Mülteciler: Futbol ve Hoş Geldin Kültürü

10 dk

Futbolda mülteci sorunu sık sık gündeme geliyor. Üstelik bu, yeni bir şey değil. Sadece gün geçtikçe daha da büyüyor.

Suriyeli mülteci çocuk Aylan’ın Bodrum’da kıyıya vurmuş cansız bedeninin fotoğrafı, bütün dünyada infial yaratırken futbol âlemini de etkiledi. Portekiz Milli Takımı, fotoğrafın çekildiği 3 Eylül günündeki antrenmanında kol kola daire oluşturup mülteciler için bir dakika saygı duruşunda bulundu. Birkaç gün sonra, yine Portekiz’den bir çağrı yükseldi: Chelsea ile oynayacağı maç öncesinde FC Porto, mültecilere satılan bilet başına 1 Euro yardım yapacağını duyurdu ve Şampiyonlar Ligi’ndeki bütün kulüplere de aynı yönde çağrıda bulundu. Nitekim ‘az sonra’, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nde yer alan 80 takımın da evinde oynayacağı ilk maçta bu uygulamayı hayata geçireceği açıklandı.

O ay Real Madrid, PSG, Bayern Münih gibi kalantor kulüpler, mültecilere yardım için 1’er milyon Euro bağışta bulundular. Bayern ayrıca, mülteci çocuklar için bir antrenman kampı organize etti. AS Roma da benzer bir kampanya başlattı. St. Pauli tabii bu işte de atak: ‘Hoş gelmişsiniz kültürü’nden söz ediyor ve dört koldan uğraşıyorlar. Yardım kampanyalarına canı gönülden destek sunan Celtic yönetimi ise angajmanını anlamlı bir gerekçeyle açıkladı: “Biz kendimiz, mültecilerce kurulmuş bir kulübüz!” Öyle ya; 19. yüzyıl sonunda açlık ve yoksulluk derdinden Glasgow’a kaçan İrlandalılar tarafından kurulmuşlardı. Boca Juniors’un İtalyan göçmenlerce, AEK Atina’nın İstanbullu Rum mültecilerce kurulması gibi… İsveç’teki Süryani kulüpleri Syrianska ve Assyriska gibi…

Taraftarlar da doğrusu şık işler yaptılar. Bayern Münih’in kale arkası tribününde, Ağustos sonunda oynanan bir maçta üç satırlık dev pankart açıldı: “İnsanları mültecilere karşı kışkırtmayın. Sorun ırkçılıktır. Irkçılığı kafalardan çıkartın!” Bu Almanya’ya özgü de değil; Avrupa’nın birçok ülkesinde yüzlerce tribünde, ‘Refugees Welcome’ (Mülteciler Hoşgeldiniz) pankartlarına rastlandı.

Beri yandan, Polonya tribünlerinde açık bir dışlayıcılık ve ırkçılık kendini gösterdi. Şampiyon Lech Poznan’ın Belenenses’le oynayacağı Avrupa Ligi müsabakasında, seyirci başı 1 Euro mülteci yardımına bozuk atan taraftar grupları, maçı boykot etti. Beklenen 20 bin yerine, 7 bin 900 seyirci geldi stada. Ceplerinden çıkacak değildi, kulüp verecekti o parayı ama onlar mültecilere kafadan karşıydı! Stadın önünde ‘İslamlaşmayı durdurun’ pankartı açıldı. Taraftar gruplarından biri, illa alınacaksa sadece Hristiyan mültecilerin kabul edilmesini istedi. Kasım ayındaki maçlarda ise Polonya tribünleri iyice coştu. Slask Wroclaw Ultras, Akdeniz’deki mülteci teknelerine kılıç sallayan bir Haçlı şövalyesini resmeden dev bir koreografi hazırladılar. Altında şu slogan vardı: “Hristiyan Batı’yı İslam vebasından koruyun!” O sıralar, ırkçı ve milliyetçi akımın çok güçlendiği Macaristan’da da taraftar grupları, sınırda bekleyen mültecilere saldırıp dayak atıyordu.

Sıradan ırkçılığın, mutassıp yabancı korkusunun yine çok güçlü olduğu Avusturya’da ise futbol âlemi, toplumsal ve siyasi ortalamanın ilerisinde. Birçok kulüp, mültecilerle dayanışma kampanyası yürütüyor. Rapid Wien, Grödig ve Red Bull Salzburg, geliş gidiş ve ağırlanmalarını da karşılayarak, maçlarına mültecileri misafir ettiler. Austria Wien kulübü, köklü bir ırkçı taraftar geleneğine sahip olmasına rağmen, doğrusu biraz da bununla mücadele etmek için- mültecilere çok açık bir ‘Hoş gelmişsiniz’ tavrı aldı. Artık her cuma, tesislerini futbol oynamak isteyen mültecilere açıyorlar.

Viyana’nın iki köklü kulübünün, Austria ve Rapid’in altyapılarındaki futbolcuların yarısının (sayıyla: %50) mülteci ve göçmen çocuğu olduğunu düşününce, bu müspet tavrın sırrına eriyoruz! 1. Lig kulüplerindeki 2 bin oyuncunun 700’ü göçmen kökenli. 19 Yaş Altı Milli Takım ilk 11’inde üç, A Milli Takım geniş kadrosunda 10 isim göçmen kökenli. Bu, futbol ‘kurumunun’ göçmenler karşısında siyasi toplumsal ortalamadan daha hoşgörülü bir tavır almasını açıklayan bir etmen, kuşkusuz. Aynısı İsviçre için de geçerli. İsviçre’de, göçmenlere ve ‘yabancı etkisine’ karşı gayet katı bir siyasi atmosfer hüküm sürüyor. 2009’da yapılan referandumda minareli camilerin yasaklanması kabul görmüştü. Buna mukabil futbolda ‘gökkuşağı’ gibi takılıyorlar! 2011’de dünya ikincisi olan 21 Yaş Altı Milli Takımı’nda altı oyuncu göçmen (beşi Arnavut!). 2014 Dünya Kupası kadrosunda da toplam 13, ilk 11’de ise sekiz göçmen vardı (beşi, bazen altısı Arnavut!).

Bu, 20. yüzyılın son Dünya Kupası’nı kazanan Fransa’nın açtığı yol. 1998’de Fransa ilk 11’inde sadece beş ‘beyaz’ Fransız bulunuyordu ve takımın büyük yıldızları göçmen çocuklarıydı. Bu takım, dünya şampiyonu olmasına rağmen kendini radikal milliyetçi Ulusal Cephe’nin lideri Le Pen’e beğendirememişti. ‘Gerçek Fransız’ saymıyordu onları. Fransız milliyetçileri, Fransa formalı bu ‘yabancıların’ milli marş söylemiyor olmalarına da takmışlardı. Tıpkı, 2014 Dünya Kupası şampiyonu Almanya’nın göçmen kökenli oyuncuları Boateng, Khedira ve Özil’in milli marş söylemeyişine Alman milliyetçilerinin takacak olması gibi. Ama geçmiş olsun… Artık her Batı/Kuzey Avrupa ülkesi, Fransa’nın -ve aslında ondan önceki Hollanda’nın- izinden giderek göçmen çocuklarını futbola/futbolla ‘asimile’ etmenin kârını gördü. Göçmenler açısından da futbol; tutunmak, ‘yırtmak’, sınıf atlamak için en vaatkâr spor. Bir zamanlar boks da bu rolü oynamıştı ve dövüş sporlarının hâlâ böyle bir işlevi var fakat futbol daha büyük bir ekonomi ve daha cazip bir sahne… Polonya’da, Macaristan’da ve genel olarak Doğu Avrupa’da, futbol ortamındaki ırkçılığın toplumdaki ortalamadan geri kalmamasının bir nedeni, ırkçılık karşıtı kampanyaların etkili ve gönülden yürütülmemesi olabilir. Fakat galiba en güçlü neden, ‘yerli ve milli’ olmayan nüfusun zaten çok düşük olması ve futbolu besleyen bir kaynak teşkil etmemesi.

Geçen sene Brezilya’daki Dünya Kupası’nda sahne alan 736 futbolcunun 83’ü, formasını giydiği ülkeden başka bir yerde doğmuştu. 210’unun çift vatandaşlığı vardı. 13 Avrupa ulusal takımında forma giyen 65 oyuncu (toplamın % 22’si) göçmen kökenliydi. Göçmenlerin milli kimlikleri melezleştirdiği ve milliyetçi hamasetin façasını bozan bir dinamik yarattığına şüphe yok.

Neticede futbol ortamı, ırkçılığın altını oyan, enternasyonalizme can veren bir iklimin oluşmasına katkıda mı bulunuyor? Mültecilerin, göçmenlerin görünürlüğüne, varlıklarının normalleşmesine bir nebze fayda mı sağlıyor? Varsın, pragmatist saiklerle olsun… Yoksa futbol, mülteci ve göçmen kitlesi içinden birkaç kişinin yırtmasını sağlayan bir gladyatör arenası mı? Dahası, o tek tük yırtanları bir misafirperverlik ve hoşgörü muskasına dönüştürerek… Göçmenleri topluma-sisteme uydurmaya dönük entegrasyon politikalarının başarısına delil diye sunarak… Bir ‘entegrasyon maymunu’na çevirerek…

İmran Ayata, Almanya’da yeni çıkan Ruhm und Ruin (Vezir ve Rezil, diye çevirebiliriz) romanında, mültecilere dayanan bir futbol kulübünün hikâyesini anlatırken bir kahramanına kullandırtıyor bu tabiri: Entegrasyon maymunu. Bu sorunun cevabını, İsviçre Milli Takımı etrafındaki tartışmada da arayabiliriz. 2014’te İsviçre’nin hocası Ottmar Hitzfeld, Gökhan İnler’i kaptan yapmalarının gerekçesini, “Bu kadar çok mülteci oyuncumuz olmasına duyduğumuz şükranın ifadesi” diye açıklamıştı. Mültecilerin yıldızı Behrami ise tersine, mültecilerin İsviçre’ye hak ettiği şükranı daha fazla göstermesi gerektiğini söylüyor ya da söylemeye mecbur hissediyordu. Bazı Batılı futbol yorumcuları da mülteci topçuların İsviçre’ye olan şükranlarını sahada siftinerek ödemesi gerektiğinden bahsediyorlardı.

En azından hepsi, bunları tartışmamızı ve görmemizi sağlıyorlar…

Mültecispor

Almanya Futbol Federasyonu, mülteciler için sorumluluk alıp proje geliştiren kulüplere maddi destek sağlıyor. 2015-2016 için bu projenin sloganı: ‘Hoş geldin lehine 1-0’. Birçok kulüp, mülteci takımları kuruyor, burada sosyal çalışma, psikolojik-pedagojik yardım desteği de veriyorlar. Chemie Leipzig’inki Refugees United (Mülteciler Birliği), Babelsberg 03’ün de Welcome United 03 (Hoşgeldin Birliği) mesela.

İtalya’da liglerin dokuzuncu kademesinde, amatör kümede mücadele eden Liberi Nantes kulübünün bütün oyuncuları, Libya’dan deniz yoluyla kaçıp gelmiş mültecilerden oluşuyor. Kulüp, ırkçılık karşıtı enternasyonal futbol şenliği Mondiali Antirazzisti’nin 2007’deki buluşmasının ardından kurulmuş. Kurucularından Alberto Urbinati’nin, pek de hümanizmasıyla bilinmeyen Lazio taraftarı arasından çıkması ilginç. İtalya’daki ırkçılığa isyan ederek bu işe kalkıştığını söylüyor. Liberi Nantes, geçen Kasım’da AS Roma’nın efsaneleriyle ses getiren bir dostluk maçı da oynadı. (Maçın görüntülerini 11 Freunde’nin internet sitesinde bulabilirsiniz.)

Peki, iki milyonu aşkın Suriyelinin ve kim bilir kaç başka mültecinin canını sırtında taşıdığı memlekette futbol müesseseleri ne yapıyor? Pınar Öğünç, Socrates’in beşinci sayısındaki röportajında İstanbul’daki göçmen futbolcular turnuvasını anlatmıştı. 12 yıldır Fatih Belediyesi’nin desteğinde yapılıyormuş. İstanbul Gazoz Ligi’nin iştirakçilerinden Spartak İstanbul’un da bir mahalle kulübüyle işbirliği içinde, mültecilerle dayanışmaya dönük bir futbol projesi tasarladığını biliyorum. Helal…

Socrates Dergi