Normal Biri

12 dk

Marcel Kittel, 2010'lara parlak yeteneğiyle girdi, kısa sürede dünyanın en hızlı bisikletçisine dönüştü ve bir anda emekli oldu. Kittel, evinin kapılarını Socrates'e açtı. Ya da mahalle cafe'sinin...

"Tatlı olarak alır mısınız?"

Marcel Kittel bisiklet kariyerinin en kötü günlerinden bahsederken sohbetimiz bir anda kesiliyor, araya garson giriyor. Zürih yakınlarındaki Kreuzlingen'de bir cafe'deyiz ve yemeklerimizi az önce bitirdik. Marcel'in cevabı olumlu, hızlıca tatlı siparişini veriyor. Benim aklımda ise röportajın geri kalanı var. Buradan hangi konuya geçebiliriz?

Aslında tanıdık bir his var ortamda. Yedi yıl önce, dünyanın en iyi sprinteri olmadan kısa bir süre evvel, Kittel'le röportaj yapmıştım. İstanbul'da bir otelin lobisindeydik, Alman bisikletçi Türkiye Turu'nun son etabından sonra karşımda oturuyordu. O gün de aslında takım yemeğine katılması gerekiyordu ama bir yandan da genç bir spor gazetecisi olan benim sorularımı kırmadan yanıtlamak istiyordu. "Acelem yok" diyordu.

Şimdi ise acelesi vardı. Kittel, 31 yaşında bisiklet kariyerini tamamlamış, başka biri olmaya karar vermişti. Voleybolcu kız arkadaşı Tess von Piekartz hamileydi ve birkaç gün içinde ilk çocukları dünyaya gelecekti. Marcel, İstanbul'da olduğu gibi Kreuzlingen'de de bütün sorularıma zaman ayırabileceğini söylüyordu. Sadece, çocuğu doğduğu takdirde kalkması gerekebilirdi. Yaklaşık iki saat sonra, röportaj sona erdi. Marcel, herhangi bir son dakika telefonu almamıştı ve birçok sporcunun aksine sorularım bittikten sonra sandalyeden kalkmaya çalışmamıştı. Nasıl olduğumu, Türkiye'deki siyasi gündemi, planlarımı merak ediyordu. Hayatta bisikletten daha da önemli şeyler olduğuna inanıyordu ve başka insanların hikâyelerini dinlemek ilgisini çekiyordu. Bir ara, vaktiyle Türkiye Turu vesilesiyle kapısından girdiği gece kulübü Reina'yı bile sordu. Oraya düzenlenen saldırıya çok üzülmüştü.

Marcel Kittel hep farklıydı. 14 Fransa Bisiklet Turu etabı kazandığı kariyerinde altın sarısı saçları, hızı ve gücü ona yenilmez bir hava katmıştı. Ama Alman sporcu zayıflıklarından söz etmekten de hiç çekinmemişti. En nihayetinde o da bir insandı; herkes kadar kırılgan ve hassastı. Champs-Elysees'de saatte 80 kilometreye varan bir hızla pedal çevirerek finişe gelmesi bu gerçeği değiştirmemişti ve bundan sonra da değiştirmeyecekti. Anlatacak çok şeyi vardı. Ve yaşayacak yeni bir hayatı...

Röportaj öncesi sohbet ederken, katıldığın Türkiye Turu etaplarını hatırladın. Eski yarışları açıp baktığın oluyor mu?

En şaşırdığım taraflardan biri insanoğlunun adaptasyon yeteneği. Aniden bir hayattan öbürüne geçiş yapabiliyorsunuz. Hayatımın yeni safhasıyla ilgilenmekle o kadar meşgulüm ki bisiklet kariyerim aklıma bile gelmiyor bazen. Sonuçta üniversiteye döndüm, bebeğim doğacak.

Geçmişte bilgisayar mühendisliği okumuştun. Şimdi neden ekonomi?

İlk üniversitemi yarıda bırakmıştım. Bisiklet kariyerim başlamak üzereydi ve seçim yapmam gerekiyordu. Ya okula devam edecektim ya da bisiklete… Şimdi neden ekonomi? Psikolojik tarafı ilgimi çekiyor. Neden insanlar bu ürünü alıyor, şunu almıyor? Arkasındaki sebepler...

Biraz da felsefi bir tarafı yok mu bu meselenin? Seçme kaygısı bu çağda filozofların da alanına soktu ekonomiyi...

Felsefi tarafını daha önce düşünmemiştim ama sen söyleyince aklıma geldi. Geçenlerde sevgilimin kız kardeşiyle muhabbet ediyordum. Yüksek lisans yapıyor ve felsefe dersleri alıyor. Şunu anlattı: Felsefenin ilgisini çeken konulardan biri, dünyaya iki yönlü bakılabileceği. Bir tarafta kaderci bakış var, her şeyin önceden belirlendiği, senin sadece belirli bir yolu takip ettiğin… Diğer tarafta ise her şeyin özgür irade üzerine kurulu olduğunu düşünen anlayış var. "İnsanlar neden bu eşyayı satın alıyor veya almıyor?" sorusuna bakarken de bu iki yöne gidebiliriz.

Bir başka örnek vereyim, pazarlama. Aslına bakarsan bütün o marketing masalları manipülasyondan başka bir şey değil. Nasıl çalışıyor, bu mekanizmanın gerisinde ne var, benim gibi insanları nasıl etkiliyor? Bunu seviyorum diyemem, anlamaya çalışıyorum.

"Hayatımın yeni safhasıyla o kadar meşgulüm ki bisiklet kariyerim aklıma bile gelmiyor bazen..."

"Hayatımın yeni safhasıyla o kadar meşgulüm ki bisiklet kariyerim aklıma bile gelmiyor bazen..."

Özgür iradeden bahsettin. Emekli olduktan sonra bir açıklaman vardı: "Artık özgürüm." İlk kez mi tattın bu duyguyu?

Kariyerimin başında da özgür hissediyordum. Her şey çok yeni ve heyecan verici duruyordu. Bitmek bilmez bir keşif durumu vardı. Ama bugün bakınca o hâlimin bir programın parçası olduğunu görüyorum. Sonuçta bir antrenman takviminin, bir takım programının parçasıydım.

İnsan hayatını merkeze koyduk diyelim, etrafta dönen birçok farklı dünya var; aile, kariyer, dostlar. Bisiklet kariyeri devam ederken bunlardan sadece birine odaklanabiliyorsunuz, yani spora. Ama şimdi birçok farklı alana yönelebileceğimi fark ettim. Artık tek bir şeyle, sporla kendimi tanımlamak yeterli gelmemeye başlamıştı. Aileme de, kişisel gelişimime de, eğitimime de zaman ayırmak istedim.

Bisikletçi olmanın çok eğlenceli yanları vardı ama bir yerde bitmesi gerektiğini düşündüm. Yeni bir sayfa açtım ve bu daha özgür hissetmemi sağladı. Öncesine göre daha özgür… Yoksa bisiklet kariyerimde rehin alınmış değildim, kimse beni hapsetmemişti. Bisikleti hep çok sevdim, yaptıklarımdan da gurur duyuyorum. Ama Katusha'yla anlaşmamı dondurduğum dönemde her şeye başka bir gözle baktım ve bir adım atmam gerektiğini düşündüm. Devam edip kendimi bir ya da iki sene daha zorlayabilirdim…

Ve eminim teklifler de almıştın.

Jumbo-Visma ile görüşüyordum ama başka bir yola girmeye karar verdim.

Andy Schleck'le emekli olduktan sonra konuşmuştum. Yaşadığı zorluklardan söz ederken şöyle demişti: "Bisikletçiyken mektubunuzu bile kendiniz yollamıyorsunuz, başkaları hallediyor. Bıraktıktan sonra anladım ki posta işleri gerçekten zormuş. Pulu zarfın neresine yapıştırmak gerektiğini hâlâ çözemedim."

Andy'yi anlıyorum. Eğer üst düzey bir sporcuysan çevren tarafından sürekli destekleniyorsun çünkü dinlenmen gerekiyor. Fakat ben yarıştığım dönemde de kendimi bu pozisyona sokmadım. Belirli sorumlulukların elimden alınmasına izin vermedim.

Sadece antrenman yapan ve yarışan bir birey olmak istemedim. Andy ile muhtemelen taban tabana zıt karakterleriz. Bunda da sorun yok. Belki de bu fark emekliliğe geçişimi kolaylaştırdı. Her şeyi başkaları tarafından organize edilen sporculardan olmak da bir tercihtir çünkü bisiklet gerçekten zor. Üç hafta süren bir Büyük Tur'a katıldığınızda yarış dışında hiçbir şeyi düşünmemeniz gerekiyor. Etaba katılıyorsunuz, masaja gidiyorsunuz, yemeğinizi yiyorsunuz ve uykuya dalıyorsunuz. Ancak döndüğünüzde gerçeklerle baş başa kalıyorsunuz. Artık bir amacınız, dünyanız yokmuş gibi hissediyorsunuz. Bunu anlayabilirim. Lakin söyledim ya, ben daha farklı bir rota izledim. Çocukluğumdan itibaren… Aile evinden ayrıldığımda 14 yaşındaydım, yatılı okula gitmiştim. O deneyim bana çok şey kattı.

Hayat ve bisiklet dengesinden yarıştığın dönemde de söz ediyordun. Mesela canın bir yemek çekti diyelim, sen bisikletçi olduğu için kendini o yemekten mahrum bırakan ve sürekli rejim yapan sporculardan olmadın hiçbir zaman…

Bunu korumak pek kolay olmadı. Çünkü sadece kariyerine odaklanman gereken anlar da var. Yanlış anlamayın, o anlarda hep işimi yaptım. Yine de bu balonun içinden çıkmaya, hava almaya çalıştım dönem dönem. Etrafımda farklı ilham kaynakları bulundurmak bana yardımcı oldu. Sürekli çalışan ve hayattan nasıl keyif alacağını bilmeyen insanlardan olmadım. Birçok kişi 'sürekli-nefes-almadan-çalışan sporcu' imajının arkasına sığınıyor. Ama o imaj bir saçmalık. Kendinizi on yıl boyunca bir balonun içine sıkıştırmak ve bunun acısını çekmemek imkânsız. Her zaman dengeye ihtiyacınız var.

"Artık tek bir şeyle, sporla kendimi tanımlamak yeterli gelmemeye başlamıştı. Yeni bir sayfa açtım."

"Artık tek bir şeyle, sporla kendimi tanımlamak yeterli gelmemeye başlamıştı. Yeni bir sayfa açtım."

İlham kaynaklarından bahsettin. Emekliliğin sonrası Avrupa'yı dolaştığın ve bu yolculuk esnasında farklı insanlarla buluştuğun doğru mu?

Ben düşünmeyi seven biriyim. Özellikle kendime dair. Bilhassa da büyük kararların öncesinde zihnim karışabiliyor. "Devam etmeli miyim yoksa bırakmalı mıyım?" sorusunu cevaplarken de birçok kişiye danıştım. En önemlisi de "Beni hayatta gerçekten mutlu eden ne?" sorusuna cevap aramak oldu.

Hatta bir liste yaptığını duydum. Seni mutlu eden şeylerin listesi...

Evet, telefonumda bir fotoğrafı olabilir.

Deniz ve güneş gibi maddeler varmış.

Bir meseleye kafam takıldıysa onu çözene kadar hep düşünürüm. Bu listeyi yaparken de ruh hâlim öyleydi. Ama çözüldükten sonra listeyi geride bırakırım. (Fotoğraf galerisine bakıyor) Japonya, Paris… Ne kadar fotoğraf çekmişim. Yok, hayır, bulamadım. Ama zaten ikisini söyledin. Deniz ve güneş vardı. Aile ve arkadaşlar, aynı şekilde. "Otantik, özgün insanlarla daha fazla vakit geçirmek" gibi hedefler de not almıştım. Seyahatlerimin amacı da buydu. Hayattaki yerini bilen, ne istediğinin farkında insanlarla zaman geçirmek... Ama listeyi yaparken cidden zorlandım. "Beni ne mutlu ediyor?" sorusuyla yüzleşmek sanıldığı kadar kolay değil. İnsan olarak her gün kararlar vermek zorundasınız. Bazen doğru çıkıyorlar, bazen yanlış.

O hâlde bazı kararlarına bakalım. En merak ettiğim konulardan biri, ergenlikte nasıl zamana karşı uzmanından bir sprintere dönüştüğün...

Hep iyi bir sprinterdim. Bisiklete başladığımda arkadaşlarımla beş kişilik bir grubumuz vardı. Küçük yarışlara katılıyor, sprintleri kazanıyorduk. O günlerde de hızlı olduğumu biliyordum. Belki de asıl soru şu olmalı: Nasıl iyi bir zamana karşı yarışçısı oldum? Alt yaş gruplarında kazandığım zamana karşı dünya şampiyonluğu mental anlamda benim için dönüm noktasıydı.

"Emeklilik kararımı verirken 'Beni hayatta gerçekten mutlu eden ne?' sorusuna cevap aramaya çalıştım..."

"Emeklilik kararımı verirken 'Beni hayatta gerçekten mutlu eden ne?' sorusuna cevap aramaya çalıştım..."

Evet, kariyerinin başında adın bir anda en iyi sprinterler arasında anılmaya başladın. Bunu nasıl başardın? Ailenden gelen genler mi, çalışma mı?

Bacaklarınızda hissettiğiniz hızın gerisinde basit bir açıklama var: Yetenek. Bisiklet dünyasında bugünlerde yeni trendlerden söz ediliyor. Metotlar, teknikler... Harika. Ama yetenekli değilseniz, 'Fast twitch fibers'a (hızlı kasılan lifler) sahip değilseniz, ne kadar çalışırsanız çalışın rakiplerinizi geçemezsiniz. Benim avantajım genetik şansımdı. Babam eski bir sprinterdi, annem ise yüksek atlamada başarılıydı. Bir başka şansım da bisiklete başladığım takım. Üçüncü şansım ise kariyerimin başındaki antrenörüm Merijn Zeeman... Onun sayesinde sadece sprint atabildiğimi değil, bu işte dünyanın en iyilerinden biri olabileceğimi de fark ettim.

Skil-Shimano ile profesyonel bisiklete girdin. Dışarıdan bakıldığında kolej takımı gibiydiniz. Gerçekten öyle miydi?

O takımda yer almanın ne kadar ayrıcalıklı olduğunu ne zaman anladım, biliyor musun? Her şey bittikten sonra. Acı ama gerçek. Bazen geri dönüp bakıyorum ve şöyle düşünüyorum. 2011'deki, 2012'deki o başarıların keyfini daha fazla sürebilirdim. Maalesef hayat böyle bir şey. O anda gençsiniz, her şey yeni görünüyor ve bütün yaşamın böyle sürüp gideceğini sanıyorsunuz.

O takımdan Simon Geschke birkaç ay önce sana dair yazdı. Bir yerde şöyle diyor: "O kazandıkça biz de gelişmek zorunda kaldık. Hepimiz tecrübesizdik ama onun saf gücü bizi profesyonel yaptı." Bu güçle ve başarıyla baş etmek zor muydu?

lginç olan şu: Ben bisikleti denemeye karar verdiğimde asla Fransa Bisiklet Turu'nda etaplar kazanacağımı aklıma getirmedim. Basitçe, merak etmiştim. Skil-Shimano'nun teklifini gördüm ve "Neden olmasın?" dedim. Amatörken yıllarca emek vermiştim ve o idmanları ziyan etmek istemedim. Simon'un dediği gibi küçük bir takımdık ve o merak hepimizi daha da ileri taşıdı. Daha fazlasının gelebileceğini hissettik.

"Skil-Shimano'da yarışmanın ne kadar ayrıcalıklı olduğunu ne zaman anladım? Her şey bittikten sonra..."

"Skil-Shimano'da yarışmanın ne kadar ayrıcalıklı olduğunu ne zaman anladım? Her şey bittikten sonra..."

Bir yerde Geschke senin için şöyle diyor: "Marcel'i küçük yaşlardan beri tanıyorum. Ama başarıya, üne rağmen karakteri hiç değişmedi." Katılıyor musun?

Elbette değiştim. Otuz yaşındaki benle yirmi yaşındaki ben arasında dağlar kadar fark var. Mesela şimdi çocuğum olacak. Hayat seni sürekli değişmeye zorluyor. Fakat o günlerde de sonrasında da takım arkadaşlarımın yaptıkları işten keyif almalarını istedim. Bunu yapmanın en kolay ve bir anlamda zor yolu da takım arkadaşlarıma onlardan farklı, daha önemli, özel biri olduğum hissini vermemekti. Çünkü ben böyle olduğumu düşünmüyordum.

2015'e kadar inanılmaz bir çıkışın vardı. İnsanlar seni Mark Cavendish'i yenebilecek bisikletçi olarak görüyordu. Bir noktada baskı hissetmeye başlamadın mı?

İlk sezonuma başladığımda en büyük hedefim o sezonu bitirebilmekti. 17 yarış kazanmak, İspanya Bisiklet Turu'nda etap almak falan aklımda yoktu. Zaman geçtikçe açlığım büyüdü. Koçunuz size "Dünyanın en iyisi olabilirsin" dediğinde bir anda olaya bakışınız değişiyor. Hoş, başlarda "Ah yok, benden daha hızlılar var" diye cevaplıyordum. İkinci sezona başlarken düşünce yapım farklıydı. "Kazanabileceğimi gösterdim. Peki bunu dünyanın en iyilerine karşı yapabilir miyim?" diye soruyordum. Yavaş yavaş, dünyanın en iyi sprinteri olmayı arzuladım. Ama katıldığım ilk Fransa Bisiklet Turu'nda hastalığımdan ötürü istediğimi yapamadım.

Bir sezon sonra her şey farklıydı. 2013 Fransa Bisiklet Turu'nda dört etap kazanmıştım. Ben, Cav ve Andre Greipel arasındaki mücadele takımlara yansımıştı. Biz Argos-Shimano olarak güçlüydük, Cavendish harika bir Quick-Step sprint treninin parçasıydı. Greipel'in arkasında ise Lotto-Soudal vardı, Greg Henderson'dan Marcel Sieberg'e kadar.... Bizde ise John Degenkolb, Tom Veelers gibi bisikletçiler vardı. O zamana kadar belki çok ünlü değildik ama Le Tour her şeyi değiştirmişti. Bir sonraki hedef neydi? Zirvede kalabilmek. Çünkü bazen zirvede kalabilmek zirveye çıkmaktan daha zordur.

Kendin üzerine çok düşündüğünü söylemiştin. Peki Champs-Elysees etabında yarışmak nasıldı? O hızı, heyecanı, zafer duygusunu arada hatırladığın oluyor mu?

2013'e dönelim. Paris etabı öncesi otobüste zaman geçiriyorduk. Pencereden Cavendish'i gördük, ayakkabısıyla uğraşıyordu, sürekli bir şeyleri değiştiriyordu. Gergindi. Takım arkadaşlarım da şakalar yapıyordu. Aslında o anki havadan nasıl bir takım olduğumuz belli oluyordu. Elbette Champs-Elysees'de kazanmak istiyordum ama neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Orada daha önce yarışmamıştım, takım arkadaşlarıma bağlıydım ve gergindim. Sonra kazandım. Ama ne hissettim, biliyor musun? Yorgunluk. Fransa Bisiklet Turu'nda geçen üç haftadan sonra en çok hissettiğiniz şey bu...

Peki her şey iyi giderken 2015'te ne oldu? Bir anda performansın düştü, kaybetmeye başladın, işler tepetaklaktı...

Her şey çok fazla geldi. 2011'den 2014'e kadar zaman o kadar hızlı akmıştı ki… Hayatım, kariyerim değişti, yeni kararlar vermek zorunda kaldım ve bütün o balonun içinde kendime zaman ayıramadım. Bir anda Alman televizyonunu yeniden Fransa Bisiklet Turu'na getirme muhabbeti çıkmıştı, kamuoyunda bisikleti yeniden görünür kılmak istiyordum, toplantılara katılıyordum....

Sezon başında Tour Down Under'a gittiğimde formumun zirvesinde olmadığımı anlamıştım. Eve döndüm, birkaç sponsor etkinliğine katıldım ve hasta oldum. Fiziksel ve zihinsel limitlerinize dayandığınızda bağışıklık sisteminiz zayıflıyor. Mesela Katar Turu'nda enerjim sıfırdı. Berbattım. Konuyu takımıma açtım ve zaman istedim. Toparlanmam, hayatımı yerli yerine koymam ve yeniden yarışmaya başlamam gerekiyordu ama çok zordu. Bir anda yaptığım her şeyi sorgulamaya başladım. Bütün bunların ne anlamı vardı ki? Psikologlarla konuşup çıkış yolu aradım, yardım almak gerçekten işime yaramıştı. Ama daha fazla zamana ihtiyacım vardı. Sezon sonunda takımdan ayrıldım çünkü o dönem bana yaklaşımlarından rahatsız olmuştum. Aynı zamanda kendimle de yüzleşmiştim. "Beni hayatta mutlu eden ne?" sorusunu ilk o zaman sormuştum. Yeni kararlar aldım. O yaz İsviçre'ye taşındım, sezon içerisinde Girona'da zaman geçirmeye başladım, takım değiştirdim...

Etixx — Quick-Step mayosuyla zirveye dönüşün her zamankinden büyük oldu.

Kesinlikle. Zaten amacım da dünyaya tekrardan neler yapabileceğimi göstermekti.

Etixx — Quick-Step patronu Patrick Lefevere'in senden bahsettiği Türkiye Turu kapanış partisini hiç unutamıyorum. Dilinden düşmüyordun. Karizman, yeteneğin, gücün...

Patrick bazen zor bir insan olabiliyor ama bir şeyi müthiş yapıyor. Takımını bir arada tutmasını biliyor. Teknik ekibi genelde aynı ve takımda harika bir atmosfer var. Dolayısıyla QuickStep'te geçirdiğim zamandan ötürü çok mutluyum. Beni öyle sıcak, samimi bir şekilde karşıladılar ki… Benden sonra da aynı gelenek devam etti. Mesela Elia Viviani'nin gelişimine bakın, anlayabilirsiniz. Boşuna yıllardır bisikletin zirvesinde değiller.

Katusha yıllarına dönelim.

Katusha ile imzalama nedenim…

Tamamen finansal değildi, öyle değil mi? Oradaki düzen de ilgini çekmişti.

Kariyerimin hiçbir noktasında finansal gerekçelerden ötürü kontrat imzalamadım. Quick-Step'ten de aynı ölçekte bir teklif almıştım. Ama Katusha'daki projeye heyecanlandım. Alman bisikletçilerden oluşan bir takım, Alman sponsorlar... Fakat gerçek, kâğıt üzerindekiyle aynı değildi. Bunu ancak işler kötüleştikten sonra anlıyorsunuz. Başta dedim ya, hayatta kararlar almak zorundasınız. O kararları alıyorsunuz, sonra da sonuçlarıyla baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Mutlu değildim ve takımla konuşarak kontratımı sona erdirmek istedim.

2015'te geçirdiğin zor zamanlardan söz etmiştik. Katusha'yla yakın dönemde yaşadıkların seni nasıl etkiledi?

Böyle bir durumla nasıl baş edeceğimi biliyordum biraz. Ama bu her şeyi bildiğim anlamına gelmiyor. 2018 ve 2019'da da çok şey öğrendim çünkü bir kez daha kendimle baş başa kalmıştım. Katusha ile anlaşmam bittikten sonra düşünmeye zamanım oldu. Ne istediğime kafa yordum.

Depresyon artık spor dünyasında daha çok tartışılıyor. Geçen yıl NBA Başkanı Adam Silver, "Birçok genç oyuncu mutsuz" demişti ve bazı eski basketbolculardan "Zenginler, ünlüler, her şeye sahipler. Neden mutsuzlar ki?" tepkisini almıştı.

Evet, insanlar şımarıklık olarak görebiliyor bunu ancak gerçekten nelerin önemli olduğunu incelediğinizde bazı şeylerin anlamsızlığını fark ediyorsunuz. Şöhret, başarı, para... Hepsi bir anda gidebilir. Sporcuların da bunu anlaması önemli. Yıldızken yaşadığın hayat gerçek değil. İnsanlar seni seviyor çünkü ünlüsün. 2015'te işler kötü giderken kaç mesaj aldım, biliyor musun? Hiç. Öyle durumlarda çevrende seni gerçekten önemseyen insanların ne kadar az olduğunu anlıyorsun. Yıldız bir sporcunun yaşamında genelde hayatına dair düşünmekten daha çekici şeyler vardır. Ama bunu erken yaşta anlamak mühim. Genç sporcuların düşündüğünüzden daha fazla yardıma ihtiyacı var. Ne başarmak istiyorlar, hayatlarına nasıl yaklaşıyorlar, dünyayı nasıl görüyorlar? Daha bilinçli olmak zorundalar çünkü etraflarında o kadar çok çekim merkezi var ki… Parlak arkadaşlar, hafta sonu özel uçakla gidilen tatiller, harcayacak bir servet.

Sosyal medyayla birlikte her şey daha zorlaşmadı mı?

2018'den sonra sosyal medyadaki yorumları okumayı bıraktım çünkü hoşlanmıyorum. Bu da bir başka balon, sahte dünya. Hiçbir şey hakiki değil. Mesela Rusya'da şöyle bir şey varmış. Özel jet kiralıyorsun selfie çekmek için, sonra o fotoğrafı paylaşıyorsun ve oradan çıkıyorsun. Ne kadar aptalca değil mi! İnsanlar bunu görüp hem başkalarını yargılıyorlar hem de hayatları üzerine çıkarımlarda bulunuyorlar.

Daha gerilere gideceğim. Berlin Duvarı'nın yıkılışının 30. yılı... Doğu Almanya'da doğdun, annen ve baban, spor sisteminin parçasıydı. Hiç deneyimleri üzerine konuştunuz mu?

Sık sık. Ailem ortalama insanlardı. Siyasetle ilgilenmiyorlardı. Doğu Almanya'daki sistemi desteklemiyorlardı ama ona karşı da çıkmıyorlardı. Basitçe, yaşamlarını idame ettiriyorlardı. Diğer yandan, Doğu Alman spor sisteminin yetenek keşfetme ve destekleme konusundaki ağından söz ederlerdi. Elbette dopingin lafı da geçerdi. Küçükken "Hiç doping kullandınız mı?" diye sorardım. Şöyle derlerdi: "Bilmiyoruz." Çünkü sistem şeffaf değildi. Sonuçta onlara vitamin diye verilen şeyler doping olabilir. Şunu da eklemem lazım. İkisi de sporlarında üst düzey konuma gelmemişlerdi, olimpiyat oyunlarına gitmemişlerdi. Belki de bir üst seviyeye çıktığında işler değişiyordur.

Sistem çöktükten, Batı ile Doğu Almanya birleştikten sonra, yeni bir hareket vardı. Stasi'yi biliyorsundur, Doğu Alman Gizli Servisi. Seni takip ediyorlar, hakkında raporlar hazırlıyorlar; sadık mısın değil misin? Duvar çöktükten sonra bütün Doğu Almanlar gibi ailemin de Stasi bürolarında haklarında hazırlanan raporlara bakma şansı vardı. Ama bunu reddettiler.

"Küçükken 'Hiç doping kullandınız mı?' diye sorduğumda 'Bilmiyoruz' derlerdi."

"Küçükken 'Hiç doping kullandınız mı?' diye sorduğumda 'Bilmiyoruz' derlerdi."

Gerçekten mi? Neden?

Çünkü o raporların açılması bazen kocaman bir aileyi yıkabiliyor. Örneğin ailede babanın ya da bir akrabanın sistem için çalıştığını görebiliyorsunuz. Ben ailemde böyle bir durumun olmadığına inanıyorum ama onların kararı, saygı duyarım. Tabii yaşananlara bakınca, hayal bile edemiyor insan. Mesela doğduğum kasabanın merkezinde Stasi'nin sorgu ve işkence alanı olarak kullandığı bir bina varmış. Yıllarca kimse bunun farkına bile varmamış. Korkunç bir şey.

Bir yandan da Almanya'da bir kesimin Doğu Almanya nostaljisi olduğu söylenir.

Ev kirası, işssizlik hakkında endişelenmemek gibi şeyler rahatlatıcıymış. Fakat bu hayat için ödediğin bedel, özgürlüğün. Dediğim gibi, birleşen, özgür bir ülkede yaşadığım için mutluyum şu an...

Bir yandan da o doping mirası Almanya'da bisiklete zarar verdi. Ama senin kuşağın ülkede bisikleti yeniden haritaya sokan nesil olarak hatırlanıyor. Sen de bu kuşağın poster yüzüsün.

Şeffaf yarışmanın önemli olduğunu bilerek yola çıktık. Değişim beklentimiz vardı ve bunu yüksek sesle istedik. Bundan dolayı gururluyum. Ama sadece bana ait bir miras değil bu. Tony Martin'den John Degenkolb'a kadar birçok önemli figür vardı. Örneğin Andre Greipel önceki kuşağın bir parçasıydı ama o da bu sporun temiz olması gerektiğini yüksek sesle ifade etti. Bizden sonraki kuşakların aynı şeyi yapması da mühim. Bu iş artık onların sorumluluğunda.

Bitirirken… Seni mutlu eden şeylerin içine denizle güneşi almıştın ama şu anda İsviçre'desin. Ne deniz var ne de güneş…

Evet, yok (Gülüyor). Ve birkaç sene daha burada yaşamak durumundayız. Çocuk, üniversite eğitimi derken bir süre hayatımız bu.

Socrates Dergi