Öncü

12 dk

Lale Orta, Türk futbolunun öncülerinden. ‘Erkek sporu’ olarak görülen futbolda duvarları yıkarak maç yöneten orta, kariyerini ve yaşadıklarını Socrates’e anlattı.

Sporla ilgisi sınırlı olanlar bile Lale Orta’nın ismini duymuştur. Stadyumlardan olmasa da en azından gazetelerin bulmacalarında karşınıza çıkmıştır. Türkiye’nin ilk FIFA kokartlı kadın futbol hakemi olan, Avrupa sahalarına çıkan, hem futbolda hem de cinsiyet eşitliği konusunda öncü isimlerden Lale Orta, şu sıralar ‘hocalık’ kariyerine devam ediyor. Bir dönem sahadaki oyuncuların hocalığını yapan Orta, şimdilerde doçent doktor olarak Okan Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nda müdür yardımcılığı ve spor yöneticiliği bölüm başkanlığı görevini sürdürüyor. Kendisiyle hakemliği, futbolu, geçmişi ve bugünü konuştuk...

Erkeklerin egemen olduğu futbol dünyasında ve hakem camiasında, bir kadın olarak yer edindiniz. Bireysel anlamda o eşitliği nasıl sağladınız?

Birçok ilklere ve başarılara imza atan biri olarak, geldiğim noktaya varmak hiç kolay olmadı. Yaşadığım en büyük zorluk, dünyadan uzak yetkililerin, futbolu erkek sporu olarak görmesiydi. Hak ettiğim yere, beraber çalıştığım arkadaşlarımdan ancak yıllar sonra ulaşabildim.

Bana destek veren yöneticilerin azlığı en büyük engellerden biriydi. Hatta kadın hakemliğin gelişiminden öylesine rahatsız oldular ki bir dönem kadınların aday hakem kurslarına alınmasını dahi engellediler. Kadın olduğum için benimle maça gitmeyi istemeyen erkek hakemlerle karşılaştım. Bir maç tebligatımı aldıktan sonra, Merkez Hakem Kurulu’nun bir üyesi “Çok zor maç, sizden almak zorundayım” dedi. Hâlbuki o maçı veren de kendisiydi.

Yüksek lisansıma, doktorama, doçentliğime, aldığım tüm teknik direktörlük diplomalarıma, uzun hakemlik deneyimime, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin bana layık gördüğü Avrupa Kıtası Büyük Ödülü’ne ve yönettiğim UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi Finali deneyimime rağmen, karşımda yer alanları biraz olsun yanımda görebilseydim çok daha iyilerini yapabilirdim.

İstanbul’da doğup büyümeniz bir avantaj mıydı? Çocukluk ve öğrencilik zamanlarınızda futbola ilginiz nasıl gelişti ve ne tip engellerle karşılaştınız?

İstanbul’da doğup büyümek, benim gibi hedeflerini yüksek tutan bir kız çocuğu için avantajdı. Ama yaşanılan şehirle birlikte, ailenin sosyo-kültürel yapısı da çok önemlidir. Babam, iki yaşından itibaren İstanbul’daydı ve orada yetişmişti. Çağdaş kafa yapısına sahipti. Eğitime önem verir ve kızlarını eşitlik anlayışıyla yetiştirmek isterdi. O nedenle devamlı kendi ayaklarımız üzerinde durmamız gerektiğini vurgulardı.

Ben en başta Vefaspor Kulübü’nde basketbol oynuyordum. O sıralarda Moda’da, Dostlukspor Kız Futbol Kulübü’nün olduğunu ve erkeklerle maçlar yaptıklarını öğrendim. Babam basketbola devam etmemi istiyordu. O dönemlerde futbol, kız çocukları için uygun bir spor dalı olarak görülmüyordu ama benim futbol konusunda çok istekli olmam babamın görüşünü değiştirdi. 1976 yılıydı, ablalarımla birlikte gidip Dostlukspor’a kaydoldum ve futbol oynamaya başladım.

Hakemliğe, esasında antrenör olmak için başladınız. O geçişi tam olarak anlatabilir misiniz? Tesadüfler veya fırsatlar, yolunuzu nasıl belirledi?

1985 yılında Kadınlar Futbol Ligi’ni kurmak için Türkiye Futbol Federasyonu’nda çeşitli toplantılar yapıyorduk. Yılmaz Yücetürk, TFF’nin Araştırma Planlama ve Eğitim Dairesi’nin başındaydı. Bize, C futbol antrenörlük kursu açılacağını ve bir kadın futbolcunun bu antrenörlük kursunda yer alması için kontenjan yaratabileceklerini söyledi. Böylelikle kamuoyunun dikkatini kadın futbolu üzerine çekebilecek ve ligin başlaması için fırsat oluşturabilecektik. Bir arkadaşımla beraber o tek kişilik kontenjana talip olduk. Gidecek olanı belirlemek için aramızda para atışı yaptık. Ben kazandım ve kursa gitme hakkını elde ettim.

Profesyonel futbol oynamış 29 erkek antrenör adayı ile birlikte Sarıyer’deki kursa gittim. Kursun teknik direktörleri Yılmaz Yücetürk ve Tevfik Eroğlu’ydu. Hocalarım arasında Abdullah Gegiç, Çetin Güler, Rasim Kara, Adil Eriç gibi çok değerli isimler vardı. Yavuz Şimşek, Celal Kıbrızlı, Eser Özaltındere, Mahmut Kocabal gibi isimler de kurs arkadaşlarımdı.

Kursa ilk kez bir kadın antrenör adayı katılıyordu. Üstelik o dönemlerde spor akademilerinde bile kız öğrencileri futbol branşına kabul etmiyorlardı. Kurs süresince çok aktif çalıştım ve tüm uygulamalarda başarıyla yer aldım. Bana önyargıyla yaklaşan arkadaşlarımın da bakış açılarında değişiklik yaratmıştım. Daha sonra B lisans, kaleci antrenörlüğü ve UEFA A lisans diplomalarımı aldım. Ancak antrenörlük diploması alabilmek için üç maçta orta hakem, beş maçta da yardımcı hakem olarak görev yapmam gerekiyordu. Hatta o dönemde üniversite öğrencisi olduğum için, “Yalnızca sekiz maç için bu masraf yapılır mı?” demiş ve hakem kıyafetlerimi de söylene söylene almıştım. Nihayetinde o sekiz maça çıktım ve beni izleyen gözlemci hocalarım, çok başarılı olduğumu ve kesinlikle hakemliğe devam etmem gerektiğini söyledi. Bir anda, hiç aklımdan geçmeyen bir durumla karşı karşıya kalmıştım.

Şimdilerde kadın hakemlerin sayısı biraz daha fazla ve hepsi de sizi bir rol modeli olarak gördüklerini söylemekten çekinmiyor. Ama sizin önünüzde başka bir kadın hakem figürü yoktu. Bir öncü olmanın zorlukları ya da avantajları neydi?

lk olmaktan öte, ilk kez bir şeyleri başarmak zor. Size güvenmeleri, size inanmaları ve başaracağınızı düşünmeleri zaman alıyor. “Dünyanın neresinde kadın hakem görüldü?” gibi eleştirilerle muhatap olabiliyorsunuz. Örümcek kafalılarla mücadele etmek zorunda kalabiliyorsunuz. Hayatınızın büyük bir bölümünü kendinizi kanıtlamakla geçiriyorsunuz. Özgüveninizi, yeteneğinizi, yetkinliğinizi sorgulayabiliyorsunuz. Başardığınızda da karşınızda olanları bir anda yanınızda görebiliyorsunuz. Adınızı dağlara kazıyabiliyorsunuz.

İlk olmanın avantajını ise ancak hakemliği bıraktıktan sonra anlayabiliyorsunuz. Mesela sizin 18 yıl önce yaptığınızı bir Alman hakem (Bibiana Steinhaus) bugün yaptığında...

Dostlukspor gibi öncü bir takımı nasıl hatırlıyorsunuz?

Dostlukspor, kadın futbolunu yaygınlaştırmak amacıyla kurulmuş bir spor kulübüydü. Orası benim yetişip büyüdüğüm, dostluğu, arkadaşlığı, bir amaç uğruna mücadele etmeyi öğrendiğim, her hafta sonumu severek yaşadığım bir yerdi. Anadolu’nun her karışını adım adım dolaşarak kızların da futbol oynayabileceğini kanıtlamaya çalışıyorduk. Dostlukspor deyince aklıma; emek, mücadele, çaba, azim, umut ve beraberlik kavramları geliyor.

Süper Lig’de orta hakem olarak çıktığınız ilk maça dair (Sakaryaspor- Ankaragücü, 1999) neler hatırlıyorsunuz?

Maç tebligatını aldığım gün çok heyecanlanmıştım. O gece gözüme uyku girmemişti. Mutlaka başarılı bir performans sergilemeliydim. Fiziksel açıdan maça hazırdım. Açıkçası, ilk kez bir kadın hakemin görev yapacak olması nedeniyle “Maç rahat geçer” diye öngörüyordum. Ancak ilk düdükle birlikte bu düşüncemin doğru olmadığını fark ettim.

Futbolcular beni bir ‘kadın hakem’ olarak değil de bir ‘hakem’ gibi görüyorlardı. “Hakemin cinsiyetinin hiçbir önemi yoktur, önemli olan yaptığı iştir” söylemimin futbolcular üzerindeki etkisini görünce maça daha çok motive oldum. O gün bir kırmızı kart çıkardım ve bir penaltı kararı verdim. Sakaryaspor, 4-0 kazandı. Maçtan sonra Milliyet gazetesi ‘Lale Orta Tarihe Geçti’, Hürriyet de ‘Cesur Yürek Lale Orta’ şeklinde başlıklar attı.

Yardımcı hakem olarak Süper Lig’de çıktığınız Galatasaray-Sarıyer (1990) maçını da sormak istiyorum...

O maç; kadınların en üst düzeyde hakemlik yapabileceğini göstermiş, kadın hakemliğinin kamuoyu tarafından fark edilmesini ve genç kızlarımızın hakemliğe yönelmesini sağlamıştı.

İsimlerimiz anons yapacak kişiye gönderildiğinde, ‘Lale diye hakem olmaz, benimle dalga geçiyorlar’ diye düşünmüş ve bizzat soyunma odasına kadar gelerek ismin doğruluğunu kontrol etmişti. Sahaya çıkarken arkadaşlarına dönerek “Maçta hakemlere karşı en ufak bir itiraz istemiyorum” diyen Galatasaray Kaptanı Cüneyt Tanman başta olmak üzere, o maçta görev alan her iki takım futbolcularının, teknik kadroların, seyircilerin ve spor medyasının bana olan yaklaşımı, tüm Türkiye’de daha kolay kabul görmemi sağladı.

Dünyada FIFA kokardı takan ilk kadın hakemlerdensiniz. Bu haberi nasıl aldınız, neler hissettiniz?

1995 yılıydı, haberi UEFA Asbaşkanı Sayın Şenes Erzik’ten öğrenmiştim. İstanbul’da, Ali Sami Yen Stadı’nda düzenlenen törende de kokardımı kendisi taktı. O gün çok heyecanlı ve gururluydum. Türk spor tarihine çok önemli bir not düşüldü.

Şu an gündemde olan video hakem uygulaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Görüntülü teknolojiden yararlanılmadığı sürece, futbolda hataların önüne geçmek mümkün değil. Spesifik hatalarda alınacak teknolojik yardım, hem hakemlere hem de takımlara katkı sağlar. Hakemlerden doğru kararlarla oyuna adalet ve şeffaflık getirmelerini mi istiyoruz, yoksa “Futbol hatalar oyunudur” söyleminin altında tartışarak devam etmeyi mi? Benim görüşüm, profesyonel maçlarda futbolun dinamizmine zarar vermeden teknolojiden yararlanılması gerektiği yönünde.

Bu uzun kariyer, size unutamayacağınız çeşitli anılar da bırakmış olmalı...

TSYD turnuvasındaki Fenerbahçe-Galatasaray maçında Galatasaraylı Roman Kosecki sakatlanmış ve tedavi olmak için oyun alanının dışına çıkmıştı. Maç devam ederken oyuna girmesin diye sol kolumu kendisine doğru uzatarak ‘Bekle!’ işareti yaptım ama bir anda Kosecki’nin uzattığım eli tuttuğunu fark ettim. Elimi çekmek istedim fakat bırakmadı. Oyun devam ettiği için el ele koşmak zorunda kaldık. Bu görüntü, kameralardan da kaçmadı tabii...

Üzülerek hatırladığım ve unutamayacağım bir anım da var... TFF’nin yönetmeliğinde, delege olabilme şartları arasında Şampiyonlar Ligi’nde en çok maç yöneten beş hakemden biri olmak vardır. Ancak ben, finalini de yönetmiş olmama rağmen, “Bu madde sadece erkekler Şampiyonlar Ligi’ni kapsıyor” gerekçesiyle reddedildim.

Bir zamanlar “Erkeklerin FIFA kokardıyla kadınların FIFA kokardı eşit değil” diyen MHK Başkanı ve üyelerinin bir gazetemizin yaptığı başvuru üzerine FIFA’dan aldıkları ders niteliğindeki yanıt bile bu cam tavanların aşılmasına yetmedi maalesef...

Socrates Dergi