Kayıp Fotoğraf
3 dk
Tarihin en iyisi, asrın güreşçisi, bir sonraki asra etki edemedi... Bunun sebebi fotoğraf karelerinde gizli olabilir miydi?
Başarılı bir sporcu olmak için uzun bir yol gidilmeli. Üstelik yol ayrımları çıktığında ‘spor’ yazan tabela takip edilmeli. Bir de o karanlık yola girmek içinse çok güçlü bir motivasyon olmalı. Birçok sporcunun yaşam öyküsü böyle ayrıntılara sahiptir.
Türkiye’nin en başarılı branşıydı güreş. Ata sporuydu, olimpiyat kafilesinin lokomotifiydi. Hâlâ listenin en çok altın madalya kazananı. Ama artık fetret dönemine girdi. Kazanılan 28 altın madalyanın 26 tanesi bir önceki yüzyılda kaldı. 2008’de Ramazan Şahin’den önceki son altını 2000’de Hamza Yerlikaya kazandı. Bu sorunla ilgili güreşte değişen kurallardan, antrenör yetersizliğine kadar birçok analiz üretebiliriz.
Ama 1948 Londra ve 1960 Roma’da kazanılan başarıları anlatan Kemal Ateş imzalı Neşter ve Madalya’yı okuduğumuzda başka bir gerçeklik karşımıza çıkıyor.
1948’de Gazanfer Bilge, Nasuh Akar, Celal Atik, Yaşar Doğu, Ahmet Kireççi, Mehmet Oktav ülkeye altın madalyayla döndü. 4 gümüş ve 1 bronz da bavullara konuldu. 12 sene sonra Roma’ya giden Müzehir Sille, Mithat Bayrak, Tevfik Kış, Ahmet Bilek, Mustafa Dağıstanlı, Hasan Güngör, İsmet Atlı da kürsünün en üst basamağına çıktı.
O ‘altın’ kuşaklardan bahseden kitabın başlangıcında iki olimpiyat arasında çekilen bir film var. 1955 tarihli Yörük Ali’yi yöneten Esat Özgül, Celal Atik’e rol vererek bir olimpiyat şampiyonunu kitlelerin önüne taşımıştı. Kitapta da olimpiyat şampiyonu sporcular hakkında bilgileri veren isimdi. Aynı kitapta Mithat Bayrak’ın güreşe başlaması da bu yönleriyle anlatılıyor. Bayrak; bir kerestecinin oğluydu ve babası onun güreşmesini değil para kazanmasını istiyordu. Güreş para getirmezdi. Ama Bayrak, bir şekilde güreşe başlıyor. O tek değil! Hayatın gerçekleriyle erken yaşta karşılaşan birçok köy çocuğu güreşe heveslendi. Televizyon yoktu, internet yoktu ama kahvehanelerde asılı olan Yaşar Doğu ve Gazanfer Bilge fotoğrafları, köy meydanında duyulan güreş muhabbetleri ve kasabanın dikkât çeken karizmatik güreşçileri vardı. Bayrak’ın babası yıllar sonra, oğlunun şampiyonluklarından sonra eşine, “Hanım bu oğlan ne zaman güreşe gitti de ne zaman şampiyon oldu?” diye sorar. Şampiyonluklarının tarihi belirgindir ama güreşe gitmesi, rol modellerinin karşısına çıkmasıyla olmuştu.
Toplum iç içeyken kuşaklar birbirlerini çok kolay etkiledi. Ama belki de tarihin en iyisi, asrın güreşçisi, bir sonraki asra etki edemedi. Hamza Yerlikaya 70’lerin sonunda doğdu, 80’lerin sonunda güreşe başladı, 90’ların sonunda efsane oldu! O efsane olurken Türkiye değişti. İnsanların sosyalleşmesi azaldı, kahvehaneler sadece Süper Lig maçlarında doldu, duvarda sadece futbolcuların posterleri yer aldı, özel kanallar artınca güreş TRT 3’e sıkıştı. Ata sporu; dedelerin torunlarıyla beraber izledikleri bir spor olarak kaldı. Bir çocuğun dünyaya açılmak için özenebileceği isimler yeşil sahadaydı. Oysa Hamza Yerlikaya’nın da duvarları süsleyebilecek fotoğrafları vardı. Ters taklasını atarken, madalyasını alırken, kürsüye çıkarken, minderin üstündeyken, rakibini alt ederken… Fotoğraflar ihmal edilince, altınlar eksik kaldı!