Muhakeme

11 dk

Güzin Müjde Karakaşlı hem bir hukukçu hem de ülkemizin önde gelen üç bant oyuncularından biri. İkisini birden nasıl mı başarıyor? Kendisinden dinleyelim.

Üç bant bilardo, Türkiye'nin bir ekole sahip olduğu nadir spor branşları arasında yer alıyor. Semih Saygıner'in izinden giden onca başarılı sporcuya bugün uluslararası müsabaka kürsülerinde madalya takarken rastlayabilirsiniz. İçlerinden biri de Güzin Müjde Karakaşlı... Türkiye Şampiyonluğu, Avrupa ikinciliği ve birçok irili ufaklı turnuva zaferi onun masa üstündeki dikkate şayan kazanımları arasında. Avukatlık mesleğini sürdürürken profesyonel spor yapmak ve 'Bilardo erkek sporudur' algısına karşı durmak ise diğer önemli mücadele alanları. Şimdi, genç sporcunun kariyer yolculuğuna satır satır eşlik ediyoruz…

İlk aşkım voleyboldu. 18 yaşına gelene kadar Denizlispor'un altyapısında 11-12 sene voleybol oynadım. Her ne kadar sporcu bir aile geçmişimiz olsa da dönemin ülke gerçekleri nedeniyle "Spor kariyere dönüşemez" inancındaydık. Annem ve babam voleybol oynarken tanışmış olsalar dahi böyle düşünüyorlardı. Hatırlar mısınız, ilköğretim okullarında öğrenci dosyaları tutulurdu; o dönemde benim gelecekteki meslek hayalim kısmında, "Avukat voleybolcu" yazıyormuş. Bunu gerçekleştirmek mümkün olmadı ama şu an bulunduğum yerden, yarışmacı olmaktan, performans göstermekten, kendimi devamlı ileriye taşımaya çalışmaktan gayet memnunum.

Denizli'de üniversiteye hazırlandığım günlerde, dershaneler bölgesi olarak adlandırılabilecek alanda üç bilardo salonu vardı. En yakın arkadaşlarım çok popüler olan snooker'ın da etkisiyle Amerikan (Pool) oynamaya giderlerdi. Yani bilardoya karar vererek başlamış değilim, sporculuk kısmınıysa aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Ta ki kendileri de lisanslı sporcu, aynı zamanda salon işletmecisi olan arkadaşlarımız bana üç bant bilardo öğretmeyi teklif edene dek... Tam üniversiteye hazırlanabilmek için voleybol antrenmanlarını bıraktığım dönemdi ve sanırım yeni bir nefese ihtiyacım varmış. Epey acemiyken ilk Türkiye Şampiyonası tecrübemi yaşadım. Devamında da bu işi sevdiğime, öğrenmek istediğime kanaat getirdim. Benimkisi daha çok havuza düşüp yüzme öğrenmek gibiydi.

Bilardoda özellikle arka kol çok kıymetli. Bir kız çocuğu ya da kadına limajı ve istekayı sallamayı öğrettiğinizde; daha önce yapmadığı için kas hafızası bilmediği bir hareket deneyimler. Herhangi bir şeye ağırlıkla vurabilme duygusu kadınlarda genelde çekinik olur. Ben daha önce voleybol oynadığım için topa vurmaktan çekinmiyordum. Bana bilardo öğretenlerin en sık tekrarladığı şey, "Müjde sen topa vuruyorsun" oluyordu. Bunun öneminin o anda farkında değildim. Geometriye de fazlaca yatkınlığım var, masanın içindeki hareketleri hayal ve kontrol tmek de beni çok çekiyor. Sonuçta masada milyarlarca çizgi mevcut ama siz içlerinden bir tanesini seçip sayıyı yaratıyorsunuz. Bu ihtimaller bana çok eğlenceli gelmişti.

Spora erişim ve sporu öğrenmeye erişim arasında bir çizgi çekmek durumundayız. Kadınların bilardo sporunu öğrenmeye erişimi erkeklerden uzun yıllar sonra başladı. Benim dışımda milli takımı temsilen senelerdir yarışan Gülşen Degener örneği var. Kendisi bilardo oynamaya doksanlarda başlayıp bu disiplinde yarışan tek kadın sporcu olmuş. Tabii sadece ülke düzeyiyle kısıtlı değil bahsettiğim durum. Çatı federasyon UMB'nin organize ettiği ilk kadınlar üç bant dünya şampiyonasının yılı 2004... Ülkemize bakarsak kadın bilardosu elbet gelişiyor ama gelecekten umutlu olmakla beraber henüz yavaş ilerlediğini yadsıyamayız. Eğer aksini söylersem bilardo komünitesi içinden birileri hemen fark edecektir.

Kadınlar bilardosunda Japonya lokomotif bir örnek. 1950'lerde Masako Katsura isimli Japon kadın sporcu, o zaman için çok sükse yaratan cesaretiyle cinsiyet bariyerlerini yıkıp ABD'deki dünya şampiyonasına davet alıyor. Orada erkek rakiplerle oynayarak dünya dördüncülüğü kazanıyor. Hakikaten bilardonun erkek sporu olduğu fikrine çok kıymetli bir ilk müdahale. Kadınların bundan sonra gelişen üç bant yolculuğunda Japonya başı çekiyor. Hâlâ çok büyük katılımcı sayılarıyla kadın turnuvaları yapıyorlar. 8-9 kere dünya şampiyonası düzenlediler ve bunun dördünü kendi oyuncuları, Orie Hida kazandı. Onu bizdeki Semih Saygıner'in kadınlar versiyonu gibi düşünebiliriz…

"Erkek egemen bir sporda sporcu olmak nasıl bir duygu?" sorusuna cevap vermeyi neredeyse ezberledim. Bir taraftan gerçek bu, doğal bir şey… Evet, ben yoğunlukla erkek egemen bir sporu yapan milli bir kadın sporcuyum. Buradaki mevcudiyetimle tam da "Bilardo erkek sporudur" algısına karşı durduğumu düşünüyorum. Ancak kadının spordaki yeri üzerine yapılan beylik boy gösterileri gerçekten kabak tadı verdi. Geçtiğimiz ay televizyon ekranında yaşanan olaya da eskiden hiç olmadığı kadar öfkelendim. Ben her zaman biraz daha gerçekçi ama bir yandan da umut eden taraftayımdır. Yine de o cüret ve dayanağı olan, "Bunu dile getiriyorum çünkü ben zaten milyonlarım" duygusuna tanık olmak iticiydi.

Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulmuş, beden eğitimi derslerindeki örgün müfredatı oluşturan bir Talim Terbiye Kurulu var. Bu kurulun dönem dönem yayımlayıp değiştirdiği beden eğitimi dersleri müfredatında senelerce kız öğrencilerin futbol dersinden muaf tutulduğunu öğrenmiştim. Ülkedeki çocukların beden eğitiminden sorumlu olan kurul da senelerce Melih Şendil gibi düşünmüş. Bilardo o zamanlar bir okul sporu olsa muhtemelen kızlar ondan da muaf tutulur, sporumuz 'erkek sporu' damgasını yerdi. "Kızlar futbol oynamasın" fikrinin ardında da bu akıl var. Oysa spora cinsiyet giydirmeye hiç gerek yok; bu ne Melih Bey'in ne de bir başkasının haddine değil…

Semih Abi

Semih Saygıner'le Türk bilardosuna hizmet etmiş çok önemli bir salon, Tüzül Kulüp sayesinde tanıştık. 2018'de salonumuz taşınana kadar yaklaşık yedi sene aynı yerde antrenman yaptık. Semih Abi'nin çok ilginç, çok özel bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Kendi antrenman yaparken dahi sizin neler yaptığınızı kontrol eden, masada bir sorunla baş ederken "Tamam, şimdi şöyle yapacaksın" kadar ufak bir müdahale ile sizi rahatlatan, oyunu görme kapasitesi olarak başka seviyelerde birisi. Şanssızdım ki hem kulübümüzün sahibi Murat Tüzül hem de Semih Saygıner benim başladığım dönemde zihnen bilardo öğretme işinden yorulmuşlardı. Dolayısıyla çok avantajlı bir yerde olsam da onların, amiyane tabirle sıkıldıkları dönemde bilardo öğrenmeye çalıştım. Yine de sorduğum hiçbir soruya cevap vermemezlik etmediler, hep çok yardımcı oldular…

Voleybolun Türkiye'deki algısı bakımından şanslı bir dönemde büyüdüm. Başarısı, hırsı ve farklı olduğunu hissettiğim karakteriyle Neslihan Demir benim idolümdü. Bilardoda ise fotoğraf karesi kadar da olsa o meşhur Semih Saygıner-Raymond Ceulemans maçını anımsıyorum. Evimizde izlenmiş ve sonucu epey sevinçle karşılanmıştı. Türkiye'deki binlerce, onbinlerce bilardocu gibi Semih Abi'den etkilendim ben de. Oynamaya başladıktan sonra ise Belçika ekolünden çıkan oyunculara büyük saygı duydum. Mesela Frederic Caudron'un altyapısından almış olduğu hâkimiyeti ve masanın doğrularını kullanış biçimini seviyorum. Gelip bir anda elli sayı çekecekmiş ama bunu hep doğru vuruşlarla yapacakmış gibi görünür. Oyun gücü ve bilgisi beni çok etkiliyor.

Kendimi doğru tercihlere, doğru kararlara yaklaşmayı seven bir oyuncu şeklinde tanımlayabilirim. Maalesef antrenör eşliğinde çalışmıyoruz, masa üzerinde yaptıklarımız tecrübeler sonucu ortaya çıkıyor. Doğrular skalamız da edindiğimiz oyun bilgisiyle paralel gelişiyor. Bunun dışında topun, masanın üzerinde çok nokta var; birçok farklı vuruş tipi var ve ihtimaller sonsuza yakın. Maçın kırılma anında topun neler yapabildiğini hissetmeyi seviyorum. Çok kötü pozisyonlarda sizden beklenmeyen şeyleri yapabilmek beni besliyor. Fazla şova kaçmayan ama ihtiyacım olduğunda o vuruşları da yapabilen bir oyuncuyum. Ayrıca sanırım genelden biraz yüksek bir konsantrasyon seviyem var. Bunu kaybetmediğim sürece maçı oynarken dış etkenlerden uzaklaşmayı iyi başarıyorum. Bu zaten ben de dahil çoğu bilardocunun üzerine çalıştığı bir şey.

Ben hukukun nosyon olarak ne kadar muhakemeye dayandığını, elinizdeki verileri yönetmekle ilgili bir şey olduğunu ve bu anlamda bilardoya ne kadar benzediğini sonraları anladım. İkisinin de aynı dönemde öğrenciliğini yaptığım için benzerliklerini fark etmem biraz zaman aldı. Mesleki karar verirken sırtınızı belirli standartlara ve normlara dayayabiliyorsunuz. Bilardoda karar verme süreci daha stresli. Otuz saniye süreniz var, vuruştan emin olmak zor, vuruşu hissetmek zor… Maçın hangi ânında hangi kararı verdiğiniz ve o kararın sorumluluğuyla nasıl başa çıkabildiğiniz çok mühim. Tabii basketbol gibi omuz omuza mücadele edilen bir spor yapmıyoruz, masayı rakibe bıraktığınız an o işini bitirene dek oturup beklemek durumundasınız. Bambaşka bir duygu bu.

Avukatlık mesleği ve bilardo arasında denge kurma işini deneye yanıla başardım. Fakülteden mezun olur olmaz önemli bir bankada staj yaptım, bu şekilde bağlı çalışırken turnuvalara gitmenin zorluğunu fark ettim. Daha sonra butik bir hukuk bürosunda çalıştım. Her ne kadar avukat olarak sonrasında orada bulunmadığınız zamanları telafi etme şansınız oluyorsa da insanların sizi tercihe zorladığını hissediyorsunuz. Mesela, "Siz boş verin bilardoyu, avukatlık mis gibi meslek" diyenler vardı. Neden olduğunu hiç anlamadığım, tavsiye adı altında dayatılan fikirleri de deneyimledim. Sonrasında karar verdim ki benim şimdi olduğu gibi serbest çalışmam gerekiyor. Tabii, "Aynı durumdaki sporcular böyle yapmalıdır" kadar iddialı bir şey diyemem ama benim çizebildiğim yol bu oldu. Artık ortağım var ve ben turnuvalarda erişilemez durumdayken aranabilecek bir kişi daha mevcut.

Uluslararası seviyeyle tanıştığım ilk turnuva Yunanistan'da düzenlenmesi planlanan ama ekonomik kriz nedeniyle Sinop'ta gerçekleşen dünya şampiyonasıydı. Kilometre bakımından çok eksiklerim bulunduğunu, oyun açısından olmasa da tecrübe açısından ne kadar geride olduğumu gördüğüm turnuvaydı. 2015 Brandenburg'da ilk kez ülke dışında Türkiye'yi temsil ettim ve ilk kez kadın milli takımımız iki sporcuyla yarıştı. Bununla gurur duyuyorum çünkü neredeyse yirmi sene boyunca tek kişiyle yürüyen sistem değişmişti. Üstüne üstlük turnuvada bronz madalya kazandım, çok motive edici ve destekleyici yorumlar aldım. Bu ayrıca ülkemizin tek şampiyonadan en çok madalyayla döndüğü seneydi. İlk tecrübe olarak beni çok etkilemişti, kendimi güçlü bir ekolün temsilcisi gibi hissetmiştim.

Az önce bahsettiğim gibi, oyunun içine atılıp sonradan öğrenen bir oyuncu olduğum için bazı eksikler hissediyorum. Örneğin duyunca herkes çok şaşırıyor, bunu yurtdışında söylemeye utanıyorum ama ben karambol bilardo oynamadım. Sonraki jenerasyonlar umarım daha sağlam kaynaklarla, daha doğru öğrenerek ilerleyeceklerdir. Benim öncelikle bilardoyla ilgili bilgileri karmaşık şekilde toplamam gerekti. Topun hareketi, isteka hareketi, masa dinamiği… Artık bu karmaşık bilgileri, kafamda planladığım oyun metoduyla öğütüp gerçekten anladığım bilardoyu konforlu şekilde oynamak istiyorum. Daha az zahmetle, daha doğal oynamaktan bahsediyorum. En önemli gelecek hedefim herhalde bu.

Socrates Dergi