Liedholm İmparatorluğu
12 dk
Roma, hiçbir zaman İtalyan futbolunun zirve takımlarından olmadı, 1980’lerin başı hariç. İsveçli antrenör Nils Liedholm’ün dört yılda Avrupa’nın zirvesine çıkardığı Roma’nın hikâyesi karşınızda…
Roma, 17 Mayıs 1979, 18.00 suları… 16 yıldır kulübe üye olan girişimci Dino Viola, bir gün önce Roma’nın yeni başkanı olmuştu. Göreve başlar başlamaz ilk icraatını gerçekleştirmek için kolları sıvadı. Ahizeyi kaldırdı ve birkaç gün önce Milan ile Serie A şampiyonluğunu kazanan antrenör Nils Liedholm’ün numarasını çevirdi. Görüşmeyi şu cümleyle bitirecekti: “Sen gelmezsen kulübü satın almaktan vazgeçeceğim!” Roma’nın Yakın Çağ’daki en görkemli günleri bu telefon konuşmasıyla başlayacaktı…
Roma, 1942’deki şampiyonluktan sonra kabuğuna çekilmişti. 1955 ve 1975’teki üçüncülükler, tabloda tırmanabildikleri en üst kısımdı. Oysa taraftarın tutkusu, daha büyük başarı beklentisini doğuruyordu. ULTRAS oluşumları içinde, “Bizim mesleğimiz taraftarlık” sloganı ile en çok öne çıkan gruplardan biri de Roma tribünleriydi. Viola da başkan olduğu günden sonra, “Roma ağlamaz ve ağlamayacaktır. Zavallılar ağıt yakar, güçlüler ise ağlamaz” gibi taraftarı pohpohlayan açıklamalarla bu beklentileri artırmıştı. Başkanın teklifini kabul eden Liedholm’un aşması beklenen yüce dağlar vardı…
“Alan savunması ve iki serbest adam ile oynayacağız. Di Bartolomei en büyük İtalyan libero olabilecek kapasitede, tıpkı Beckenbauer gibi...” Futbolculuk döneminde ‘Baron’ diye anılan Liedholm, Roma’nın başına geçtikten kısa süre sonra yaptığı ilk röportajda bunları söylüyordu. Antrenörlük birikimi de artık kılavuzluk yapabileceği boyuta gelmişti. 1963’te ilk işini Milan’da aldığında, Milanello Tesisleri’nin oluşumu için büyük emek harcamış, kulübe ikinci gelişinde ise Franco Baresi adlı genç liberoya forma vermiş, efsane Gianni Rivera’nın son sezonunda takımı Serie A’nın zirvesine çıkarmıştı. Bütün bunları yaparken yanında ‘Gölge’ lakaplı yardımcısı Luciano Tessari vardı. Roma’da da bu ortaklık devam edecekti…
Liedholm, Roma ile sezonun ilk lig maçına, 16 Eylül 1979’da Milan karşısında çıktı. Maç, 0-0 bitmişti. Sezon da bu skora paralel bir vasatlıkla sürdü. 30 maç sonunda yedinci sıradaydılar. İtalya Kupası zaferi, taraftarı için hiç yoktan iyiydi. Viola’nın güveninde ise azalma yoktu. 1980’ler büyük umutlar barındırıyordu…
1980-81 sezonu İtalyan futbol tarihinin dönüm noktalarından biriydi. Yabancı yasağı kaldırılmış, kulüplere bir yabancı futbolcu transfer etme hakkı verilmişti. Viola bu sefer telefonunun ahizesini yurt dışı görüşme için kaldırmıştı. Birkaç gün sonra Roma Başkanı’nın villasında dünya futbolunun en büyük isimlerinden biri görüldü. Dönemin en büyük Brezilyalı futbolcusu Arthur Zico, Roma’ya transfer olmak için başkentteydi…
Haber, doğal olarak çabucak yayılmıştı. Roma taraftarı, dünya üzerindeki en büyük 10 numaranın bordo formayı giymesini her zamanki tutkusuyla arzuluyordu. Zico için de işlem tamamdı. Ama hesaba katılmayan bir taraf vardı; henüz Bosman meydanda yoktu ve 10 numaranın takımı Flamengo, oyuncusunun Roma’ya gitmesine izin vermedi. Liedholm’ün B planında yine bir Brezilyalı vardı. Internacional’in orta sahadaki beyni Paulo Roberto Falcao, kısa bir süre sonra İtalya’ya geldi ve imzayı attı. Taraftar, beklentiyi çok yükseltmişti. Zico’dan sonra adını pek duymadıkları, hatta pek Brezilyalıya dahi benzemeyen bu zayıf, sarışın orta saha oyuncusuna pek de sıcak bakmadı…
“Falcao, sahadaki orkestrayı yöneten adam. Tek yapmam gereken onun eline besteyi vermek.” İsveçli antrenör Brezilyalıyı bu sözlerle övüyor ve onun en büyük farkının beyniyle futbol oynaması olduğunu söylüyordu. Takım arkadaşı Francesco Graziani ise yıllar sonra “Rivera’dan sonra gördüğüm en zeki oyuncuydu. Kafasının arkasında da gözü vardı” diyerek hocasını destekleyecekti. Falcao ile birlikte Liedholm’un aklındaki sistem yavaş yavaş sahaya yansımaya başladı. Dönemin İtalyan takımları üçlü orta sahada bir mediano (defansif orta saha), bir çift yönlü koşan oyuncu, bir de oyun kurucu ile oynarken Roma, Agostino Di Bartolomei ve Falcao ile çift oyun kurucu kullanıyordu. Birçok İtalyan futbolu takipçisine göre “İtalya Milli Takımı’nda oynamamış en iyi futbolcu” olan kaptan Di Bartolomei, aynı zamanda defansta da stoperlerin arasına girerek savunmayı üçlüyor, bir nevi Daniele De Rossi’nin bugün yaptığı görevi 30 yıl öncesinden üstleniyordu. Liedholm, ‘İtalyan alışkanlıklarını’ yıkmaya kafasını takmıştı. “Top bizde olursa gol yeme riskimiz kalkar” diyor ve savunmayı ceza sahaları önünde değil, yarı saha çizgisinde başlatıyordu. Ortadan kaldırmaya çalıştığı bir başka tabu da taktik faullerdi; “Topu kaptırdığınızda bir eksiğiniz ortaya çıkar, hemen faul yaparsanız da ikinci” düsturuyla faul yapmadan topu kazanma antrenmanları dahi yaptırmaya başlamıştı.
“Falcao, sahadaki orkestrayı yöneten adam. Tek yapmam gereken onun eline besteyi vermek.”
Malzeme sadece iki oyuncudan ibaret de değildi üstelik. Arkadaşlarının deyimiyle “Brezilyalı kanı taşıyan İtalyan” Bruno Conti ve ceza sahasında fantastik bir bitirici olan Roberto Pruzzo da İsveçlinin elini güçlendiriyordu. 1980-81 sezonunda Giovanni Trapattoni’nin Juventus’una kafa tutabilen tek takım olmuşlardı. Ligi ikinci bitirdiler, İtalya Kupası’nı yine kazandılar. Santrfor Pruzzo ise ligin gol kralıydı. Gerçekten fark yaratmayı başarmışlardı. Rakipleri Juve’nin patronu Trapattoni, otobiyografisinde Roma’nın futbol anlayışına yıllar geçse de şapka çıkarmayı ihmal etmeyecekti:
“Liedholm, özel bir futbol fikri ileri sürmüştü ve doğruydu da... Her takım saf adam adama savunma yaparken, onlar alanı savunuyordu. ‘Önce oynamak’ eğilimindeydiler ve savunmada da rakiplerini hapsettikleri koridor ağları yaratıyorlardı. Biz ise ‘kesin bir dahilik’ olarak gördüğümüz İtalyan geleneğini temsil ediyorduk (sanki utanılacak bir şey). Sadece pragmatist ve fiziksel açıdan güçlüydük.”
Başkan Viola da bu arada saha dışından desteğe devam ediyordu. 1981’de Barilla ile kulüp tarihinin ilk forma reklamı anlaşmasını yaptı ve maddi açıdan yeni dünyanın şartlarından birini yerine getirdi. Liedholm ise ertesi sezon da istikrarı korudu. Üstüne üstlük 20 yaşındaki Sebastiano Nela, altyapıdan çıkardığı ve ileride simgeye dönüşecek Giuseppe Giannini ve Parma’da santrfor oynamasına rağmen kendisinden bir orta saha oyuncusu yarattığı Carlo Ancelotti’yi de yavaş yavaş takıma sokmayı başarmıştı. İtalya’nın en önemli orta alan elemanlarından olacak Ancelotti, antrenörlük kariyerinde de büyük işlere imza atacaktı. Tabii ki idolü belliydi: “Kesinlikle en çok şey öğrendiğim antrenör ‘Baron’ Liedholm’dür. Özellikle de oyuncu psikolojisi ve karakter yönetimi açısından.” Oyuncu yönetimini ön planda tutup “Disiplin iyidir ama bir futbol takımı da ordu değildir” felsefesi ile İtalyan antrenörler içerisinde fark yaratan Ancelotti, Roma’daki futbolculuk yıllarında Liedholm’den çok şey kapmıştı. Taraftarın çılgınlığı da Carlo'nun unutamadıkları arasındaydı:
“Bir gün antrenmana taksiyle gitmiştim. Taraftarlar taksinin etrafını sardı ve zavallı taksiciye hep bir ağızdan ‘Eğer ondan para alırsan Lazio’lusun demektir!’ diye çıkıştılar...”
1982 yazı İtalya’daki futbol coşkusunu 10 misli daha artıracaktı. İtalya, hiç beklenmedik bir şekilde masalsı bir zaferle Dünya Kupası’nı kazanırken Paolo Rossi yıldızlaşıyordu. Ama takımın esas dinamosu bir Roma’lı idi. Kupayı takip eden Pele, nadir nokta atışlarından birini yapmıştı: “İtalya’nın 16 numarası, kupanın açık ara en iyi oyuncusu!” Bu, Bruno Conti idi. İtalyan ataklarını yöneten serbest hücumcuydu ve zaferin mimarlarındandı. 1981-82 sezonunu bir kez daha kral olarak kapatan Pruzzo’nun antrenör Enzo Bearzot ile yaşadığı sorunlar sonucunda milli takıma alınmamasına çıldıran Roma taraftarları, teselliyi Conti ve kupa ile buluyordu. ‘Beyin’ Falcao ise büyüleyici Brezilya’nın en etkili oyuncularındandı…
Roma 1983-84
O yaz yaşananlar, Serie A’yı ilgi odağı yapmıştı. 1982-83 sezonunda lig terfi etmiş, yabancı sayısı ikiye çıkarılmış, ilgi iyiden iyiye artmıştı. Rakip Juventus, yine ihtişamlı bir giriş yapmaktan geri durmadı ve turnuvanın yıldızları Michel Platini ile Zbigniew Boniek’e siyah-beyaz formayı giydirdi. Roma ise yabancı kontenjanını Avusturyalı orta saha Herbert Prohaska’dan yana kullanmıştı. Fark yaratacak isimler yerli transferlerdi; Liedholm’ün eski öğrencisi skorer sol bek Aldo Maldera, sağ bek Michelle Nappi ve gaddar savunmacı Pietro Vierchowod gibi kendini kanıtlamış isimler alındı. ‘Baron’ sezon öncesi oyuncularına sahada görmek istediği oyunu tek cümleyle özetliyordu: “Vierchowod hariç hepiniz sahada hareket edeceksiniz!”
“Milan’da oyuncuyken dört, antrenörken ise bir şampiyonluk yaşadım. Kariyerimin güzel günleriydi. Ama bu şampiyonluk, en çok zorluk barındıranıydı. Dolayısıyla en önemli zaferim de bu!” Roma, Juventus’a iki kez mağlup olsa da 1982-83 sezonunda tam 41 yıl sonra Serie A şampiyonu olmuştu. Sahadaki futbol, Liedholm’ün hayalindeki Brezilya stiline yakın bir akıcılığa sahipti. ‘Gölge’ Tessari ise yıllar sonra “Bize kazanma mantalitesini getirmişti” diyerek sahadaki aslan payını Falcao’ya veriyordu. Roma, ertesi sezon da kadrosunu güçlendirmeyi sürdürdü. Kulüp, tarihinin ilk Şampiyon Kulüpler Kupası tecrübesini yaşayacaktı ve Milan kültürü ile yetişen Liedholm için Avrupa kupalarının önemi ayrıydı. 1982 Dünya Kupası zaferinin parçalarından, eski gol kralı Francesco Graziani ve Brezilya’nın sihirli orta sahasının en gerideki adamı Toninho Cerezo, takıma katıldı. Ligde yine Juventus’la boğuşan Roma, Avrupa’da da rahat bir şekilde yarı finale kadar yükselmişti. Son dördün ilk maçında Dundee United ile karşılaşmak için İskoçya’nın yolunu tuttuklarında, büyük bir eksikleri vardı: Kariyerini etkileyecek diz sakatlığı ile 1984’ün Nisan ayında tanışan Falcao, oynayamayacaktı. Roma, 2-0 mağlup olmuştu. Dahası, İskoç menajer Jim McLean ile Roma futbolcuları arasında büyük bir gerginlik yaşanmış, McLean’in “İtalyan p.çleri!” bağrışları manşetlere taşınmıştı.
İki hafta sonra, 25 Nisan 1984’te Roma Olimpiyat Stadı’ndaki maç, İskoç antrenörün “Hayatımda gördüğüm en kötü futbol ortamıydı” açıklamasına sebep oldu. “Tanrı Dundee’yi korusun!” ya da “S.ktir git McLean” pankartları stat çevresinde birçok Roma taraftarının elindeydi. Dundee otobüsü, bordo-turuncu selin sarsıntısı ile Olimpiyat Stadı’na gelmişti. Kupada kendi sahasında henüz gol yemeyen Roma, gergin ama turdan emindi. Çünkü o öğlen ‘Roma’nın Sekizinci Kralı’ Falcao sahadaydı. Roma, Pruzzo’nun iki golü ve Di Bartolomei’nin penaltısıyla turu geçmişti. Maç sonunda futbolcuların birçoğu McLean’in yanına koşuyordu. Nela, İskoç’un yanına yaklaştı ve orta parmağını göstererek “S.ktir git!” dedi. Rövanşın karelerinden biri de bu an olmuştu.
Takım kaptanları Agostino Di Bartolomei ve Graeme Souness
Liverpool’du. Bob Paisley ile Avrupa’nın zirvesine çıkmışlar, ‘Boots Room’ ekolünün son temsilcisi Joe Fagan ile istikrarı sürdürmüşlerdi. Tessari, “Karşılaşmak istemeyeceğiniz bir İngiliz takımıydı. Sadece uzun top oynayan o alışılmış İngilizlerden değillerdi. Oyun içerisinde bile defalarca sistemleri değişiyordu” sözleri ile rakibi özetliyordu. Roma’nın en büyük avantajı ise finalin Roma Olimpiyat Stadı’nda oynanmasıydı. 30 Mayıs 1985’te namağlup Liverpool ve kendi sahasında henüz gol yemeyen Roma, Stadio Olimpico’nun çimlerine çıktı…
Liverpool, maçın başında tartışmalı bir golle öne geçse de Pruzzo, alışılmış ‘garip’ kafa vuruşlarından birini yaparak skoru eşitledi. Oynadığı hiçbir Şampiyon Kulüpler Kupası finalini kaybetmeyen Liverpool’u ve tecrübesini yenmek zordu. Ama yenilmediler de... Karşılaşma, kupa tarihinde seri penaltı atışlarına giden ilk final olmuştu.
Falcao, dizindeki ağrıları hâlâ hissediyordu. Bu sahaya da yansımıştı, etkisinden çok uzaktı. Penaltıcılar belirlenirken yanına Liedholm geldiğinde ona yorgun olduğunu ve kendisini daha iyi hisseden birinin atmasının daha doğru olacağını söyledi. Roma, vuruşlara zihinsel olarak 1-0 geride başlıyordu. Nela, 2014’te katıldığı bir televizyon programında “O seviyedeki bir oyuncunun, bir ilahın penaltı atmaması kabul edilecek bir şey değil. Düşünsenize, bugün Roma bir final oynayacak ve Totti penaltı atmayacak!” diyerek liderlerini eleştirecekti. Kendisi de dizindeki feci sakatlık nedeniyle o gün sahada olmayan Ancelotti ise Falcao’yu savunanlardandı: “Penaltılar teknik bir olay değildir, tamamen mental bir gerçektir. Kim iyi hissediyorsa o atmalıdır.” Roma, ilk penaltı atışlarında kaptan Di Bartolomei’nin golü ve Phil Neal’ın kaçırması ile 1-0 öne geçse de Conti ve Graziani’nin yararlanamadığı vuruşlar sonucunda o gece kupa törenini sadece izlemekle yetindi. Final, Liverpool kalecisi Bruce Grobbelaar’ın ilginç ayak hareketleri sonucunda Graziani’nin kaçırdığı penaltı ile jeneriklere geçmişti.
Graziani'nin kaçırdığı penaltı vuruşu...
O gece ben ve Nela arasında bir seçim yapması gerekiyordu. Büyücüye sordu ve Nela’yı oynattı.” Savunmacı Emidio Oddi, antrenör Liedholm’ü büyücü Mario Maggi’nin sözünü dinlemekle suçluyor ve penaltı çalışmadıklarını da ekliyordu. İşin ilginci Maggi ile Liedholm’ün ilişkisi çok bilinen bir olaydı ve Maggi de yıllar sonra verdiği bir röportajda Liedholme’e Graziani ile Conti’ye penaltı attırmaması gerektiğini tavsiye ettiğini, İsveçlinin onu dinlemediğini ve daha sonra iki yıl küs kaldıklarını söylüyordu. Roma taraftarının asıl hedefindeki isim Falcao idi. Onlara göre sorumluluk almaktan kaçmıştı. Fakat Tessari’nin buna bir cevabı vardı: “Falcao hiçbir zaman penaltıcı olmamıştır ki... Sakat olmasa bile listeye adını yazmazdık.” Graziani ise aynı fikirde değil: “Ne olursa olsun, penaltıcı olmasanız bile bazı durumlarda yıldızlar sorumluluk almalıdır!”
Soyunma odasında büyük bir sessizlik hâkimdi. Liedholm içeri girdiğinde yine sakindi: “Ümitsizliği bırakın. Çok iyi bir takıma karşı harika oynadınız. Şimdi, İtalya Kupası finalini düşünelim.”
Roma, yaklaşık bir ay sonra Verona’yı geçerek İtalya Kupası’nı bir kez daha kazansa da o 30 Mayıs gecesi uzun yıllar konuşuldu ve konuşulmaya da devam ediyor. 1985’te Başkan Viola’nın Dundee rövanşını yöneten Michel Vautrot’ya rüşvet verdiği iddia edildi. İskoç futbolseverler -her ne kadar Fransız hakem, Roma’nın bir golünü iptal etmiş ve Pruzzo’nun düşürüldüğü pozisyon açık bir penaltı olsa da- o yenilgiyi hâlâ rüşvete bağlıyor. UEFA, Viola’yı Avrupa maçlarından men etti ama Roma’ya ceza verilmedi. Aslında ortada hakemi ayarlamak için hiçbir neden yoktu ama Viola, İtalyan işi yöneticiliğin ‘gerektirdiklerini’ yapmıştı. Roma taraftarları, uzun süre bu suçlamalarla uğraşacaktı.
Liedholm ve Tessari’nin kaderi, 30 Mayıs gecesi çizilmişti. Yöneticilerle maçtan sonra buluştuklarında şok bir haber aldılar. Viola, ertesi sezon için antrenör olarak Sven-Göran Eriksson ile anlaşmıştı. Kulüp tarihinin en iyi günlerini yaşatan ikili, en güvendikleri isimden, zirveye çıktıkları gün hançeri yemişti. Liedholm, o sene Milan’ın yolunu tutacak; Costacurta, Maldini, Donadoni, Evani ve Massaro gibi isimleri takıma monte edip alan savunması felsefesini yerleştirecek ve kaymağı yemeyi Arrigo Sacchi’ye bırakacaktı. Falcao, Di Bartolomei, Cerezo ve Graziani gibi yıldızların birkaç yıl sonra ayrılması ile Roma taraftarının gönlünde fantastik hatıralar bırakan o takım dağıldı. Ama 30 Mayıs’ın laneti üstlerinden hiç gitmedi. 1994’te televizyonlarını açanlar ekrana uzun süre ağızları açık, şoka girmiş vaziyette bakacaktı. Büyük kaptan Agostino Di Bartolomei, 30 Mayıs 1994 sabahı kafasına sıktığı tek kurşun ile hayata veda etmişti…