Olmayan Devrim

7 dk

Marat Safin, kariyerinde iki slam şampiyonluğu kazandı. Ancak sahip olduğu yetenekle daha fazlasını kazanmadığı için ona kırılmaya hakkımız var.

1998 Fransa Açık kuraları çekildiğinde, iki şampiyonluk adayının yollarının erkenden kesişme ihtimali belirmişti. Bir köşede, kariyerinin en kötü dönemlerinden birini geride bırakan (1997’de 141. sıraya kadar gerilemişti) Andre Agassi, diğerinde ise son şampiyon Gustavo Kuerten vardı. Herkes ikinci turdaki muhtemel Agassi-Kuerten eşleşmesini konuşuyordu. Olmadı.

Marat Safin adında, ilk kez Grand Slam ana tablosu oynayan 18 yaşında bir çocuk, planları bozmuştu. Önce ilk turda Agassi’yi geçti, sonra işi iyice abartıp Kuerten’e çelmeyi taktı. Bu iki büyük maçı da beş sette kazanmıştı. Ses getiren başlangıcın ardından daha da ileri gitmesi bekleniyordu ama dördüncü turda Cedric Pioline’e kaybetti. Kariyerinin ilerleyen yıllarında sık sık yaşayacağı öfke kontrol sorunlarının ilkini, kariyerinin ilk büyük turnuvasında tecrübe etmişti. Yaşananlar, gelecek tenis kariyerinin bir fragmanı gibiydi.

Kim Bu Çocuk?

Marat Mubinovich Safin, Tatar bir ailenin çocuğu olarak Moskova’da dünyaya geldi. Tenis antrenörlüğü yapan annesi Rauza Islanova’nın da baskısıyla, aslında pek de istemediği bir branşa yöneldi. Sonraları, genel olarak sporu çok sevmediğini söyleyecekti ancak kendisine çocukken sorulsa futbolcu olmayı tercih ederdi. Zaten Rusya’da dönemin şartları, bir tenisçi adayı için ideal olmaktan çok uzaktı. Oynayacak kort, hatta top bulmakta zorlanan Safin, 1994 yılında Nick Bollettieri’nin Florida’daki ünlü akademisinin kapılarını zorladı. Ama Bollettieri, bursunu Safin’den yaşça büyük olan bir başka muazzam yetenek Marcelo Rios’a verdi. Bu hayal kırıklığının ardından Marat için rota İspanya oldu. Ne olursa olsun Rusya’da kalmayacaktı.

Ülkesinde, özellikle de Sovyetler Birliği döneminde hiçbir zaman devasa bir tenis geleneği yoktu; çünkü genel spor algısı, takım sporlarında -mümkünse ABD’yi yenerek- başarılı olmaktı. Yine de duvarların arkasında kortlar da vardı ve işler 1988 yılında, tenis yeniden olimpik bir spor olunca değişti. Serge Schmemann, New York Times’daki makalesinde, bu değişim ve gelişimi Boris Yeltsin’in tenis hayranlığına bağlıyor. Schmemann’a göre, “Yeltsin raketle adeta güreşirdi” ve zaten ülke tenisine asıl desteği de oynamadığı zamanlarda verdi.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında yükselişi başlatan isim, iki Grand Slam zaferiyle adını tarih kitaplarına yazdıran Yevgeny Kafelnikov oldu. Rusya’nın aradığı ilk ‘global yıldızlar’ ise Marat Safin ve dönemdaşı Anna Kournikova’ydı. Dış görünüşleri ve pazarlanabilir karakterleri, Safin ve Kournikova’nın büyük artılarıydı. Ülkede beklentiler arttı, beklentilerle birlikte baskılar da tavan yaptı. Kournikova dayanamayıp modelliği seçmişti. Safin ise yükselerek devam etti.

O unutulmaz Fransa Açık’tan bir yıl sonra, tur seviyesinde ilk şampiyonluğunu Boston’da kazandı ama hakkında çıkan başka haberler de vardı. 2000 Avustralya Açık’ın ilk turunda, elemelerden gelen bir oyuncuya kaybettiği maç sonrası ATP’den ‘maçta gerekli eforu sarf etmediği’ -yani bilerek kaybettiği- gerekçesiyle iki bin dolar ceza aldı. Bu, tenis tarihine bir ilk olarak geçecekti. Safin, disiplinsizliği nedeniyle fazlaca eleştiriliyordu.

Yine de ATP’nin aynı yıl hayata geçirdiği, erkek tenisinin yeni neslini tanıtan ‘New Balls Please’ kampanyasının bir parçası olmayı başardı. Lleyton Hewitt, Gustavo Kuerten, Juan Carlos Ferrero, Magnus Norman, Tommy Haas, Andy Roddick ve Roger Federer gibi isimlerle birlikte, reklam kampanyalarında yer aldı. SamprasAgassi dönemi sonlanıyordu ve bu bir önlemdi.

İzleyiciler tarafından yeterlilikleri sorgulanan bu oyuncu grubundan sadece Gustavo Kuerten’in Grand Slam zaferi vardı. O dönem hiç kimse, bu gençlerden birinin 2000 Amerika Açık finalinde Pete Sampras’ı 3-0’la paramparça edebileceğini söyleyemezdi. Safin bunu başarıp ertesi akşam, altı yıl önce tenis eğitimi için burs alamadığı ülkenin en popüler şovuna bir Grand Slam şampiyonu olarak çıktı. David Letterman’ın konuğuydu. Programda rahat tavırları dikkat çekiyordu, hatta bir ara kutlamalar esnasında içtiği votkalardan ve hâlâ biraz sarhoş olduğundan bile bahsedecekti.

İç Savaşlar

Tenis oynadığı yıllarda yaşadığı iç çatışma Safin’i hep meşgul etti. O, kazanma konusunda takıntılıydı fakat mücadele etmeyi sevmiyordu. Bu durum zaman zaman üzerinde büyük bir baskı yarattı.

Bir dönem çalıştığı Mats Wilander, “Eğer Jim Courier’in mantalitesine sahip olsa, onu kimse yenemezdi” diyordu ancak işler böyle yürümüyordu. Öfke kontrolü nedeniyle yaşadığı problemleri sakatlıklar izledi. İlk Grand Slam şampiyonluğu sonrası başlayan sakatlık furyası yakasını bırakmayacaktı. Safin, bu esnada kort dışındaki hızlı yaşamıyla gündemden düşmüyordu. Seyirciler tarafından ‘en seksi erkek tenisçi’ seçiliyor, kortta olduğundan çok, gönül maceralarıyla manşetleri süslüyordu.

Mücadelelerinin sonu, kimi zaman zaferler, çoğu zamansa hayal kırıklıkları oluyordu. Belki bu sebeple kariyeri boyunca, başarısız olduğu anların acısını hep raketlerinden çıkarttı. Kendi verdiği rakamlara göre toplamda 1055, bir sezon içerisinde ise 48 raket kırdı. Bununla gurur duymadığını söylese de biriken kötü enerjiyi atmanın yolunu hep orada gördü. Ne de olsa raket kırmayı, idollerinden biri olan Goran Ivanisevic’ten öğrenmişti... Eski antrenörü Peter Lundgren’e göre, bu rakiplere zayıflık göstermekten başka bir şey değildi. Lundgren bir öfke kontrol uzmanıydı ve 1996-2003 arasında çalıştırdığı Federer’in de sakin bir ruh haline ulaşması konusunda büyük mesai harcamıştı. Safin’i ise sadece belli bir noktaya taşıyabildi. 2005 Avustralya Açık yarı finalinde Federer’i beş sette mağlup edişi, bu tavsiyelerin Safin üzerinde zaman zaman işe yaradığını göstermişti.

Yolun Sonu

2009 yılı geldiğinde Safin için artık durma zamanıydı. “Bu yeni çocuklarla oynamak için çok koşmak lazım, dizlerim beni artık taşımıyor” diyerek, üç kez kazandığı Paris Masters’ta jübilesini yaptı. Kardeşi, kendisi de kadınlarda dünya 1 numarası olmayı başarmış Dinara Safina onun ardından, “Yeteneğinin yarısına bile sahip değildim, sadece çalışmayı ondan fazla seviyordum” diyerek, abisinin gördüğü en yetenekli tenisçi olduğunu söyleyecekti. Marat’a göreyse kendisi hiçbir zaman en yetenekli olmamıştı. Bu konu ne zaman açılsa, cevabı “Roger Federer” oluyordu.

Marat Safin mücadelesini, 2011 yılında, stres anlamında spora benzettiği çok farklı bir alana, yani politikaya taşıdı. Vladimir Putin’in partisinden seçilip Rusya Parlamentosu’nda Nizhny Novgorod’u temsil eden eski dünya 1 numarası, bunun tenisten bile daha zor olduğu konusunda ısrarcı. Oturumlarda kalem kırdığı haberini almadığımız için de geçmişin geçmişte kaldığını söyleyebiliriz.

“Evet 10-15 Grand Slam kazanmak isterdim ama fırsatım olmadı, tenis ben başladığım dönemde çok daha zordu” derken günümüz yıldızlarına da dokundurmadan edemeyen Marat Safin’in nasıl bir oyuncu olduğunu hatırlamamız için, kupalara veya hakkında yazılmış kitaplara ihtiyacımız yok. Onu kendi dudaklarından dökülen küçük bir hikâyeyle anabiliriz:

“Kendimle savaşmıyorum, hayır ben buyum. Su aygırının hikayesini bilir misiniz? Kendini zebra gibi boyayan su aygırı, maymuna gider ve ‘Bak ben artık su aygırı değilim’ der. Maymun ise ‘Kendini boyamışsın ama hâlâ aynısın’ cevabını verir. Su aygırı bu kez, ‘Küçük bir papağan olmak istiyorum’ deyip kendini rengarenk boyar. Maymundan, ‘Kusura bakma, yine su aygırısın’ cevabını alacaktır. En sonunda, su aygırı maymuna gider ve ‘Su aygırı olmaktan memnunum, ben buyum’ der. O artık halinden memnundur. Ben de öyleyim.”

Socrates Dergi