
Neşeli
18 dk
Atakaş Hatayspor'un en çok konuşulan oyuncusu Mame Diouf değil. Ama onun da anlatacağı özel şeyler var.
Molde, Manchester United, Hannover, Stoke City... Hatayspor denince akla gelen ilk kişinin bu kariyere sahip Mame Diouf olmasını bekleyebilirsiniz. Ama Diouf bu sezon o rolü üstlenmiyor. Aaron Boupendza, şapkadan çıkardığı tavşanlarla birlikte filmin yeni başrolü. Yine de Diouf için bu bir sorun değil. Çünkü Senegalli, Boupendza'nın geçtiği yollardan daha önce geçti ve artık oyunu tek boyutlu görmüyor. 33 yaşındaki golcü; bu değişimin nereden geldiğini, Sir Alex Ferguson ile ilişkisini ve Stoke deplasmanlarında yaşadıklarını anlattı. Ve hemen her cevabının başına neşeli kahkahasını eklemeyi ihmal etmedi. Bize de o cümlelerin sonuna (Gülüyor.) ibaresini eklemek düştü…
İlk sorum biraz canınızı sıkabilir. 2002 Dünya Kupası, Senegal-Türkiye. 15 yaşındaki Mame Diouf maçı izlemiş miydi?
Evet, izlemiştim… Yenmiştiniz bizi! (Gülüyor.) Golü atan oyuncunuzu beğenmiştim hatta.
İlhan Mansız?
Evet, sanırım o. Saçları güzeldi...
Peki daha da genç Diouf'a kulak verelim şimdi. Futbola başlama hikâyeniz nasıl?
Ayakkabı yok, top yok, saha zaten yok. Sadece topa benzer şeyler var. Elimize geçen her şeyi top yapıp onları tekmeleyerek oynamaya çalıştık. Senegal'den iyi forvetler çıkmasının temel sebebi de bu bence. Top ve ayakkabı olmadan oynadıktan sonra onlara sahip olmak, oyununuzun çok daha fazla gelişmesini sağlıyor.
2007'de Molde'ye transfer süreci nasıl başlıyor? O sıralarda Senegalli Pape Diouf ve Madiou Konate de Molde'deydi, onların transferde etkisi oldu mu?
Aslında oraya gelecektim. Senegal'den 180 derece farklı bir iklim, farklı bir kültür. Norveç'teki ilk günleriniz nasıldı?
Of… Çok zordu. Afrika gibi sıcak iklimden çıkıp Norveç'in iklimine alışmak imkânsızdı. Hayatımda hiç kar görmemişim ve bir anda karın merkezine gidiyorum. Uyanmak bile zordu. Kimseyi tanımıyorsun, kimseyle konuşamıyorsun, dil bilmiyorsun ve 19 yaşındasın. Çok korkunçtu ama futbola odaklanmaya çalıştım çünkü beni sadece futbol için kadrolarına kattıklarını biliyordum. "Eğer iyi oynarsam, her sorun çözülür" diyordum.
İyi oynadığınız o maçların belki de zirvesi: Otuz dakika geçmeden dört gol attığınız Brann maçı…
Brann! Norveç'teki en sevdiğim takımdır çünkü kariyerimde en çok onlara gol attım (Gülüyor.) Her şey çok hızlı gelişmişti, neler olduğunu ben bile anlamadan hat-trick yapmıştım. İlk golü attım ve sonrası tamamen çözüldü. İlk ya da ikinci golden sonra aslında yavaşlayabilirdim ama ben rekabetçi bir adamım. Kaybetmeyi sevmiyorum ve hayatta her zaman işimi garantiye alırım. Ama o gün gerçekten ilginç bir gündü, kabul ediyorum. Maçta hatırladığım bir an var. Dördüncü golden sonra skorboarda baktığımda herhalde maçın sonlarına geliyoruz diye düşünmüştüm. Ama daha otuz dakika geçtiğini gördüğümde inanamamıştım.
Bu performanslardan sonra o dönem Molde'nin kapısını Arsenal başta olmak üzere birçok kulübün çaldığı söylenmişti. Diğer tekliflerden farklı olarak Manchester United'ı seçmenizin nedeni neydi?
Aslında ortada bir seçim yoktu. Zaten Manchester'a gitmemem gerekiyordu, ortada hiç öyle bir plan yoktu. Danimarka'daki bir kulüple anlaşma aşamasındaydık ve ben de işleri menajerime devredip tatile çıkmıştım. Tatildeyken beni aradı ve "Konuşmamız gerekli" dedi. Ben de telefonla sakin bir yere geçtim ve onu dinlemeye başladım. Ama o tarz bir konuşmadan bahsetmiyordu, yanıma gelmek istediğini ve yüz yüze görüşmemiz gerektiğinden bahsetmişti. İşte o zaman işlerin gerçekten ciddi olduğunu anlamıştım. Geldi, United'ın teklifinden bahsetti ve bahsetmesiyle fikrim netleşti. Nerede olursanız olun, nereye gidecekseniz gidin… Eğer kapınızı Manchester United çalıyorsa, o kapıyı açarsınız. Ben de o kapıyı açtım ve hiç pişman değilim.
United'daki ilk senenizde çok forma giyemiyorsunuz zira müthiş bir rekabetin ortasına düşüyorsunuz. 21 yaşında böyle bir ortamda olmak nasıl bir duyguydu?
Çılgıncaydı. Bir pazar günü televizyonda izlediğim adamlarla aynı soyunma odasını paylaşıyordum. Soyunma odasına ilk girdiğim ânı hatırlıyorum, erken gitmiştim ve gelenleri bekliyordum. Oda yavaş yavaş dolunca hissiyatım çok netti: "Vay be, ben nereye geldim?" İyi ki de gitmişim, iyi ki de o odalarda bulunmuşum çünkü futbola dair hemen her şeyi orada öğrendim. Futbolun ve bir takımın parçası olmanın ne demek olduğunu, bir organizasyon içinde nasıl hareket etmem gerektiğini… Hemen her şeyi orada öğrendim.
Rooney, Berbatov, Owen… En çok hangisinden öğrendiniz?
Eğer masada güzel bir doğum günü pastası varsa o pastanın sadece bir dilimini almazsınız. Ben de öyle yaptım, her dilimden alabildiğim kadar şey almaya çalıştım. Her forveti dinledim, hepsinin yaptıklarına konsantre oldum. Gençlerin yaptığı hatalardan biri takımda yalnızca tek tük oyunculardan bir şeyler öğrenmek oluyor. Ama United gibi bir takıma gittiğinizde yapacağınız iki şey var: Öğrenmek ve gözlem yapmak. Ben de dinlemekten, gözlemlemekten, soru sormaktan hiçbir zaman sıkılmadım.

"United gibi bir takıma gittiğinizde yapacağınız iki şey var: Öğrenmek ve gözlem yapmak."
Sir Alex Ferguson da otobiyografisinde sıkça dinlemenin önemine yer verir. Hatta yalnızca oyuncuların değil, tesislerde çalışan aşçıya kadar herkesin hayatıyla ilgili olduğu, onların dertlerini dinlediği söylenir. Doğrular mısınız bu bilgiyi?
Elbette. Onun hakkında çok fazla konuşmayacağım çünkü tek kelime ile bile anlatabilirim: Efsane. Bence onu bu kadar iyi yapan esas şey kafanın içindekileri okuması. Senin içini bir ayna gibi görebilirdi. Kafanın bir şeylere takıldığını, saha içinde dalıp gittiğini veya iyi motive olduğunu çok iyi sezerdi. Sadece saha içi özelinde söylemiyorum bunu. Neden oynamadığımı düşündüğüm an yanıma gelir ve neden beni oynatmadığını açıklardı. Sanki zihnimi okuyordu.
Gariptir, Manchester United'da çalıştığınız tek teknik direktör o değil. U23 takımında bugün A takımı çalıştıran Ole Gunnar Solskjaer'le de çalışmıştınız. Norveçli taktiksel donanım olarak o günlerde de ışık saçıyor muydu?
Kesinlikle. Ferguson gibi bir efsanenin yanında çalışırken bir şeyler kapmamanız imkânsız. O zamanlar hızlı ve çabuk bir oyun anlayışı vardı kafasında, Ferguson gibi. Kaleye en hızlı şekilde gitmenin yollarını arıyorduk. Bize her zaman en iyi savunmanın hücum etmek olduğunu söylerdi. Tabii aynı zamanda en iyi hücum da en iyi savunmadan geçer. Kötü bir savunmanız olduğunda o kadar rahat şekilde hücum edemezsiniz. O her zaman bu dengeyi sağlamaya çalıştı. Şu anda da işler onun için gayet iyi gidiyor, sadece biraz daha zamana ihtiyacı var. Manchester'a geldiğimde şehre ve kulübe adapte olmamda bana en çok yardım eden insanların başında gelir aynı zamanda.
Manchester'dan bir sonraki sene Blackburn'de de yine yoğun bir forvet havuzunun içinde buluyorsunuz kendinizi. El-Hadji Diouf, Benjani, Roque Santa Cruz, Nikola Kalinic, Jason Roberts… Fakat bu isimlere rağmen en çok forma giyen oyuncu da sizsiniz. Premier Lig'deki ilk tam sezonunuz nasıldı?
Aslında United beni göndermeyip yedekte tutmak istiyordu ama ben çok gençtim ve o kafa yapısıyla oynamak istiyordum. Blackburn'den de teklif gelince hiç düşünmeden kabul ettim. United'a benzer bir rotasyon ve çok değerli oyuncular vardı ama az önce dediğim gibi sadece onları dinledim. Dinledim çünkü onlar benim daha iyi olmam için benimle konuşuyorlardı. Eğer iyiliğimi istemeseler, neden bana bir şeyler söylemek için zahmette bulunsunlar ki?
O Blackburn takımında günümüzün popüler menajerlerinden biriyle çalışmıştınız: Sam Allardyce.
Big Sam! Aklı olan kimse onunla ters düşmez (Gülüyor.) Sam Allardyce, kariyerimde çalışmaktan en çok keyif aldığım hocalardandır. Zaten dikkat edin, kariyeri boyunca hak ettiği değeri görmemiş forvetlerle çok iyi anlaşır, onları yükseltir. Forvetlerinin üzerinden baskıyı alır ve onlara özgürlük tanır. Bana da tanımıştı, maç önlerinde yanıma gelir ve "Sahaya çık ve eğlen. Eğer eğlenmezsen bu oyunu oynamanın hiçbir anlamı yok. Stadyuma gelen herkes eğlenmek istiyor ve onları eğlendirmek istiyorsan önce kendin eğlenmelisin" derdi.
Blackburn sonrası Premier Lig'e kısa bir veda ve Hannover macerası ile Bundesliga'da hızlı bir başlangıç. Almanya ve İngiltere'deki en temel farkı sorsam, aklınıza ilk hangi cevap gelir?
Sanırım faullerin zor çalınmasını söyleyebilirim. Almanya'da alabileceğiniz bir faulü İngiltere'de almanız çok zor. Premier Lig'de her zaman hakemler oyunun devamını istiyor ama Almanya'da hakemler genellikle oyuncuları koruyor, özellikle de kalecileri.
Hannover'den eski takım arkadaşınız Lars Stindl son yıllarda Gladbach ile çılgınca şeyler yapıyor. Şampiyonlar Ligi'nde Manchester City karşısında yine kaptandı hatta. Bu yükselişi bekliyor muydunuz ondan?
Tabii ki. Şimdi bile onunla bunu konuşuyorum ve geçmişte ona söylediğim şeyleri hatırlatıyorum. Oldum olası gol atmaktan önce asist yapmayı isterdi. Ne zaman asist yapsa soyunma odasında daha neşeli olurdu. Otomatiğe bağlamış bir zihni vardı, şimdi bunu daha büyük sahnede gösteriyor. Onu kaptan olarak izlemek, City'ye karşı en üst seviyede rekabet ederken görmek gurur verici. Lars, kesinlikle hak ettiği yerde.
City demişken, onlara da attığınız inanılmaz bir solo gol var…
O gol de hakikaten güzeldi. Premier Lig'e uzun süre sonra geri dönmüştüm ve o gol benim için bir mesaj golüydü. Şampiyona karşı atmak ve bu sayede Manchester City'ye karşı Stoke tarihindeki ilk deplasman zaferini getirmek inanılmaz bir duyguydu.
Güzel gollerden devam edelim o zaman. Dakika 90, Schalke 5-3 önde ve Mame Diouf kaleye hayli uzak bir mesafeden bir anda röveşataya kalkıyor. O anda nasıl karar verdiniz o topa vurmaya?
İçgüdüsel bir goldü o. Belli anlarda oyun o kadar hızlı akar ki düşünmeye vaktiniz olmaz. Hatta o anlarda düşünürseniz yanlış yaparsınız. Bu yüzden içgüdünüzü devreye sokmanız gerekir. Hani hep derler ya, 'Golcü içgüdüsü, yıldız içgüdüsü' diye. Bence o içgüdü tam olarak budur. Kaleci ile karşı karşıya kaldığınızda iki değil, bir kere bile düşünmemeniz gerekir bazen. Topu havada gördüğüm ilk an o röveşataya kalkmam gerektiğini hissettim. Eğer ikinci kez düşünsem, muhtemelen topun yere inmesini bekleyecek ve kötü bir kontrolle topu kaptıracaktım. Ama içgüdüme güvendim, "Hadi, bir şansımı deneyeyim" dedim ve öyle bir gol attım. Dönüp bakınca tek bir şey diyorum: "İyi ki güvenmişim!"
Geçenlerde Giroud'nun Atletico Madrid'e attığı golü görünce "Ya ben bunun daha iyisini atmıştım" dediniz mi?
Evet, gerçekten de söyledim bunu! (Gülüyor.) Bir arkadaşım bana Giroud'nun golünü attı ve ben de golü görür görmez "Ben bunu daha önceden atmıştım. Hem de daha iyisini" dedim.
Hannover sonrası Ada'ya dönüşünüzde Mark Hughes'un rolü var mıydı?
Vardı, hatta transferin başından sonuna kadar benimle iletişim halindeydi. Zaten benim Almanya'ya gitme amacım aslında İngiltere'ye geri dönmenin yolunu bulmaktı. İngiltere'de kendimi yeniden ispatlayıp gerçek Diouf'u göstermek istiyordum. Mark Hughes da bu imkânı sağladı ve o sene takımın en golcü oyuncusu oldum.
O da eski bir forvet, gol vuruşlarında sizinle konuştuğu oluyor muydu?
Sustuğunu hatırlamıyorum ki! (Gülüyor.) "Ben senin yaşında bunların hepsini gol yapıyordum" derdi. Haklıydı, harika bir forvetti ama bana takılmak için bunları söylediğini de biliyordum.
Stoke zamanına geldiysek... "Bunları soğuk ve yağmurlu bir Stoke akşamında yapabilir mi?" Altı sene Stoke akşamlarını bizzat yaşamak nasıl bir duyguydu?
Hiç sorma, hiç sorma! (Gülüyor.) Emin ol, İngiltere'deki tüm takımlar bizim sahamıza gelmekten çekiniyorlardı. Garip bir havası vardı evimizde oynadığımız maçların. Soğuk, puslu. Çok sıkı savunma yapan bir takımız, elli metreye taç atan bir oyuncumuz var ve oradan seken topları toplayabiliyoruz. Hem ortam hem iklim hem de oynadığımız oyun rakiplere ters geliyordu. Hele de büyük takımlara karşı girdiğimiz ikili mücadelelerin hemen hepsini kazandığımız maçlar hatırlıyorum. Mistik bir havası vardı o maçların. Futbolu oynamanın en zor olduğu yerlerden biri soğuk ve yağmurlu bir Stoke akşamıdır yani, inanın bana.

"Futbol oynamanın en zor olduğu yerlerden biri soğuk ve yağmurlu bir Stoke akşamıdır, inanın bana."
Hiç şüphem yok… Ne de olsa Liverpool formasıyla son maçına çıkan Steven Gerrard'ı altı golle uğurlamış bir deplasmandan bahsediyoruz. Sizin iki golünüzle birlikte tabii…
O maç inanılmaz bir skor almıştık, dediğin gibi iki gol atmıştım ama yine de o gün Gerrard için üzülmüştüm. Son maçını hatırladığında hoşuna gittiğini hiç sanmıyorum. Skorun bu kadar artmasında o gün çok rahat ve özgürce oynamamızın bir payı var bence. Sezonun son maçıydı, kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu. Steven için kötü bir gün olsa da İngiltere'de yaşadığım en güzel tecrübelerden biriydi. Üzgünüz Steve!
Bu soruyu cevaplamak istemezseniz anlarım ama sormadan da geçmek istemedim. Neredeyse 2000 kişinin hayatını kaybettiği bir trajedide, 2015'te yaşanan Haç İzdihamı'nda siz de annenizi kaybediyorsunuz. Nasıldı o süreci yönetmek?
Anne hayattaki her şeydir. Senegal'den ayrılalı uzun bir süre oluyor ve oradan ayrıldığım ilk günden beri her tatilde, her fırsatta annemin yanına gidip onunla zaman geçiriyordum. Onun kaybının ne ifade ettiğini şu an burada açıklayamam, hatta hiçbir yerde açıklayamam. İnsanlar sorduğunda da kullanılacak kelime bulamıyorum çünkü bunu yaşamak zorundasınız, yaşamadan bu acının nasıl bir şey olduğunu anlamanız mümkün değil.
14/15'te takımın en golcü oyuncusu olduktan sonra 15/16 sezonuna da çok iyi başlıyorsunuz fakat performansınız sonraki haftalarda hayli düşüyor. Bu düşüşte annenizin kaybının payı var mı?
Çok ama çok zorlu dönemlerden geçtim. Yalan söylemeyeceğim, belki de kariyerim boyunca performansımı en çok etkileyen şeydi. Ama hayat bir yolculuk, hepimizin yolculuğu da bir yolun sonuna çıkıyor. Annemin yolculuğu da o gün son buldu. Neyse, daha fazla konuşmasak daha iyi.
Elbette… Futbola geri dönelim. Championship'in Avrupa'daki en zorlu beş ligden biri olduğu söylenir. Sıkışık fikstür, yoğun şartlar. Katılır mısınız?
Dedikleri kadar zorlu bir lig. Taktiksel olarak bir şeyler inşa etmeye çalıştığınızda sonuç da alamazsanız işler sizin için felakete dönüşebilir çünkü orada oyun genel olarak hıza ve tempoya dayanıyor. 46 maç oynayıp her maçı taktiksel sınavlarla kazanmanız zaten mümkün değil. Bence oradaki asıl savaş, psikolojik olarak 46 tane üst düzey maça her hafta hazır olmaya çalışmak.
Kısa Kısa
Sadio Mane: İnanılmaz oyuncu, inanılmaz. Gördüğüm en mütevazı insan. Ülkede gördüğü akılalmaz ilgiye rağmen her zaman insanlarla ilgili olması, onun ne kadar iyi bir insan olduğunun göstergesi.
Rory Delap: Adamım! Taç atışını baştan aşağı değiştiren adam.
Kalidou Koulibaly: Büyük stoper, büyük savunmacı. Hızlı, lider, oyunu çok çabuk okuyabiliyor ve her iki ayağını da kullanıyor. Bir savunmacıda ne ararsanız var.
Peter Crouch: Şimdiye kadar sorduğun en iyi soru buydu işte! (Gülüyor.) Peter Crouch mükemmel bir insandır, insanlığın başyapıtıdır hatta. Saha dışında tanıyabileceğiniz en komik, en iyi insan olabilir. Seni seviyorum Koca Pete!
Künefe: Künefe, künefe, künefe… Senden korkuyorum dostum. Çok iyisin, çok! Künefenin en büyük sorunu çok iyi bir tatlı olması. Masaya ne zaman künefe gelse oturduğum yeri değiştiriyorum çünkü çok şekerli ama bir o kadar da lezzetli. Onu yemeden duramıyorum ne yazık ki.
Örneğin Sunderland bu savaşı kaybetti.
Evet, kesinlikle. Düştüğünüzden sonraki sene geri çıkamıyorsanız işler çok ama çok zorlaşıyor.
Türkiye'ye uzanalım. Hatayspor'a transferiniz nasıl gerçekleşti? Türkiye ile ilgili fikir alabileceğiniz onlarca isim vardı, hiç o isimlerden biri ile konuştunuz mu?
Badou Ndiaye ile konuştum, evet. Milli takım ve Stoke City'de birlikte oynamıştık onunla. Türkiye'nin güzel bir ülke olduğunu ve gitmem gerektiğini söylemişti. Üst üste altı senedir İngiltere'de oynuyordum ve yeni bir meydan okumaya ihtiyacım vardı. Meydan okumaları seviyorum, kariyerim boyunca masada daha iyi teklifler varken zor olan kulüpleri seçtim. Hatay da benzer bir yol. Başka teklifler vardı ama Süper Lig'e yeni yükselmiş olan Hatayspor'u seçmek istedim. Transfer sürecinde dikkat ettiğim diğer şey ise her zaman hocanın bana olan yaklaşımıdır. Sonuçta sizi isteyen, sizinle çalışmak için planları olan bir teknik direktörün yanına gitmek istersiniz. Ben de öyle yaptım ve şu anda da işler bizim için çok iyi gidiyor.
Bu sezon oynadığınız her maça 11 başladığınızı göz önüne getirince Ömer Erdoğan'ın sisteminde farklı bir yerinizin olduğu aşikâr. Hocanın topsuz oyunda sizden beklentileri neler? Hatayspor ligin en iyi pres yapan takımlarından biri.
Ömer Hoca her zaman en iyi savunmanın hücum etmek olduğunu söylüyor ve bunu sahada yaptığımız presle göstermeye çalışıyor. Ben de presin en ucundaki oyuncuyum, topsuz oyunda ilk işim presi yönetmek. Özellikle hocanın sisteminde topsuz şekilde gezinmeniz pek mümkün değil çünkü bundan hoşlanmıyor. Her zaman kompakt kalmamızı ve merkezde kalabalık olmamızı istiyor. Ben de ileri uçtaki arkadaşlarımla bu pres hattının yerini ve merkezin darlığını belirlemeye çalışıyorum.

"Buraya sadece gol atmaya gelmedim. Kafamda, herkesin yükselebileceği bir sistemin parçası olmak var."
Süper Lig'in bu sezonki en büyük sürprizi Aaron Boupendza. İnanılmaz farklı goller atabilme becerisi bir yana, Boupendza'nın daha çok pozisyona girmesinde sizin derine inerek yarattığınız alanların da büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Katılır mısınız?
Forvet olmak sadece gol atmaktan ibaret bir şey değil. Yıllarca insanlar forvetleri gol sayılarından yargıladı ama bir forvetin aklında yalnızca gol yoktur. En azından benim aklımda yok. Takım arkadaşlarımı nasıl daha iyi gösterebilirim diye düşünürüm her zaman. Çünkü ben de onların geçtiği yollardan geçtim. Ben de onlar gibi gol atmak için her şeyimi verdim, kendimi gole odakladım. O dönemlerde oynadığım takım arkadaşlarım da şu anda benim bulunduğum konumdaydı. Oyunu sadece gol atmak olarak görmeyen ve takım arkadaşlarına pozisyonlar yaratan bir konumdan söz ediyorum.
Dediğim gibi onların yollarından geçerek başarılı oldum. Golcülüğümle ilgili kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilim, isteyenler istatistiklere bakabilir. Bu yüzden tek amacım gol atmak değil. Takım arkadaşlarıma yardım etmek, onlara alan açmak, baskıyla stoperi üzerime çekerek onları bire birde bırakmak ve topsuz oyunda hocanın isteklerini yerine getirmek de görevlerim arasında. Kısacası, buraya sadece gol atmaya gelmedim. Kafamda, herkesin yükselebileceği bir sistemin parçası olmak vardı.
Ömer Erdoğan kariyerinin çok başında olmasına rağmen bu sezon yaptığı işlerle büyük bir takdiri hak ediyor. Geçmişte pek çok büyük hoca ile çalışmış biri olarak Ömer Hoca'yı çalıştığınız isimler arasından kimlere benzetirsiniz?
Sir Alex Ferguson gibi oyuncularıyla ilgili, onlarla yakın. Oyuncularının sorunlarını dinliyor ve onlar için çözüm arıyor. Mark Hughes gibi oyuncularına gereken yerlerde özgürlük veriyor ve herkesin oyundan keyif almasını istiyor. Almanya'da eğitim gördüğü için de Mirko Slomka gibi oyuncularından pres ve yoğunluk istiyor. Tüm bunları toplayınca onun için tam bir karışım diyebilirim. Çok da güzel bir karışım hatta. Parlak bir gelecek onu bekliyor, bundan eminim