Neden Olmasın?

18 dk

Eda Erdem Dündar, jenerasyon geçişini başarıyla yapan milli takımın lideri olarak harika bir yazı geride bıraktı. Kaptanla son dört ayın hatıralarını konuştuk.

Kalamış'ta güzel bir akşam. Eda Erdem, iki sene önce olduğu yerde, tam karşımızda. Kaptan, o tarihlerde 2019 Avrupa Şampiyonası'ndan ona kalanları anlatmıştı. Aradan geçen vakitte o da Türk voleybolu da durmadı, yeni başarılar kazanmaya, istikrarlı olmaya, milyonların yüzünü güldürmeye devam etti. Şimdi, bir başka seyahatnameyi açacağız. Bu sefer ilk durak İtalya. Sonra Tokyo. Arkasından yine Avrupa...

Rimini kampında başladınız yolculuğa. Neler kazandınız orada?

Çok iyi bir yerde bırakmıştık milli takımı. "Hemen Tokyo gelse de oynasak" gibi bir durumdaydık ama araya pandemi girdi. Döndüğümüzde herkes birbirini o kadar özlemişti ki… Bu sistemi, bu tempoda oynamayı özlemişiz. Zaten milli takım sözkonusu olunca çok güzel destek görüyoruz. O yüzden kampın ilk günleri keyifliydi. Tabii sonra turnuvanın yorgunluğu çıkmaya başladı ama kimse şikâyet etmiyordu.

Kaptan, modern zamanlarda takım olmanın ne kadar zor olduğundan söz ediyor herkes. Akıllı telefonlar, dikkat dağıtıcı yenilikler. Ama herhalde o fanus sisteminin iyi yönde bir etkisi oldu ekibe.

Bence de. Arkadaşının ne sevdiğini unutuyorsun vakit geçirmediğinde. Sistemi hatırlamak, yan yana oynamak, birbirini hissetmek adına o sistem yararlıydı bizim için.

Olimpiyat nasıl bir deneyimdi? 2012 Londra'yı tecrübe eden iki oyuncu vardı 2020 Tokyo kadrosunda: Naz Aydemir Akyol ve sen.

Londra'ya göre Tokyo çok donuktu. Şehre geldik, hiçbir belirti yoktu olimpiyata dair. Zaten halk, olimpiyatın karşısındaydı; ekonomik yükten ötürü. Londra'yı hatırlıyorum, her yerde afişler, coşku, karnaval havası. Tokyo tam tersi. Zaten kurallar, çalışanlar çok katıydı. Ama tabii harika anlar da vardı. Mesela olimpiyat köyünde Mete Gazoz'un altın aldığı gün yapılan karşılama... Ama genel atmosfer, seyircinin yokluğu, boş tribünler şanssızlığımız oldu.

İlginç anlardan biri de Novak Djokovic'in voleybol milli takımımızla geçirdiği zamandı herhalde…

Djokovic'le Fenerbahçe'deki antrenörüm Zoran Terzic çok yakınlar, Terzic'in bana sözü vardı, "Seni olimpiyatta Djokovic'le tanıştıracağım" demişti. Bir saate yakın sohbet ettik Djokovic'le, bizim takımı görünce de bence yakın hissetti. Onunla konuşmak, deneyimlerini öğrenmek, 2-0 gerideyken nasıl 3-2 kazandığını anlayabilmek, fikirlerini dinleyebilmek çok özeldi.

Ne konuştunuz mesela? Detaylarını hatırlıyor musun?

"Golden Slam'e gidiyorsun, Tokyo'da ve Amerika Açık'ta kazanırsan tarihe geçeceksin Steffi Graf'tan sonra. Nasıl bir his bu?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "2016'da şu hatayı yaptım. Çok fazla finale odaklandım ve ânı kaybettim. Anda kalmaya çalışıyorum bugünlerde." Çok doğru geldi söyledikleri. Biz profesyonel spor yaparken anda kalmalıyız. Tabii ki ilerisini düşünüyoruz ama o ânı yaşamamız gerekiyor önce. "Evet, kazanırsam tarihe geçeceğim ama bunu düşünmüyorum" demişti. Bütün olasılıkları düşünmek odak noktanı kaybettiriyor sporda. Sonra hep anımsadım bu bakış açısını. Kendime sürekli "Anda kal, anda kal" dedim.

Ki onun gibi bir karakter bile Amerika Açık Finali'nde zorlandı.

Adam gerideydi ama orada bile özgüveni görebiliyorsun. Djokovic'in insanlarda bıraktığı farklı bir etki var. Sürekli geri geleceğini düşünüyorsun maçları seyrederken.

Özgüven demişken… Açılıştaki Çin maçında yüzünüzde o "Biz kazanacağız" ifadesini görmek de etkileyiciydi.

Güzel bir kırılma ânıydı. Oyuna girdik, iyi oynuyoruz. Kızlar bir noktada "Gerçekten iyiyiz, Çin'i yeniyoruz" demeye başladılar. Ben de "Harika başladık ama dikkat edelim" diyordum. İlk maç böyle gelince gerisi de pozitif oldu.

Bir başka kırılma ânı da herhalde ABD maçıydı. Olağanüstü bir mücadele, harika bir geri dönüş, sonunda ufak farkla…

Kaybettik. ABD çok güçlü bir takım. Sadece fiziksel güçten bahsetmiyorum, psikolojik olarak da öyleler. Giren çıkan oyuncu fark etmiyor, herkes aynı topu oynuyor. Kıl payı kaçırdık onları. Olimpiyat şampiyonuyla 3-2 oynayan tek takım bizdik. Kaybetmiş olsak da özgüvenle çıktık...

Güney Kore eşleşmesi hakkında neler konuşuyordunuz? Beklentiler artmıştı, herkes yarı final ihtimalini düşünüyordu.

"Sırbistan mı, Güney Kore mi gelecek?" diye beklerken Güney Kore'nin gelmesinin bizim için daha iyi olduğunu konuşuyorduk. Ama bir tedirginlik vardı. Bir kesim "Bu maçı kazandık" gözüyle baktı, bu bence bizi ters yönde etkiledi. Maça iyi başladık ama gergindik. "Tamam mı devam mı?" maçlarında olur bu. Alırsak madalyaya çok yaklaşacaktık. Biz o maçı iyi yönetemedik. Güney Kore çok daha diriydi.

"Alırsak madalyaya çok yaklaşacaktık. Biz o maçı iyi yönetemedik. Güney Kore çok daha diriydi."

"Alırsak madalyaya çok yaklaşacaktık. Biz o maçı iyi yönetemedik. Güney Kore çok daha diriydi."

Maç sonu hayal kırıklığınız da büyüktü. Gözyaşları içindeydi herkes ama sen bir kaptan olarak gelip mikrofonlara açıklama yapmak zorundaydın. Zor bir an mıydı?

Nasıl zaferlerde berabersek mağlubiyetlerde de beraberiz. O yüzden sorumluluğu her zaman kabul etmemiz gerekiyor. Ben de kaptan olarak ne hissettiysem onu söyledim.

Bunu sormamızın nedeni de şu: Çin maçından sonra yaptığın konuşma çok ünlendi. "Voleybol bizim için yalnızca bir spor değil. Bizim hayatımız. Nasıl insana yaşaması için oksijen gerekirse bize de voleybol gerekiyor" demiştin. Maç sonunda, o yorgunlukla, bir anda mı aklına geldi bu etkileyici cümleler?

Maç sonlarında tamamen içimden geldiği gibi konuşuyorum. Evet, nasıl yaşamak için oksijene ihtiyaç duyuyorsak biz de voleybol oynamaya ihtiyaç duyuyoruz. Hep söylerim, biz çok şanslıyız, en sevdiğimiz işi yapıyoruz. Soru da zaten "Bu kadar yoğun tempoda çalışmak yorucu mu? Şikâyet ediyor musunuz?" minvalindeydi. Aslında ben onun üzerine bunları söylemiştim. O soru gelmese bu cümleleri kurmazdım.

Her sporcudan "Biz birbirimizi seven bir takımız" cümlesini duyarız ama sizin sahadaki uyumunuz bunun gerçek karşılığı gibiydi. Farklı mıydı önceki takımlara göre?

Oynadığım milli takımların hiçbirinde bir sorunla karşılaşmadım. Hep iyi takım arkadaşlarıyla bir arada oldum. Herkes birbirine güzel yaklaştı bu yaz da… Uluslar Ligi, olimpiyat, Avrupa Şampiyonası… Uluslar Ligi'nde sistemimizi hatırlattık birbirimize, olimpiyat sonunda o çöküşten nasıl çıkabileceğimizi hatırlattık, Avrupa Şampiyonası'nda bu dört aylık macerayı iyi bir şekilde bitirmemiz gerektiğini hatırlattık. Her aşama başka bir dersti. Bu kadar destek görmemizin temelinde de birbirimizi sevmemiz ve saymamız yatıyor. Bu, hayatın her alanında böyle. Eğer saygı ve sevgi yoksa başarılı olamazsınız. Ve evet, duygu yoğunluğu bakımından oynadığım en iyi takımdı bu. Karakterler çok güzeldi takımdaki…

"Eğer saygı ve sevgi yoksa başarılı olamazsınız. Duygu yoğunluğu bakımından oynadığım en iyi takımdı bu."

"Eğer saygı ve sevgi yoksa başarılı olamazsınız. Duygu yoğunluğu bakımından oynadığım en iyi takımdı bu."

En iyi arkadaşları bile aynı eve koy, sıkıntılar yaşamaya başlanır bir süre sonra. Fakat siz bu süreçte hep kenetlenmeyi sürdürdünüz. Başka bir şey inşa ettiniz.

Mesela Giovanni de zorlamayı seven antrenörlerden. Bazen bir-iki kişinin üzerine gider, biz de ona inat o iki kişiye yardım etmeye çalışırız. Büyük bir dayanışma vardı. Hatta bazen şakalaşıyorduk, "Dört aydır beraberiz, nasıl kavga etmedik?" diye. İki ev arkadaşının dediğin gibi birbiriyle kavga edebileceği bir yerde onlarca insan hep beraberdik ve birbirimize hep anlayışla yaklaştık. Zaten dört seneye yakındır aynı grupla oynuyoruz. Gençlerle tecrübeliler arasında güzel bir geçiş yakaladık. Gençlerin kendi aralarında çok tatlı bir dili, iletişimi var; çok iyi niyetliler, pozitifler. O yüzden bu harmanı güzel yaptık. Bunun da meyvelerini yiyoruz

Güney Kore maçının ardından "Olimpiyatın hissettirdiklerini, yaşattıklarını ve öğrettiklerini unutturmaması adına" bir fotoğraf paylaştın. Tokyo'nun Eda Erdem'e öğrettiği en büyük şeyler neydi? Geri dönüp olimpiyatı düşünüyor musun?

Avrupa Şampiyonası'ndan önce olimpiyatı düşündüğüm anlar oluyordu. Fakat bir sonraki turnuva hızlıca geldiği için odak noktamızı değiştirmeliydik. O anda geçmişe değil, geleceğe bakmalıydık. O notu fotoğrafı gördüğüm an oraya koymak istedim. Çünkü içimde daha önce hiç karşılaşmadığım, burada da paylaşamayacağım, bir his oluşmuştu. Onu bana hatırlatması için o notu bıraktım. Bir daha bu hisle karşılaşırsam ne yapmam gerektiğini bilmek adına…

Güney Kore maçından sonra takımı yeniden ayağa kaldırmak için çok vakit yoktu zira Avrupa Şampiyonası kapıdaydı. Nasıl kısa sürede toparlandınız?

Son hedef turnuvaydı Avrupa Şampiyonası, dört aylık emeğin son halkası. En iyi noktada bitirmek için önümüze bakmamız gerekiyordu. Olimpiyatı unutmaya çalıştık. İlk birkaç gün zordu ama herkes özveriyle çalıştı. Giovanni de bizimle konuştu yeni hedef adına, hepimizi hazırladı. Bir yandan da "İyi ki Avrupa Şampiyonası vardı" diyorum çünkü öyle bir şey olmasaydı bir süre kendimize gelemeyebilirdik.

"En iyi noktada bitirmek için önümüze bakmamız gerekiyordu. Olimpiyatı unutmaya çalıştık. İlk birkaç gün zordu ama herkes özveriyle çalıştı."

"En iyi noktada bitirmek için önümüze bakmamız gerekiyordu. Olimpiyatı unutmaya çalıştık. İlk birkaç gün zordu ama herkes özveriyle çalıştı."

Yarı finale kadar yedide yedi yaptınız ki bazı maçlarda olimpiyattaki seviyenizden bile daha yukarılara çıktınız. Nasıl hissediyordunuz?

Kura çok güzeldi. Zaten maç maç bakıyorduk işe. Gruptaki son maça doğru oyun ritmimizi bulduk, her maç üzerine koyduk. Kazandıkça özgüvenimiz büyüdü.

Ki olimpiyata göre değişiklikler vardı rotasyonda. Cansu, pasör olarak tamamen başrole geçti, Tuğba Şenoğlu daha fazla süre almaya başladı. Yine de oyun aklının aynı kaldığını gördük...

Zaten oyuncuların karakterleri birbirine yakın, mesela köşe oyuncularının... Cansu bildiğimiz, alıştığımız bir pasör. Tuğba da çok çok iyi oynadı. Çok yetenekli ve hırslı bir oyuncu, takıma katkı sağladığını görünce daha fazlasını vermeye çalıştı. Voleybol sürekli değişen bir oyun. Yeni jenerasyonla birlikte sizin de o sisteme ayak uydurmanız gerekiyor. Tuğba gibi bir karakterin orada sıyrılması önemliydi. Çünkü kadro derinliği ne kadar artarsa o kadar iyi.

Şimdi yeniden tatsız bir maça gidelim.

Nereye?

"O gün de söylemiştim, bir hayalimiz vardı. İleriye yönelik dersler çıkardık oradan."

"O gün de söylemiştim, bir hayalimiz vardı. İleriye yönelik dersler çıkardık oradan."

Sırbistan maçına. Bir önceki röportajımızda, 2019 Avrupa Şampiyonası Finali'ndeki Sırbistan maçından uzun uzun söz etmiştik, orada 9-6 öne geçilen son setin hayal kırıklğını anlatmıştın.

Sebat belgeselinin galası vardı geçenlerde, orada da bu 9-6 muhabbeti oldu, yine hatırladık. Bu sefer ne oldu? 2019'a göre 2021'de daha özgüvenli, daha iyi oynayan bir takımımız vardı. Maça çıkmadan önce herkesin aklından "Evet, ev sahibi. Son iki Avrupa şampiyonasının galibi. Harika oyuncuları var" düşünceleri geçiyordu ama kazanacağımıza inanıyorduk. Ama güzel bir seyirci desteği vardı onların, Boskovic inanılmaz bir günündeydi, bir türlü durduramadık onu. İtalya'nın bize teşekkür etmesi lazım çünkü yarı finalde Boskovic o kadar yoruldu ki finalde istediği oyunu sergileyemedi…

Maç bizim için güzel başlamıştı. İlk set 35-33 bitti galiba, o kadar gergindi ki… Gitti geldi, gitti geldi, hem gergin anlar yaşıyoruz hem de keyif alıyoruz. İlk üç set itibarıyla yarı finale yakışan bir mücadele vardı sahada. İlk set Ebrar'ın sayısıyla bittiğinde "Çok şükür" dedim. Çünkü biz almaya çalışıyoruz, rakip pes etmiyor. Genel anlamda Sırbistan bizden daha güçlüydü, özellikle de dördüncü sette. O gün de söylemiştim, bir hayalimiz vardı. İleriye yönelik dersler çıkardık oradan.

Oyun karakterimizden bahsederken daha önce "Genç bir takımız, henüz sürekliliğimiz yok" demiştin. Geride kalan dört ayda takımın oyun sürekliliğinin arttığına inanıyor musun?

Evet. Bu yaz sistemi hatırladık, üzerine koyduk. O inişli çıkışlı voleyboldan biraz daha stabil bir oyuna geçtik. Bu bize ümit veriyor. Yavaş yavaş geliyoruz yani, bunu rakiplerin bakışından, sözlerinden de anlayabiliyoruz. Bir ekol olma yolunda bunlar değerli. Yabancı arkadaşlarım sürekli "Siz çok güçlü bir takımsınız" diyorlar. O kadar güzel bir duygu ki bu…

Bireysel olarak Eda Erdem nasıl bu istikrarı sağlıyor?

Hep şunu söylüyorum: İyi oynamakla istikrarlı bir sporcu olmak arasında büyük fark var. Benim en büyük hedefim istikrarlı olmak. Yediğime içtiğime dikkat ediyorum, iyi idman yapmaya çalışıyorum. Hareketlerime, tavırlarıma özen gösteriyorum. İyi bir insan olmaya, 'fair play' kuralları çerçevesinde hareket etmeye, adil bir tutum sergilemeye uğraşıyorum. Ve bütün bunların yanında asla kaybetmeyi sevmeyen bir karakterim var. Sürekli kendime yeni bir hedef koyuyorum. Bu hedefe ulaşmak için kendimi zorluyorum. Özetle, kafamı çok yoruyorum.

Bir de kariyerleri ilerledikçe sporcular vücutlarını ve oyunlarını daha iyi kullanmayı öğreniyorlar, öyle değil mi?

Aynen öyle, artık vücudunu tanıyorsun. Ben 34 yaşındayım, çok sakatlık yaşadım bugüne dek. Bel sakatlığımdan sonra profesyonel hayatı öğrenmemle birlikte kendime neyin iyi, neyin kötü geldiğini çok iyi anladım. Bilinçli olmak çok mühim. Bilinçsiz idman yaparsanız kendinizi sakatlayabilirsiniz.

Bir de psikolojik olarak hep güçlü bir karakter oldum. Küçükken çok umursamaz bir insandım, sporda biraz vurdumduymaz, umursamaz olmanın önemi var. Çok fazla geçmişe takılmamayı öğreniyorsunuz böylece, ne olduysa geride bırakıp yeni bir güne kendinizi hazırlıyorsunuz. O an bir hata yapmış olabilirim ama bir sonraki sefere başarabileceğimi, bunun içimde olduğunu biliyorum.

Siz kamp-antrenman-turnuva döngüsündeyken Türkiye'de de sürekli bir şeyler oluyordu. Orman yangınları sizi de çok sarstı. Bir yandan galibiyetlerinizi kutluyordunuz, bir yandan da aklınız buradaydı. Nasıldı o duygu karmaşası?

Çok garip bir dönemdi. 2019'da Dalaman'da çıkan yangın Göcek'e sıçramıştı. Oradaki doğal hayatın nasıl heba olduğunu, tekrar toparlanması için kaç yıl geçmesi gerektiğini, yerel halkın özverisini görmüştüm. Bu sene çıkan yangınlar da çok etkiledi beni ve takım arkadaşlarımı. Aklımız sürekli Türkiye'deydi. İnsan kahroluyor. Bir an önce "Yangın söndü. Hayat normale döndü" haberlerini duymak istiyoruz ama olmuyor. Bir yandan da insanlara o galibiyetleri ithaf edip bir nebze mutlu olmalarını istedik. Lakin zordu. O yüzden maça daha fazla konsantre olmaya çalışıyorduk, "İnsanlar bu zor günlerde bize tutunuyorlar, maçlarımızla mutlu oluyorlar. İyi oynamalıyız" diye düşünüyorduk.

İnsanların tek mutluluk kaynağı olmak da farklı bir histi herhalde.

Öyle, bir yandan da ülkece fazla sabrımız kalmamış. Trafikte görürüz bunu, kimsenin birbirine tahammülü yok. Zaten pandemi girdi araya, bütün sosyal etkinliklerden mahrum insanlar. Bunun ortasında takımımızı gördüler, kendilerine yakın hissettiler. Kendi aramızda "Galiba şu an çok güzel bir şey yapıyoruz" diyorduk. İnsanların bizde samimiyet gördüklerini düşünüyorum. Sevgimizi, saygımızı, uyumumuzu, mücadelemizi gördüler.

"İnsanların bizde samimiyet gördüklerini düşünüyorum. Sevgimizi, saygımızı, uyumumuzu, mücadelemizi gördüler."

"İnsanların bizde samimiyet gördüklerini düşünüyorum. Sevgimizi, saygımızı, uyumumuzu, mücadelemizi gördüler."

2019'da konuştuğumuzda "Ben bir daha göremeyebilirim oraları" demiştin. Fakat bu sene de zirveye çok yakındınız. 2023 Avrupa Şampiyonası'nda da Türkiye yine iddialı olacak, büyük ihtimalle de Eda Erdem kaptanlığında… Yanılıyor muyuz?

Artık biz buraların tadını aldık. Bu seviyeyi sürdürmek için azimle çalışıyor herkes. 2019'da o demecimi hatırlıyorum, sonra kendime de hatırlattım, "2021'de de yaklaştın bak" diyerek. 2023 neden olmasın? Ben voleybolu, ülkeme hizmet etmeyi çok seviyorum; vücudum elverdiği ölçüde devam etmek isterim. Ama "Bir daha oraları göremeyebilirim" demeyeceğim...

Bizim için de iki senede bir geleneğe dönüştü bu röportajlar. Belki 2023'te Türkiye'nin Avrupa şampiyonluğunu sorarız sana burada oturup…

Ne güzel olur. İnşallah, inşallah… Çok istiyorum.

Sosyal medyada ünlü olan, spiker Barbaros Çıdal'ın paylaştığı videoyu gördün mü? İlk milli maçlarından biri, 18 yaşındasın, oyuna giriyorsun. Nasıl hissettin o anları seyrederken?

Dünya şampiyonası elemesi, hatırlıyorum. Pozisyon da aklımda. Blok yapmam için oyuna alınmıştım ve bunu başarmıştım. (Gülüyor.) Görünce o günlere geri gittim. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş. Tam 16 sene… "Nereden nereye?" dedim. Voleybola başladığımda bu başarıları kazanabileceğim aklımın ucundan geçmiyordu. Şimdi burada konuşuyoruz; olimpiyat beşinciliği, Avrupa üçüncülüğü, daha önce final, bireysel ödüller…

Avrupa şampiyonalarında üst üste dört kez 'En İyi Orta Oyuncu' ödülü aldın. Beşincisi neden olmasın?

Mesela. 2023'ü konuşunca aklıma o geldi. Neden beş olmasın ki? Bu his beni diri tutuyor. Çünkü hep söylüyorum, istikrar çok önemli. Ne sporcular gördük, çok yeteneklilerdi, bir sene oynadılar, sonra durdular. Benim için sporda istikrar en önemlisi. Kendimi zorlamam adına bu ödüller de beni geliştiriyor. Voleybolla yatıp kalkıyorsun, sürekli emek veriyorsun ve bunun karşılığını bireysel olarak alabilmek müthiş bir his. O bireysel ödülün bile aslında takım arkadaşların olmadan gelmeyeceğini bilmek de... Sonuçta takım arkadaşlarım ve antrenörlerim olmasa alamazdım o ödülü.

Bugünlerde tartışılan bir konuyla bitirelim: Biz bir voleybol ülkesi miyiz?

Bu tartışma aslında bizim sporu ne kadar seven bir ülke olduğumuzu gösteriyor. Biz Dünya Kupası'nda İlhan Mansız'la beraber Senegal'e o golü atan, sabaha karşı uyanıp Mehmet Okur'la üçlüğü potaya gönderen, Naim Süleymanoğlu ile halter kaldıran, Mete Gazoz oku hedefe göndereceği sırada hep beraber nefesini tutan bir ülkeyiz. Bu yaz da voleybolla yatıp kalkan, hep birlikte blokta yükselen bir voleybol ülkesi olduk. Spor bizi birleştiren ve güçlendiren bir kavram. O an hangi branşta takımımız ya da sporcularımız mücadele ediyorsa bu duyguları yaşıyoruz. Biz bir spor ülkesiyiz ve böyle çok güzeliz.

Socrates Dergi