
Nesil Farkı
10 dk
Fransa Milli Takımı, katıldığı kupalarda sosyolojik, politik ve sportif sorunlar yaşadı. Kuşak çatışması da bunlardan biriydi.
- Spor politikadır.
- Futbol ise bundan daha fazlasıdır.
Les Bleus, une autre histoire de France 1996-2016 belgeseli, Lilian Thuram ve Raymond Domenech’in birbirlerini tamamlayan bu cümleleriyle açılıyor. Fransa’nın Dünya Kupası kazanan jenerasyonunun macerasıyla başlayan hikâyede karşımıza, genel olarak takımdaki etnik köken bolluğunun siyasi malzemeye çevrilmesi ve takım ya da antrenörlerin bunlarla ne kadar baş edebildiği çıkıyor.
Aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Jean-Marie Le Pen’in Euro 96 esnasında siyah ve Beur (Fransa’da doğan Kuzey Afrika kökenliler) futbolcuları, Les Marseillaise’i (Fransa Milli Marşı) söylemedikleri için suçlamasıyla başlayan siyaset-futbol paslaşmaları, Laurent Blanc’ın milli takım antrenörü olduğu dönemde basına sızan “Göçmen futbolculara kota getirilmesi” önerisine kadar sürüyor. 20 yıllık bir süreyi ele alan belgeselde sadece yeşil sahadaki değil, normal yaşamda da özellikle Mağripli vatandaşların yaşadıkları sorunlar farklı bakış açısıyla ele alınıyor. Bununla birlikte değişen futbolcu profili de ilerleyen dönemdeki başarısızlıkların en büyük nedenlerinden biri olarak görülüyor.
Fransız gazeteci Vincent Duluc, 2006’dan itibaren ortaya çıkan bu yapı değişikliğinin takıma getirdiklerini şu örnekle anlatıyor: “Bir keresinde Samir Nasri, otobüsün arkasında Thierry Henry’nin yerine oturdu ve kalkmadı. Büyük bir şey değilmiş gibi görünüyor ama insanların 30-40 gün beraber olduğu takım yapısını göz önüne alırsak, bunun çok ciddi bir saldırı olduğunu söyleyebiliriz.” Marcel Desailly ise bu oturma 'hiyerarşisinin' önemini yıllar evvel yayımlanan kitabında şöyle anlatıyor: “Zidane, Dugarry ve Candela... Herkes gibi bu şamatacıların da otobüsteki yeri belliydi. Onların yerine oturanların vay hâline!”
Thierry Henry de bu düsturla büyümüştü ve ondan sonra gelen neslin yıldız adayı Samir Nasri’nin davranışı, hem onu hem de takımı etkiliyordu. Zaten iki saatlik belgesel ve üç ayrı kuşağın oluşturduğu milli takımın yaşadıklarını izleyince, başarı ya da başarısızlığın dönüp dolaşıp bağlandığı yerin ‘mental güç’ olduğunu anlıyoruz. 1998’de zirveye çıkan takım, iki sene önce yaşadığı milli marş olayından dersini alıp psikolojisini ayakta tutmayı başararak kupayı ulaşmıştı. Samir Nasri ve Karim Benzema gibi sorunlu yıldızların jenerasyonundaki her birey ise neredeyse birer yıldız olarak doğdu ve 2010 Dünya Kupası’nda çok eleştirilen, şampiyon neslin “Formadaki leke” olarak adlandırdığı antrenman boykotuna kadar uzanan çuvallama dönemini yaşadı.
Bütün bu süreçlerin içinde olan Didier Deschamps ise bugünün genç Fransa’sını oluştururken, yaşananların hepsini göz önünde bulundurmuş gibi görünüyor. Öyle ki yaratılan sinerji, Benzema’nın kadro dışı kalmasıyla ortaya çıkan olaylar zincirinin dahi takıma çok da yansımadan savuşturulmasını sağlıyor.
Nelson Mandela’nın belgeselde alıntılanan sözü ise Fransa Milli Takımı’nın 20 yıllık serüveninin atılmamış başlığı gibi aslında: “Hiçbir zaman kaybetmem, ya kazanırım ya da öğrenirim.”