Mutlak İkinci
12 dk
Claudio Ranieri, Leicester şampiyonluğuyla tarihe geçse de kariyeri boyunca eleştirilen bir antrenör oldu. Tecrübeli İtalyan, meslek sırlarını Socrates'e anlattı.
Otuz yılı aşan teknik adamlık serüveninde Ranieri her şeyi gördü. Şampiyonlar Ligi hayal kırıklığı, milli takım karışıklığı, Fransa futbolu, İspanyol kültürü, Ada iklimi... Bugün peri masalının futboldaki karşılığı olan bir mavi formayla hatırlanan Ranieri, Socrates Almanya'dan Alexis Menuge'ün sorularını yanıtladı. Malum peri masalından başlayarak...
Rüya gibi bir şampiyonluktan sonra Leicester'dan ayrılmak zorunda kalmak nasıl bir duyguydu? Oyuncularınızın sizi o dönemde mağdur durumda bıraktığını düşünüyor musunuz?
Görevden alınmamın tek sebebi elde edilen kötü sonuçlardı. Oyuncuların benimle çalışmak istememiş olması doğru değil. Doğruysa da bu benim değil, oyuncuların problemi olurdu. Takımdan gitmemi tetikleselerdi -ki bu hâlâ inanmak istemediğim bir şey- bu onlar açısından zayıf bir hamle olurdu. Antrenörümle ilgili bir sıkıntım olsaydı bunu bire bir konuşabilmek için ayağına kapanırdım. Leicester'da hiçbir oyuncum böyle bir talepte bulunmadı.
Peki genel olarak onlarla aranız nasıldı?
Asla sıkıntılı değildi, birlikte eğlenirdik. Oyuncularım çok çalışkandı ve hırslıydı.
2016'da tüm dünya Leicester'a aşık olmuştu. Bu dalganın nasıl boyutlara ulaştığını ne zaman fark edebildiniz?
Bunu en iyi, evimden çok uzakta, tatildeyken anlamıştım. Japonya'da veya Yeni Zelanda'da sokaktan geçen insanlardan övgüler alıyordum. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini asla düşünmezdim ve açıkçası bundan biraz da gurur duymuştum. Fakat hepsi geride kaldı.
Arada eski videolara dalıp geçmişi yâd ettiğiniz akşamlar da mı olmuyor?
Asla böyle bir şey yapmadım. Eski bir maça veya şampiyonluk kutlamamızdan kesitlere açıp bakmışlığım yok çünkü buna ihtiyacım yok.
Leicester'la şampiyon olduğunuzda 64 yaşındaydınız. Şimdi gerçekleri konuşalım, zirvede bırakmayı düşünmemiş miydiniz?
Bırakmak ve ben? Asla düşünmedim!
"Eski bir maça veya şampiyonluk kutlamamızdan kesitlere açıp bakmışlığım yok çünkü buna ihtiyacım yok." -Claudio Ranieri
Kariyeriniz boyunca yirmiye yakın takım çalıştırdınız. Dönüp baktığınızda bu yolculuğun hangi bölümü size vazgeçilebilir geliyor?
Yunanistan Milli Takımı'nı çalıştırdığım dönemden vazgeçebilirim. Orada yaşadığım iki ay içerisinde üç kez antrenman yaptırabilmiştim. Bile bile lades demek gibi bir şeydi o iş. Oyuncular arası nesil farkından doğan bir tür sıkıntımız vardı. İkinci Lig'deki futbolcuları bile takip etmem gerekiyordu. Bu tarz işlerin altından kalkabilmek için inanılmaz motive olmanız gerekiyor. Buna sahip olanların sayısı gerçekten çok azdı ve ben bunu ancak imzayı attıktan sonra fark etmiştim. Kısacası kötü bir karardı. Bugün olsa aksini yapardım. Birkaç kulüpten iyi teklifler almama rağmen o dönem mutlaka bir milli takım çalıştırmak istiyordum. Fakat milli takımla kulüp takımı çalıştırmak hiç aynı şey değil. Birinde oyuncuyu yanınıza çağırıyorsunuz, ona bir şeyler anlatıyorsunuz ve bunun bir şekilde gerçekleşmesini umut ediyorsunuz.
Sizin deneyiminizde az isim var. Mühim olan taktik mi takımı doğru yönetmek mi?
İkisinin doğru bir karışımı olması önemli. Temel kural insanlarla iç içe olmak çünkü 25-30 civarı oyuncudan sorumlusunuz ve işiniz hepsinden en yüksek randımanı alabileceğiniz ortamı sağlamak. Ki bu kural belli bir ölçüde daha az süre alan oyuncularınız için de geçerli. Bir takımda herkes değerli olduğunu ve her an önemli bir rol üstlenebileceğini hissetmeli. Egosu yüksek olduğu için topa sahip olmadan oynamaya uygun olmayan oyuncular var. Barcelona veya son zamanlardaki Ajax gibi oynayabilmek için kişisel menfaatlerinden arınmış kişilerle çalışmanız gerekiyor.
Egoistlik değiştirilemez bir şey mi?
Ben doğasında egoistlik olan oyunculardan bahsediyorum. Egosu yüksek biri topu aldığı gibi fark yaratmak ister. Bence işin püf noktası takım oyununa elverişli bir şekilde oynamak. Egosu yüksek oyunculara bu gibi değerleri aktarmaya ve aşılamaya çalışmak gerek. Bir kere, iki kere, yirmi kere... Baktınız kesinlikle anlamıyor ve yedekte potansiyelli biri var, o zaman takımla vedalaşma vakti gelmiş demektir.
Peki bir yedeği yoksa?
Eh, o zaman onu sahada tutarsınız ve gözlerinizi kapatıp olduğu gibi kabul edersiniz.
Neredeyse Avrupa'nın her yerinde çalıştınız. Nasıl uyum sağladınız?
Her ülkenin kendine has özellikleri var. Beni yanına alanların hep güçlü yönlerimi iyi tanıdığı, bunlara değer verdiği ve nasıl çalıştığımı bildiği için benimle çalışmayı tercih ettiğini varsaymışımdır. Tabii ki gittiğim yerde insanların nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyorum. Mesela İspanya'da top hâkimiyetine inanılmaz değer verilir. Bense topa az sahip olunduğunda da başarılı olunabileceğini anlatmaya çalışırdım. Bu arada top hâkimiyetini esas alan futbola karşı değilim. 2004 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Chelsea'yle oynarken Avrupa'nın en yüksek topa sahip olma oranı bizdeydi. Takımda nasıl oyuncularınız varsa ona göre oyunu adapte etmeniz gerekiyor.
"Her ülkenin kendine has özellikleri var. Takımda nasıl oyuncularınız varsa ona göre oyunu adapte etmeniz gerekiyor."
Otuz senelik antrenörlük kariyerinizde olduğunuz kişiye sadık kaldınız mı? Bir diğer deyişle hâlâ o zamanki kişi misiniz?
Artık biraz daha deneyimliyim (Gülüyor). O zamanla bugün arasında kıyas yapmak zor çünkü büyük kulüplerin hepsi artık tam teşekküllü bir teknik kadroya sahip. Sayısız asistan, fizyoterapist, video analisti ve çok daha fazlası var.
Peki hiç değişmeyen şeyler var mı?
Oyuncu ilişkilerim ilk günden beri değişmedi. Konu bu oldu mu bildiğimden şaşmam, kendimi eğip bükmem.
Lakin koşullar otuz sene önceki gibi değil. Sizce en büyük fark ne?
En büyük fark sosyal medya. Sporcuların çoğu sosyal medyaya inanılmaz değer veriyor, bense pek aynı bakamıyorum. Mesela çoğu, antrenman bittiği gibi akıllı telefonlarına sarılıyor. Oyuncular bariz bir şekilde değişti ki toplumumuz da bundan aynı şekilde etkilendi. İnsanın içinde bulunduğu çağı iyi özümsemesi gerek.
Futbolculuğunuzda antrenörlük yapmanın hayalini kuruyor muydunuz?
Kesinlikle dediğim bir şey değildi. Oyuncu olarak güçlü bir karaktere sahiptim. Futbola forvet olarak başladım ama rakip kaleyi hiç isabet ettiremedim. Gerekli mesajı alıp defans oyuncusu olmaya karar verdim. Kariyerim boyunca defansta oynadım. Otuz yaşına gelince artık antrenörlük yapmak istediğime karar verdim. En çok da futboldan gerçekten anlayıp anlamadığımı görmek için bu kararı verdim (Gülüyor).
Antrenörlük kariyeriniz Kalabriya'da Lamezia Terme'nin amatör oyuncularını çalıştırarak başlamıştı.
İşe en dipten başlayıp bir takımı daha iyi duruma getirebileceğimi kendime kanıtlamak istiyordum. O zamanlar yanımda bir tek kaleci antrenörü vardı. Kumda antrenman yapardık. Tam bir maceraydı, neredeyse tüm düzenden ben sorumluydum. Her ne kadar güzel top oynasak ve namağlup bir şekilde zirveye yerleşmiş olsak da maceram dört ay sürdü. Başkanla işler yolunda gitmeyince ben de hızlıca kararımı verdim.
Seneler sonra kendinizde hâlâ aynı tutkuyu görüyor musunuz?
Kesinlikle! Antrenman yapmaya bayılıyorum. Oyuncuları tanımayı, potansiyellerini keşfetmeyi ve bunu olabildiğince açığa çıkarabilmeleri için onlara yardım etmeyi seviyorum. Aynı şekilde oyunu kafamda hazırlamak, 11 kişinin eline oyun planını tutuşturmak ve bunu yaparken maçın nasıl biteceğini kesinlikle bilmiyor olmaktan da keyif alıyorum. Oluşabilecek her türlü baskı ve güvensizliği tartıyorum. Bir şeyi kaçırdım mı? Oyuncularım beni anladı mı? Kesin olan tek şey, hiçbir maç A'dan Z'ye planladığınız gibi gitmiyor.
"Oyuncuları tanımayı, potansiyellerini keşfetmeyi ve bunu olabildiğince açığa çıkarabilmeleri için onlara yardım etmeyi seviyorum."
Çalışmadığınız zamanlarda nasılsınız?
Daha çekilmez biriyim. Çalışmadığımda biraz sinirli oluyor, içimdeki enerjiyi atamıyormuşum gibi hissediyorum.
İtalya'ya yapışıp kalmayarak Avrupalı meslektaşlarınız arasında da fark yarattınız.
Farklı ülkelerde, farklı kulüplerde çalıştım. Akla gelebilecek her türlü futbol stilini oynattım. Mesela Monaco'da fazlasıyla hücuma dayalı bir oyun oynardık, çok gol atardık ve bu karizmatik oyun tarzımızla herkesi hayran bırakırdık. Nantes veya Fulham'da ise bambaşka kadrolarla çalıştım, çok daha savunma ağırlıklı bir oyun oynamak zorundaydık.
Çalıştığınız yerlerden sıkça yollandınız. Bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
İşin fıtratında bu da var. Eleştirilmekle ilgili hiçbir sıkıntım yok.
Koçluk stilinizi nasıl tarif edersiniz?
Bir İtalyanım ve benim için öncelik sadece ortaya çıkan sonuçtur. Futbola da biraz şarap gibi bakıyorum. Her zaman her şeyi kontrol edemezsiniz. Hava koşulları sizden yana olmadığında şarap da ekşi bir tat verebilir.
En güçlü yönünüz nedir?
Sürekli kendime meydan okuyabilecek konumdayım. Tam olarak bu yüzden hâlâ Leicester'daki şampiyonluğu dönüp izlemiyorum. O geride kaldı. Bir gün emekli olursam geçmişe dönmek için epey vaktim olacak.
Mutlak ikinci imajı uzun bir süre üstünüzden gitmedi. Nasıl bu durumla barışık hâle geldiniz?
Asla şampiyon olamamış çok fazla takımla çalıştım ki bu hepsinde başından beri bildiğim bir şeydi. Ne zaman Serie A'yı ikincilikle bitirsem bu her seferinde "Sadece ikinci olabildik" şeklinde adlandırıldı. Peki Leicester'la ikinci olsaydım ne olacaktı? Bir şeyin arka planında olup biteni bilmeyenler ortaya öyle gösterişli cümleler de savurmamalı. Bu bana çok adaletsizce geliyor. Monaco'nun başındayken sezonu Paris Saint-Germain'in gerisinde ikinci tamamlamıştık. Bu ne kadar büyük bir problem olabilir ki? 2009'da ligdeki ilk iki maçında yenilen Roma'nın başına geçtim, sezon sonunda İtalya Ligi'ni son anda kaybettik, son devrede...
İkinciliği sıkça yaşamaktan gayet memnunum. Ortaya çıkan tablodan da bunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Çeviri: Göksu Bulut