Neşeyle Eyle

9 dk

Tatlı bilim tarihi hasar yaratan kahramanlarla, unutulmaz kapışmalarla ve kitabın dışına çıkan boksörlerle dolu. Sugar Ray Leonard gibi...

Getty Images

Boksun 'Tatlı Bilim' (Sweet Science) diye tanımlanması eskilere dayanır. A. J. Liebling aynı adı taşıyan kitabında bu tabirin 1800'lerin başında Boxiana dergisinde yazan boks tarihçisi Pierce Egan'dan geldiğini yazar. Neredeyse iki yüz yıllık bir tabir ama bu iki kelimeyi duyan boksseverler için etkisi değişmez. Eduardo Galeano'nun benzetmesindeki 'Futbol Dilencisi' ne arıyorsa, tatlı bilim boksta onu karşılar. İzleyicisinin karşısında sergilenince yüzlerde bir gülümseme belirir. İyi futbol gibi tatlı bilimi izlemek de bir sevinç vesilesidir. Boksta dönemlere isimlerini veren öncüler de bu bilimin temsilcileridir. Onlar kemik boks izleyicilerinin yanında, bu sporla pek alakası olmayanların da gözlerini ringe kilitler.

Bu tatlı bilimin öncüleri peşi sıra birbirine bağlanır. 12 yıl yenilmeyen Joe Louis yirminci yüzyılın ilk yarısının en heybetli boksörüdür. Sonra pek çoklarınca tarihin en iyisi, sıkletler üstü şampiyon Sugar Ray Robinson sahneye çıkar. Ardından hemen herkese ilham olan, en büyük spor kahramanı Muhammed Ali gelir. Ali sonrası, ağır sıkletin gerilediği dönemde orta sıkletin altın çağı başlar. Bayrağı Sugar Ray Leonard devralır. Dehşet uyandıran Mike Tyson ve tarihin en iyi savunmacılarından Floyd Mayweather Jr. ile günümüze kadar geliriz. Bu isimleri birbirine bağlayan, yoğun ve disiplinli çalışmayla keskinleştirdikleri yeteneklerini ringde neredeyse kusursuz bir şekilde sergilemeleridir.

Tatlı bilimin en yalın açıklaması 'rakibe vur, yumruk alma' olarak yapılabilir. Atak ile savunma dengesi içerisinde hasar yarat, hasar alma. Bunu yaparken sporun nüanslarını parlatmak şarttır. Akıl hep çalışır. Beden işler. Denge, görüş, refleksler, vuruşlar, ayak çalışması gibi teknik özelliklerin yanında cesaret, dayanıklılık, zihinsel sağlamlık gibi yönleri de güçlendirmek gerekir. Her boksör bu seviye için yoğun ve metodik bir çalışma gerektiğinin altını çizer.

Sugar Ray Robinson

Sugar Ray Robinson

Boksörler ringde bir yumruğu doğru zamanda doğru yere vurmak için o yumruğu antrenmanda binlerce kez atar. Artık o yumruk bedene işler ve savunma yaparken bile kendiliğinden çıkar. Boksun temellerini her boksör bedenine kazır. Bunun yanında yukarıda saydığım boksörlerin hemen hepsi kitabın dışına da çıkar. Herkesin bildiği temeli, yetenekleri doğrultusunda ve onu aşacak şekilde geliştirir. Bu açıdan kitaptan ayrılmalarıyla ve doğaçlama yaparcasına akan bedenleriyle bilimin yanında bu işin sanata evrildiği de söylenebilir.

Bu sanatkârlardan Sugar Ray Leonard'ın da hızlı ayakları ve elleriyle gösterişli bir boksu vardı. Bu hızıyla farklı açılar yakalar, aynı zamanda etkili ve isabetli bir şekilde rakibi işlerdi. Kitabın dışına çıkan boksörlerden biriydi. Genelde elleri aşağıda dövüşür ve rakibiyle oynardı. Boksta ilk kurallardan biri gardı düşürmemektir. Ancak gardını indirse de Leonard kendini korurdu. Büyük rakiplerinden Thomas Hearns, Leonard'a karşı neden sağını daha fazla kullanmadığı sorusuna "Hep yana kayıyordu. Ona hiç tam gücümle vuramadım. En iyi vuruşumu yapamadım. Eğer isabetli olmayacaksa yumruk atmam" demişti.

Ellerini indirip böyle bir risk alabilmek ve bunu bir silaha dönüştürmek kendini bilmekle gelir. Leonard hızıyla, baş hareketi ve eskivlerle yani boks bilgisiyle riski azaltır. Bu pozisyonla ring görüşünü artırır, böylece atak ve ring hâkimiyeti için gerekli bakışı kazanır. Akıcı tarzı, bir ustanın hünerlerini izlemeyi olanaklı kılar. Leonard, gösterişli boks tarzından hareketle rakibini küçümsediğine dair bir eleştiriye "Kibirli değilim ama kendime güveniyorum" der. Yapabileceklerini bilmek bu güveni getirir. Etkili olabilmek için o etkinin nedenlerini kavramak gerekir. Bu nedenselliğe mümkün olduğunca nüfuz etmek Spinoza'nın felsefesinde 'conatus'u artırır. Conatus, varlığını sürdürme çabasıdır.

Boksa dair düşününce ilk olarak Spinoza'nın kavramları ortaya çıkar. Bu ayki ana konumuzun 'neşe' olması yine Spinoza'yı anmamızı sağlar. Aslında iki bedenin bir ringde ayakta kalmak için buluştuğu boks söz konusuyken, karşılaşmalar ve bunların etkileri üzerine kurulmuş bir yaşam felsefesinin akla gelmesi de anlaşılabilir. Spinoza'ya göre bir etkinin bütün nedenlerini bilmenin imkânı bulunmuyor. Ancak o olabildiğince kavranmaya çalışılabilir. Bu yolda ilerlendiği takdirde, olabildiğince çok neden anlaşıldığında, bireyin yaşamda kalma gücü artar. Artık eylemlere maruz kalan, etkilenen değil, eyleyen, etkileyen bir birey ortaya çıkar. Yaşam içinde aktif ya da güçlü oldukça, kendini ifade etme etkisi artar ve birey neşeyle davranır. Aksi durumdaysa yine Spinoza'nın belirttiği diğer temel duygu keder onu bekler. Bireyler bu iki duygu arasında dolaşır durur. Diğer duygular bunlardan türer.

Leonard'ın kendisindeki meziyetleri boks bilgisine adapte etmesi, neşe içerisinde kendini ifade etmesine olanak sağladı. Başka şekillerde de bir maçtan keyif alabilecek izleyici de ortaya çıkan tatlı bilime o neşeyle dâhil oldu. Ama bir işte bilgi sahibi olunsa da duygular farklı etkiler ortaya çıkarabilir. Leonard'ın da hayatında ve kariyerinde kedere düştüğü anlar oldu.

Sugar Ray Leonard, 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları'nda altın madalya kazandıktan sonra profesyonel kariyere geçti. Seksenleri altın dönem kılan diğer yıldızlar Marvin Hagler, Thomas Hearns, Wilfred Benitez'e karşı hep kazandı. Üç kez kaybetti. Beş kez emeklilik kararı açıklayan Leonard hep geri döndü. Son dönüşünde 40 yaşındaydı ve Hector Camacho'ya nakavt oldu. O maçı saymazsak yine kariyerinin sonlarında Terry Norris'e kaybetmişti. Zirve döneminde yenildiği tek isim ise Roberto Duran'dı.

Leonard, olimpiyat altınından sonra Montreal'e ilk kez 1980'de Duran maçı için döndü. Maç öncesi onun için gerilimli geçti. Bir maçoluk abidesi olan 'Taş Eller' lakaplı Duran, Leonard'a ve eşine hakaretler etti. Aynı zamanda Muhammed Ali'yle de çalışmış olan koçu Angelo Dundee'yi dinlemeyen Leonard, yaşananlardan sonra kendi boksunu yapmak yerine Duran'ın karşısında duracağını ve onun gibi dövüşeceğini söyledi. Duran'ı kendi oyununda yenecekti. Leonard, Duran'ın sert yumruklarına dayandı ve çok iyi bir maç çıkardı. Ancak sonunda kazanan, hakem kararıyla Duran oldu.

Duran, Leonard'ın aklına girmişti. Onu kendi oyununa çekti. Bu şekilde kendi daha aktif, yani eyleyen taraftı. Leonard her ne kadar bu şekilde de iyi dövüşse bile Duran'ın kendisini etkilemesine izin verdi ve rakibinin oyununa maruz kaldı. Burada tekrar Spinoza'ya dönersek, Leonard olumsuz bir duygu olan kederin kendisini ele geçirmesine izin verdi. Yaşananların etkisiyle güçlü olduğu tarafları göz ardı etti. Duran'ın istediği şekilde bir boğuşmaya girse ve iyi iş çıkarsa da sonuç yenilgi oldu. Ama rövanşta durum farklıydı.

İkili beş ay sonra bu kez New Orleans'ta karşılaştılar. Leonard, Duran'ı onun oyununda yenmek yerine bu kez kendi akıcı ve usta işi boksunu sergiledi. Rakibinden yavaş ve düz ayak olan Duran, maç boyunca Leonard'ı yakalamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Hayal kırıklığı içindeydi. Yedinci raunttaysa bunun ötesine, utanca boğuldu. Gösterişli boksunu sürdüren Leonard, Duran'a çenesini uzatıyor, onunla dalga geçiyordu. Sağ kolunu çevirip 'bolo punch' atacakmış gibi yaptıktan sonra, sol direğiyle yaptığı vuruş maçın imzası oldu. Seyirci kendinden geçmişti. Ama burada bitmedi. Sekizinci raunda çıkan Duran bir süre sonra Leonard'a arkasını dönüp maçı bırakırken boks ve spor tarihine geçen şu iki kelimeyi söyledi: "No Mas!" Yani, yeter bu kadar!

Leonard kendi bildiği boksla her şeyi kolay göstererek tatlı bilimin inceliklerini sergiledi. Bunu maço bir tavra ayak uydurarak, kederin çevrelediği bir yönelimle değil, asıl bildiği şekliyle ve bunun yansıması bir neşeyle başardı. Spinoza'nın var olma gücünü örneklendirirken ifade edilen meşhur örümcek-sinek benzetmesinde olduğu gibi. Ağını Duran'ın etrafına ördü ve o ağa takılan Duran'dan yaşam gücünü aldı. Ring bir yaşam düzlemiyse, Duran artık o ringde olmak istemedi. Onun conatus'unu sıfırladı. Arzusunu elinden aldı. Bu yapılabilecek en ağır eylemdi. Leonard da "Bıraktı.

Birinin bırakmasını sağlamak, Duran'a bıraktırmak, onu nakavt etmekten daha iyi" diyerek nihai galibiyetini kutladı. Leonard, Duran ile dokuz yıl sonra kariyerlerinin sonlarında bir kez daha karşılaştı ve rakibini yine yendi. Ama asıl öne çıkan ilk iki maç oldu. O maçlarda yaşananlar tatlı bilimin farklı biçimlerde kendini gösterdiği sekanslardı. Boks takipçilerini de farklı bir şekilde maça kattı. İlkinde iki kişilik gerilimli bir dans, ikincideyse bir solo gösteri vardı.

Meziyetlerini sınırlarında ortaya koymak, kendini doğru bir şekilde ifade etmek sadece o kişiye neşe getirmez. Bir ekrandan bu maçlara tanıklık etmek seyirci için de o sevince katılmak demek. Belki hayatının başka alanlarında aynı oranda etkili olmasa da; iyi yaptığı zanaatında, sanatında bir üstadı izlemek, o ana tanıklık etmek de ilham verici bir deneyim olabilir. Dolaylı da olsa bir arzu ve olumlu bir duygu uyandırdığına şüphe yok. Bu tür maçları, boksta ya da diğer sporlarda zaten bu sebeple aramıyor muyuz?

Neşemizi artıracak iyi karşılaşmalara, sporda ve de hayatta...

Socrates Dergi