
Ne Kadar İyi O Kadar Kötü
4 dk
Allen Iverson'ı tarihten silemezsiniz ama adının altına not düşebilirsiniz. Kent Babb de ‘Not a Game’ adlı kitabında tam olarak bunu denedi.
"Büyük bir hayranı olabilirsiniz. Ancak bu kitabı okuduktan sonra olmamayı dileyeceksiniz."
Drew Magary, Kent Babb'in Allen Iverson'ın hayat hikâyesinden saklı parçalara yer verdiği Not A Game kitabı ile ilgili deadspin.com'daki değerlendirmesinde bu ifadeyi kullanıyor. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; hiç de haksız sayılmaz.
Magary'nin yazısında belirttiği gibi; Iverson antrenmanlardan nefret ederdi, koçlarıyla sorunlar yaşardı, garip kıyafetler giyerdi, kollarını kaplayan dövmelere sahipti ve bir maçta 35 şut kullanmakla ilgili herhangi bir problemi yoktu. Bunları beğenmiyorsanız, bu sizin probleminizdi. O, kendisinden hoşlanmayan aptalları mutlu edebilmek için elbette ki kendinden taviz vermeyecekti.
Dışarıdan bakıldığında -sevin ya da sevmeyin- bunun en azından onurlu bir davranış biçimi olduğunu kabul etmek durumundasınız. O, bir zamanlar devler arenasında kalbi ve ruhuyla herkese meydan okuyan küçük bir adamdı. Asla geri adım atmıyordu, hiçbir düellodan kaçmıyordu, kendinden 30 santimetre uzun rakiplerin arasına dalarken en ufak bir korku duymuyordu, kimseden sözünü sakınmıyordu. Kavga mı? Oradaydı. Meydan okuma mı? Hemen karşınıza dikilirdi. Gerçek bir rol modeli, olması gerektiği gibi.
Onunki tam olarak; zor bir çocukluk, üstüne daha zor bir ilk gençlik geçirmiş Amerikalı siyahi bir adamın kendini basketbol sayesinde kurtarış hikâyesi ve birçokları için örnek olabilecek bu hikâyeyi, sırf bazı noktaları hoşunuza gitmiyor diye öyle kolay mahvedemezsiniz. Ya da mahvedemezdiniz. Eğer Iverson da size bu konuda koz vermek için ısrarcı olmasaydı...
Kent Babb'in kitabı, aslında -en hafif ifadeyle- 'berbat' bir adamın özgeçmişi gibi. Iverson, parke üzerinde ne kadar dokunulmaz bir modern çağ peygamberi gibi gözükse de sahadan çıktığı andan itibaren adeta kendi kuyruğunu ısıran yılan Ouroboros'a dönüşüyor. Tek fark; Ouroboros sonsuz döngüyü ve dengeyi simgeliyordu, Iverson ise tüm bu süre boyunca kendi mitini yiyip bitirmekle meşguldü.
Babb'e göre o, uçlarda yaşayan bir adam. İçinde hem mutlak iyiyi hem de mutlak kötüyü taşıyabilen nadir insanlardan biri. Tam da bu yüzden, Iverson ile ilgili duyduğunuz herhangi bir şeye şaşırmak sizin sorununuz. Her şey yalan veya yanlış olabilir ama hiçbiri imkânsız değil. İnanmamak bir tercih ama "Doğrudur" diyebilecek kadar şaşkınlıktan arınmış olmanız gerekiyor. Yarın, NBA'e geri döndüğüne dair bir haber alabilirsiniz. Mümkündür. Yine yarın, ayakta duramayacak kadar sarhoş hâlde gittiği gece kulübünde olay çıkarıp gözaltına alındığını okuyabilirsiniz. Neden olmasın? Babb'in kitabındaki iddialar ise daha acımasız:
-Eşi Tawanna'ya "Seni öldürmesi için birine 5 bin dolar vereceğim" dedi.
-Yine Tawanna'yı, sözlü ve fiziksel olarak sürekli taciz etti.
-Eve sarhoş geldiği bir gece, çocuklarının önünde salonun ortasına işedi.
-Çocuklarını otel odasında bir gece boyunca yalnız bıraktı ve içmeye gitti.
-'Practice' sözcüğüyle tarihe geçen meşhur basın toplantısı sırasında ayık değildi.
-Profesyonellikle uzaktan yakından ilgisi yoktu; maça çıkmadan hemen önce üst üste dört sosisli yemişliği vardı.
Evet, anlatılanlar bir gurur tablosundan hayli uzak. Iverson da şu ana kadar tüm bu iddialar ile ilgili net bir açıklama yapmayı tercih etmedi.
Zaman kimi haklı çıkaracak bilinmez ama hem Iverson hem Babb, bütün bu hikâyenin sonunda, insanların zihinlerinde başladıkları yerde olmayacaklar. O kesin.
Biri, meslek etiğini ayaklar altına almış bir gazeteci olarak damgalanma, diğeri ise sahada yarattığı miti parçalarına ayırıp üstünden geçmiş, maddi manevi tüm mirasını yiyip bitirmiş bir adama dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya.
Tamam, Iverson meydan okumalardan hoşlanıyor olabilir ama işi bu kez daha zor, zira karşısındaki rakip öncekiler gibi değil; kendi geçmişi.