Modern Yıldız

12 dk

Ronaldo'nun ‘fenomen' oluşunda benzersiz yetenekleri ve gücünün yanında futbolun küreselleşmesinin de payı vardı. Brezilya'da yaşayan İngiliz gazeteci Tim Vickery anlatıyor.

Getty Images

Ronaldo, büyük sahneye çıktığı günden itibaren dünya futbol tarihinin en büyük ikonlarından biri oldu. Tim Vickery'ye göreyse Ronaldo'nun etki alanı, yeşil sahalardan ibaret değildi.

Tam da Ronaldo'nun Brezilya'dan ayrılıp Avrupa'ya gittiği dönemde, ben de Brezilya'ya taşınmıştım. 1994 yılıydı. PSV'ye transfer olmuştu. Onu Brezilya'da oynarken hiç izleyemedim ancak büyük umutlar vadettiği de açıktı. 1994 Dünya Kupası'na götürülmesindeki gerçek de buydu; yıldız adayı olarak görülüyordu, gelecekteki adam olacaktı. ABD'deki kupada biraz da olsa deneyim kazanmasını istediler. Bunun, Fransa '98 ve 2002 Dünya Kupası için olumlu bir hamle olduğunu düşündüler. Olağanüstü bir yetenek, aynı zamanda zeki bir futbolcuydu. Henüz Brezilya'da oynarken bile akıl dolu birçok golü vardı. Yani ortadaki sadece 'doğal yeteneklere sahip bir çocuk' durumu değildi. Sahada düşündüğünü, çoğu zaman kalecilerden daha önce karar verebildiğini görüyordunuz. Meziyetleri çok açık bir şekilde karşınızdaydı ve daha da önemlisi herkes, dünya futbol tarihinin topla en çabuk oyuncusu olduğunu düşünüyordu.

1994'e gittiğinde zaten kimse oynamasını beklemiyordu. Brezilya çok çaresiz duruma düşse bile kenardan gelecek ilk forvet oyuncusu değildi, onun önünde Viola gibi oyuncular vardı. Ama Brezilya'da o kupada oynaması için büyük bir baskı da vardı çünkü ilk kez milli takım kadrosu, çoğunluğu Avrupa'da oynayan oyunculardan kuruluydu. 1990 neredeyse yarı yarıya kurulmuştu ama 1994'te Avrupalı oyuncuların üstünlüğü vardı. Çoğunlukla da ilk 11'deki büyük isimler içinde. Bu da yeni bir tartışma yarattı. Özellikle de ülke içindeki maçları, o oyuncuları takip etmeye alışmış futbolseverler arasında. Bu etkiyle Ronaldo'nun oynaması gerektiğini düşünenler vardı. Ancak antrenör Carlos Parreira muhafazakâr bir figürdü, üstelik Romario ve Bebeto gibi güçlü bir ortaklığa sahipti. Parçalar işliyordu ve takımda onarılması gereken bölge hücum hattı değildi. Parreira, Ronaldo'nun orada olmasını istedi çünkü Dünya Kupası'nda neler olup bittiğini bizzat görmesini istiyordu.

Ronaldo, Brezilya'daki ilk yıllarında sıska bir çocuktu. Yani doğuştan gelen bir gücü yoktu. Daha çok harika bir dripling yeteneği olan kıvrak bir oyuncuydu. Sonraları bu güç ve çabukluk birleştiğinde tarihin topla en çabuk oyuncusu oldu. Gole giderken fantastik bir şekilde kaleye süzülürdü; kafası yukarıda, sakinliğini koruyarak ve topu nereye göndereceğini belirlemiş vaziyette… Yakın direğe mi vuracak, uzak direğe mi? Ya da yerden bir vuruş mu yapacak yoksa havadan mı? O, bütün bu ihtimalleri düşünmüştü bile.

Marco van Basten'in estetiğini ve Eusebio'nun hızını göz önüne alırsak, Ronaldo'nun Eusebio'ya daha yakın olduğunu düşünüyorum. Yeteneğini güç açısından değerlendirmemiz daha doğru ama Van Basten'i de andırıyor. Belki de bu ikisinin birleşimidir onu bu kadar harika yapan. Bir özelliği dışında eksiği yoktu. O da kafa toplarıydı. Kafa vurmayı sevmezdi, kafa vurduğunda sakatlanıyordu. Bunun dışında her şeyi vardı, her şeyi. Biraz Van Basten, biraz da Eusebio…

Ronaldo ile Romario arasındaki, aslında çok ilginç bir mukayese. Çünkü Romario, 1994 Dünya Kupası'na gittiği sezon Barcelona'da sadece bir yıl geçirmişti. Muhteşem bir yıldı ama sadece bir sezon oynamıştı. Sonra Dünya Kupası'nı kazandı ve bir buçuk sene daha oynayıp Brezilya'ya döndü. Onun yerini, kısa bir süre sonra Ronaldo aldı. 1994 ile 1996 arasındaki bu süreçte, futbolda küreselleşme yaşanıyordu. 1996'nın ikinci yarısında Ronaldo, Barcelona'da patlama yaptığında uluslararası etkisi, 1993-1994 sezonunda Romario'nun yaptıklarından daha büyük bir hâl almıştı. Bu durum Romario'yu kıskandırdı ve İspanya'ya dönüp ne kadar iyi olduğunu bir kez daha kanıtlamak istedi. Ronaldo, küresel patlamanın futboldaki figürüydü. Türkiye'de durum nasıldı bilmiyorum ama benim ülkemde, sıradan bir İngiliz futbolsever, 1994 Dünya Kupası'ndan önce Romario'ya dair hiçbir şey bilmiyordu. Ama 1998 Dünya Kupası'ndan önce tüm dünya Ronaldo'yu tanıyordu! Bu, Ronaldo'nun daha iyi olduğunun kanıtı değil; globalleşmenin ve Nike gibi büyük şirketlerin işin içine girmesinin sonucuydu. Ronaldo'nun sahneye çıktığı platform, önceki jenerasyondan daha ön planda olan bir yerdi. Ronaldo, küreselleşen oyunun poster yüzüydü. Bu da onu dünya futbol tarihinin en özel oyuncularından biri yaptı.

Compostela'ya attığı gol, onu dünyada manşetlere taşıdı. Burada yine ‘küreselleşme' karşımıza çıkıyor. Eğer o gol, beş yıl önce atılsaydı bunu çok az insan izleyecekti.

— Compostela'ya attığı golü gördün mü?

— Compostela mı? O da kim?

Ama 1996'daki bahsettiğimiz değişimle birlikte herkes Barcelona'nın maçını izleyebiliyordu. Başarılı bir takımdı, keyif veriyordu ve dünyanın her yerinde taraftarları vardı. O gol için çok doğru bir zamandı.

Yeni yeni global hâle gelen futbolun tartışmasız yüzü, modern dönemin ilk süper yıldızı. Ronaldo'nun arkasında bıraktığı mirası böyle anlatabiliriz. Aynı zamanda futbol tarihinin en iyi forvetlerinden biri. Topla dripling hâlindeyken ondan hızlı ve güçlüsü yok, üstüne tekniği de kusursuz. Büyük maçların adamı. Tüm o sakatlıklara rağmen tarihin en iyilerinden.

Ronaldo'nun kariyer adımlarını hep yerinde buldum. Direkt büyük bir kulübe gitmek yerine, Avrupa kariyerine PSV ile başladı. Bir deve gitmektense yerinin garanti olduğu bir kulübe gitmişti. Rezerv takımda, kulübede ya da kiralanan bir oyuncu olarak kendinizi geliştiremezsiniz; oynayarak deneyim kazanırsınız. Üstelik o zamanlar PSV, çıktığı birçok maçı kazanan bir takımdı. Galibiyet için oynayan bir ekibin santrforuysanız, maç içinde birçok fırsat yakalarsınız. Gol atar ve güven kazanırsınız. Özgüven, bir kariyer için çok önemlidir. Sonuçta çok ama çok genç bir oyuncudan bahsediyoruz; Ronaldo henüz 18 yaşındaydı. 18 yaşındaki normal bir insan, 18 yaşındaki bir futbolcudan daha olgundur. Çünkü 18 yaşındaki sıradan bir genç, dışarı çıkıp salakça şeyler yapabilme özgürlüğüne sahiptir ama 18 yaşındaki futbolcunun bu özgürlüğü kısıtlıdır. Birçok oyuncunun bu yaştaki kararları yanlıştır. Davranışları olgun değildir. Bu açıdan bakarsak, Ronaldo'nun kişiliği, kariyerinde ona çok yardımcı oldu. Çok sakin ve zekiydi. Çok eski kafalı değildi, biraz hayalciydi belki de. Ama analitik bir zekası vardı. Büyük bir takıma gitseydi ve her hafta sahaya çıkmasaydı, bu adaptasyon süreci daha ıstıraplı geçebilirdi. Adım adım ilerledi. Rio'dan, yuvasından ayrıldı, Cruzerio'ya gitti. Annesinden, şehrinden uzak ilk deneyimiydi. Atlantik'i geçtiğinde forma giyebileceği, fırsatlar yakalayabileceği bir takıma gitti. İki yılda kendini gösterdi ve daha büyük bir mücadeleye hazır olduğunda da Barcelona'ya transfer oldu.

Kariyerindeki en büyük hayal kırıklığı bence 1998 Dünya Kupası'ndan ziyade diz sakatlıkları. O arka arkaya gelen korkunç diz sakatlıkları olmasa çıtayı nereye koyacaktı, gerçekten merak ediyorum. Ronaldo her şeye rağmen 1998'deki kupada futbolundan etkili pasajlar sunmuştu. Yarı finalde Hollanda'ya karşı fantastikti. Hatta finalde bile Brezilya'nın sahadaki en kötü oyuncusu sayılmazdı. O kupadaki Brezilya'nın hemen her Avrupalı rakibe karşı zorlandığını görürsünüz. Her an çökebilecek bir görüntü veriyorlardı. Ronaldo'nun final günü yaşadıkları sadece bu durumu gölgede bıraktı. Bazen kazanmak için kaybetmeniz gerekir. 1998'i kaybetmek de Ronaldo'nun 2002 zaferine giden yolculuğunun bir adımıydı. Ancak sakatlıklar asla geri alamayacağınız, telafi edemeyeceğiniz zamanlar yaratıyor... O yüzden diziyle yaşadıkları, Ronaldo için daha büyük düş kırıklığı.

"Brezilya, Ronaldo'nun yerine kimseyi koyamadı."

"Brezilya, Ronaldo'nun yerine kimseyi koyamadı."

Hiç tereddüt etmeden 2002 için Ronaldo'nun kupası diyebiliriz. Ronaldo her zaman büyük maçların oyuncusu olmuştur. Brezilya topraklarında oynadığı en ‘büyük' maça şahitlik etmiştim. 2004'te, vatanında Arjantin'e karşı bir Dünya Kupası eleme maçına çıkacaktı. Maç, Mineirao Stadyumu'ndaydı. Yani Ronaldo'nun Cruzeiro formasıyla Belo Horizonte'de ismini duyurduğu stat... Brezilya topraklarında çıkabileceği daha büyük bir maç yoktu ve kendisi de bunun farkındaydı. O gece Brezilya 3-1 kazanırken tüm golleri penaltıdan Ronaldo atmış, tüm penaltıları da o kazandırmıştı. Büyük maçları hep böyle oynardı. 2002, onun için 1998'in kefaretiydi. Turnuva genel anlamda çok iyi değildi. Çoğu takımın fiziksel durumu yetersizdi. Muson yağmurlarından kaçmak için kupa erkene çekilmiş ve bu yüzden Şampiyonlar Ligi'nde oynayanlar kupaya hazır gidememişti. Brezilya ise farklıydı. Ronaldo'yu, Inter'in yapamadığını yaparak, fit hâle getirmişlerdi.

Ronaldo, Flamengo taraftarı olarak büyüyen bir Rio'lu. O yüzden gençliğini Zico'ya taparak geçirdi ki bu durum şehirde çok yaygındı. Üstelik Ronaldo da Zico'nun büyüdüğü mahallelere yakın yerlerde yaşıyordu. Belki evlerinin aralarında bir kilometre bile yoktu. Ronaldo o günlerde "Zico yapabildiyse ben neden yapamayayım?" demişti. Zico, onun ilham perisiydi.

Hızı, gücü ve rakiplerini yanıltma tarzıyla Kylian Mbappe biraz onu andırıyor. Son yıllarda merkez forvet Brezilya için bile çok sıkıntılı bir pozisyon. Adriano, Ronaldo'nun tahtını alacak gibi gözüküyordu ama saha dışındaki problemleri buna izin vermedi. O günden beri Brezilya, Ronaldo'nun yerine kimseyi koyamadı.

Şampiyonlar Ligi'ni hiç kazanamadı ama 2002 Dünya Kupası zaferi var. Bu, Messi ve Ronaldo'nun sahip olmadığı bir başarı. Ayrıca diz sakatlıklarından bu kadar çekmese, Şampiyonlar Ligi'ni alabilirdi. Yine de kariyerinden 2002'yi çıkarırsanız, hayal kırıklığı bir tablo ortaya çıkabilir. O zafer, bir kariyerin kurtarıcısı.

Ronaldo, Barcelona günlerinde oluşan ‘yapabildiği tek şey var' algısının çok çok ötesinde bir oyuncuydu. Eğer öyle olsaydı, iki ayağıyla da harika gol vuruşları yapamazdı. En önemli özelliği topla hızlanmasıydı ama dahası da vardı. Bu algı onu ‘hücumcu orta saha' olarak görenlerin yargısıydı. Ama Ronaldo'nun işi gol atmaktı.

Real Madrid günlerinde Arrigo Sacchi de kulüpte genel menajerdi ve "Tanrı sana böylesi bir yetenek vermiş, sen onu harcıyorsun" demişti. 2002'den sonra Ronaldo'nun hiç fit olmadığına yönelik bir hissiyatım olmuştur. Belki de çalışacak motivasyonu bulamamıştı. Son yıllarda birçok Brezilyalı oyuncuda bunu görüyoruz. Ronaldinho büyük örnek. 2006'daki zirveden sonra 10 yıl daha oynadı ama... Romario, 1994'te Dünya Kupası'nı kazandıktan sonra tekrar çalışmayı asla başaramadı. Ronaldo'da da biraz bu etki var. Sakatlıklar bir kenara ama 2002 sonrası sürekli düştü. Arrigo Sacchi haklı olabilir...

Socrates Dergi