde yeri vardır. Uwe Seeler'in şutunu haber verdikten sonra, tam yarım dakika boyunca mahsus susup 70 bin seyircinin gümbürtüsünü dinletmiş, arkasından "Uwe Seeler, 2-0!" demiş, teatral bir edayla.

"Dakika ve skor alıyoruz" diye maçlar arasında dönenen telekonferans sistemi, son dakikalara has gerilim artışının hakkını veren bir radyo tekniğidir. Radyodan takip edilen maçta ümitler daha uzun yaşar. Dudağınızı ısırıp ani bir 'bağlantıyla' gelecek müjdeyi beklersiniz.

Evet, televizyon onu tahtından etti fakat radyo yine de yaşıyor. Radyodan maç yayını hâlâ iyi kötü para getiriyor. Hâlâ radyodan maç takip eden var.

Ayrıca radyo dalgaları hâlâ daha hızlı. Dijitalize edilmiş görüntünün televizyon ekranına gelmesinden birkaç salise önce öğrenebilirsiniz golü!

Ustalara Saygı

İlk hatırladığımız, elbette, Halit Kıvanç. Şimdilerde 90'ını sürüyor. Bizim kuşağın çocukluğunda büyük usta, oydu. Futbol! Bir Aşk… (İletişim, 2004) kitabındaki anıları arasında yirmi küsur yıllık radyo tecrübesi geniş yer kaplar. 1960'ta üç saate yakın maç anlatması mesela… Cemal Gürsel Kupası maçının saati 17.30 yerine 16.30 diye anons ediliyor; Kıvanç'ın "Düzeltin" uyarısı "Devlet Radyosu söylediğini geri almaz" diye geri çevrilince, mecbur anlatmaya başlıyor. Maç vakti gelene kadar, eski dünya kupalarından giriyor, o arada kopan fırtınanın tasvirinden çıkıyor… 1970 Dünya Kupası'nda Brezilyaİngiltere maçını, bir teknik problem nedeniyle yayının kesildiğinden haberdar edilmediği için kendi kendine anlatmış, haybeye. Bolu'da bir maç anlatırken yayın kabinine tebriğe diye gelen bir taraftar, mikrofonu kapıp hakeme saydırmaya başlamış bir defasında da. Halit Kıvanç, profesyonel hazırlığa verdiği önemle (yabancı adların telaffuzuna çalışmak mesela) bilinir. 'Neticede bir oyun' duygusunu taşıyan, 'iyimser' bir anlatım üslubu vardır.

Sonraki kuşağın ustası, Orhan Ayhan. Birçok tasvir klişesini o geliştirdi; 'demarke vaziyette' olmanın stratejik hikmetini bilmemize katkısı büyüktür. Maç spikerliğinde 50. yılını doldurup Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeye azmettiğini biliyoruz. Son yıllarda, sahadaki oyuna ilgisini asgari düzeye indirmesiyle ve dalgacılığıyla dikkat çekiyor. Maçın dedikodusunu yapıyor sanki.

Aşağı yukarı aynı kuşaktan bir anti-kahramanı da anmadan geçemeyeceğim. Necati Karakaya. BBC ilk maç yayınında iki spiker kullanmış ya, Karakaya'nın anlattığı maçta ne olduğunu anlayabilmek için de aslında ilave spiker gerekirdi. Skoru çok defa merkez stüdyoya döndüklerinde öğrenebilirdik. Bir defasında, gol için bağlanıldığında ballandıra ballandıra rakip takımın atağını anlatmış, derken "Ancak daha sonra gelişen Trabzon atağında Hami'nin vuruşuyla 1-0 oldu" diye bağlayıvermişti lafı. Mahsus yapıyor değildi, yanlış meslekteydi.

Ben, Doğan Yıldız hayranıydım. Kibar bir heyecanla, tehlikeli pozisyonlarda yükselmekten çok neredeyse erotik hazla titreşen bir ses tonuyla anlatırdı. Nafile bir atağı, "Gelişigüzel bir vuruşla topu dışarı gönderiyor" diye uğurlarken, bir kısa öykünün bitişini andıran bir drama gerilimi hissederdiniz. Aksiyonları tarif edişi, adeta resim çizer gibi, yemek tarif eder gibiydi; "Zinnur da geliyor oraya ve Altaylılar üçgeni dörtgene tamamlıyorlar" ya da "Döndü ekseni etrafında, derin gönderdi..."

Ayrıca kadastroya titizlenirdi; "Köşe gönder dibindeki çeyrek daire", "Orta yuvarlağın kendi yarı alanına bakan kısmından" gibi... Ümit Kıvanç 1997'de Radikal'de ki bir yazısında, TV spikerinin 'ya sahici bir yorumcu ya mütevazı bir yardımcı olmak zorunda' olduğunu, oysa radyo spikerinin 'bir şahsiyet' olması gerektiğini söylemişti. Evet, radyodaki maç spikeri bir karakterdir. En azından 'Radyo Günleri'nde öyleydi…

Socrates Dergi