
Mistik
11 dk
Conor McGregor başarılı, renkli, sert. İrlandalı, son dönemde dövüş dünyasının başına gelen en güzel şey. Ve yolculuk daha yeni başlıyor.
Conor McGregor 7/24 dövüş hakkında düşündüğünü, başka hiçbir şeyle ilgilenmediğini söylüyor. Hakkını vermek gerek; böyle bir adanmışlık olmadan, geçtiğimiz üç yılı açıklamak güç. Geçen ay UFC205-New York’ta Eddie Alvarez’i devirerek tüy sıkletin yanına hafif sıklet şampiyonluğunu da koydu. O artık, UFC tarihinde iki kemere aynı anda sahip olabilen ilk dövüşçü. Hayallerini gerçekleştirme hızına bakınca, Conor’ın çekim gücüne kapılmamak zor. Sonuç iki kemer olabilir ama asıl etkileyici şey, süreç. 2014’te bir tweet’inde “İki kemer ve UFC’den hisse” alacağını söylemişti. İlki gerçekleşti, UFC’den hisse payı talebini de New York’taki maçın hemen ardından yeniden hatırlattı.
Conor ile UFC’nin hikâyesi paralel okunabilir. Kısa sürede büyük gelişim. 1993’te iki milyon dolara kurulan organizasyon, yasaklanma/ bitme tehlikelerini atlatıp direndi ve bu yıl 4.2 milyar dolara WME-IMG ortaklığına satıldı. Yatırımcıları arasında Serena Williams, Maria Sharapova, Tom Brady, Slyvester Stallone gibi yıldızlar var. UFC’nin son üç senede ana akım medyadaki yerini sağlamlaştırmasında rol alan Conor’ın organizasyona en fazla para kazandıran isim olması, talebini tutarlı kılıyor. İki yıl önce kazandığı maçın ardından sarf ettiği “Bunun bir parçası olmaya gelmedik, bunu ele geçirmek için buradayız” sözü, sadece İrlandalı yurttaşlarını coşturmak için değildi anlaşılan. Son maçında PPV (öde-izle) gelirleriyle 10 milyon dolar kazanması beklenen Conor, geleceğini garanti altına almak ve işe ortak olmak istiyor. Ancak UFC’den henüz olumlu yanıt gelmedi. Bir sporcunun, içinde bulunduğu organizasyonla böyle bir ilişkiye girmesi pek görülmüş bir şey olmasa da iki taraf da karşılıklı biçimde birbirine değer katıyor. UFC’nin yeni yönetimi bunu gözeterek esnek davranabilir. Öte yandan, 28 yaşındaki Conor’ın kısa sürede değişen hayatı, başlarda hiç de refah içerisinde değildi.
Conor, Dublin’de dar gelirli bir ailede doğdu. Alt yaş gruplarında İrlanda şampiyonlukları yaşadığı boksa devam etmeyip eski UFC dövüşçüsü Tom Egan ile tanıştıktan sonra MMA’e bağlandı. Bu yeni tutkusu hayatını bir anda değiştirdi. Tesisatçılığı bırakıp tamamen dövüşe odaklandı. İşsizlik maaşı, ailesi ve sevgilisi Dee Devlin’in yardımlarıyla antrenmanları sürdürdü. Boksta iyi olsa da koç John Kavanagh ile yolları kesişti ve Straight Blast Gym’de (SLG) diğer dövüş sporlarında da ilerledi. Kariyerinin başında iki yenilgi aldı ama sonrasında Avrupa’nın önemli organizasyonlarından Cage Warriors’ta iki farklı sıklette şampiyonluğa ulaştı. Bu da ona altın fırsatı; UFC’nin davetini sundu. Kariyerinin başında, 2010 yılında “UFC’nin şampiyonu ve MMA’in bir numarası” olacağını söyledi. O sözlerin üzerinden geçen altı yılda varılan nokta ise tam da hedeflediği gibi.
UFC’ye çağrılmadan önce Conor; MMA kültürden uzak, İrlanda’da dövüşmüş ve dünya çapında ilgi çekmiş bir sporcuydu. Bu ilgiyi yaratan, elbette dövüş yetenekleriydi. Şöhretini artıran ise kafesteki hareket kabiliyeti ve boksuydu. Maçlarını genelde ilk rauntta nakavtla bitirmesi, onu bu kadar popüler yapan nedenlerin başında geliyor. Hızı, zamanlaması, agresif dövüşü, kontraları, isabetli ve sert yumrukları bugüne kadar rakiplerinin hepsini baskı altına aldı. Aslında kafeste daha metodik gözüken pek çok dövüşçüden ayrılan bir tekniği var, bunu da en iyi kendisi açıklıyor: “Benim obsesyonum hareket. Bedeninizle ne kadar hareket yaratırsanız rakibiniz o kadar reaksiyon vermek zorunda kalacak ve bu da ona kendi hareketini yaratma imkanı tanımayacaktır. Ben bir MMA artisti değilim, hareket ustasıyım...” UFC Fight Pass’te, adını lakabından alan The Notorious belgeselinde ise “Dövüş, direnmeyle alakalı değil; her şey hareketle, akıcı olmakla, vücudu özgürleştirmekle ilgili, yedi gün ve yirmi dört saatlik bir süreçten bahsediyorum” diyor. Bu akışkanlığı, her maçında gözlemlemek mümkün. UFC’de, Conor’ın hareketini bugüne kadar durdurabilen tek isim Nate Diaz oldu. İkilinin ilk maçında, kendinden iri Nate karşısında Conor’ın kondisyon ve yer dövüşündeki zayıflığına tanıklık ettik. Bununla beraber kendini geliştirip rövanşı alması da gecikmedi.

Son dönemde, İrlandalının dövüşünü Bruce Lee’ye benzetenler var. Yukarıdaki sözler de aslında Ejder’i hatırlatıyor. Conor da kendini ifade etme konusunda Lee kadar net. Lee, meşhur bir konuşmasında “Zihnini boşalt dostum; formsuz ve şekilsiz ol, su gibi. Suyu bir kaba koyarsan kap olur, şişeye koyarsan şişe, demliğe koyarsan demlik. Su akabilir ya da parçalayabilir. Su gibi ol dostum” diyordu. Conor’ın da aynı şekilde, bir kalıba ve modele uymayan bir hareketten bahsettiğini söyleyebiliriz. Sürekli akan, üretilen bir hareket. Dövüşe ve dinamiklerine bu kadar tutkun birinin Bruce Lee’den etkilenmemesi zor. Yine saygıyla söz ettiği diğer isimse Muhammed Ali. Bu isimlerin bir dövüşçüden çıkması şaşırtıcı değil. Ancak dikkat çeken, Conor’ın harekette Lee’ye, söz dalaşında da Ali’ye yaklaşması.
Conor’ın Ali’den esinlendiği en önemli nokta, rakibini yeneceği raundu maç öncesinde bildirmesi ve bunu gerçekleştirmesi. Bunun dışında, MMA gibi yıpratıcı bir sporda hedeflediği kemerleri kazanması ve çizdiği yol haritasından sapmaması, kısaca söylediği her şeyi yapması, tüm bunları tahminden öte bir kehanet gibi göstermesi, hem yaptığı işe hâkimiyetini hem de ne kadar çalıştığını gösteriyor. Kendine taktığı isim, ‘Mystic Mac’. Adanmışlık, obsesyon, disiplin ve çalışmak, ağzından düşürmediği sözcükler. Çalışmaktan kasıt, sadece antrenman yapmak değil. Bir maçı ve dövüşü ‘iş’ olarak görüp onu işlemek. Yine The Notorious belgeselinde “Dövüşçülerin çoğu vücudunu çalıştırıyor. Akıl vücuttan daha fazla çalışırsa durdurulamazsınız” diyor.
Maç sadece kafeste gerçekleşmiyor, sözle başlıyor. Conor’ın konuşması da dövüşünden farklı değil; agresif, dikte eden ve hazır cevap. Maçın tarihi belirlendikten sonra ilk yaptığı, sosyal medyadan rakibe saldırmak. Bunu o kadar direkt bir şekilde yapıyor ki karşısındaki tepki göstermek zorunda kalıyor. Sonrasında Conor’ın en iyi oynadığı oyun ‘Trash Talk’ (söz dalaşı) başlıyor. Henüz herhangi bir rakibine karşı kaybettiği olmadı. Rakiplerini bu safhada ‘psikolojik’ olarak yendiğini söylüyor. Buna en iyi örnek, Conor ile bir senelik medya turu yapmak zorunda kalan ve 10 senedir kaybetmeyen Jose Aldo’nun, 13 saniyede yenilmesi ve tüy sıklet kemerini yitirmesi.
Conor’ın dövüşçüler üzerinde kurduğu bu baskı, hikâyeyi de beraberinde getiriyor. Onun dili, tanıtım konusunda medyaya iş bırakmıyor. Takip edilmek, ilgi alanı yaratmak, ürettiğiniz söyleme medyayı katmak ve dolayısıyla para kazanmak için bu şart. Medyayı çok iyi kullanan ilk dövüşçü Muhammed Ali’ydi. Ali, eşsiz karakteriyle sürekli malzeme üretiyordu. Ondan hoşlanmasanız da Ali’yle ilgili haber yapmak kolaydı. Bu çağda işin içine sosyal medya da girmişken, dövüşçülerin kendilerini parlatmak için bu araçları etkili kullandıklarını söylemek hâlâ güç. İyi dövüşürlerse her şeyin yolunda gideceğini düşünüyorlar. Kemik dövüş izleyicisi için bu doğru ama UFC gibi organizasyonların asıl hedefi olan geniş kitlelerin talepleri çok başka. Conor’ın iddialı, kendini beğenmiş, öngörülemez sözleri İrlanda aksanı ve alaycılığı ile birleşince olay bir ‘show business’a dönüşüyor. İki kelimelik tweet’leri bile gündem belirliyor. UFC200 kartından çıkarılınca, Twitter’dan yaptığı emekli olduğuna dair blöf bile, Kobe Bryant’ın emeklilik tweet’inden daha fazla paylaşıldı.
UFC’yi ana akım medyaya ve genel izleyiciye açan, aslında Ronda Rousey’di. Holly Holm’a yenilmesinin ardından ortadan kaybolmasıyla, Ronda’nın yerini Conor McGregor aldı. Peşinde her yere giden İrlandalı taraftarları var. Floyd Mayweather dahi onunla maç yapma ihtimalinden bahsediyor. NBA yıldızları, o maç yaparken Twitter’dan desteklerini sunuyor. Conor’ın basın toplantılarına geç kaldığında hep söylediği bir söz var: “Kendi zamanıma göre yaşıyorum.” Ekrana çıktığı zaman herkesi o zaman ve mekana çekiyor. Sadece MMA’e, UFC’ye yeni izleyici kazandırmıyor, sporun kendisini de değiştiriyor. Artık dövüşçülerin önemli bir kısmı onun gibi konuşuyor, iddialı sözler söylüyor ama onun kadar içini doldurabildikleri şüpheli.
Profesyonel sporlarda artık, saha dışında her şey daha statik ve programlı; çizilen çerçevelerin dışına çıkan oyuncu bulmak zor. Conor McGregor bu manada her spora ivme katabilecek bir karakter. Sadece dövüşü değil, iş yapma kabiliyetiyle de UFC’ye vizyon katıyor. Daha önce onun önüne geçmeye çalışan UFC yönetimi, istediklerini yapmasına izin verince kendilerini götürdükleri yeri gördü. Organizasyona daha fazla tanınırlık ve para kazandırdı. Conor, eli sürekli artırıyor. UFC’den hisse alıp alamayacağını göreceğiz. Aslında bizi ilgilendiren bu değil. Yapılmayanı yaptı ve UFC’de iki kemer sahibi oldu. Şimdi sevgilisi Dee ile bebek sahibi olacaklar ve Mayıs’tan önce kafese dönmesi beklenmiyor. Ancak dönünce, sıkletleri anlamsız kılan bir şekilde Tyron Woodley ile üçüncü kemer maçını mı hedefleyecek, Aldo ya da Nate ile rövanşa mı çıkacak, korkutucu Khabib Nurmagomedov ile mı karşılaşacak, yoksa Mayweather ile ‘money fight’ (para maçı) mı yapacak, kestirmek zor. Emin olduğumuz tek şey ise çok eğleneceğimiz...