
O Bir Efsaneydi
7 dk
Kahraman Bapçum, ülke tarihinin en kendine has kalemlerindendi. Olaylara bakış açısı, birikimi ve yazı kurgusu döneminin çok ilerisindeydi. Metin Oktay için kaleme aldığı yazı da bunun en iyi örneklerinden biriydi.
Temmuz 2016… Socrates'in Olimpiyat temalı sayısı için hazırlıklara yavaş yavaş başlamıştık. Önce İsmail Akçay'la röportaj yaptım, sonra da İnan Özdemir'le birlikte Türkiye'nin yakın dönemdeki atletizm skandallarından birine dair araştırmaya koyulduk. Bütün görevler tamamlandığında, sırada uzun yıllardır kafaya taktığım mesele vardı nihayet: 1980 Olimpiyat Oyunları ve boykot…
Planım az çok hazırdı. Oyunlara katılmaya hak kazanıp, Türkiye'nin boykotu nedeniyle gidemeyen sporcularla konuşulacak, ABD'nin tutumu adım adım araştırılacak, Türkiye'nin siyasi tarihinde ufak bir gezintiye çıkılıp dönemin liderlerinin manşetlere taşınan 'Olimpiyat' görüşleri dikkate alınacak ve orada izlenimlerde bulunan gazeteci büyüklerimize danışılacaktı.
Sayfa sayısı kısıtlıydı ve kendimce iki gazeteci ile kısa birer röportajın yeterli olacağını düşündüm. Hedeflerden biri Hüseyin Kırcalı'ydı. Birçok büyük organizasyonu foto-muhabir olarak yerinden takip etmiş, bir bakıma ülke basınının en önemli tecrübelerinden biriydi Hüseyin Bey. Telefon bulundu, iletişime geçildi… Başroldeki kaynak adayım ise basın tarihimizin en önemli olimpiyat kalemlerinden biriydi: Kahraman Bapçum.
Elbette bu büyük deneyimi yaşayan, o büyülü spor festivalinin havasını soluyan birçok büyüğümüz vardı ama Bapçum ile konuşmak istememin baş nedeni, yazılarındaki o etkileyici tarzdı. Olimpiyat Tarihinden Unutulmaz Kahramanlar, İnanılmaz Olaylar adlı kitabındaki olayları ve kahramanları ele alışı, bugün birçok yazar adayının ya da spor takipçisinin öykündüğü yabancı yazarlara çok benziyordu. Özellikle 1972 Münih'teki tatsız terör mevzusunu kaleme aldığı yazı, kurgusu ve anlatımıyla bir nevi yazılı bir belgesel niteliği taşımakta, dopinge bakış açısı her satırda farklı sorgulamalarla beyninizi gıdıklamaktaydı.
Bir de 1980'deki oyunların açılışında Milliyet gazetesinde kaleme aldığı yazıda, "Ne derseniz deyin, kim katılmazsa katılmasın olimpiyat sporcuların ve sporun harman olduğu yerdir" temalı yazısı başka seçeneğim olmadığını gösteriyordu sanki…
Beni esas çeken ise birkaç ay önce okuduğum Spor Dünyamızın 45 Yılından Olaylar, Eleştiriler, Öyküler, Portreler kitabındaki yazıları ve öyküleriydi aslında. Anlatımın büyük bölümünü yaşanmışlıklarına yıkıyordu Bapçum. Can Bartu'yu İtalya'da takip ettiği günlere gidiyor, Şükrü Gülesin'in İtalyan futbolu için ne anlama geldiğini, yaşadığı bir anı üzerinden anlatarak, okuyucuya o gerçekliği aktarmayı başarıyor ve benim gibi yeniyetme bir yazarı yakalıyordu. Onunla on dakika konuşmanın bile bu dosyaya büyük şeyler katacağının farkındaydım. Numarasını buldum ve defalarca o arama tuşuna bastım. Sonuç, koca bir sıfırdı. "Kahraman Abi, rahatsız olabilir, ondan açmamıştır" tesellisi ile başka bir bahara bıraktım bu heyecanlandığım görüşmeyi…
Geçen iki yılda aklıma geldikçe aynı numarayı çevirdim, belki yanlışlık vardır diye birkaç kişiden daha telefon ricasından bulundum ama görüşemedim! Eylül ayında aldığımız üzücü haberle hayallerim tamamen suya düşmüştü. Hıncal Uluç'un sık sık altını çizerek vurguladığı üzere "Sporu (Dikkat buyurun, futbolu değil, sporu diyorum) ve Türkçeyi en iyi bilen, izlediği spor olayını en iyi anlatan kalem" olan Kahraman Bapçum aramızdan ayrılmıştı…
Ona, stilini ve olaylara bakışını en güzel anlatan yazılardan biriyle selam durmak istedik. Metin Oktay, 1991'in 13 Eylül'ünde vefat ederek spor camiasını, hatta bütün ülkeyi şoka soktuğunda en büyük üzüntüyü taşıyanlardan biri olan Kahraman Bapçum, akabinde bugün sık sık içini boşalttığımız 'efsane' sözcüğünün ne anlama geldiğini hatırlatan bir yazı kaleme almıştı. Birçok kez yaptığı gibi olayın içinden, anılarla ve farklı bir bakış açısıyla... İşte Bapçum'un kaleminden 'gerçek efsaneye' veda…
Ölüm fanilerin işidir. Efsaneler ölmez. Efsaneleşmiş insanlar için ölüm yoktur. Ağlanır arkalarından bugün ağladığımız gibi… Bir süre daha, sanki aramızdaymışlar, biraz sonra geleceklermiş gibi birlikte yaşarız onlarla. Sonra bizler, o efsaneleşmiş adamla birlikte yaşamış olanlar da göçer gideriz. Onlar yaşamaya devam ederler. Kuşaktan kuşağa anlatılır öyküleri. Sonra bir gün faniler için acımasız olan tarih hepimizi unutulmuşluğun derin çukurlarına gömer ve onlar -yalnız onlar- efsaneleşmiş adamlar ayakta kalırlar. Fanileri ''Hiç yaşayamamışlar'' gibi yok sayan tarihin altın sahifeleri arasında bütün görkemleriyle yaşarlar. Bir kuşağın, bir dönemin, bir çağın temsilcisi olurlar. Tarih içinde bizi simgelerler.
***
İzmir'in mütevazı bir semtinde orta halli bile sayılmayacak bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği zaman kimse bu kara kuru oğlancığın bir gün KRAL olacağını düşünemezdi. Ama daha on dört-on beş yaşlarına geldiği zaman BİR ŞEYLER olacağı anlaşılmıştı. Şimdi kendisi de fani dünyadan göçmüş bulunan bir önemli adam, Adnan Suvari, onu aşağı yukarı o yaşlarda keşfetti. Sonra O, yürüyerek, tırmanarak, koşarak değil bir füze gibi fırlayarak yükseldi doruklara.
Metin Oktay kaderin kendisine hazırladığı büyük misyonu başarmak için büyüyüverdi. Daha delikanlılığa geçerken devleşmişti bile…
.jpg)
Büyüktü Metin Oktay. Büyüklüğü sadece futbola olan üstün yeteneğinden ibaret olsa, birçok başkaları gibi ''başarılı bir futbolcu'' olarak kalırdı. Oysa Metin, insancıl duyguları, alabildiğine hassas ve duygulu ruh yapısı ile futbolculuğun da üstüne çıkmasını bilmişti.
İtalya'ya transfer olduktan sonra Palermo'da oynadığı ilk maçta izlemiştim onu. Tribünlerdeki 30 bin Palermolu'nun ''Me-tin… Me-tin…'' diye yeri göğü inlettiklerini rahmetli Samim Var'la birlikte izlemiştik. Önce birbirimizden gizleyerek sonra birbirimize sarılarak ağlamıştık. Kutlayalım, moral verelim diye maçtan sonra soyunma odasına gittiğimizde onu takım arkadaşlarının kolları arasında haykıra haykıra ağlarken bulduk. Bize sarılışını ''Sizleri mahcup etmedim değil mi ağabey!'' diye çılgınlar gibi bağırmasını, yıllarca taptaze, canlı bir anı olarak sakladım. Üçümüz sarılıp ağlaşırken, bizi önce hepimizi İstanbul'da tanıyan antrenör Remondini, sonra takım kaptanı Malavazzi sardılar. Biraz sonra bütün Palermo takımı ortalarındaki üç Türkle beraber hem ağlıyor, hem de yumak olmuş gülüşüyordu. Palermo o gün Metin'in attığı iki golle maçı kazanmıştı. Ama bu maç Portekizli Sporting'le oynanan bir özel maçtan başka bir şey değildi. İtalyan futbolcuların böyle önemsiz bir maçtan sonra bu kadar duygusal olmaları Samim'i ve beni düpedüz şoke etmişti. Anladık ki onlar, kazandıkları maç için değil kazandıkları Metin için coşmuşlardı…
Biz aceleyle otele dönüp Samim'in odasında gazetelerimizi ararken Metin geldi. ''Ağabey,'' dedi, ''Soyunma odasındaki halimizi ne olur Türkiye'ye anlatmayın. Yanlış anlayan olur.'' Orada Metin, Samim ve ben olayı kimseye anlatmamaya yemin ettik. Samim'i kaybedeli yıllar oluyor, bugün artık Meto da yok.
Yeminim geçerli değil artık.
Goller attı Metin, şahmerdan gibi vururdu çaktığı zaman. Tek başına maçlar kazandırdı Metin. Hiçbir şey yapmamış gibi çıkardı o maçlardan. Ama onun yaşamında bunlardan daha önemli şeyler vardı: Gönüller kazandı Metin… Gönül kırdığı zaman da için için çok ağlardı. Mesleğinin doruklarında olduğu günlerde bile şımarmayı beceremeyen bir küçük çocuk gibi mahcuptu Metin.
***
Futbolu bıraktıktan sonra Milliyet'te bizimle beraberdi. Galatasaray kulübünde geçen bir olaya mı üzülmüştü, başka bir şey mi vardı, anımsamıyorum. Rahmetli Altan'la birlikte onu teselli etmek gibi bir duruma girmiştik. ''Üzülme be Meto,'' dedim, ''Sen futbol tarihine en büyüklerden biri olarak geçmişsin. Yeni kuşaklarda benzerin bile yok. Boş ver…'' Cevabını sanki bana değil tarihe veriyordu:
''Ben büyük bir yetenektim, doğru. Ama ne kadar şanslı olduğumu da unutma. Ben Turgay'larla, Kadri'lerle, Suat'larla beraber oynamasam ve başımızda bir Baba Gündüz olmasa, ben bu kadar büyür müydüm?
***
Metin Oktay, Türk futbolunda bir efsanedir. Ama onun hassas ve şefkatli ruhu, insancıl karakteri futbolculuğu kadar büyüktü. Bizden sonraki kuşakların onu sadece büyük bir futbolcu olarak anımsaması onun gerçek büyüklüğüne karşı ihanet olur. Bugün sıcağı sıcağına vurgulamak istedim. Onun futbolculuğu kadar insanlığının da büyük olduğunu bilen tanıklar hayatta iken vurgulamak istedim. Özleyeceğim Karaoğlan'ı… Özleyeceğim Meto'yu… Daha sonraları da o bizi özleyecek kuşkusuz. Çünkü biz ölürüz, efsaneler ölmez ki…