Profesör
10 dk
Nuri Şahin, sadece futboluyla değil, Harvard Business School’da aldığı eğitimle de ne kadar farklı bir isim olduğunu gösterdi. Deneyimlerini kendi ağzından dinleyelim...
Ben neredeyse gözümü açar açmaz Borussia Dortmund altyapısına girdim. Çok genç yaşta profesyonel olarak futbol oynamaya başladığım için de eğitim hayatıma son vermek zorunda kaldım. Kariyerim boyunca oynadığım takımlar, çalıştığım hocalar, tanıştığım insanlar, yaşadığım şehirler bana çok şey öğretti. Elbette sahip olduğum her şeyi futbola borçluyum ve bunun için şükrediyorum ama bir yanım hep eğitimimi erken sonlandırmış olmanın vicdan azabını çekti. Bu yüzden de kişisel çabamla açıklarımı kapatmak için çok uğraştım.
İki sene önce kişisel gelişimimi profesyonellere emanet etme kararı aldım. Kısa, orta ve uzun vadede kendime nasıl bir yol haritası çizmem gerektiğine birlikte karar veriyoruz. Hedeflerimi çok iyi bildikleri için, Ekim ayında bana böyle bir teklifle geldiler. İlk duyduğumda yeniden öğrenci olma fikri beni çok heyecanlandırdı. Ama seçtikleri okul ve programdan bahsettiklerinde itiraf etmeliyim ki biraz çekindim. Dünyanın en prestijli üniversitesi, çok popüler bir program ve herkesin saygı duyduğu bir akademisyen. Katılımcı profili global markaların üst düzey yöneticileri. Ben bu programa girebilir miyim? Girsem mezun olabilir miyim? Kafamda bir sürü soru işareti oluştu.
Belki tek başıma olsam “Harvard mı? İmkânsız!” der, geri adım atardım. İşte o noktada, etrafınızda tecrübeli insanların olmasının avantajını yaşıyorsunuz. Ekibim beni sadece cesaretlendirmekle kalmadı; ben antrenmanlara, maçlara, seyahatlere koştururken başvuru sürecini de iyi yönetti.
Harvard mezunları için “Parayı verdi, diplomayı aldı” demek imkânsız. Her sekiz başvurunun altısının reddedildiği bir kurumdan bahsediyoruz. Başvuru yapacağımız programın müfredatı; spor, medya ve eğlence sektöründeki global markaları anlatan gerçek vakalardan oluşuyordu. Her şeyden önce, üniversite mezunu olmadığım için internet üzerinden standart başvuru formunu dolduramadık. Program koordinatörüne mail atarak kendimi tanıttım, gelecek planlarımdan bahsettim ve neden bu programa katılmak istediğimi anlattım. Program koordinatörü bana sorularından oluşan bir liste gönderdi ve kulüpten hedeflerimi desteklediklerine dair bir yazıyla referans istedi.
Sorular; pazarlama, marka iletişimi, globalleşme gibi konulardan gelmişti. İçlerinden biri, programa katılan diğer öğrencilere ne gibi bir katkım olacağıydı. Ekibimin yönlendirmesi ile bir süre önce uluslararası firmaların CEO’larına koçluk eğitimi veren Dr. Alan Watkins’den liderlik konusunda bireysel danışmanlık almaya başlamıştım. Bundan bahsettik, ondan öğrendiklerimi aktarabileceğimin altını çizdik. Hazırladığımız dosya akademik kurula sunuldu ve heyecanlı bekleyişimiz başladı. Güzel haberi aldığımda antrenmandaydım.
Pique de Harvard'lılardan...
Gerard Pique’nin yanında Dwyane Wade, Chris Paul, CJ McCollum, Maria Sharapova, Katie Holmes gibi isimler de aynı programdan mezun olmuştu, onların paylaşımlarını da inceledim. Hatta birkaç sene önce Alex Ferguson konuşmacı olarak yine bu programa katılmıştı, onun ders videolarına da göz attım. Doğru programı seçtiğimizden hiç şüphem yoktu. Ve bunun yanında çok önemli isimlerle aynı dönemde bu programa başvurmuştum, onlarla beraber okuduk.
Mesela Dani Alves çok eğlenceli bir adam. İlk günden sınıfın maskotu oldu. Edwin van der Sar, saha dışında da çok saygı duyulan bir isim. Harvard’dan önce Hollanda’da Johan Cruyff Akademisi’nde Uluslararası Spor Yöneticiliği alanında yüksek lisans yapmış. Zaten yöneticilik kariyerine de başladı biliyorsunuz, onun tecrübelerini dinleme şansı elde ettim. Kaka ile farklı dönemlerde de olsa aynı takımın formasını giydik, sohbet edecek çok konumuz oldu. Lindsey Vonn, olimpik sporcu olmaya dair ilginç şeyler anlattı. Ama birlikte vakit geçirmekten en çok keyif aldığım kişi Michael Strahan oldu. İnanılmaz bir karakter! Aslında sınıfta bu kadar elit sporcu olunca bir rekabet ortamı oluşması kaçınılmazdı ama aksine şahane bir takım olduk.
Bundan sonraki planlarım ne? Hayallerim var elbette ve kendime yatırım yapmaya devam ettikçe bunlar hayal olmaktan çıkıp hedeflere dönüşecekler. Şunu söyleyebilirim; futbol oynamayı bıraktıktan sonra da futbolun içinde kalmaya devam etmek istiyorum. Çalıştığım önemli isimlerden edindiğim bilgi ve birikimleri sonraki nesillere aktarmak istiyorum. Aynı kulübün bir zamanlar soyunma odasındaki en genç oyuncusuyken şu an en kıdemlilerinden biri olduğum için bir şeyin çok net farkındayım.
Yeni nesil bizden çok farklı. Kendi tecrübelerimize ve doğrularımıza saplanıp kalırsak, hangi pozisyonda olursak olalım, başarılı olamayız. Üstelik futbol çok hızlı büyüyen ve dinamikleri sürekli değişen bir sektör. Yeni nesle ve sektördeki değişimlere ayak uydurmak için kendimi farklı alanlarda geliştirmek zorundayım. Bu nedenle son bir yıldır okuduğum kitapların tarzını değiştirdim. Eskiden daha çok tarih, sanat, edebiyat gibi konuları tercih ederdim, artık teknoloji, markalaşma, kişisel gelişim gibi konulara yöneldim. Çok fazla biyografi okuyorum. Kulübün istatistik departmanındaki arkadaşlarla verilerin analizi üzerine çalışıyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi, haftada bir gün performans yönetimi ve liderlik becerileri konusunda Alan Watkins’ten bireysel danışmanlık alıyorum.
Pique’nin geçen sene yaptığı “Harvard’da aynı saatte dersim olduğu için Şampiyonlar Ligi Finali’ni kaçırabilirim” açıklaması, eğitimine önem verdiğini göstermek adına yapılmış akıllıca bir iletişim stratejisiydi. İşin esprisi bir yana, programın süresi kısa gibi görünse de hazırlık süreci oldukça yoğun. İşleyeceğimiz 15 vakanın tamamı ve ödevlerimiz aylar öncesinden bize ulaştırıldı. Yani vakaları önceden okumuş, ödevleri program başlamadan yapıp bitirmiş olmamız gerekiyordu. Konuları araştırmak, kendi tecrübelerinizle ilgili örnekler sunmak zorundasınız. Tahmin edersiniz ki bu bir sporcu için çok kolay bir süreç değil. Antrenman ve maç temposu arasına ödevlerimi sıkıştırdım. Böyle olunca da aileme ayırdığım zamandan biraz fedakârlıkta bulunmak zorunda kaldım. Ama neyse ki bu aşamada da yalnız değildim. Ekibim beni çok doğru kaynaklara yönlendirdi, birlikte ders çalıştık.
Elberse'in bir cümlesi var: "Gerçek yıldızlar oyunu kurallarına göre oynamakla kalmaz, sil baştan yazar."
Orada LeBron James’in 20 yaşındayken menajerini kovup ekibini kurmasını, Jay-Z’nin kitap lansmanındaki viral kampanyasını, Walt Disney’in film endüstrisinde risk alarak nasıl başarılı olduğunu, Beyonce’un albüm lansmanında pazarlama kurallarını nasıl alt üst ettiğini, Dwayne Johnson’ın kendi prodüksiyon şirketini kurmasını, Barcelona kulübünün global stratejilerini konuştuk. Facebook, Metropolitan Opera, House of Cards, Buzzfeed gibi çok geniş yelpazede vakalar üzerinde çalıştık. Sınıfta, uluslararası firmaların üst düzey yöneticileri de olduğu için, onlar bu vakalar üzerinden kendi tecrübelerini paylaştılar. Bu da benim için unutulmaz bir deneyim oldu.
Bu tarz eğitimlere katılmak bazı şeyleri daha net görmenize neden oluyor. Hayatının tamamını futbolun içinde geçiren biri, futbol ile ilgili her işi en iyi kendisinin yapacağına inanır. Bu bir yanılsama. İyi bir yönetici olabilmek için daha fazlasına ihtiyacımız var. Ama yüksek lisans eğitimi de tek başına yeterli olmaz. Mezuniyet törenimde kullandığım cümleyi tekrar edeyim: “Bu, her şeyin bittiği an değil. Aksine daha yeni başlıyorum.”
Okullu olma durumu değil de Harvard’lı olma durumu soyunma odasında şakalara yol açtı. Takımdaki, hatta kulüpteki herkes bana ‘Profesör’ lakabını taktı. Ama en komiği başvuru sürecinde yaşandı. Ekibim referans alabilmek için sportif direktörümüz Michael Zorc’a e-mail atmıştı. Programın içeriğini ve hedeflerimi anlatıp bana referans olmasını rica ettik. Ertesi gün tesislerin girişinde karşılaştık. Yanıma geldi ve “Bir insan nasıl olur da bu kadar kibar bir dille ‘Michael işini elinden almaya karar verdim ve senin de bana destek olmanı istiyorum’ diyebilir?” dedi. Gülüştük. “Kendi bacağıma sıktığımın farkındayım ama madem kafaya koydun, sana referans olmayı kabul ediyorum” diyerek sırtımı sıvazladı.
Programa başvurmaya karar verdiğim dönemde Anita Elberse’in meşhur Blockbusters: Hit- making, Risk-taking, and the Big Business of Entertainment kitabını okumaya başlamıştım. Kitabı okuyunca kendisine hayran olmamak imkânsız. Ondan ders alacağım için oldukça heyecanlıydım, hatta sosyal medya hesabımdan da bunu paylaşmıştım. Zaten o da hemen cevap yazdı. Akademik yanını ya da eğitimciliğini konuşmaya gerek bile duymuyorum ama bu kadar sıcakkanlı olmasını beklemiyordum açıkçası. Gerçi sosyal medya hesabına bakarsanız ne kadar esprili bir insan olduğunu görebilirsiniz. Ondan öğrendiğim hiçbir şeyi unutmayacağım ama sanırım bana en çok ilham veren cümlesi şu oldu: “Gerçek yıldızlar, oyunu kurallarına göre oynamakla kalmaz; oyunun kurallarını sil baştan yazar.”