
New York'ta Son Tango
14 dk
New York Knicks ve şampiyonluk kelimeleri epeydir aynı cümlede kullanılmıyor. Karşınızda Knicks'in hatıralarda yaşayan son zaferinin hikâyesi…
Pixar'ın son alameti farikalarından Soul filminde Joe karakteri, geçirdiği kazanın ardından kendini öbür dünyada buluyor. Ufak yanlış anlaşılmaların da etkisiyle orada yolu '22' adında haşarı bir ruhla kesişiyor. 22, Joe'yu küçük bir oryantasyon turuna çıkarırken ruhlar aleminden dünyevi meselelere etki edebildiğini ve arada küçük şımarıklıkları da es geçmediğini gösteriyor. Bunların birinde Joe'ya dönüp "Şuna bak, bu takımla uzun yıllardır uğraşıyorum" diyor ve görüntü Knicks formalı bir oyuncunun kaçırdığı smaca odaklanıyor. Ardından spikerin sesi duyuluyor: "... ve Knicks yine kaybediyor."
Knicks'i tiye alan bu sahne gündem olunca, filmin eş yönetmeni Kemp Powers da konuya dair bir cevap verme ihtiyacı hissetmişti: "Evet, Knicks şakasının sorumlusu benim. Kendimi bildim bileli tutkulu bir Knicks taraftarıyım. Harcadıkları büyük paralara rağmen son kez şampiyon olduklarında 1973'tü. Yani doğduğum sene! Sanırım böyle bir şaka yapma hakkına sahibim."
Eğri oturup doğru konuşalım, Powers sonuna kadar haklı. Knicks, son şampiyonluğunu 1973 yılında kazandı. Zaten hepi topu iki şampiyonluğu var. İlki görkemli ama ikincisi biraz gözden uzakta. Belki sonuncusu olduğu için biraz daha hüzünle anılıyor, kıyıda köşede kalıyor. İyi de her güzel şey zaten önce filizleniyor, sonra gelişiyor ve daha sonra da sona eriyor. Bir zamanların şampiyon Knicks'ini de uzun zamandır sadece hatıralar geri getiriyor.
1967-68 sezonu, hatıralara sığınanlar için hiç fena bir başlangıç sayılmaz. Çünkü herhangi bir takımın; kültürel bir ikonu, tarihin görece en iyi koçunu ve bir ABD başkan adayını aynı dönemde kadrosuna katmasına pek sık rastlayamazsınız. Sırasıyla Walt 'Clyde' Frazier, Phil Jackson ve Bill Bradley, Knicks kadrosuna katıldığında bu saydığımız şeylerin hiçbiri henüz gerçekleşmemişti. Fakat Knicks tarihinin en başarılı yılları onları bekliyordu. O dönemde takımın başında eski bir Knicks efsanesi Dick McGuire vardı. McGuire iyiydi hoştu ama bu koçluk işlerinden pek de hazzetmiyordu. Eşinin deyimiyle oyunculara bağırmaktan imtina eden, oyundan çıkardığında onlardan özür dileyen nazik bir beydi. Hal böyle olunca ortaya çıkan şeye ise insanın 'takım' diyesi gelmiyordu. Knicks yönetimi harekete geçti ve takımın dizginlerini halihazırda gözlemcilik görevini yürüten Red Holzman'a verdi. İşte o andan itibaren Knicks'in havası da kaderi de değişti. "Her şeyin başı savunma" diyerek işe başlayan Holzman, sezon sonunda takımını play-off'a taşımayı başarmıştı başarmasına da ilk turdan ötesine nefesleri yetmeyecekti. Kuşkusuz, Knicks'in yetenekli oyuncuları vardı. Oysaki kadro dengeli dağılmıyordu. Ağır toplardan Walt Bellamy pivot pozisyonunu işgal ettiği için Willis Reed alışkın olmadığı uzun forvet cenahına itilmişti. Takıma büyük beklentilerle katılan Bradley, NBA guard'larının karşısında yavaş kalınca bench'e demir atmıştı. Oyun kurucu Howard Komives'ın yedeği olan Frazier ise iyi bir performans gösteremeyince kendini alışverişe kaptırmıştı. Fakat bazen her şeyi yoluna koymak için tek bir hamle dahi yeterli gelebilirdi.
Her şeyi değiştiren o hamle, takip eden sezonun ortalarına doğru gerçekleşti. Bellamy ve Komives, Detroit Pistons'ın yolunu tutarken Knicks, gürbüz forvet Dave DeBusschere'ı New York'a getiriyordu. Günümüz Knicks maçlarının saygıdeğer spikeri Mike Breen, DeBusschere'ın etkisini şu şekilde aktaracaktı: "11 yaşındayken benim için dünyanın en güçlü adamı babamdı. İkinci en güçlü ise Dave DeBusschere'dı."
DeBusschere'ın kuvveti ve çok yönlülüğü Knicks'e sınıf atlatmıştı. Sezon sonunda 54 galibiyete ulaşan takım, Madison Square Garden'ı tekrar NBA'in heyecan merkezine dönüştürmüştü. Ancak Doğu Finali'nde Bill Russell'lı Boston Celtics onları bekliyordu. Elendiler ama ezilmediler. Enseyi karartmaya gerek yoktu çünkü sıra artık o kutlu sezona gelmişti.
Mantık çerçevesinden bakınca "Her şerde bir hayır vardır" sözünün hafiften abartılı bir önerme olduğunu kabul etmek lazım. Ama bu söz Knicks'in 1969-70 sezonundaki hikâyesini iyi özetliyor. O sezon, Phil Jackson ve Cazzie Russell sakatlıklarla boğuşuyordu. Bill Bradley, zaruri olarak forvet pozisyonuna evrildi. Neticede bu zaruret, müthiş bir sonuç doğurmuş ve Bradley yeni rolünde harikalar yaratmayı başarmıştı. Diğer yandan Walt Frazier artık bu orkestrayı layıkıyla yönetecek kıvama gelmişti. Dick Barnett takımın neşesi, DeBusschere dinamosu, kaptan Willis Reed ise kalbiydi.
Knicks, ayaklarını çok daha sağlam basıyordu, sezonu galibiyetle tamamlamaları da bunun en büyük göstergesiydi. Bill Russell'ın emekli olmasıyla önleri açılmış ve NBA Finali'ne kadar ellerini kollarını sallayarak gelmişlerdi.
Şimdi rakip; Elgin Baylor, Jerry West, Wilt Chamberlain gibi yıldızlara sahip Los Angeles Lakers'tı. Böylesine bir düelloya da görkemli bir yedinci maç yakışırdı.
Gelgelelim, Willis Reed'in ciddi bir sakatlığı vardı ve son maçta sahaya çıkıp çıkamayacağı tam bir muammaydı. Kaptan dediğin, gemiyi öyle kolay kolay terk etmezdi. Etmedi de… Reed, seke seke de olsa ilk beşteki yerini aldı. Maç başladığında hava atışı için bile sıçrayamamasına rağmen ilk Knicks hücumunda tereddüt göstermeksizin şuta kalkıyor ve Madison Square Garden'ı ateşe veriyordu. Sonraki şutunda yine aynı ritüeli tekrar eden Reed, maçı 4 sayıyla tamamlasa da fedakârlığıyla zaferin simgesi oluyordu. Maçın geri kalanı ise Walt 'Clyde' Frazier'a emanetti. Frazier, maçı 36 sayı ve 19 asistle tamamlarken New York'ta yer yerinden oynuyor, ilk şampiyonluk büyük bir sevgiyle kucaklanıyordu.
Knicks artık şampiyon bir takımdı. Şimdi böyle söyleyince kulağa bir garip geliyor ama hakikaten öyleydi. Red Holzman, Knicks koçluğu ona ilk teklif edildiğinde aslında kolay yolu seçip gözlemcilik koltuğunda kalmak istemişti. Ama iki buçuk yıl sonra zor olanı başarmıştı. New York artık onundu. Elinde şampiyonluk kupası, Tanrı ve Tanrı'dan sonra o...
Bir sonraki sezonda, Knicks kadrosu enerjisini biraz yitirmişti. Willis Reed'in sakatlıklarla olan yakın ilişkisi saha içindeki işlerini aksatıyor, iyice yaş alan Dick Barnett de akademik kariyerine daha fazla odaklanıyordu. Yine de Doğu Finali'ne kadar tırmanmayı başardılar ancak Baltimore Bullets karşısında tökezleyince tatile erken çıktılar. Onlara en çok sorun yaratan oyuncu ise Earl 'The Pearl' Monroe'ydu.
Knicks, tekrar şampiyon olmak için yine cesur bir hamle yapmak zorundaydı. Onlar da Cazzie Russell'ı San Francisco Warriors'a gönderip karşılığında Reed'i yedeklemek için Jerry Lucas'ı aldılar. Basketbol bir yana, gerçekten de çocukluğundan beri hafıza meselesiyle kafayı bozmuş olan Lucas, New York telefon rehberini ezberleyebiliyor, kat ettiği her mesafeyi adım cinsinden hesaplıyordu. Böylesine zeki biri de her takımda iş yapardı.
.jpg)
Knicks, iki bench oyuncusu ve bir miktar para karşılığında Earl 'The Pearl' Monroe'yu New York'a getirince tarihte yeni bir sayfa açıldı
Asıl bomba, sezon başladıktan birkaç maç sonra patladı. Bir yıl önce Doğu Finali'nde Knicks'in kanına ekmek doğrayan Earl Monroe, istediği sözleşmeyi alamayınca Bullets'tan ayrılmayı kafasına koymuştu. Knicks, iki bench oyuncusu ve bir miktar para karşılığında Monroe'yu New York'a getirince yeni bir tarih sayfası daha açıldı.
— Ona ne diyorlardı biliyor musun? İsa (Jesus). Sana, İsa ismini vermemin asıl nedeni o.
— Bana adımı İncil'deki İsa'dan değil de Earl Monroe'dan esinlenerek mi verdin?
— İncil'deki İsa'dan değil, Philadelphia'lı İsa'dan.
Dünyanın en ünlü Knicks taraftarı Spike Lee'nin 1998 tarihli He Got Game filmini izleyenler bu diyaloğu hatırlayacaktır. Filmde Jake Shuttlesworth (Denzel Washington), oğlu Jesus Shuttlesworth'e (Ray Allen) isminin nereden geldiğini böyle anlatıyordu. Monroe, kaç kişinin ismine ilham kaynağı oldu bilinmez ama oyunu şiirsel zarafetle büyülü yeteneğin birleşimiydi. Monroe'nun gelişi tabii ki büyük bir heyecan yaratmıştı. Öte yandan, New York medyası taşım taşım kaynıyor ve takımda Frazier varken Monroe'nun alınmasını sorguluyordu. Aynı pozisyonda oynayan iki oyuncu uyum sağlayabilecek miydi? Daha evvel hep tek tabanca takılan Monroe, takım oyununa ayak uydurabilecek miydi? Doğruya doğru; Monroe, Knicks'e geldikten sonra bir süre bocaladı. O bir sanatçıydı ama burada işleyen bir makinanın parçası olması gerekiyordu. Sırası geldiğinde de üzerine düşeni yapmalıydı.
Knicks, 1972'de tekrar final görmeyi başarsa da bu kez Lakers seriyi 4-1 kazanarak şampiyonluğa ulaşacaktı. Yine zirveye yaklaşmışlardı fakat o son eşiği atlamak bir türlü mümkün olmamıştı. Bu kez bir kadro hamlesinden ziyade kazanma hırsını ateşleyecek bir kıvılcım gerekiyordu. 18 Kasım 1972'deki Milwaukee Bucks maçı ise ortalığı yangın yerine çevirecekti. Monroe da o gün üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getirecekti.
Şimdi şöyle bir maç düşünelim… Rakip takımda Kareem Abdul-Jabbar ve Oscar Robertson gibi iki efsane var. Bitime 5 dakika 50 saniye kala Knicks 86-68 geride. Knicks'in son yirmi yılda böyle maçlarına talimliyiz ama o zamanlar henüz bu tür bir alışkanlık edinilmemiş. Taraftarların bir kısmı salonu terk ediyor fakat bir kısmı da jeneriği bekliyor. Çünkü bazen filmler bitti sandığınızda tam bitmezler ve olağanüstü anlara şahit olmak kaderinize yazılmışsa size sadece o ânın keyfini çıkarmak kalır. Başka bir koç belki bu kadar farkın ardından yedek oyuncularını sahaya sürebilir ve teslim bayrağını çekebilirdi ama Holzman için böyle bir seçenek yoktu. Knicks, büyük bir baskı kurarak Bucks'ın yıldızlarına sayı şansı vermezken 19-0'lık bir seriyle maçı 87-86 kazanmayı başarıyor ve unutulmaz bir geri dönüşe imza atıyordu. Son anlarda attığı 11 sayıyla galibiyeti getiren Monroe'nun bu resitali, bir anlamda şampiyonluk yürüyüşünün başlangıcını müjdeliyordu.
Earl Monroe ve Walt Frazier'dan oluşan guard ikilisi rakip savunmalar için oldukça yıpratıcıydı. Reed'in sakatlıkları onları çok zorlasa da Lucas sıklıkla imdada yetişiyordu. Phil Jackson da bu makinenin savunmadaki sorunlarına çözüm oluyordu. Öte yandan bir kişi daha vardı ki adını anmazsak olmaz: Dean 'The Dream' Meminger.

Dave DeBusschere, Earl Monroe, Willis Reed, Dick Barnett, Bill Bradley ve koç Red Holzman
1973 Doğu Finali'nde Knicks'in karşısında Dave Cowens, John Havlicek ve Jo Jo White'lı kadrosuyla normal sezonu 68 galibiyetle tamamlayan Celtics vardı. Evet, Celtics o sezon galibiyet konusunu biraz abartmıştı. Ama Celtics'te Havlicek'in, Knicks'te ise Monroe'nun yaşadığı sakatlıkların ardından eğrisi doğrusuna denk gelmiş ve seri yedinci maça taşınmıştı. Yalnız Knicks açısından bakıldığında ortada minik bir sorun vardı: Celtics, daha önce sahasında oynadığı yedinci maçların hiçbirini kaybetmemişti.
Monroe arızalı ayak bileğinin de etkisiyle arzu edilen performansı gösteremiyordu. Bu kez bölüm sonu canavarını geçmek için tüm tuşlara basmak gerekecekti. Monroe'nun yerine oyuna dahil olan Meminger, hırçın savunması ve bulduğu ekstra sayılarla beklenmedik bir kahramana dönüşüyordu. Frazier'ın da müthiş performansıyla Knicks, Boston'dan rahat bir galibiyetle ayrılıyordu. Zirvede son bir tango için her şey hazırdı.
Knicks ve Lakers, iki efsane takım, 1973 NBA Finali'nde karşı karşıyaydı. Öyle ki seride süre alan 17 oyuncudan dokuzu yıllar içinde Şöhretler Müzesi'ne dahil edilmişti. Ama şurası da bir gerçek, o finalde iki takım da biraz yorulmuş, biraz da yaşlanmıştı. Nispeten daha diri yıldızlara sahip olan Knicks, bir önceki senenin mağlubiyetini telafi etmek için avantajlı konumdaydı ve açıkçası basketbol severleri sıkıcı bir final serisi bekliyordu. Jerry West'e uygulanan baskı Knicks'in yolunu açıyor, Gail Goodrich'in başarılı performansı Lakers'a yetmiyor ve Wilt Chamberlain, parkelere veda ediyordu. "Son maç bittiğinde Dean'in yanına gidip, 'Hadi gidip bir şeyler yiyelim' dedim." Monroe ve Meminger, maçtan sonra otele gidip bir şeyler yediler. Doğu yakasında saat çoktan gece yarısını geçmişti. Knicks, son şampiyonluğuna New York'taki çılgın kalabalıktan uzakta, sessiz sedasız ulaşıyordu.
O andan sonrası, aynı yıl piyasaya çıkan Pink Floyd albümünün ismi gibi, ayın karanlık yüzü. Sonuç olarak Knicks, yaklaşık elli yıldır şampiyonluk görmedi. 1990'lı yılların iki kez finale çıkan Patrick Ewing'li takımından bu yana Knicks taraftarının yüzü pek gülmedi.
1973'teki son şampiyonlukta emeği geçen isimler NBA tarihine kazınırken yine 1973'te kurulan bir şirket, Charles F. Dolan adındaki bir işinsanının servetine servet kattı. Bir gün geldi, o servete Knicks de katıldı. Red Holzman, Dave DeBusschere ve Dean Meminger yıllar içinde bu dünyadan göçtüler. Knicks ise James Dolan'a kaldı. Son yirmi yılı kapsayan James Dolan döneminde, olumlu şeylerden bahsetmek pek mümkün değil. Şampiyonluk zaten uzak bir hatıra ama Knicks için play-off'a kalmak bile nadir görülen bir doğa olayı artık. En nihayetinde yirmi yıldır bu şerde pek bir hayır yok, zaten hikâye de mutlu sonla bitmiyor.
Uzun zamandır çileli bir yolun yolcusu olan Knicks taraftarları, yıllar sonra ilk kez bu sezon, genç oyuncuları ve yürekli liderleriyle beklentilerin üzerinde performans gösteren takımlarını izliyor. Evet, hâlâ çok iyi değiller. Fakat yine de aklımızda bulunsun, olağandışı şeylere şahit olmak istiyorsak, jeneriğin sonunu beklemek çoğu zaman fayda getiriyor.