
Neredeyse Ünlü
11 dk
Yağmurlu havası, 1990'lara damga vuran müziği, ikonik sanatçıları ile Seattle, ABD coğrafyasında hep farklı bir yerde durdu. Yaşamda, sanatta ve sporda…
1
Hayatımda hiç Seattle'a gitmedim ama aslında defalarca ayak bastım. Nasıl mı? Bazen bir film, bazen bir maç, bazen bir şarkıyla… Zaten akıllarda, rüyalarda yer edinen kentlerin gizemi bu değil midir? Bir parçanızın orada yaşadığına inanırsınız. Orhan Pamuk'un hep bahsettiği 'merkezden uzak olma' duygusundan gelir belki de bu durum. Günlerinizi geçirdiğiniz evden, hayattan, ilişki kurduğunuz sanat eserlerinden mutluluk duyar fakat bir şekilde hep dışarıda olduğunuzu hissedersiniz. Basketbol haritasının dışındasınızdır; müzik, sinema, edebiyat uzaklardadır. Hayat başka yerlerde akıyordur.
"Bazen bir film" dediğim, esasında Singles. Cameron Crowe'un 1992 tarihli eseri, Seattle'lı bir grup bekâr insanı konu eder. Bazıları aynı binada oturan karakterlerin yaşamları; müzik, şehir ve Seattle Supersonics eşliğinde anlatılır. Nirvana dünyayı kasıp kavururken çekimlerine başlanan filmde Pearl Jam üyeleri ve Chris Cornell rol alır, yerel topluluklar çalar. Yine de Say Anything ile 1980'lere, Jerry Maguire ile 1990'lara, Almost Famous ile 2000'lere yapıtlar bırakan Crowe, o dönem beklediği başarıya ulaşamaz. Singles, sansasyon yaratmaz fakat benim gibi hayatın nerede aktığını arayan binlerce insana "Farklı bir dünya mümkün" der.
Singles'ı izlediğim yıllarda NBA TV'de denk geldiğim bir Supersonics-Suns normal sezon maçı da beni âşık etmişti. 2006'da Ray Allen'ın damga vurduğu o iki uzatmalı düelloyu kim unutabilir ki? Ya da Nate McMillan koçluğundaki takımın 2004-2005'teki performansını? 1990'lar ortası Sonics'in kitleler için daha özel anlamlar ifade ettiğini biliyorum lakin benim için Seattle'ın, Liverpool kadar olmasa da hayatıma etki yaptığı dönemlerde bunlar vardı. O sıralar batug.com'daki Alp Akbulut yazılarını kaçırmamaya, lisede Akmar'dan aldığım Nirvana üstünü her gün giymeye gayret ediyordum. Singles, Sonics, Nirvana, Gezi Parkı eylemleri sırasında dikkatimi çeken 1999 Seattle Protestoları… Hepsi bana bir şeyler anlatıyordu.
2
Seattle'ın spor tarihi elbette eskilere dayanıyor. Washington Üniversitesi'nden çıkan ve 1936 Berlin'de Nazi Almanyasını mağlup eden kürek takımı, en gurur duydukları öykülerden biri. 1917'de Stanley Kupası'nı kazanan ilk ABD takımı olan Seattle Metropolitans da… Şehir; yağmuru, gri havası, doğası itibarıyla ülke coğrafyasında hep farklı bir yerde durdu. Sadece ticari değil, sportif anlamda da kaderi 1962 Dünya Ticaret Fuarı'yla değişecekti. Fuar vesilesiyle inşa edilen Coliseum, 1967'de kurulan Seattle Supersonics'e ev sahipliği yaptı. Sonics, ünlü gazeteci Frank Deford'un tabiriyle, NBA'in attığı büyük çalımlardan biriydi. NBA, NFL ve MLB'den önce yeni bir pazara gitmişti. Dolayısıyla basketbol, şehir için hep farklı bir yerde durdu. Seattle Seahawks'un 2013'teki Super Bowl şampiyonluğu bu algıyı değiştirmiş gibi görünüyor ama 2010'a kadar şehri tanımlayan spor, NBA'di. Belki de hâlâ öyle.
Sonics'ten hemen sonra Seattle Pilots geldi ama beyzboldaki tecrübeleri tarihe geçecek cinsten kötüydü. Takım bir sezon sonra Milwaukee'ye taşındı. Seattle, kısa süre sonra yeni bir beyzbol takımına, Mariners'a kavuştu. Seahawks'un gelişi ise 1970'leri bulacaktı. Dolayısıyla basketbol, Seattle halkının en büyük aşkıydı.
ABA'den transfer edilen Spencer Haywood, onları manşetlere taşımıştı. Oyuncu-koç Lenny Wilkens, takıma yetmişlerin başında düzen getirmişti. Ondan sonra direksiyona geçen koç Bill Russell ise 1975'te kulübe ilk play-off deneyimini tattırmıştı. 1977-78 sezonunda geri dönen Wilkens, 5-17'lik başlangıç sonrası kovulan Bob Hopkins'in yerine saha kenarına inmişti. Wilkens'le ilk 12 maçının 11'ini kazanan, sezonu 47-35 ile bitiren SuperSonics, 1978 NBA Finalleri'nde Washington Bullets'a kaybetti. Tekrar finallere gelmek için ise sadece bir sezon bekleyeceklerdi. Üstelik bu sefer şampiyon oldular. Wilkens efsaneleşmişti; MVP Dennis Johnson, ekürisi Gus Williams, yumuşak elli uzun Jack Sikma, şutör Freddie Brown gibi isimlerle birlikte… Seattle, kaotik ve renkli 1970'ler NBA'ini tanımlayan takımlardan biriydi.
New York'ta fakir bir anneyle büyüyen Wilkens, kuzeyin simgesi haline gelmişti. Dönemin gazetecileri, Sonics kadrosunun şehrin her noktasında halkla iç içe olduğunu ve şöhretlerinde bu tavrın rol oynadığını ifade ediyordu. Tıpkı doksanlardaki ikonik Sonics kadrosu gibi. 1989'da Shawn Kemp'i, 1990'da Gary Payton'ı seçen kulüp, George Karl yönetiminde 1993'ten 1998'e savunma şahsiyetli, hızlı hücum kovalayan, heyecan verici bir ekip olmuştu. 1996 NBA Finali'ne yürüyen, Chicago Bulls'tan iki maç çalan Sonics, belki yüzüğü alamamıştı ama şehrin kalbini kazanmıştı. Seattle sokaklarında basketbol oynayarak büyüyen Anthony Washington, bir yazısında bu yöne vurgu yapıyor; o Sonics kadrosunun sokaklara indiğini, çocuklara basketbolu öğretmeye çalıştığını söylüyordu. Bu sayede belki de binlerce gencin kötü alışkanlıklardan uzak durmasını sağlamışlardı.

Gary Payton ile Shawn Kemp
Cameron Crowe veya Nora Ephron gibi yönetmenler orada film çekmeden önce Seattle aslında yağmurları, seri katilleri, depresif kışlarıyla biliniyordu. Microsoft merkezli teknolojik atılım, 80'lerden itibaren şehrin değişmesine, gökdelenlerle çevrilmesine vesile olmuştu ama kültürel değişimin başrolünü Grunge ve Sonics aldı. Nirvana, Pearl Jam, Soundgarden, Alice in Chains gibi gruplarla birlikte yükselen Grunge akımı, 'Seattle Sahnesi' tabirini dünyaya armağan etmişti. Sub Pop şirketinin pazarlama politikalarıyla birlikte Seattle'daki konserlere Fransız yazarlar, İngiliz dergiler davet edilmişti. Dünya çapında milyonlarca gencin gelip gitar çalmak, yağmurlarında ıslanmak istediği bir yerdi artık orası. Aynı dönemde uluslararası yayınları, NBA Action gibi programları, oyunları takip edenler ise yeşil formalı bir takıma bağlanmıştı. Seattle, müzik ve basketbolla özdeşleşmişti. Grunge akımının mimarlarından Jack Endino, Hype! belgeselinde o dönemki havayı, "Burası sürekli yağmurun yağdığı bir yer. O yüzden hiç dışarı çıkamıyorsun ve hıncını bodrumundaki müzik aletlerinden çıkarıyorsun" diye tarif ediyordu. Jamal Crawford da Sonicsgate belgeselinde "Neden Seattle'dan bu kadar çok basketbolcu çıktı?" sorusuna benzer bir cevap veriyordu: "Yağmur nedeniyle yapacak fazla bir şey yok. Salona kapanıp top oynuyorsunuz."
3
Seattle Sports: Play, Identity, Pursuit in the Emerald City başlıklı derlemenin önsözünde Terry Anne Scott, Pasifik Kuzeybatı'nın kalbini anlatırken ilerlemeci politikaların altını çiziyor. Seattle, ABD coğrafyasında hep daha sol bir pencereyle birlikte anıldı. Göçmenlerden eşcinsellere dezavantajlı grupların spordaki varlığı, bölgeyi tanımlıyordu. Derlemenin en önemli makalelerinden biri Seattle'da meşhur olan ultimate sporu hakkında. Frizbi ile oynanan Amerikan futbolu olarak özetleyebileceğimiz ultimate, Seattle kamuoyunun spora bakışına da son derece uygun. Bir ultimate oyuncusu da olan Elliot Trotter şöyle diyor: "Seattle'ın farkı ne? Nasıl yağmurlu, alternatif bir kent bu sporun Mekke'si haline geldi ve dünyayı etkiledi? Çünkü ultimate'ın 1960'larda elde ettiği 'antispor' ünü, ilerlemeci tavrı ve eleştirel bakışıyla bilinen Seattle'a uydu." Ultimate sporcusu Miranda Roth da ona katılıyor: "Bu spor, Seattle'ın ruhuna uygun. Sakin ama rekabetçi, organize olmak gerekiyor ama bir yandan da eğlenceli." Onlara göre Seattle halkının "Toplumdan aldığını topluma ver" felsefesi, ultimate'a da yansıyor. Oyuncular yalnızca kendi gelişimlerini önemsemiyor, arkadan gelenlerin de bu sporu öğrenmesi ve sevmesi için çaba gösteriyor. Seattle ruhu, bunu gerektiriyor.
Seattle'a sinen topluluk ruhu, Cameron Crowe'un da etkilenme sebeplerinden biri. Eskiden müzik yazarlığı yapan Crowe, Grunge'ın büyüsünü erkenden kavramıştı. Crowe, Cornell'in ev arkadaşı, Mother Love Bone solisti Andy Wood'un öldüğü gün Seattle'da gördüklerini hiç unutamadığını söylüyor. O gece, Wood'un arkadaşları, MLB yöneticisi Kelly Curtis'in evinde bir araya gelmişlerdi. Matem havasının ortasında, şehirdeki birlikteliği gören Crowe, "O odadaki hissi yakalayan bir film yapmak istedim" diyor. "Andy'nin hikâyesini değil, o odada bir araya gelen, içgüdüsel olarak yan yana durmayı seçen insanları anlatmak istedim. Şunu düşünüyordum. Bu insanlar bekâr olsalar bile gerçekten yalnızlar mı?" Supersonics'in Clay Bennett ve David Stern'ün hamleleri sonucu Oklahoma'ya kaçırılmasını anlatan Sonicsgate belgeselinde Gary Payton da 1990'lardaki yolculuklarını anlatırken aynı noktaya parmak basıyor: "Hepimiz, birlikte başardık. Sadece basketbol takımı olarak değil, hep beraber bunu yaptık."
4
Singles, evet bir aşk filmiydi. Ya da Grunge. Ama aynı zamanda Supersonics demekti. Steve'in evindeki posterleri, seks sırasında erken boşalmamak için aklına getirdiği Xavier McDaniel alıntılarını veya filmin kırılma ânındaki NBA tartışmasını gördüyseniz ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Aslında Singles, biraz da yerelliğe övgü. Karakterlerin bir kısmı kamu kurumlarına bağlı işlerde çalışıyor. İlişkilerine Seattle trafiğine çözüm olacak 'Süper tren' projesi, Alaska'da yapılan keşif gezisi gibi konular eşlik ediyor. Kulüplerden ofislere, kahvecilerden restoranlara uzanan hayatlarında andıkları meselelerin çoğu aslında lokal. Ama o yerellik, evrensel dokunuşlar barındırıyor.
Bugünlerde Seattle'ın yeniden NBA'e döneceği, 32 takıma genişleyecek ligin Las Vegas'ın yanında Supersonics'e de ev sahipliği yapacağı konuşuluyor. Adam Silver'ın NBA başkanı olarak mirasını başka bir boyuta taşıyabilecek bu meselenin kitleleri heyecanlandırdığı açık. Elbette yerel halk için başka anlamları da var. Geçenlerde bir podcast'e konuk olan Pearl Jam'in bas gitaristi Jeff Ament da heyecanlananlar arasında. Ament, 1990'lardan söz açılınca, grubu kadar Sonics'i de anımsıyor: "On yıl boyunca, Key Arena'ya yürüme mesafesinde olan bir sokakta oturdum. Sportif anlamda hayatımın en güzel on yılıydı. En güzeli de yürüyerek o salona gitmek, kendi takımımı ve Jordan gibi rakipleri seyretmek, sonra arabaya binmeden, yürüyerek evime dönmekti."
Seattle, hepimize bunun gibi veya benzer rüyalar sunmuştu. Sadece Key Arena değil, metroyla gidilen bir Alice in Chains konseri, tribünden izlenen Ichiro Suzuki başrollü bir Seattle Mariners maçı, Singles filmi, simsiyah bir Nirvana poları, oduncu gömleği...
Pasifik Kuzeybatı, herkesten önce yerel kalmanın önemini kavramış, bu sayede global olmuştu. Bilhassa da oraya hiç ayak basmadan kendisini 'Seattle Sahnesi'nin parçası hisseden benim gibiler için. Neticede insanın büyürken doğduğu yerden, ailesinden, akrabalarından, evinden ötesini görmeye, tanımaya ihtiyacı var. Pek çok sanatçı, eser, sporcu gibi Seattle da bana o duyguyu verdi. Bir kez bile oraya uçmadım ama hayallerimde o yağmurlarda defalarca ıslandım. Andy Wood'un öldüğü gece, binlerce insanla birlikte, ben de oradaydım.