Modern Zamanlar

11 dk

Bitmek bilmeyen bir gürültü, bir akış, bir sürüklenme hali. Kevin Garnett'in merkezinde olduğu Uncut Gems'i tanımlayan ifadeler, aslında modern basketbolu da özetliyor.

Geçtiğimiz hafta sonu televizyonda Arsenal maçı açıkken bir arkadaşımın son maça kalan kuponunu takip ediyordum evde: Tottenham kaybetmez ve iki takım da gol atar+Liverpool gol yemez+Arsenal kaybetmez ve maç 3,5 alt biter. Bir yandan Twitter'a göz gezdirirken bir yandan da eşimle haftalık alışveriş listesini çıkarıyorduk. Maksat her ânı, her boşluğu haddinden fazla şekilde doldurmak. Aynı anda üç yaşındaki kızım kuaförcülük oynamak istediğini, alışverişe gittiğimizde tahin-pekmezli değil, bal-kaymaklı krep yemek istediğini anlatıyordu.

O noktada Lacazette'in maçı 4-0'a getiren ve arkadaşımın kuponunu yatıran enfes son dakika golü geldi. Dokuz maçtır gol atamayan Lacazette ve oralarda hâlâ pür spordan keyif alan birileri varsa onlar dışında hiç kimsenin hayatını etkilemeyen, ayak içiyle yakın köşeye olağanüstü bir tek vuruş. Ben ki Thierry Henry'nin tam da bu tarz gollerine vurulduğumdan Arsenal taraftarı olmuşum, hayatın bana verdiği o kendimi sorgulayıcı boşlukta, bu enfes golden zerre keyif almadığımı fark ettim.

İşte bizatihi bu kaos, bu tempo, modern çağın bu olağanüstü hızı, o hıza eşlik eden boğucu kakofoni, tam da tüketim alışkanlıklarımızı belirleyenlerin istediği üzere o kaosa bağımlılığımıza eşlik eden yırtma veya köşeyi dönme çabası, o çabanın getirdiği her şeyi aynı anda yaparken hiçbirinden; sporun bile en teklifsiz güzelliklerinden keyif alamama hali Safdie kardeşlerin dördüncü uzun metraj kurgusu Uncut Gems'in başlıca konusu.

Dümende olan, bizi yolculuğunun başından sonuna kadar sürüklemeyi başaran, hayatının belki de son anlamlı rolüne çıkan Adam Sandler'ın kariyeri boyunca pastiş komedi rollerini prestij dramalarla harmanladığı malum. Paul Thomas Anderson'ın Punch-Drunk Love'ı ve Noah Baumbach'ın The Meyerowitz Stories'indeki performansları ilk akla gelen örnekler. Uncut Gems'in başrolünde ise olağanüstü bir iş çıkarıyor. Bir başka kapitalizm taşlaması Scorsese'nin The Wolf of Wall Street'inin baş kahramanı Jordan Belfort'ı hatırlatacak şekilde, hem karakterinden tüm benliğimizle nefret etmemizi hem de bir noktada kazanmasını istememizi sağlıyor. Üstelik o üzerine yapışmış kötü komedilerin aranan oyuncusu 'persona'sını sonuna kadar suiistimal ederek.

Filmin başrolleri Adam Sandler ve Kevin Garnett

Filmin başrolleri Adam Sandler ve Kevin Garnett

Uncut Gems'in açılışı, Manohla Dargis'in New York Times'taki yazısında maharetle mimlediği üzere kült korku klasiği Exorcist'ten (1973) çok da farklı değil. Fazlasıyla sembolik bir taş, kapitalizmin sonsuz bir havuç gibi önümüze koyduğu o yırtma umudunun vücut bulmuş hali, Etiyopya'daki bir madenden kolonoskopisinde¹ gözlemlediğimiz üzere; içimizde, damarlarımızda geziyor. Filme ismini veren o kusursuz mücevherin hipnotik halinin, 2019-20 film sezonunun kuşkusuz yıldızı Parasite'taki kayadan farklı olmadığını söylemek lazım. Safdie'ler de filmi Afrika'daki madenlerden New York'taki Howard isimli bir kuyumcuya/hustler'a (üçkâğıtçıya)² bağlarken, dertlerini de hızlıca ekrana fırlatıyorlar. Modern dünyada köşeyi dönmeye çalışan bir üçkağıtçının peşinden, tam da o dünyanın yarattığı kaosa; sokaklara, gece kulüplerine, evlere taşan o sonsuz gürültüye teslim oluyoruz. Filmin sizi saniyesinde avucunun içine alan, iki küsur saat boyunca asla bırakmayan manik enerjisi, filmin içine ustalıkla yedirilmiş haliyle, bir basketbol maçını andırıyor.

Bu elbette bir tesadüf değil, Safdie'leri Madison Square Garden'da herhangi bir Knicks maçında görebilirsiniz, çıktıkları podcast'lerde konuşmaktan en çok keyif aldıkları konuların başında basketbol geliyor, üstelik ikisi de filmlerine fazlasıyla yansıdığı üzere bizzat bu manik enerjiden besleniyorlar. Sadece Safdie'lerin hobileri ve/veya karakterleri de değil bu seçimde etkili olan. Kaan Kural'ın 'Bu Oyun Böyle Oynanır' yazısında³ anlattığı metaya bakmak gerekiyor burada. "Enerji, kaos, tempo, sizi avucunun içine alıyor, asla bırakmıyor." Her biri tam da modern basketbolu tanımlamak için kullandığımız kavramlar. Elbette tüketim alışkanlıklarımız, Howard'ın ve bizim hayatımızı şekillendirdiği gibi, basketbol metasını da dönüştürüyor. Modern çağın her global mefhuma yaptığı üzere basketbol da hızlanıyor, kaotikleşiyor ve takip edilmesi imkânsız bir seyir şölenine dönüşüyor. Safdie'lerin bu ikisi arasında maharetle dokuduğu paralel kurgu da bu girift meta ağını tamamen birbirine doluyor.

İşin garibi, muhtemelen biraz da tesadüfen, Uncut Gems'in geçtiği zaman belki tam da basketboldaki bu değişimi gözlemleyebildiğimiz an. Kareem-Abdul Jabbar'ın ZAZ klasiği Airplane!'de (1980) kendi karakteriyle enfes şekilde dalga geçtiği oyunculuğunu ve Ray Allen'ın bir başka New York efsanesi Spike Lee'nin yönettiği He Got Game'de (1998) benim biraz abartılı bulduğum, enteresan şekilde mitleştirilmiş⁴ rolünü bir kenara koyarsak muhtemelen tarihin en iyi NBA oyuncusu cameo'sunu izliyoruz Garnett'ten. Hoş, Safdie'lerin ilk tercihi değilmiş. Önce Joel Embiid'e (muhtemelen filmin Afrika mitini sağlamlaştırmak için), sonra Amar'e Stoudemire'a (muhtemelen filmin Yahudi kökenlerini sağlamlaştırmak için), daha sonra da Kobe Bryant'a götürmüşler teklifi (muhtemelen Kobe olduğu için). Ancak KG'nin varlığı ve sözkonusu bahislerin 2012 play-off'larında yapılması, aşırı okumanın⁵ da kapısını açıyor.

NBA'in tempolu basketbolla tanışması, bu basketbolun ana akımın bir parçası haline gelmesi asla 2011-2014 Miami Heat'le başlamadı. Önceki örnekleri bir kenara bırakırsak, 2000'ler ortasındaki Mike D'Antoni Phoenix Suns'ının '7 Seconds or Less' hücumları, öyle ya da böyle, modern basketbolun temel mihenk taşlarından. Ancak o dönem "Play-off'ta başarılı olamıyor" diye hor görülen sistemin bir benzeri, Heat aracılığıyla başarıya ulaşınca bildiğimiz anlamda basketbol da sonsuza kadar değişti. Suns-Heat karşılaştırmasındaki defoların farkındayım, o kaos işini çok daha fazla kovalayan, bizzat kaosu yaratan bir takımdı Suns. 2011-12 Heat ise sezonun en hızlı oynayan 16. takımıydı. LeBron-Wade-Chalmers üçlüsünün anormal topa baskısını Bosh'un çember savunuculuğuyla harmanlayan, her şeyden önce savunma temelli, LeBron-Wade çevresine üç şutörlü hücum sistemine biraz da zorunluluktan ulaşmış bir ekipti. Yine de Heat 'pace and space'inin başlangıcını 2012 olarak işaretleyebiliriz.

2012, sadece Heat'in basketbolu dönüştürmesiyle değil, belki daha da keskin şekilde LeBron'un kuşkusuz krallığını da ilan etmesiyle hatırlanıyor. Yıllarca çekmek zorunda kaldığı "Play-off'ta beceremiyor" eleştirilerini sonsuza kadar bitirecek performansları⁶ bir de şampiyonlukla birleşince birçok algıyı yıktı.

2012 play-off'larında LeBron James

2012 play-off'larında LeBron James

Bir neden-sonuç yolculuğuyla toparlayalım: Heat'in 2012 zaferi bol şutörlü, dolayısıyla daha çok spacing'li, savunma çıkışlı pozisyonlardan daha çok geçiş hücumu kovalayan, dolayısıyla daha tempolu basketbolun yolunu açtı. Üstelik LeBron'un defalarca kanıtladığı üzere süper yıldızların draft edildiği takımları bırakmasında hiçbir problem olmadığı anlaşıldı, bu da daha fazla yıldızın bir araya gelebilmesine, daha çok süper takımın oluşmasına sebep oldu. NBA'e dair bildiğimiz her şey hızlandı, her şey büyüdü, her şey daha kaotik hale geldi. Meta değişti. Bir çağ açıldı, bir çağ kapandı.

O kapanan çağın en değerli oyuncularından biriydi Garnett. Uncut Gems'in Howard'ı gibi bir hustler⁷ değildi ama NBA tarihinin nihai hustler'ıydı.⁸ Kazanma amaçlı her mücadelede olduğu gibi basketbol da tez/anti-tez üzerinden şekilleniyor. 2000'lerin başı itibarıyla lig, topla haşır neşir olmayı seven Kobe, Iverson, T-Mac, Vince Carter, Paul Pierce gibi izolasyon skorerlerinin egemenliğine girmişti. Bunun antitezi olarak Doc Rivers ve o zamanki asistanı Tom Thibodeau topun olduğu tarafı ekstra adamla savunan güçlü taraf savunmasını Celtics'e empoze etmişti. O savunmanın belkemiği de Garnett'ti. Celtics doğu hegemonyasını LeBron'a terk ederken, basketbol yepyeni bir teze geçerken Garnett de 2012 play-off'larında belki de son anlamlı maçlarına çıkıyordu.

Varacağımız sonuç şu olabilir: Modern çağın olağanüstü temposu bizzat bizim yaratımız, hayatımızın her anını fazlaca doldurmamız da öyle, basketbolu sarıp sarmalayan kaos da. Bitmek bilmeyen bir gürültü, bir akış, bir sürüklenme hali. Bunu süsleyen yırtma isteği ise Howard'ın sonunu getiren mefhum.

Elbette aynı Exorcist'te olduğu gibi Uncut Gems için de muhafazakârlık eleştirisinde bulunabiliriz. En nihayetinde çok fazla etik koda uymayan, ailesinden uzak yaşayan, Amerikan rüyasının içine etmiş, ahlaksız karakteri Howard'ı öldürüyor Safdie'ler.

Ama belki daha doğru okuma, Howard'ın sonunun, bütün bu kaosun içinde, peşinden koşturmamız için konulan havucun bizi nasıl yok ettiğinin bir tezahürü olması. Ne de olsa filmin anlatısını tamamlayan olağanüstü müziğin, seslerin ve gürültünün durduğu tek an, Howard'ın opal taşla baş başa kaldığı an. Bizi, hepimizi yiyip bitiren o an.

İşbu yazının metayı besleyen kaotik hali tamamına ererken ben de kızımla kuaförcülük oynamaya gidiyorum. Howard'ın dediği gibi, "This is how I win..."

1- Tercihin kolonoskopi olmasındaki teklifsiz mizahı açıklama gereği duymuyorum.

2- Üçkâğıtçı kelimesinin Howard'ın hustler'lığına çok denk gelmediğinin farkındayım ama yaptığım paralel kurgunun hatırına ikisini de kullanmaya karar verdim.

3- yazihaneden.com/mutfak/meta/ (Kaan Abi görmesin, sanırım ülke sınırları içindeki en iyi basketbol yazısı bu)

4- Rivayete göre Denzel Washington'la Ray Allen'ın maçında Denzel ciddi ciddi öne geçmiş. Allen duruma sinirlenip maçı almış.

5- Muhtemelen Safdie'lerin böyle bir derdi hiç yoktu ama yine de sanat bu aşırı okumaların kapılarını açtığı için keyifli değil mi?

6- 45-15-5'in kendine özgü hipnotik gücü var. 2012 play-off'larının bir 'uncut gem'i varsa o da LeBron'un 45-15-5'i.

7- Üçkağıtçı.

8- Pis işleri yapmayı seven, mücadeleci. En azından denedim.

Socrates Dergi