
Önce Gelişim Spor Vardı
16 dk
Bir yaz gecesi rüyası olarak başlayan Gelişim Spor, Türk spor basınını kökünden değiştirmişti. İz bırakan o sayfaların eşliğinde geçmişe dönelim...
Yapış yapış yaz gecelerinden biriydi. Saatlerdir, hatta günlerdir süren çalışmanın sonuna gelmiş, tüm sayfaları son bir kez daha satır satır okuduktan sonra matbaaya göndermiştik. İnsanın sinir uçlarına zımpara yapan bir bekleyiş başlamıştı artık… Günün ilk ışıklarıyla birlikte yorgunluğa yenik düşenlerden kimi bir koltuğa kıvrılmış, kimi masanın üzerinde kolunu başına yastık yaparak uykuya dalmıştı. Neden sonra geniş salonun lambri kaplı duvarlarında o sihirli iki sözcük yankılandı: "Dönmeye başladı!"
Fatih Altaylı ile birlikte fırlayıp, merdivenleri uçarcasına indik. Binanın bodrum katındaki matbaa, rotatifin bizim kulaklarımıza müzik gibi gelen gürültüsüyle zangırdıyordu. Makinenin ağzından yeni basılmış ve henüz renkleri oturmadığı için çamura düşmüş gibi görünen ilk formayı aldık. O anda dünyanın en mutlu iki insanı bizdik galiba; bebeğini kucağına almış iki genç baba… Kapak için seçilmiş olan Rıdvan Dilmen ile Kadir Akbulut'un ikili mücadelesini gösteren fotoğrafın istediğimiz sonucu vermemiş olması ve flu çıkması bile kaçıramadı keyfimizi… Yapmıştık işte, olmuştu! Aylardır verdiğimiz emeğin, döktüğümüz terin ürünü elimizdeydi. Tarih 9 Ağustos 1988'di. O sabah mürekkep kokan sayfalarında gezindiğimiz dergi, bir gün sonra piyasaya çıkacak, bir döneme damgasını vuracak, çok uzun ömürlü olmasa da basın dünyasına pek çok insan yetiştirecek ve galiba en önemlisi, geleceğin spor medyasının şekillenmesine çok ciddi katkıları olacaktı. Adı Gelişim Spor'du…
Aslında hikâyemizin başlangıcı altı ay öncesine gidiyor... Yayın hayatına Kasım 1987'de atılan ve macerası yaklaşık yüz gün sürebilen Söz gazetesi kapanınca patronumuz Ercan Arıklı, iki servisin dağıtılmayacağını ve haftalık birer dergi çıkarmak için hazırlıklara başlanacağını açıklamıştı. Bu iki servis, ekonomi ve spordu. Mustafa Sönmez yönetimindeki Ekonomik Panorama, nisan ayında raflardaki yerini aldı. Biz ise yeni sezonu beklemek durumundaydık, yani ağustos ayını…
Başımızda Hıncal Uluç ve Attila Gökçe gibi çok tecrübeli iki spor gazetecisi vardı. Onlarla aynı kuşaktan Ergun Hiçyılmaz ve İsmet Gümüşdere ağabeylerimiz birer hazine değerindeki arşivlerini önümüze sermişti. Ancak bir sorun vardı: Kadronun geri kalanı hayli genç ve tecrübesizdi (künyede yazı işleri müdürleri olarak gözüken Fatih Altaylı ile benim henüz 27 yaşından gün almamış olmamızdan belli değil mi?) Dezavantaj gibi görünen tecrübe eksikliği, aslına bakılırsa bilinçli bir tercihin sonucuydu. O zamanlar yaygın kullanılan adıyla Babıali'de yapılan gazetecilik, 1980'li yıllarda dünya standartlarından kopmuş, kural ve ilkeler tamamen gözardı edilmiş, asparagas habercilik, ucuz mizah ve pespaye başlıklar hızla yayılan bir virüs gibi tüm sayfaların içine işlemişti. Spor, ne yazık ki magazinle beraber bu çürümenin öncüsüydü. Bu nedenle Gelişim Yayınları'nın sahibi Ercan Arıklı, dergi çıkarırken, Babıali kadrolarıyla arasına mesafe koymaya çalışırdı. Henüz öğrenciliğini bitirememiş (ki ben de onlardan biriydim) veya yeni mezun, yabancı dil bilen gençlerle Batı'da örneklerini gördüğü ve yakından takip ettiği yayınların kalitesine yaklaşan dergiler yaratabileceğine inanırdı. Bir keresinde "Evladım, Gelişim Yayınları'nın Levent'te olmasını tesadüf mü sanıyorsunuz? Pekâlâ bu dergileri Cağaloğlu'nda bir handa çıkarabilirdik ama sizin çamura bulaşmamanızı, özellikle oralardan uzak kalmanızı istedim" dediğini kulaklarımla işitmiştim.
Babıali'de üretilen spor sayfaları arasında kıyasıya bir rekabet yaşanmasına rağmen, haftalık dergi kulvarı yıllardır bomboştu. Fotospor deneyimi 60'larda kalmış, onun üzerine 1974'te büyük iddia ve o günler için olağanüstü sayılacak baskı ve kâğıt kalitesiyle çıkan Hayat Spor, yalnızca bir sene sonra gidilen greve, acımasız patron Kemal Uzan'ın lokavt kararıyla rest çekmesini müteakiben tarihe karışmıştı. 80'li yılların ortalarında Cumhuriyet gazetesinin salı günleri verdiği spor eki, o dönemde yazılı basının bu alandaki dişe dokunur tek üretimiydi. Onun da parayla satılan değil, ücretsiz dağıtılan bir yayın olması işleri karıştırıyor, gelir-gider tahmini yapmamızı zorlaştırıyordu. Sözün özü: Ne rekabet için karşısına dikileceğimiz bir rakibimiz ne de başına gelenlerden ders çıkarabileceğimiz; bize yol açan, el veren bir diğer dergi vardı. Küçücük bir yelkenli ile okyanusa açılmaya benziyordu kalkıştığımız iş…
Hıncal Abi, Fatih'le bana bir ödev verdi: Dünya üzerinde ulaşabildiğimiz bütün spor dergilerini inceleyecek; içeriklerini, sayfa düzenlerini, boyutlarını, kâğıt cinsini, fiyatlarını listeleyecek ve bunlardan kendimiz için en uygun olanı (veya olanları) örnek almaya çalışacaktık. Mart başından hazirana kadar dergi yığınlarıyla boğuştuk, yanılmıyorsam. Sports Illustrated, Kicker, Sport Bild, L'Equipe Magazine, France Football, Guerin Sportivo, Shoot sürekli baş ucumuzdaydı. Fotoğraflara, yazı karakterlerine, başlıklarda yaptıkları esprilere ve kelime oyunlarına, kullandıkları tablolara ve grafiklere, karikatürlere bakıyor, bir kenara yazıyorduk. Bazı yazıları, röportajları çeviriyor, içerik ile üsluba da hâkim olmaya çalışıyorduk. Bu arada Yunan basketbol dergisi Tripunto, İtalyan basketbol dergisi Giganti, onun İspanyol kardeşi Gigantes, hatta elimize nasıl geçtiğini hâlâ çözemediğim Arjantinli El Grafico (sadece bir nüshası vardı) bile nasibini almıştı dedektiflik çalışmamızdan…
Sonunda Hıncal Uluç, herkesi odasına topladı, Fatih ve ben sırayla tahtanın başına geçtik ve anlattık da anlattık… Genelkurmay'ın brifinglerini andıran bu bilgi paylaşımı iki gün sürdü. Biz bitirince Uluç "Ne diyorsunuz? Biz bunlardan hangisine daha yakın bir dergi yapabiliriz? Sizce bire bir örnek almamız gereken bir dergi var mı?" diye sordu ortaya… En kıdemli Attila Gökçe'den başlayarak henüz bıyıkları bile terlememiş stajyere kadar herkes fikirlerini söyledi, notlar alındı. Gelişim Spor'un yazısız bir kuralı vardı: Ekibin her üyesi fikrini cesaretle ve açıklıkla söyler, sonunda Hıncal Uluç'un dediği olur! Bu aramızda sıkça tekrarlanan bir şakaydı ama Hıncal Abi'nin aslında herkesi can kulağıyla dinlerken kafasındakilerle o sırada söylenenleri çarpıştırdığını ve optimumu yakalamaya çalıştığını bilirdik. Dimağı açık, özgüveni yüksek ve vizyonu geniş tüm yöneticiler gibi…
Çoğunluk Guerin Sportivo'nun içeriğini ve Sport Bild'in mizanpajı ile olayları okuyucuya grafikle anlatma özelliğini beğenmişti. Fransız dergileri kendi yarattıkları kalıplara sıkışmış görünüyordu. İngiliz Shoot daha çok teenager'ları hedeflediğinden olacak, bize çocuksu gelmişti. Sports Illustrated ise bambaşka bir dünyadaydı (Henüz internetle tanışmamış bir dünyadan, TRT dışında televizyon yayıncısı olmayan, dışa açılmak konusunda yeni ve ürkek adımlar atan bir Türkiye'den söz ediyoruz. TRT'nin o günlerde yalnızca haftada bir NBA maçını banttan yayımladığını vurgulayarak bu parantezi kapatayım.) Türk okuyucusunun büyük fotoğrafa olan eğiliminden yola çıkarak France Football'un boyutlarında karar kıldık. İçeriğimizde ise Guerin Sportivo'nun izleri belirgin olacaktı. Bazı dosyalarda da Sport Bild'in… Provalara başladık.
Logosuyla olimpiyat halkalarına mütevazı bir selam çakan Gelişim Spor, neredeyse hiç reklamı ve tanıtımı yapılmamasına karşın okuyucular, özellikle gençler tarafından ilgi ve coşkuyla karşılandı. Haftalar ilerledikçe olgunlaştı, gündem belirleyen işlere imza attı. Röportajları ses getirdi, anketlerinden, dosyalarından alıntılar yapıldı. Okuyuculardan gelen en yoğun talep, derginin içinden dev poster çıkması (arka kapağı posterdi aynı zamanda ama bu, gençlere yetmiyordu) ve sayfa sayısının artması yönündeydi. Ancak bunu yapabilmenin yolu, ilan almaktan geçiyordu. Oysa o günlerde ne reklamverenler sporsever gençleri tüketici olarak görüyordu ne de reklamcılar…
Sadece satıştan elde edilen gelirle derginin kendini kurtarması imkânsızdı. En kötü günlerde 15 bin civarında gezinen satış rakamı, Fenerbahçe'nin 103 gollü şampiyonluğu ve Galatasaray'ın Neuchatel ile Monaco'yu eleyerek Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynaması gibi özel haftalarda 30 binin üzerine çıktı. Yine de bu başarı derginin uzun soluklu olmasına yetmedi; 1990'ın Aralık ayında 120. sayıyı göremeden tutkunlarına veda etti Gelişim Spor… Teknik sebep olarak ilan gelirlerinin düşüklüğü gösterildi ama birkaç ay önce Gelişim Yayınları'nın el değiştirmesi ve yeni patron Asil Nadir'in genel müdürlüğe getirdiği Aycan Giritlioğlu'nun, Hıncal Uluç yönetiminde çıkan iki dergiye (Spor ve Erkekçe) sıcak bakmaması da önemli bir etkendi. Giyotin kelle alırken, müessese bünyesinde ilan geliri düşük olan başka dergilere daha hoşgörülü davranılmıştı.
Gelişim Spor, o dönemde çok satan gazetelerin spor sayfalarında görmeye alışkın olduğumuz ne varsa hepsinin zıddını yapmaya çalıştı. Röportajlar, bir futbolcuyla yan yana çektirilen iki kare fotoğrafın altına yazılmış birkaç beylik cümleden ibaret değildi. Saatler süren bant çözümleri, söyleşiyi veren kişinin dünyasından hiç değilse bir kesiti okuyucuya aktarma gayretinin simgesiydi. Başlıklarda, kapak spotlarında klişelerin kolaycılığına kaçmamak için hararetli tartışmalara sahne olan toplantılar yapılırdı. Subjektif değerlendirmelerden ziyade istatistiklere ağırlık verme çabasındaydık. Özellikle derbilerde maç istatistiği tutulur (daha önce örneği hiç görülmemiş bir şeydi ve çoğu spor yazarı buna gülüyordu), yorumcuların yazılarında bu verilerden yararlanması sağlanırdı. O yıllarda Türk takımlarının Avrupa kupalarında tur geçebilmesi nadiren yaşayabildiğimiz bir sevinç olduğundan ve hemen her rakip bize üstün göründüğü için, basının kura çekimlerinde kalemine pelesenk ettiği bir "Ateşe düştük" kalıbı vardı. Bununla dalga geçebilmek için Monaco-Galatasaray eşleşmesini "Monaco ateşe düştü" başlığıyla vermiştik mesela…
32 yıl öncesine uzanıp tozlu dergi koleksiyonlarında küçük bir yolculuğa çıkınca, dudağımın kenarına tebessüm yerleştiren sayfalarla burun buruna geliyorum. Bazıları o günler için yeni, cesur, alışılmamış işler… Örneğin, daha dergi çıkmadan ligde oynayan 260 futbolcuyla yüz yüze görüşüp (ne sandınız, cep telefonu icat edilmemiş ki daha) hayli geniş bir anket yapılmış. Sorular: En beğendiğiniz savunmacı, orta saha, forvet, yerli oyuncu, yabancı oyuncu… "Size göre en sert oyuncu kim?", "Oynamayı en sevdiğiniz stat hangisi?", "En ateşli tribün nerede?" diye gidiyor... Bugün çok gelişmiş iletişim olanaklarına karşın herhangi bir gazete ya da dergi böyle bir anket yapabilir mi? Dile kolay, 260 futbolcuya ulaşabilir mi? Sanmam. Ayrıcalıklı yayıncı kuruluş hariç kimsenin nefesi yetmez herhalde böyle bir şeye…
Eski bir dost gibi görünce içimi ısıtan bir başka iş, Fenerbahçe'nin özel şampiyonluk sayısında efsanelere yazdırdığımız mektuplar… Yalan yok, bizim fikrimiz değildi. Guerin Sportivo'da görmüştük orijinalini… Fenerbahçe şampiyonluk ipini göğüsleyince kulübün tarihinde parlak sayfalara imza atmış anlı şanlı Lefterlerden, Can Bartulardan, Mehmetçik Basrilerden o günün şampiyonlarına hitaben birer mektup yazmalarını istedik. Misal Lefter, Rıdvan Dilmen'e yazmıştı. Can Bartu'dan Oğuz Çetin'e, Basri Dirimlili'den Küçük Şenol'a, Fikret Arıcan'dan Aykut'a, Cemil Turan'dan Hasan Vezir'e, Almanya'da Hamburg kalesi korumuş Özcan Arkoç'tan Toni Schumacher'e… Fenerbahçeliliğin ne olduğunu anlatan sımsıcak satırlardı hepsi… Lefter, "Antrenmanları çok sevmediğini, yeterince çalışmadığını, vücuduna iyi bakmadığını duyuyor ve üzülüyorum" diyerek kulağını bükmeye çalışmıştı Rıdvan'ın… Yıllar ne kadar haklı olduğunu gösterdi maalesef.
Toni Schumacher deyince özel bir paragraf açmak gerekiyor. 1980'de Avrupa şampiyonu olan, 82 ve 86 Dünya Kupalarında final oynayan Almanya'nın kalesini korumuştu Schumacher. 34 yaşında Fenerbahçe'ye geldiğinde, tam 14 Dünya Kupası maçında eldiven eskitmiş, deneyimine erişilmesi güç bir yıldızdı. Fenerbahçe yönetimi bu transferle birlikte Toni Schumacher'in kulüpten izin alınmadan hiçbir gazeteye, dergiye, radyo ve televizyona (bir tek TRT var zaten) röportaj vermeyeceğini duyurdu. "Herhangi bir yayın organında Schumacher röportajı görürseniz bilin ki uydurmadır" demeye getiriyorlardı. İzin almak için belli bir para ödemek gerektiğini duyduk sonra. Efendim, bu paralar toplanıp sezon sonunda bir kısmı kulübe aktarılacak, Alman kalecinin payına düşenler de hayır işlerinde kullanılmak üzere çeşitli kurumlara bağışlanacakmış. Babıali'den homurtular yükseliyor ama biz, Gelişim Spor olarak ücreti ödemeye hazırız. Yeter ki açıklansın. Schumacher İstanbul'a geldi, antrenmanlara başladı, derginin piyasaya çıkma tarihi yaklaşıyor, başvurumuza cevap yok! İlk sayımızda bütün Türkiye'nin merakla beklediği süper yıldızın söyleşisiyle merhaba demek istiyoruz, daha doğal ne olabilir? Ama Fenerbahçe yönetimi ile Schumacher ücreti belirleyemiyor bir türlü çünkü paranın paylaşım oranlarında anlaşamamışlar. Derginin haftası geldi çattı, baktık olmuyor, kendimizce bir formül bulduk. Dış basında daha önce Schumacher'in vermiş olduğu tüm röportajlar bulundu, tarandı. İçlerinde Türk okuyucusuna ilginç gelebilecek soru-cevaplar, zamanın gerisine düşmemiş olanlar seçildi. Bu malzemeden, belki biraz kopuk kopuk ama hayli doyurucu bir içerik çıktı. Tek satırında yalan olmayan bu röportajı koyduk dergiye… Tabii yanında tüm bunları açıksözlülükle anlattığımız "Nasıl söyleştik?" kutusuyla birlikte… Kutudaki açıklama, "Schumacher'in bizleri yeterince tanıdığı gün, daha geniş bir söyleşisiyle karşınızda olabilmek dileğiyle" cümlesiyle bitiyordu.
İki aya kalmadan, Toni Schumacher'in bir izin gününde ailesiyle birlikte Kapalıçarşı'ya gideceği haberi fısıldandı kulağımıza… Bir muhabir, iki de foto muhabiri gönderdik. Bütün gün Schumacher ailesiyle dolaştılar. Başka gazeteci yoktu etrafta. Toni, soruları ya çok kısa yanıtlarla ya da gülümseyerek geçiştiriyordu ama şakır şakır deklanşöre basan refakatçilerinden de rahatsız olmuşa benzemiyordu. Türkiye'yi ve bizi tanımış olduğunu bu jestiyle gösterdi. Röportajlarda ücret uygulaması da zamanla rafa kalktı.
Bugün Socrates'in çıkmasını her ay sabırsızlıkla bekleyenlerin büyük çoğunluğu, Gelişim Spor'a yetişememiştir. Kısacık ömründe ortaya koyduklarıyla, spor gazeteciliği tarihimizde derin bir iz bırakan bu dergiye hiç dokunmamış olabilirsiniz ama emin olun ki o dergi size dokundu. Nasıl mı? Çok basit bir örnek: Şimdi her köşede karşınıza çıkan ve sanki futbolun oynandığı ilk günden beri var olduğunu sandığınız asist, isabetli pas, kaleyi bulan şut, kolay kurtarış, zor kurtarış gibi istatistiklerin ilk kez o dergide yer bulabilmesi için Altan Tanrıkulu adında yirmi yaşında bir delikanlının Hıncal Uluç'a saatlerce dil döktüğünü, olumlu cevap alamazsa melül bakışlarla dakikalarca karşımızda oturduğunu söylesem inanır mısınız?
Gelişim Spor, 90'larda yine ne yazık ki kendisi gibi rüzgâr misali gelip geçen Yeni Yüzyıl gazetesindeki spor sayfalarının temelini attı. Kelimenin tam anlamıyla 'altyapıdan yetiştiren bir ocak' oldu. Gelişim Spor-Yeni Yüzyıl-NTV Spor Servisi-Radikal bir zincirin halkaları gibi birbirine eklenerek spor basınındaki ilkesizlikten, yalan haberden, transfer balonlarından sıyrılarak sağlam bir omurga kurdular. Yeni bir okuyucu tipolojisi oluşturmakla kalmadılar, günü geldiğinde Socrates'in de kök salacağı verimli bir toprağı sürdüler. Cesur yeni medyaya sayısız insan yetiştirdiler. Bugün severek takip ettiğiniz Mehmet Demirkol ve Kaan Kural gibi yorumcuların, Gelişim Spor ile okuyuculuktan öte bir ilişkileri olmamıştır (Dergi çıktığında Mehmet lisede, Kaan ortaokuldaydı sanırım.) Fakat ikisinin de Gelişim Spor ekolünden geldiklerini, kökleri 1988 yazındaki o boğucu Ağustos gecesine dayanan bir heyecandan el aldıklarını söylemek hiç yanlış olmaz.
Çok uzattım, artık nokta koyma zamanı… Yazmadan edemeyeceğim bir şey var; Gelişim Spor'un torunu gibi sevip kucakladığım Socrates'te 1990'ların kapağa taşındığı sayıda Televole'ye on sayfa ayrıldığını görmek çok dokunmuştu bana… O programı 'spor magazini' diye pazarlayan reyting avcılarının yediği naneleri anlatması, ne yalan söyleyeyim, içime battı. Gelişim Spor'un kısıtlı imkânlarıyla karşısına dikildiğimiz yel değirmenleri tam da onlardı işte…
Don Kişotların kaderi hiç değişmeyecek mi?